Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Aidat Ödemesi Bağış
Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
  • Üye Girişi
Pazar, 29 Haziran, 2025
Son Yazılar
Sağlıkta Şiddet Yasası
Güzel Şehir Van
Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.
’Bilimin Işığında’ Projesi Devam Ediyor
Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre
Acil Tıp Bülteni
Acil Tıp Bülteni
Aidat Ödemesi
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Copyright 2024 - All Right Reserved
HobiSizden GelenlerTATDsosyal

Doğaya Geçici Bir Temas “Kampçılık”

by İbrahim ALTUNOK 23 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Son 150 yıllık süreç, yaşam şartlarında ciddi değişimlere yol açarak, kitlesel formda kentleşmiş bir dünyanın kapısını açmıştır. 1800’lü yılların sonlarında neredeyse toplumun yüzde 80’lik kısmı kırsalda yaşarken günümüzde bu durum tam tersi bir değişim göstermiştir. Kitlesel olarak kentleşen ve bunun paralelinde kalabalıklaşan insanoğlu, “yeni” yaşam ortamında “gelişimini!” sürdürürken farkında olmadan vazgeçtiği olgu, doğayla etkileşimidir. Bu yoksunluk ve bunun getirileri, modern insana çeşitli etkiler bırakmıştır. Daha önce kaleme aldığım bir kitapta bu değişimi Nesse ve Williams’a [Nesse, R. and Williams, G. (1996). Why We Get Sick. New York: Vintage Books] atıf yaparak şu şekilde tanımlamıştır;

“Milyonlarca yıl boyunca Afrika da, küçük gruplar halinde yaşayan, avcılık ve toplayıcılıkla uğraşarak evirilen vücutlarımız; merkezi ısıtma, yapay ışıklandırmalar, ilaçlar, otomobiller, yağlı beslenme tarzı gibi günümüz yaşam koşullarına adapte olmaya zaman bulamamıştır. Tasarımımız ile günümüz yaşam çevresi arasında olan bu eşleşmeme durumu, muhtemelen birçok önlenebilir modern hastalığın nedenini açıklamaktadır.” 

Bu doğadan uzaklaşma süreci ve bunun etkileri farklı ve uzun bir tartışma konusudur. Ancak, bu uzaklaşma sürecinin ortaya çıkardığı etkilerden biri insanoğlunun serbest zaman faaliyeti olarak doğaya dönme çabasıdır. Özellikle hızlı endüstrileşen toplumlarda doğa ve açık hava faaliyetlerine yönelik olan talep son 30-40 yılda muazzam bir şekilde artarak popüler bir serbest zaman aktivitesi halini almıştır. Başlangıçta bir avuç kişinin (bu tarz kişiler uzun bir zaman “hippi” olarak algılanmış) talep ettiği, çoğunlukla bir yaşam biçimi olan doğaya dayalı aktiviteler günümüz “modern” dünyasının bir kaçış koridoru olarak özellikle batı toplumlarının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Doğaya dayalı bu aktivitelerin sayısı ve çeşidi oldukça fazladır. Ancak genel bir sınıflama yapmak gerekirse, karada (yaz/kış koşulları), suda (akarsu/durgun su/deniz), havada veya hibrit olmak üzere gerçekleştiği ortama göre sınıflandırılabilir (Sınıflandırmayı daha da detaylandırmak mümkündür). Doğada gerçekleşen neredeyse bütün faaliyetler doğa/ açık hava faaliyetleri olarak algılansa da, gerçekte bu faaliyetlerin altında yatan felsefe yürüyüş, tırmanma, yüzme gibi fiziksel güçle ya da rüzgâr, akarsu gibi bir doğal kaynak kuvvetiyle gerçekleşen etkinlikleri kapsamaktadır.  Motor gücüyle gerçekleşen faaliyetler doğa temelli faaliyetler kapsamına girmemektedir. Bu yaklaşımla, doğaya dayalı etkinliklerin temeli doğaya kafa tutmak ya da mücadele etmek değil, doğa ile uyumlu olabilmektir.

“Kampçılık yaşadığımız konfor alanının dışına çıkıp geçici süre için doğayla temas halinde olmaktır”

Kampçılık, doğaya dayalı faaliyetler içerisinde en fazla talep görenlerin başında gelmektedir. Kısa bir süre önce terk ettiğimiz (yukarıda da bahsettiğim gibi) ve uzun süre bizim yaşam alanımız olan “doğa” ya misafir olduğumuz (bunu savunurken fiziki bulgulara dayanarak yaklaşık 200.000 yıldır dünya üzerinde var olduğumuz ve bu süre içerisinde yaklaşık 150 yıldır kent dediğimiz yapı içinde yaşadığımızı göz önünde bulunduruyorum) bu faaliyet, karmaşık bir tırmanış faaliyeti için önemli bir araçtan neredeyse ev konforuna yakın rekreatif bir faaliyete kadar geniş bir yelpazedir.

“Doğal bir ortamda gerçekleştirilecek kamp etkinlikleri organizasyonel bir boyut taşımakta ve ciddi bir kampçılık eğitimi gerektirmektedir”

Özellikle son yıllarda yoğun talep gören (ülkemizde doğa sporlarına yönelik malzeme satan mağazaların sayısının da artmasıyla) bu aktivite kimi zaman bir deniz kenarında kimi zamanda yüksek bir dağın eteklerinde gerçekleştirilebilir. Bu etkinliğin yoğun bir fiziksel performans gerektirmeden yapılabilir olması, buna ilave olarak özel eğitim ve malzeme gerektirmeden yapılabileceği düşüncesi (diğer doğa sporları ile karşılaştırıldığında) kolayda ulaşılabilir bir faaliyet olmasına neden olmaktadır. Bir bakıma bu görüşler doğru sayılabileceği gibi bu genel yargıların eksikleri bulunmaktadır. Örneğin, ticari bir hizmet sunan kamp alanlarında yapılacak kamp etkinlikleri için ciddi bir bilgi birikimine ihtiyaç duyulmaz iken, el değmemiş doğal bir ortamda gerçekleştirilecek kamp etkinlikleri organizasyonel bir boyut taşımakta ve ciddi bir kampçılık eğitimi gerektirmektedir.

“Kampçılık etkinliği ne amaçla olursa olsun planlama aşaması ile başlamalıdır”

Kampçılık eğitimi, bireyin doğada yaşamını idame etmesini sağlayacak bilgiler içermektedir. Bu bilgiler hem insanı hem de doğayı güvende tutacak beceriler kazanmayı kapsamaktadır. Yapacağımız kamp organizasyonu ister bir tırmanış faaliyeti isterse rekreasyonel ya da turistik bir faaliyet olsun ayrıntılı olarak planlanmalıdır. Kamp faaliyetinin planlanması için öncelikle faaliyetin kiminle, ne zaman, nerede, hangi amaçla ve ne kadar süre ile yapılacağına karar verilmesi gereklidir. Tek başımıza, kışın, bir dağ eteğinde ve tırmanış amaçlı 2 günlük yapacağımız bir faaliyetle; ailemizle, yazın, deniz kenarında, tatil amaçlı 1 hafta yapacağımız kamp faaliyetinin organizasyonu arasında devasa bir fark vardır.

“Kampçılıkta kritik karar, Kamp yeri seçimi!”

Kamp alanın seçiminde kamp organizasyonun amacı doğrultusunda en güvenli yer tercih edilmelidir. Tercihen daha önce kamp yapılmış olan yerleri kullanmamız fiziki anlamda yapmamız gereken birçok işi ortadan kaldırmamıza neden olurken, çevresel etkileri azaltmamıza da destek olur. Neticede daha önceden kamp kurulmuş yerler (genellikle) güvenlik açısından daha önceden sınanmış yerlerdir. Ayrıca, daha önce kamp kurulmuş alanların tercih edilmesi, yeni kamp alanlarının oluşmaması doğada oluşacak yeni tahribatları da engelleyecektir. Doğal alanlarda kamp kurmanın çevresel etkilerine geçmeden önce kamp yeri seçimi konusunda birkaç önemli bilgi vermekte yarar görüyorum.

Öncelikle, tehlike yaratabilecek kaya, çığ düşmesi, sel/su baskını, toprak kayması gibi doğal tehlikelerin oluşabileceği yerlere kamp kurmamalıyız. Eğer hava şartları uygunsa yüksek yerler kamp için daha ideal olabilir. Maalesef ülkemizde dere yatağı kenarına kamp kurulması sonucunda çok ciddi kazalar yaşandı.

Bu birinci maddenin yanında, kanyon/vadi tabanı gibi soğuk ve nemli alanlarda, orman içinde ağaç devrilmesi, dal düşmesi oluşabilecek yerlerde, vahşi hayvanların geçiş ve beslenme koridorlarında, doğa yürüyüşü patikalarında kamp kurmamalıyız.

“Kamp kurduğumuz zeminin düz bir yapıda olmalı, güneş ve rüzgar yönü hesaplanmalıdır”

Güneş kışın yaptığımız bir kamp etkinliğinde çadırımızın içinde huzurla dinlenmemizi sağlayabilecekken, yazın sabahın köründe “kan-ter” içinde uyanmamıza da sebep olabilir. Rüzgar ise biraz daha ciddi bir konudur. Kamp kuruduğumuz alanda rüzgar yönünün hesaplanması ve çadır kapılarının özellikle kış koşullarında doğrudan rüzgar almaması gereklidir. Kapısı açık bir çadırı fırtına altında paraşüt gibi düşünebilirsiniz. Bu doğal risklerin etüdünün yapılmasının dışında mutlaka kamp kuracağınız yerlerde insan kaynaklı diğer riskleri de hesaplayınız. Örneğin, yerleşim yerine yakın ve kampçı vb. doğaseverlerin dışında ziyaretçi alan yerlerde kamp yapacaksanız, bu durumu göz önünde bulundurunuz. Bu ve benzeri konuları çoğaltmamız mümkün.

“Kamp yapmak amaçlı çadır kurmak, ateş yakmak gibi eylemler doğada uzun süreli etkiler bırakmaktadır”

Kampçılığın çevresel etkileri!

Çadır kurulan bir yerde uzun süreli olarak bitki örtüsünün yok olacağı unutulmamalıdır. Ateş yakmak ise başlı başına bir sorundur. Sürdürülebilir kampçılık için, mümkünse ateş yakılmaması gerekir. Ancak, kamp ateşi olgusu özellikle rekreasyonel ve turistik amaçlı kamp yapan bireylerin en temel motivasyon faktörlerinden biridir ve doğal bir ortamda yıldızların altında yakılan, etrafında toplanılan bir kamp ateşi çok ciddi bir çekim faktörüdür. Kulağınızda ‘Akdeniz Akşamları’ şarkısını hissetmiş olabilirsiniz, bu parçayı illa duymak istiyorsanız daha önceden ateş yakılmış kamp ateşi alanlarını tercih etmeniz gereklidir.

“Orman Kanunun 76. Maddesi uyarınca ormanda ateş yakmak yasaktır”

İllaki ateş yakmak gerekiyorsa uluslararası bazı kurallara dikkat etmenizi öneririm. Öncelikle daha öncede belirttiğim gibi ateşi mutlaka daha önce ateş yakılmış yerde yakılması gereklidir. Yakılacak olan ateşin etrafı taş vb. materyalle çevrilmiş olmalıdır. Mümkünse yakılan ateş bir platform üzerinde yakılmalıdır. Yakılan ateş çok büyütülmemeli, sürekli kontrol altında tutulmalı ve başıboş bırakılmamalıdır. Ateş yakmak için doğada kurumuş ve dökülmüş odun ürünleri kullanılmalı kesinlikle ateş yakmak için ağaç kesilmemelidir. Ateşe imha etmek için herhangi bir plastik vb. atılmamalıdır. Ateşle işimiz bittiğinde ya da gecenin sonunda mutlaka uygun koşullarda söndürülmeli, canlı ateş/kor bırakılmamalıdır. Ateşi söndürdükten sonra üzeri kaya/toprak vb. materyalle kapatılarak, ateşin söndüğünden emin olunmalıdır.

“Unutulmaması gereken en önemli şey orman yangınlarının en temel kaynağı insandır”

Ateş konusunun dışında kamp yapmanın başka çevresel etkileri de bulunmaktadır. Bu yaklaşımın altında yatan düşünce “modern” insanın doğaya çıktığı andan itibaren çevreye etkiler bıraktığıdır. Bu etkilerin boyutu ve yönü doğaya çıkan insanların doğadaki tutum ve davranışları ile ilgilidir. Genel olarak, kamp faaliyetinin çevresel etkilerini; vejetasyon kaybı, topraktaki mineral dengesinin değişimi, ağaçların ve ağaç köklerinin tahribatı, su kaynaklarının kirletilmesi, doğal yaşamın rahatsız edilmesi, sosyal patikaların açılması ve de çöp(!!) olarak sıralamak mümkündür. Ayrıca, doğada bulunan hayvanlar biz olmadan açlıktan ölmüyorlar lütfen hayvanları beslemeyin ya da biz gittikten sonra yerler diye yiyecek bırakmayın. İnanın ekosistem bizim müdahalemiz olmadan daha sağlıklı!!!

Kamp yeri seçiminden sonra çadır kurulumu ve kamp yaşamı bahsedilmesi gereken diğer konulardır. Çadır nedir? Yapısal olarak özellikleri ve türleri nelerdir? Nasıl kurulur? Çadır içi yönetimi nasıl yapılmalıdır? Kamp yaşamı nasıldır? Öğün ve yemek planlaması nasıl yapılmalıdır?

Doğada temel yaşam desteği bilgisi (ki sanırım bu konun size anlatılması gerekmez) gibi daha onlarca sayılabilecek kampçılık ile ilgili konu bulunmaktadır. Bu konular teknik kavramlar içerir ve uzun süreçli bir eğitim gerektirir.

“Unutmayın bizler doğada sadece misafiriz”

Benden bu kadar, daha fazla bilgi için aşağıdaki iletişim bilgilerini kullanabilirsiniz. Yazıda Yapmayın! Etmeyin! diye çok fazla şey söylediğimin farkındayım, ama unutmayın bizler doğada sadece misafiriz!!! Ev sahiplerine saygı gösterelim, kampçılık ve doğa sporları ile ilgili bütün faaliyetler için mutlaka eğitim alalım…

Doğada yaptığımız faaliyetlerde bıraktığımız iz sadece anılarımızda olsun!!!

Dipnot: 2020 yılındaki bütün felaketlerde gösterdiğiniz üstün özveri için bütün sağlık çalışanlarına kendi adıma çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Haziran 2021 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.

23 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekRöportajTATDsosyal

Yurtdışında Doktorluk ve Yaşam – İrlanda

by Ebru Ünal Akoğlu 20 Şubat 2022
written by Ebru Ünal Akoğlu

Bu sayımızda hep birlikte İrlanda Dublin’deki St. Vincent Üniversitesi’nde acil tıp uzmanı olarak çalışan Yalman Eyinç ile sohbetimizi sizlerle paylaşacağız. Biraz İrlanda’daki yaşamdan, biraz çalışma hayatındaki zorluklardan ve yurtdışında olmaktan dolayı oluşan özlemlerden bahsedeceğiz. Keyifli okumalar…

Soru: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Öncelikle yurtdışında yaşam ve acil tip hekimligi yapma konusundaki fikirlerime ve tecrübelerime önem verip bunu okuyucularla paylaşmama vesile olduğunuz için size teşekkür ederim. 1986 Adana doğumluyum, ilköğretimimi Adana’da tamamlayip, ortaokulu ve liseyi Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okumak için ailemle beraber İstanbul’a taşındık. 2005 yılında Marmara Üniversitesi Tıp fakültesine başladım. Çok da hevesli olmadığım tıp eğitiminde beni devam etmeye bağlayan, klinik branslar ile tanıştığım 4.-5. ve 6. yıllar oldu. Stajlar ve intörnlük süreci sonunda, aksiyonun ya tam ortasında ya da tamamen dışında olmam gerektiğini anladım. Mezun olduktan sonra aksiyonun merkezinde olmayı tercih ederek Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Acil tıp eğitimine başladım. Uzmanlık sonrası önce Diyarbakır’da devamında İstanbul Haydarpaşa Numune EAH’de çalıştım. Asistanlık döneminden itibaren uğraştığım yurtdışında çalışma isteğimi İrlanda denklik sınavlarını geçerek başlatmış oldum. Dublin’de St. Vincent’s Üniversite Hastanesinde acil tıp uzmanı olarak işe başladım. Şu anda eşimle beraber Portlaoise şehrindeki devlet hastanesinde çalışıyorum. 

Soru: Ne zaman yurtdışına gitmeye karar verdiniz? Sizi bu karara iten esas neden nedir?

Yurtdışına gitmeye lisedeyken karar verdim. Ülkenin içinde bulunduğu durumlar, branş gözetmeksizin yurtdışına bağlayacak tercihler yapmaya yöneltti. Tıp fakültesinde İngilizce tıp tercih etmemin bir nedeni de yurtdışı hayalimdi.

Soru: Yurtdışında çalışmak ve yaşamak için yaptığınız hazırlıklar arasında sizi en çok zorlayan konu ne oldu?

Aslında sürecin içeriğinden daha cok sürecin kendisi beni çok yordu. Ne ingilizce ne de tıp sınavları, beni esas zorlayan evrak işleri oldu. Evrakların kabul edilmesi 1 seneden fazla, İrlanda tıp konseyi onayını almam da 6 ay gibi sürdü. İlk başvurumu gönderdiğim zamanlarda, bütün dökümantasyon elle hazırlanıyordu. Şimdi daha global bir firmayla elektronik ortamdan yapılabiliyor. Süreçlerin neticeye ulaşması da 1-2 aya inmiş. 

“Ortak bir karar vermek zorundaydık”

Soru: Peki neden İrlanda? İrlanda olmasaydı başka çalışmak isteyeceğiniz bir ülke var mıydı kafanızda?

O zaman ki partnerim, şimdi eşim Andreea ile 2007 yılında Mısır’da TurkMSIC stajında tanıştık. Ben Kaplan’dan USMLE’ye çalışıp, Amerika’ya gitmeye çalışırken, ilişkimiz de olgunlaştı. İngilizce konuşulan bir ülke tercih etmek zorundaydık. Avrupa’da kalmaya karar verdik. İngiltere ve ya İrlanda seçeneklerimizdi. O sırada eşimin de İrlanda’da çalışıyor olması da etken oldu tabii. Özetle hanımcılık kazandı :))

“İlk başlarda herşey kabus gibiydi”

Soru:  İrlanda’ya ilk geldiğinizde en çok zorlandığınız ne oldu?  

Ah ilk 3 ay.. Oturma izni, vergi numarası, banka hesabı ve ev kiralama arasında bir çıkmaz var. Her birisi diğerine bağlı ve birisi olmadan diğerini alamıyorsunuz. Bu süreçte eşimin (o zamanki kız arkadaşım) yanına taşınmama rağmen ikametimi oraya aldırıp, evraklara başvurup tamamlamam, banka hesabı açtırmam 3 ayımı aldı.

“Medeniyet ve gelişmişlik kavramlarının farkını daha iyi anladım”

Soru:  İstanbul’daki yaşantınız ile karşılaştırdığınızda beklentileriniz yeterince karşılandı diyebilir misiniz?

Burada yaşamaya başlayınca birbirine benzeyen 2 kavramın aslında ne kadar farklı olduğunu anladım. Medeniyet ve gelişmişlik. İrlanda medeniyet konusunda üst düzey bir ülke. Yardımlaşma, nezaket, sabır gibi erdemler bireyleri yönlendiriyor. Bir nevi “Böyle davranırsam toplum benim hakkımda ne düşünür” anlayışı, onları doğru yolda tutuyor. Ama konu “Gelişmişlik” olunca sınıfta kaldıklarını söyleyebilirim. Neredeyse bütün IT firmalarinin genel merkezlerinin bulundugu Dublin’deki hastaneler bile sağlıkta elektronikleşme konusunda yetersizler. Sağlık dışında da Türkiye’de aynı gün içerisinde halledebileceğiniz en basit işler bile (banka hesabı açma, internet bağlatma, araba tamiri gibi)  burada haftalar alabiliyor. Ama tabii ki burada bir denge söz konusu. Belki de çok sabırlı olmaları sektörel yavaşlığı tetikliyor olabilir kim bilir?

“İstanbul ile İrlanda’nın herhangi bir şehrini karşılaştırmak söz konusu bile değil”

O yüzden hayatın tadını çıkarma konusunda İrlanda’nın herhangi bir şehrini, İstanbul ile karşılaştırmak söz konusu bile değil. Fakat sistem rayına oturduğunda, yani o en baştaki zorlu süreç bittiğinde, tekrar stres olmak için İrlanda İngiltere arasındaki Rugby maçını beklemeniz gerekebilir. Türkiye’de beyninizde trafikte önüme kırarlar mı, markette aradan sıraya girerler mi, sokakta yolumu keserler mi gibi sorularla meşgul olan bölüm burada atrofiye uğrayacaktır.

“Güvenli taburculuk ve aile hekimliği kavramlarını sistemlerine entegre etmişler”

Soru: İrlanda’da acil tıpçı olmak nasıl bir duygu? Nerede çalışıyorsunuz? Buradaki pozisyonundan bize biraz bahseder misiniz?

İrlanda’ya ilk geldiğimde Dublin’deki travma, inme, toksikoloji ve onkoloji merkezi olan üniversite hastanesinde çalışmaya başlamıştım. Acil tıp uzmanı olarak görev yapıyorum. İlk 3 ay sistemi anlamakta ciddi anlamda zorlandığımı itiraf etmeliyim. Bu sistemde “Güvenli taburculuk” ve hastayı ortada bırakmamak çok önemli. Sistem aile hekimligi ile fevkalade entegre olduğu için, acilde yapacağınız en küçük müdahaleyi ve taburculuğu aile hekimine mektup yazarak bildirmeniz gerekiyor. Bütün kayıtlar aile hekiminde tutuluyor. Yine hasta hastaneye başvurmak isterse de aile hekiminin yönlendirmesi gerekiyor. Bu sistem, elektronik kayıt sistemine alternatif olarak, hantal bir işleyişe sahip olsada kabul görmüş durumda ve bu açığı bir nebze olsa da kapatıyor. Bu sistemdeki bir işleyiş hatasının kim tarafından oluştuğu çok net bir şekilde saptanabilir. Kısaca, bireysel becerilerden daha çok güvenli ve tamamlayıcı hekimlik ön plana çıkıyor.

Üniversite hastanelerinde çalışan acil tıp uzmanları aynı zamanda, stajyer ve intörnlerin eğitimlerinden sorumlu, haftalık dersler ve simülasyon (Simman) üzerinden vaka tartışmaları acil tıbbın önemli bir parçasını oluşturuyor.

“Burada bir Dr. House olamazsınız”

Şu anda çalıştığım hastane Portlaoise şehrinde bir devlet hastanesi, bizdeki 2. basamak devlet hastanelerine benzer bir işleyiş şekli var. Acilde yalnızca acil uzmanları çalışıyor ve haftanın bir günü eğitim için ayrılmış. Genel anlamda güvenli hekimliğin mesleki tatminin önüne geçtiği, Dr. House’ların teşvik edilmediği bir sistem mevcut. Artıları ve eksileri var. Bir süre sonra sıkıcı bir hal alabilir.

Soru:  İrlanda ile ülkemizdeki acil servis işleyişini karşılaştırdığınızda en önemli fark sizce nedir?

Türkiye’deki acil servislerde, genelde acil uzmanı olan bir doktor sorumludur ve işleyiş ile ilgili her basamakta karar mekanizması doktorlardır. İrlanda’da bu basamaklar hemşirelerin kontrolünde. Zaten İrlanda sağlık sisteminde hemşirelerin rolü de bizdekinden çok farklı. Bunu kitaplarda gördüğümüz “Lokal hastane prensipleri-planları-işleyişleri” sistemiyle bağlamak lazım.  Doktorlar hastanelerle geçici kontratlar yaparken hemşireler kadrolu çalışıyor. Böyle olunca da, o hastanenin işleyişine daha hakim oluyorlar. Bunlar bizim alışık olmadığımız kavramlar. Bir örnek vermek gerekirse; bir hastanede opere edilmeyecek femur boyun kırığı ortopediye yatarken başka bir hastanede dahiliyenin takibinde olabiliyor, doğal olarak işleyişteki bu farkları en iyi kadrolu çalışan hemşireler biliyor.

“Sizden acil tıpçı olarak beklentileri çok farklı”

Soru: Acil tıp eğitimi açısından baktığınızda yurtdışına göre nasıl bir noktadayız?

Bu karşılaştırma çok doğru olmuyor çünkü sistem gerçekten bambaşka. Türkiye’deki ABD kılavuzları yerini Birleşik krallığın NICE kılavuzlarına bırakıyor. Alışık olduğumuz, Entübasyon, santral kateterizasyon, toraks tüpleri gerçekten acil durumlar haricinde acilci tarafından yapılmıyor. Acilde Radyolojinin yeri sınırlı, akciğer grafisi yatış kararı için çoğu zaman yeterli oluyor.  Bunların yerine, acilciden hasta konforunu arttıran şeyleri yapabilmesi bekleniyor. Kalça kırıklarında, femoral sinir bloğu, eklem reaksiyonlarinda rejyonel bloklar, ağrı kontrol basamaklari, medikolegal olaylar karşısında tutumumuz, personel anlaşmazlığı yönetimi gibi bambaşka şeyler var sistemin sizden beklediği.

“İlk başlarda kendinizi sudan çıkmış kedi gibi hissediyorsunuz”

Teorik ve pratik eğitimimiz İngiltere ve İrlanda standartlarının her ne kadar üzerinde olsa da, burada pratik uygulamalara çoğu zaman gerek kalmıyor. Aynı zamanda işin medikolegal yanında ve hasta konforu kısmında da sorunlarımız olduğunu belirtmem gerekiyor. Yeni başladığınızda, hem siz hem etrafınızdakiler sizin hiçbirşey bilmediğiniz hissine kapılıyor. Ama sonuçta medikolegal eğitim ve işleyiş (management), teorik ve pratik bilgiden daha çabuk öğrenilir. 3-4 ay sonra bu eksikler fazlasıyla kapanıyor.

“İstanbul’a her gelişimde çok mutlu oluyorum, aynı zamanda yurtdışına giderek ne kadar doğru bir karar verdiğimi de fark ediyorum”

Soru: İyi ki İrlanda’ya gelmişim dediğiniz anlardan birini bizimle paylaşabilir misiniz?

Bunu o kadar çok anlatıyorum ki. 3-4 saat bekleyen hasta muayeneye girdiğinde “çok yorgunsunuz biliyorum, umarım meşgul etmiyorumdur” dediğinde; şikayetlerini bağırıp çağırmadan dile getirdiğinde, hastası vefat ettiğinde bir köşede sessizce ağlayıp, hastaneden giderken teşekkür ettiklerinde, sokakta tanımadığım birisi günaydın dediğinde, araba sürerken yol verdiğim kişi gülümseyip el salladığında, markette aynı reyondan birşey alacağım kişi 2 adım geriye gidip benim de bakmama izin verdiğinde, ATM sırasında en öndekiyle 2 metre mesafe bırakıldığında, yani kısaca hergün en az 2-3 kere burada olduğuma seviniyorum. Bazen insana monoton gelebiliyor bu yaşam tarzı ama 2-3 ayda bir İstanbul’a geldiğimde, ilk birkaç gün gülüp-eğlenip sonra aldığım kararın ne kadar isabetli olduğunu tekrar anlıyorum.

“3 ay zorluk çektim diye herşeyden vazgeçemezdim”

Soru: Keşke hiç gelmeseydim dediğiniz bir an oldu mu?

Dediğim gibi ilk 3 ayda tam bir kabus gibiydi. Ama 10-15 sene boyunca planladığım, sağlam temellere dayanan bu kararıma, yani yurtdışında yaşama hayalime, 3 ay zorluk çektim diye ihanet edemezdim.

Soru: Yurtdışında yaşama ve çalışma düşünceleri olan meslektaşlarınıza vereceğiniz tavsiyeler var mı?

Hangi ülke olursa olsun karar verme ve başlama süreci uzun, yıpratıcı, zor ve kaotik olabilir. Çalışma kısmı farklı, mücadeleci, disiplinli ve acımasız gözükebilir. Yeni bir hastanede işe başlamak bile bazen bize ne kadar zor gelirken, bambaşka bir ülkede ve sistemde çalışmak, yaşamak, alışmak  başlarda gerçekten çok yorucu olabilir. Ama sonrası buna fazlasıyla değiyor diyebilirim.

“O limandan demir almadıkça, yelkenleri açmadıkça, rüzgar sizin yanınızda olmayacak”

Bu karari alan doktor arkadaşlar, oturup bir kağıda artılarını ve eksilerini yazsınlar. En ince detaylarına kadar analitik düşünsünler (1-2 saatten verilebilecek bir karardan değil, 1-2 yıldan bahsediyorum). Kimseye konfor alanını terk etmek kolay gelmez, buna değecek mi iyi analiz etmek lazım. Çünkü burada dertleşebileceğiniz, omzuna başını koyabileceğiniz bir arkadaşınız olmayacak başlarda. Eğer hala mantıklı geliyorsa da sonuna kadar devam etmelisiniz.

Son olarak;

Bana sormak istedikleriniz olursa, twitterda (@dublinkartali) ulaşabilirsiniz. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Haziran 2021 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.

20 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
HobiTanıtımTATDsosyal

Mat Kanun

by İbrahim ALTUNOK 17 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Kanun, telli mızraplı çalgılar ailesinden bir enstrümandır. Etimolojik kökeninin Yunanca “kaide, kural” anlamına gelen “kanon” kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Günümüze kadar kanun enstrümanının menşeiyle ilgili olarak pek çok farklı görüş öne sürülmüştür. Bazı kaynaklara göre büyük Türk bilginlerinden Farabi (870-950) tarafından icat edildiği söylenmektedir. Antik çağda Mısır ve Sümerliler tarafından kullanıldığını gösteren bazı tarihi belgelerden başka eski bir Arap rivayetine göre de kanunu, İbn-i Hallegan’ın icat ettiği ve bu bilginin Horasanlı Bermek ailesinden olup Musul’un Türklerle meskun İrbil şehrinde doğduğu söylenmektedir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinde, kanunun meşhur üstadlardan Ali Şah tarafından icat edildiğini ve Revanlı Mirza Haydar Bey ile Cağalazade Mustafa Bey’in kanun hakkında bilgi sahibi olduklarını yazar. Albert Lavignac, Encyclopedi de la Musique et Dictionnarie du Conservatoire’da kanunun Arap çalgısı olduğunu ileri sürer. Clement Huart, kanunu Avusturyalıların Zither ve Macarların Cymbalum’undan daha küçük ve yatırılmış bir “Arp”olarak tanımlar. “Çeng” adındaki çalgının kanun ile birlikte bulunduğu ve geliştiği genellikle kabul edilmiştir.

Kanun enstrümanını II. Mahmud (1818-1839) devrinde Şamlı bir mûsikîşinas olan Ömer Efendi İstanbul’a getirmiş ve o zamandan beri bu çalgı birçok icracı bulmuştur. Kanuna mandalları ilk takan icracının da Ömer Efendi olduğu sanılmaktadır. Kanuni Ömer Efendi’den sonra Kanuni Hacı Arif Bey (1862-1911) devrin en büyük virtüözü olarak bilinir. Türk Müziği tarihinde kanun icracılığı ile şöhret kazanmış Şemsi Bey, Ama Nazım Bey, Sarı Talat Bey, Ali Bey, Tahsin Bey, Ferit Alnar, Vecihe Daryal, Erol Deran, Ahmet Meter, Halil Karaduman, Göksel Baktagir gibi pek çok isim vardır. 

Kanun, eğik kenarı uzun bir yamuk şeklindedir. Bu şekilde yapılmasının amacı, tellerin boyunun ayarlanması içindir. Teller göğüs üzerine birbirine paralel olarak üçer üçer gerilmiştir. Boyu 95-100 cm, 38-40 cm ve kalınlığı 4-6 cm arasında, sağ tarafı iki dik açılı bir yamuk şeklindedir. Sağ tarafta teller eşik denilen bir köprü üzerinden geçer ve bu köprünün altında rezonansı sağlayan deri bulunur. Bu derilerin yapımında oğlak derisi, balık derisi veya sentetik deri kullanılır. Türk Müziği’nde kullanılan kanun 24-27 perdeli olup her perdeye üçer tane tel takıldığı hesaplanırsa toplam 72-81 tellidir. Bu tellerin kalınlığı yukarıdan aşağıya doğru değişmektedir. Kanun için 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar kuzu bağırsağından yapılmış ve kiriş olarak adlandırılan teller kullanılıyordu. Bu kirişler; petrokimyanın kuruluşu sonrasında üretilmeye başlanan naylon tellerin daha dayanıklı olmaları, daha güçlü ses vermeleri, çeşitli kalınlıklarda bol miktarda bulunmaları nedeniyle tamamen terk edilmiştir. Naylon tellerin bildiğimiz balık misinaları ile hiçbir ilgisi olmayıp saf naylondan ya da %100 florokarbondan imal edilen özel cinsleri kullanılır.

“Üç telden oluşan her perdede diyez, bemol ve koma sesleri ayarlayabilen mandallar vardır”

Akort yapmaya yarayan burguların konulduğu sol tarafa mandallar daha sonradan eklenmiştir. Günümüzde her üç tel için 6 ile 12 adet mandal görülebilmektedir. Kanun yapımında genellikle köknar ve ya ladin, göğüs tahtası olarak çınar, ıhlamur, gürgen ve kayın, alt tabanı için ıhlamur veya sıkıştırılmış kontrplak, burgu tahtası için yumuşak bir ağaç olan ıhlamur, burgular için gül, şimşir veya abanoz gibi sert ağaçlar kullanılır. Kanun özel yüksük’leri ile işaret parmaklarına takılan mızraplarla çalınır. En makbul mızrap “bağa” denilen deniz kaplumbağasının karın altı kemiğinden yapılandır. Fildişi, kemik, boynuz vb. malzemelerden de yapılabilir.

Yaklaşık 3,5 oktavlık geniş ses alanı ve çeşitli çalgılar arasında kendine özgü gösterişli ve ahenkli sesiyle yer eden, her türlü duyguyu zengin bir şekilde ifade etmeye uygun olan kanun, bütün parmakları kullanarak çok sesli çalışmalara da uygun bir çalgı olarak Türk Müziği’nde lider bir enstrüman olarak yerini almıştır.

“Kanun çalmak başta zor gibi görünse de, öğrendikçe keyifli hale gelir”

Kanun çalmak başlangıçta zor gibi görünse de, öğrendikçe ve geliştirdikçe daha da keyifli hale geliyor. Bu ve benzeri motive edici faktörlerin insan hayatını tekdüzelikten uzak tuttuğu, renklendirdiği ve daha da anlamlandırdığı ortada. Meslekten öte bir yaşam biçimi olan hekimlikte ise bu gibi etkinlikler çok daha önemli yer tutmakta. Siz de yıllardır “başlasam mı?” dediğiniz o müzik enstrümanını alıp öğrenmeye, çalmaya, belki bir gün kendi eserlerinizi oluşturmaya ne dersiniz?

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Haziran 2021 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.

17 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
HobiTATDsosyal

Kıyıdan Olta Balıkçılığı

by İbrahim ALTUNOK 14 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Yoğun bir nöbet sonrası ruhunuzu dinlendirmek, acilin kaotik ortamından uzaklaşarak tüm sıkıntılarınızı dalgalara bırakmaya ne dersiniz ? 

Herkesin stresten uzaklaşmak için kendince  çözüm yolları mevcuttur ve ruh sağlığımız için olması da gerekir. Küçüklüğümden beri içimdeki deniz tutkusu beni bir süre sonra balık avcılığına yönlendirdi.

Bu yazıda, elimden geldiği, dilimin döndüğü kadarıyla beni dinlendiren ve  tüm stresimi üzerimden alan kıyıdan olta balıkçılığını sizlere  anlatmaya çalışacağım.

Hangi mevsimde hangi balık tutulur? Hangi yem kullanılır? Balık tutmanın saati var mıdır? Hava durumu önemli midir?

“Balıkçılığın şüphesiz altın kuralı sabah suyu ve akşam suyudur”

Benim en çok zevk aldığım balık avı, levrek ve çupra avlarıdır. Sabah suyu, sabah gün doğumundan öğlen 11’e kadar sürer. Akşam suyu ise kabaca 15’den 21’e kadar olan saatler denilebilir. Bunun dışındaki saatlerde de şüphesiz balık tutabilirsiniz lakin en verimli saatler sabah ve akşam suyudur.

 

İzmir körfezinde nisan- ekime arası çupra avı yapabilirsiniz, özellikle ekime doğru tuttuğunuz balıklarda da giderek büyümektedir. Çupra avında kullanılacak favori yemler sülünez, mamun, boru kurdu ve madyadır; ekime doğru yengeç ve midye de kullanabilirsiniz.

Olta takımı olarak favori her zaman yılan dili ve tek iğne zoka takımı seçebilirsiniz. Bu avda daha çok surf olta takımı ve spin takımla tek iğne şeklinde iki teknik kullanılmaktadır. Surf olta takımında kamışın atar değerini dikkate alarak özellikle balığın kıyıdan uzakta olduğu nisan-mayıs-haziran aylarında mamun, boru kurdu, madya yemleriyle uzak atışlarda balık tutma olasılığınız artmaktadır. Diğer teknik ise spin olta kamışları ile misinaya 10 gr delikli kurşun geçirip ucuna zoka yada 1/0 kısa pala çapraz iğne bağlayarak ta yengeç ve mamun ile balık tutabilirsiniz.

“Balık tutmak bazen nöbetten daha yorucu olabiliyor”

Balığın  kıyıya yaklaştığı temmuz-ağustos aylarında kıyıdan 20-30 metre uzaklıklığa spin olta ile atış yapmanız yeterli olacaktır. Her iki olta avcılığında da her zaman bir gözünüz kamışın ucunda, balığın vuruşunu takip etmekte olmalıdır. Bazen oltaya o kadar çok balık vuruyor ki, iki saat nasıl geçmiş, hiç oturmamış ve yeni koyduğum sıcak çay ne zaman soğumuş anlayamıyorum.

Levrek avında da birkaç yöntem mevcut ancak benim en çok kullandığım at-çek yöntemini sizlere  anlatmak istiyorum. At-çek yönteminde de tıpkı omuz redüksiyonu gibi farklı yöntemler kullanılıyor. Bu yöntemleri sosyal medyadan da kolayca ulaşabilirsiniz. Nöbet ertesi eve gelip arada youtube’daki videolardan bu yöntemleri izlerken eşimde benim kadar balıkçı oldu diyebilirim. Arada ‘o sahte burada iş yapmaz’ gibi şeyler bile söyleyebiliyor.

Levrek avcılığı İzmir bölgesinde ekimde başlayıp şubat-marta kadar devam etmektedir. Ancak levrekler ocak-mart aylarında yumurta bıraktıkları ve  bu aylarda balık neslinin zarar görmemesi için avlanılması önerilmemektedir. Levrekler havaların soğuması ile ekimden başlayarak kıyıya gelmeye başlar. Levrek avında da sabahın erken saatleri en verimli zamandır. Burada en önemli altın kural uygun mera bulmaktır.

“Levrek avcı balık olduğu için koasu sever”

Levrek avı için ırmak ağızları, dalgalı havalar uygundur. Levrek avında set olarak spin olta kamışı , ip misina ve rapala yada silikon sahte yemler kullanılabilir. At çek avı sabır ve efor isteyen bir avdır. Çupra avında oturup beklerken, at çek avında ise 5 saatlik avda dakikada bir atış yaptığınızı düşünürsek eforu siz düşünebilirsiniz.

Balık avcılığının şüphesiz bir çok tekniği, yemi, merası, hava durumu mevcuttur. Yeni başlayacak arkadaşlara tavsiyem ümitsizliğe kapılıp bir hevesle başlayıp tutamayınca bu  işi bırakmasınlar. Ben başladığım ilk zamanlarda 10 gidişimin birinde balık yakalıyabiiyordum, ancak gide gide okuyarak, araştırarak, bölgedeki balıkçılarla konuşarak durmadan yeni taktikler öğrendim.

Her gittiğinizde balık tutacaksınız diye bir kural yok, o anın tadını çıkarmaya çalışın, bu size kar olarak kalır. Bazen gittiğimiz balık avlarında o kadar muhabbete kaptırıyoruz ki yandaki balıkçılar oltamızda balık olduğunu söyleyerek uyarıyorlar. Yeni insanlarla tanışmak içinde güzel bir hobi diyebilirim. Hiç tanımadığınız bir kişiyle birden muhabbetin içinde buluyorsunuz kendinizi. Bir balık tuttuğunuzda  herkes etrafınıza toplanıp bir şölen havası estirebiliyor.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Haziran 2021 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.

14 Şubat 2022 0 comments
1 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajTATDsosyal

Aşı Karşıtlığı

by İbrahim ALTUNOK 11 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Av. Gonca Karakaptan ile bu ayki sohbet konumuz “aşı karşıtlığı”. Kamuoyunda yıllardır tartışılan bu konuya biz de kendi görüşlerimizle açıklık getirmeye çalıştık, keyifli okumalar diliyoruz.

Aşı karşıtlığı dediğimiz husus sizce tam olarak nedir?        

Ben bunu karşıtlık ve kararsızlık olarak geniş anlamda “aşının olası yan etkilerinden korkma, aşıya güvenme konusunda kararsızlık, tereddüt sebebi ile negatif bakış” olarak tanımlarım. Dünya Sağlık Örgütü’nce yapılmış resmi tanım ise “aşı hizmetlerinin varlığına rağmen aşıların kabulünde gecikme veya reddetme” şeklindedir.

Gonca Karakaptan, Çok konuşuyorsun, “sen Avukat ol” lafına inanarak mesleğe adım atmıştır. Yapamazsın diyenlere aldırmadan genç yaşında emsal davaya imza atmıştır, sayesinde artık; kimse, kimsenin vergileriyle maaşını almamaktadır. Haksızlığa gelemez, kolay kolay pes etmez. Kedisinin anası, kendi bürosunun ve de TATD’ nin avukatıdır.

Aşı karşıtlığı dediğimiz husus nasıl başladı?

Sanıyorum ki aşının keşfinden itibaren bu tereddütler ve karşıt fikirler mevcuttur. Zaman değişti, belki karşıtlık sebepleri de değişti ama tartışmalar hala devam ediyor. Geçmişte aşıların güvenilirliği ispatlanmış olsa da; her yeni hastalık veya salgınla birlikte şüpheler yeniden alevleniyor, bunu da bilinmeyene korku olarak adlandırabiliriz sanırım.

Bu noktada önemli olan, aşı karşıtı olan şahsın, sebep olarak gördüğü noktaların dayanaklarını öncelikle kendi içinde irdelemesidir. Çünkü bazı insanlar bir şeyin zararlı olduğuna inandıysa, karşısında işinin ehli on uzman da konuşsa fikri değişmeyecektir. Bu sebeple önce kendi kendine sormalı, korkusunun ya da iddialarının aslı astarı var mı kendine karşı dürüst olmalı. Doğru ve mantıklı soruları sorduğunda kendisi ve toplum için faydalı olanı zaten görecektir. Asılsız bir korku, bilimsel bir dayanağı olmayan şüphe, insanı paranoyaya kadar götürebilir. Bunun örneğini, dünya çapında milyonlarca ölüme sebep olan gündemdeki Covid hastalığının yalan olduğu ve aşısının kafalarımıza çip takmak için üretildiği teorilerinde görebiliriz.

“Önemli olan bilinçli yaklaşım ve ne iddia ettiğini bilmek”

Halkımızın aşı konusundaki tereddütleri ve bunun sebepleri sizce nelerdir?

İçinde bulunduğumuz teknoloji çağı, çok fazla bilgi kirliliği barındırmakta. İnsanlar hastaneye gitmeden önce meraktan fikir edinmek için semptomlarını yazıp araştırabiliyor. Öyle ki bu bilgi kirliliğinden ötürü internete başım ağrıyor yazdığınızda beyin tümörünüz olduğuna ikna olabilirsiniz.

Halkımızın bir kısmı dini sebeplerle ya da aşıların içeriğinde bulunan kimyasal maddelerin insan sağlığına zararlı olduğu, aşının etkili olmadığı sadece ilaç firmalarının para kaygısı olduğu, doğal seleksiyonun önüne geçilmemesi gerektiği, doğal yollarla da bu hastalıklardan korunmanın mümkün olduğu vb. düşüncelerle “harekete geçip zarar göreceğime oluruna bırakayım” diyerek kaderci bakış açısıyla aşı konusunda tereddüt yaşıyor, aşı olmaktan kaçınıyor. Bu tereddütlerin çoğunun bilimsel bir kaynağı olmayıp, bahsettiğim üzere internette yer alan korkutucu ve dayanaksız yazılar, öneriler yüzünden başlıyor.

Diğer ülkelerde benzer tartışmalar var mıdır?

Evet tabii ki. Doğal beslenmenin tek başına yeterli olacağını düşünenler, dini inançları sebebi ile karşıt olanlar, aşıyı reddetme özgürlüğünü savunanlar, sosyal medyada duyulan asılsız haberler nedeniyle korku geliştirenler elbette yurtdışında da mevcut.

Bununla beraber, Fransa, İtalya, Yunanistan, Belçika gibi aşı yaptırmak zorunlu.

“Aşı karşıtlığına imkan tanımayan ülkeler de söz konusu”

Çocuklar açısından veli/vasilerin aşı reddi konusunda neler düşünüyorsunuz?

Bildiğim kadarıyla İngiltere’de 12 otizmli çocuk üzerinde yapılan ve bilimsel olmayan bir çalışmanın geniş kitlelere hitap eden bir dergide yayımlanması üzerine, aşı ile otizm arası bağ olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Bu sansasyonel yazının bilimselliğe sahip olmadığı ve aşının faydaları ile ilgili açıklamalar yapılsa da; su bir kere bulanınca kafa karışıklıkları doğdu. Hatta İngiltere’de kızamık aşısına karşı bu güven kaybı sebebi ile uzun zamandır görülmemesine rağmen yeniden kızamık vakaları görülmeye başlandı. Ülkemizde de hala aşı ile otizm arasında bir bağ olduğu kaygısı yaygın. Bilimsel çalışmalarsa aşı ile otizm arasında hiçbir bağ tespit edilmediğini belirtiyor.

Durum böyleyken, çocuğuna zarar gelecek korkusuyla bile olsa, asılsız sebeplerle yarar yerine zarar veren ebeveynlerin ihmal yoluyla çocuk istismarı suçu işlediğini düşünüyorum. O çocuk veya vasisi olduğunuz o zihinsel engelli birey, sizin bakımınıza muhtaç. Siz dayanağı olmayan korkularınızla onun adına aşıyı reddedip onun sağlığına zarar veriyorsanız sonuçlarının ağırlığıyla da yüzleşmelisiniz. Bu noktada, ebeveynin karar verme özgürlüğü yerine çocuğun yaşam hakkı ve üstün yararı korunmalı, en azından çocuklar açısından bizim ülkemizde de aşı zorunluluğu getirilmeli diye düşünüyorum.

“İnternetteki asılsız yazılara kulak asmayın”

 Bu konuda halkımıza önerileriniz var mıdır?

Yukarıda değindiğim gibi öncelikle kendisini sorgulamaktan çekinmemeli, çünkü kendisi için iyi olanı bulmak ancak araştırmayla, sorgulamayla mümkündür. Tabii bu araştırma rastgele olmamalıdır. İnternetteki asılsız yazılara kulak asmayıp bilimsel yazıları esas almalarını öneriyorum. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da elbette ki işinin uzmanı olan doktor ve bilim adamlarının ne dediğini dinlemek önemli.

Ayrıca tarihi bilmenin de bu tarz konularda önemli olduğunu es geçmemek gerek. Çiçek gibi, boğmaca gibi hastalıklara karşı aşıyla mücadelenin ne kadar hayati önemi olduğu düşünülmeli. Tarih ve bilim, aşının halk sağlığı için önemini göstermektedir.

Aşı olma veya olmama kararımızın sadece bizi değil, tüm toplum bağışıklığını etkileyen bir karar olduğunu, aşı karşıtlığının çoğalmasıyla birlikte bazı ülkelerde uzun zamandır görülmeyen hastalıkların yeniden görülmeye başlandığını da lütfen unutmayalım. Sonuçta Corona Çin’de başladı diye sadece Çin’de kalmadı, tüm dünyaya yayıldı. Mevcut teknolojik imkanlar ve ulaşım araçları sayesinde uluslararası etkileşim giderek daha da yaygınlaşıyor. Aşı hakkında vereceğimiz karar bireysel olsa da; sonuçları bireysel olduğu kadar toplumsal etkiler de gösterir.

Covid konusunda aşı çalışmalarına nasıl bakıyorsunuz?

Bilimsel boyutu açısından yorum yapmak bana düşmez elbette, ben de gündemi yakın takipteyim. Okurlarımıza tavsiyelerimi kendim de uygulayıp internet veya politikacılar yerine aşı hakkındaki gidişatı ve etkinliği değerlendiren uzman görüşlerini dinliyorum. Faz çalışmaları tamamlanıp aşılama başladığında bunun hepimiz için kurtarıcı bir gelişme olacağına inanıyorum. Geçmişte ulusları kasıp kavuran ve aşı sayesinde günümüzde tarihe gömülen diğer hastalıklar gibi, Corona’nın da sadece anılarda kalacağını umuyorum.

Son söz

Okurlarımız açısından düşündürücü olacağına inandığım verimli bir sohbetti, teşekkür ediyoruz. Halkımızın böyle önemli bir konuya daha bilinçli şekilde yaklaşmasını dileyerek ben de sizlere teşekkür ediyorum. Ayrıca Covid sebebi ile yakınlarını kaybeden okurlarımız ve insan sağlığı için çabalarken vefat eden tüm sağlık çalışanlarına rahmet diliyorum.

11 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Sizden GelenlerSporTATDsosyal

Kampa Dair

by İbrahim ALTUNOK 8 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Yılın her dönemi kamp yapılabilir. Doğayı seviyorsanız veya doğa sporları ile uğraşıyorsanız yeşilin ve mavinin her tonunun görülebildiği farklı mevsimlerde eşsiz rotalarda kamp gerçekleştirilebilir. Şehir hayatından, gürültüsünden, trafiğinden, karmaşasından uzaklaşmak istiyorsanız kampçılık size bir fırsat sunar. Kamp yapabileceğiniz özel rotalar olduğu gibi keşif yaparak da çok güzel kamp alanlarına ulaşmanız mümkün. Kampçılığa yeni başlayanlar için belirlenmiş kamp alanlarını kullanmak daha rahatlatıcı ve güvenli olacaktır. Benim tercihim ise tabi ki keşfederek yeni kamp alanları bulmak oluyor.

Sultanpınar Yaylası, Sakarya

“İnsanoğlu çeşitli nedenlerle yaşadığı alanların dışında geçici konaklama ve barınma ihtiyacı duymuştur”

Kampçılık Nedir?

Aslında insanoğlunun tarih sahnesine çıkışıyla kamp varlığının başladığını söylesek yanlış olmaz. Tabii ki, bu yazıyı yazarken düşündüğümüz kamp, bir spor aktivitesi olan ülkemizde yeni yeni popülerleşen, temelde baraka veya çadır gibi araçlardan oluşturulan ve belirli bir zaman aralığında yapılan konaklama biçimi olacaktır.

Kampçılık, gerekli ekipmanlarla birlikte sporcuların doğal bir şekilde yola çıkması ya da daha önceden ayarlanmış alanlarda belli bir süre konaklaması olarak tanımlanabilir. Kampçılık tek başına yapılabildiği gibi dağcılık ve trekking gibi diğer sporlarla birlikte de yürütülebilir. Bazen günlerce ya da haftalarca süren parkurlarda çoğu sporcu, yanına kamp malzemelerini de alarak doğanın keyfini çıkarır.

“Kampçılık, özünde kırmızı benekli alabalığın yaylanın soğuk suyundaki özgürlüğüdür”

Balıklı Göl, Ambarlı Yaylası, Rize

Nasıl Yapılır?

Hem orman içinde hem de deniz veya göl kıyısında yapılabilen kampçılık, doğa ile iç içe olmak anlamına gelir. Yaptığım hiçbir kamptan zihnim rahatlamadan döndüğümü hatırlamıyorum. Zihni rahatlatıcı güzel bir aktivite olduğunu söyleyebilirim. Kampçılık zorluk derecesine göre belki fiziki olarak biraz yorucu olabilir.

Kamp malzemelerinin eksiksiz olarak temin edilmesi kamp yapmanın temelini oluşturur. Ekipman ve kıyafetler, değişen hava koşulları ve engebeli araziler dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Yapılan yanlış seçimler, huzur bulmak için gittiğiniz bir kampı çekilmez hale getirebilir. Amaca uygun ekipman seçimi, kamp yapmanın ilk adımını oluşturur.

“Her Kampta Bir Fidan”

Kampçı için kampçılık, bir yaşam biçimidir. Kampçılık faaliyetinde bulunanların doğaya ve canlılara saygı duyması beklenir. Hayvanlara, bitkilere ve ağaçlara zarar verilmemesi ve ateş yakıldıysa mutlaka söndürülmesi gerektiği gibi bilgilerin kampçılar tarafından özümsenmesi şarttır. Uzun zaman önce aklıma gelen “Her Kampta Bir Fidan” düşüncesi, gün geçtikçe azalan yeşil alanlara şahit olunca diktiğim her fidanda mutluluğumu arttırıyor. Kim bilir belki bir gün her kampçı, yaptığı kamp sonrası doğaya teşekkür etmek için o alana bir fidan diker.

Doğa içinde fakat kamp tesislerinin dışında bir yerde kamp planladıysanız geceleri oraların gerçek sahiplerinin sizleri ziyaret edebileceğini tahmin etmelisiniz. Bu nedenle uyumadan önce yiyeceklerin kapalı bir yerde muhafaza edildiğinden emin olmalısınız. Koku yayacak artıkların kamp alanı etrafında bırakılmaması gerekir.

Sülüklü Göl, Mudurnu, Bolu

“Kamp yerinin seçimi önemlidir”

İlk kez kamp yapacaklar; çadır kurma, ateş yakma, yemek hazırlama ve kampı toplama aşamalarıyla ilgili temel becerileri mutlaka edinmelidir. Değişen hava koşulları göz ardı edilmemeli ve gidilen bölgenin iklimine uygun kıyafetler taşınmalıdır. Örneğin ağustos ayında Karadeniz yaylalarında kamp yapma planınız varsa gündüz güneşten yanıp gece soğuktan titreyebilirsiniz. Çok kalın kıyafetler yerine kat kat giyinmek, gün içinde değişen hava sıcaklıkları düşünüldüğünde daha sağlıklı olacaktır.

Kamp yerinin seçimi de büyük önem taşır. Bazı bölgelerde çeşitli hizmetler veren kamp alanları bulunur. Bu alanlar çadır ihtiyacını bile karşılayabilir. Ülkemizde bu tür hizmetlere daha çok denize yakın olan kamp alanlarında rastlanabilir. Dağlık alanlarda ise baraka tarzında konaklama yerlerini -Avrupa kadar yaygın olmasa da- bulmak mümkün. Kamp alanının bulunduğundan daha temiz bırakılması da kampçılık ilkelerinden biridir. 

“Kampçılık İçin Neler Gereklidir?”

Çadır:

Çadır seçiminde dayanıklılık, tasarım ve ölçüler dikkat edilmesi gereken noktaların başında gelir. Kamp kaç kişi ile ve hangi mevsimde yapılacaksa buna uygun bir çadır seçmek gerekir. Sizi yağmur, kar, rüzgâr gibi olumsuz hava koşullarından koruyacak çadırlar ve havalandırması olan çadırlar daha kullanışlıdır. Bu anlamda ihtiyaçlarınıza uygun çadırı tercih etmelisiniz.

Darlık Baraj Gölü, Şile, İstanbul

Kamp Matı:

Kampta kullanılacak malzemelerin en önemlilerinden biridir. Uyku tulumunuz ve zemin arasında bir izolasyon görevi üstlenir. Mat seçiminde de yine mevsim ve hava koşulları ilk önceliğiniz olmalı. Araç yanında kamp yapacaksanız ağırlıktan ziyade uyku konforunuzu düşünmelisiniz. Eğer sırt çantası ile kamp planlıyorsanız daha hafif bir kamp matı seçmelisiniz. Temel olarak şişme matlar ve köpük matlar olarak iki gruba ayrılır.

Uyku Tulumu:

Uyku tulumlarının hafif ve ısı kaybına yol açmayacak özellikte olması gerekir. Tulumlar kaz tüyü ya da sentetik dolgular kullanılarak üretilir. Kaz tüyünden yapılan uyku tulumları daha sıcak tutarken, sentetik olanlar daha hafiftir. Uyku tulumu seçiminde mevsim koşulları ve kamp süresi göz önünde bulundurulmalıdır.

Sırt Çantası:

Sırt çantaları farklı hacim (30L, 50L, 70L) ve tasarımlara sahiptir. Kampçılar, yanlarına alacakları ekipmanlara uygun genişlikte, dayanıklı, vücuduna uyan bir çanta almalıdır. Çanta, yağmur geçirmemelidir.

Yeme/İçme:

Uzun süreli kampçılık faaliyetlerinde kompakt tasarımlara sahip kamp ocakları büyük işlev görür. Makarna ya da bulgur gibi yiyecekler bu sayede kısa sürede pişirilebilir. Kampa uygun küçük kap ile çatal ve kaşık da kampçıların yanına alması gereken diğer aletler arasındadır. Kısa süreli kamplarda ise konserveler, atıştırmalık tatlılar, hazır yiyecek ve içecekler yeterli olacaktır. Araç yakınında kamp yapılacak yiyecek, içecek ve malzeme sınırlamasına gerek yoktur.

Benim tercihim de araç yanında kamp yapmak oluyor. Sanırım yeme içmeye biraz fazla önem veriyorum. Öyle ki bir kampta açık ateşte taş tepside (gresta) mısır ekmeği bir başka kampta toprak kapta güveç olabilir menüde.

Fener:

El ve kafa feneri özellikle geceleri mutlaka kullanılan kamp ekipmanlarının başında gelir. Fenerlerle dayanıklı piller de kampçıların yanlarına almayı unutmaması gereken malzemelerdir.

Kıyafetler:

Kalın kıyafetler yerine birkaç kat ince kıyafet giymek vücut ısısını koruyacaktır. Özellikle karla kaplı soğuk alanlarda yapılan kamplarda vücudun ısı dengesini korumaya yardımcı olan termal kumaşlardan yapılan içlik kullanılmalı. Eldiven, tozluk, çorap ve ayakkabılar da ısıyı muhafaza edecek özelliklere sahip olmalıdır. Islanma ihtimaline karşı yedek kıyafetler de sırt çantasında bulundurulmalıdır.

Diğer malzemeler:

İlk yardım çantası, çakı, pusula, düdük, güneş kremi, güneş gözlüğü, çöp poşeti, kibrit, çakmak, temizlik malzemeleri (Sabun, tuvalet kağıdı, havlu, ıslak mendil vs.) balta, kürek. Yapılacak kampın amacına göre çeşitlilik arttırılabilir.

Kamp Ne Zaman Yapılır?

Yeni başlayanlar için havaların ısınmaya başladığı ilkbahar mevsimi ve havalar soğumadan önceki sonbahar başları önerilebilir. Kamp, bir yaşam tarzı olduğundaysa her mevsim yapılabilir. Özellikle ekstrem sporlarla birlikte yapılacaksa bu sporlara uygun mevsimler kamp için daha idealdir. Yazın sahil kenarında kışın ise dağ eteklerinde kamp yapılabilir.

Kampta kalın, kampla kalın…

8 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
HobiPortreSizden GelenlerTATDsosyal

İkilemin Ortasında Bir Acil Hekimi

by İbrahim ALTUNOK 5 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Acil tıp hekimliği mi oyunculuk mu?

Böyle bir ikilemde kalmak zor olsa gerek değil mi? O ikilemin içindeyken yaşaması da bir hayli zordu. Ve bendeniz seçim yapamayan, az biraz da doyumsuz biri olarak her ikisini de yapabileceğime inandım.

“Her sorunun bir cevabı, her ikilemin bir seçimi olmalı mı?”

Tıp fakültesinden mezun olur olmaz bir yanım çalışmak için yanıp tutuşuyor bir yanım da bambaşka şeyler hayal ediyordu. Her şeyde olduğu gibi atama zamanım geldiğinde oturdum araştırdım ve şimdiki çalışmakta olduğum hastanemi tercih ettim. Bu durum da benim için ayrı ironikti. Kendi annesinin 15 yıl çalıştığı bir hastanede, orda asla yapamam diyen ben, kendimi burda olmak için can atarken buldum.

“Tek bildiğim vardı durağan bir hayat istemiyordum”

Bölüm konusunda da seçim yapmakta zorlandığımı anlamışsınızdır. Adrenalin hayatımın merkezinde olmalı, aynı zamanda bir eğitmen olmalıydım. O adrenalini yaşarken, yaşadıklarımı aktarmalıydım. Derken pratisyen olarak görev yaptığım hastanemin acil kliniğine hayran kaldım. Ne mutlu bana ki istediğim yerdeyim. İstediğim hedeflere doğru yürüyorum. Başa dönersek o ikilemi yaşaması zordu demiştim. Henüz uzmanlık alanımı seçmemişken hep kalbimde olan oyunculuk mesleğine de göz kırpmadan duramadım. Zamanımı ayarladım, araştırdım, uzmanlığımı dahi erteledim. Ve kendimi Dormen akademide oyunculuk eğitimi alırken buldum. Onca nöbetin arasında o karmaşanın içinde sahne çalışmaları, tiyatro okumaları , diksiyon eğitimi , şan eğitimi… yoruldum sandınız değil mi? Oysa ki hayatımın en güzel aylarıydı.

“Çok zorlandım ama çok öğrendim, kimi zaman vazgeçmek istedim”

Hayatımın bir döneminde çok değerli Haldun Dormen ve Göksel Kortay’a öğretmenim diyebilme, öğrencisi olma şansına eriştim. Çok başka bir Dünya’daydım. Hayalimin içinde yaşıyordum. Her zaman bu kadar güzel olmadığı oluyordu tabi. Biraz nazlandığım zamanların olması, haftalarca her nöbet boşluğumda derse gidiyor olmam, uykusuz hem sahne ezberleyip hem tıp derslerimi çalışıyor olmam, bir gün sahnedeyken ertesi gün nöbette olmam süreci çok kolay kılmadı benim için. Kimi zaman vazgeçmek istedim ama o güzel insanlar her seferinde daha sıkı sarıldılar bana. Daha kuvvetli aldılar beni kendi dünyalarına.

“İlk kez oyunumda hayal kırıklığına uğradım”

İlk sahneye çıktığımda, bu benim işim değil demiştim. Hayal kırıklığını tahmin edebiliyor musunuz? Sahnedeydim ve hiçbir şey hissetmiyordum. Romeo ve Juliet’ten bir tirat oynuyordum. Fakat sahnedeki kişi tümüyle Evrimdi. Juliet yoktu. Sarayda değildim. Tiyatro salonundaydım. Karşımda Romeo yoktu, arkadaşlarım vardı . Tamam dedim ben bu işi yapamayacağım.

“O gün çok sevdim ben tiyatroyu”

Çok sevdiğim hocam Göksel Kortay’ın sahne dersinde kendi hem mimar olan hem oyuncu olan güzel kalpli arkadaşımla bir sahne çalıştık. Her tamam işte yapamıyorum dediğimde daha sıkı çalıştı benimle. Her olmuyor dediğimde daha çok moral verdi, daha çok anlattı. Nitekim onunla aldığım sahnedeki o keyif, o heyecan, o gurur kelimelerle anlatılacak gibi değil.

Nitekim hepimizi etkileyen pandemi süreci bu güzel hayali sona erdirdi. Sağlığımız için aramıza mesafeler girdi. Tiyatro insanı insana insanla anlatma sanatıdır derler. ‘İnsanla’ kısmını yapamadık. Sahne alamadık, şarkı söyleyemedik, prova yapamadık, dans edemedik, insanları göremedik, alkışları duyamadık, gülümsemeleri göremedik.

“İnsansız tiyatroyu kabullenemedik”

Covid-19 nedeniyle hızlı bir atama süreci yaşadım. Şimdiki branşım olan acil tıpta yerimi aldım. Tahmin edersiniz ki yeniden tiyatroya başlayamadım. Bu yoğunluk, asistanlık süreçleri pek de iyi davranmıyor insana. Yine tiyatrodan kopamayacağımı biliyorum. Çok şanslıyım ki klinik sorumlumuz bizlerin en büyük destekçisi.

“İki farklı dünyanın insanıyım ben”

Bir yanımda doktor unvanımla beraber ilerlemek en büyük hayalim. Diğer yanımda sahnede herkes olabilmek, insanı insana anlatabilmek, usta isimlerin öğrencileri olabilmek diğer büyük hayalim. O zamana kadar tiyatro ailem olan Dormen akademinin, eğitmenlerimizin arkadaşlarımın en büyük destekçisi olmaya devam edeceğim. Ve bir gün bende aralarında olacağım. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur demiş atamız. En çok da sanatı arka planlarda bırakıyoruz. Yoruluyoruz, tükeniyoruz. Çalışma aralarımızda fiziksel dinginlik yaşarken ruhen de dinginlik ihtiyacımızı görmezden geliyoruz.

“Bir doktor olarak gözlemim şu ki kendimizi, hobilerimizi unutuyoruz”

Her zorlu işe atıldığımız da ilk duyduğumuz destek(!) kelimesi bu olsa gerek değil mi? Önemli olan olması mıydı peki? O yolda öğrendiklerim, o yoldaki zorluklar, dostluklar yok sayılabilir mi? Hayatımız da bir sonuçtan ibaret olsa idi yaş aldıkça yaşadıklarımızın bir anlamı olmazdı.

Acilin büyülü dünyasında küçük ama emin adımlarla yürüyen ben, gönlümden geçen göz kırpabildiğim ve gücümün yettiği her şeye bulaşacağım. Yolu renklendirip, ritim katacağım. Bu kutsal mesleğimizi icra ederken mesleğimizin içinde kaybolmayalım.

Başarılarımız kadar kendi isteklerimize de kulak verip kendimizi, hobilerimizi, yeteneklerimizi çalıştığımız okuduğumuz sayfaların ardında bırakmayalım.

5 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
E-DergiTATDsosyal

2022 Ocak sayımız çıktı!

by Ebru Ünal Akoğlu 2 Şubat 2022
written by Ebru Ünal Akoğlu

Yeni yılın ilk sayısı ile karşınızdayız.

Yorgun düşülen bir dönemin ardından hepimizin heyecanla beklediği buluşma anı geldi çattı. İki seneye yakın zamandır sadece çevrimiçi (online) şekilde devam eden tüm eğitim faaliyetlerimize 7. EACEM ve 17. TATKON ile kısa bir ara vermiş oluyoruz. Hiçbirimiz pandemi sürecinin ne kadar daha süreceğini bilemiyoruz. Akıllardaki umutsuzluğu bir nebze olsun azaltmak adına, derneğimiz ve kongre sekreteryasının “Umut Yükseliyor” teması ile düzenlediği harika bir kongre geçirdik. Uzun süredir göremediğimiz dostlarımızla hasret giderdik. Özlediğimiz sosyal ortamı kontrollü şartlar altında bizlere sağlayan Opteamist firmasına da bir kez daha teşekkür etmek isterim.

Bu sayıda, TATKON & EACEM 2021 kongresinin anatomisinden biraz bahsetmek istedik. Bilimsel
ve sosyal program hazırlıkları, kongre katılım sayıları, efsane paneller, gala gecesi sürprizine dair kongre düzenleme kurulumuzun ve yazarlarımızın harika yazılarını görebilecek; aynı zamanda Acil tıbbın en önemli parçası olan Asistan Birliği’nin paneline konuk olabileceksiniz. Sadece kongre ile sınırlı değil sayımız. Troya kültür rotası hakkında harika bir gezi yazısını, sporun sosyal iyilik halimizdeki rolüne dair bildiklerimiz ve tekrardan başlayan Basketbol Acil Ligi’nin hikayesini de okuyabileceksiniz. Son olarak çalışma hayatımızı kolaylaştıran uygulamalardan bazılarını yazan Tom Fadial ile keyifle okuyacağınız bir röportaj sizleri bekliyor olacak.

Yoğun çalışma ortamlarınız, fazlaca hasta yükünüz, karşılaştığınız zorluklar, yaşadığınız korkular arasında yaşamlarınıza bir nebze olsun dokunabilmek için çıktığımız bu yolda umarım fayda sağlayabiliyor, fark yaratabiliyoruzdur. Yeni yılın hepimize sağlık, huzur, barış, mutluluk ve en çok da umut getirmesi dileğiyle. Yeni bir sayıda görüşmek üzere…

Keyifli okumalar …

Ebru Ünal Akoğlu

Editör

Bülten 11. sayı E-dergiİndir
2 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Sizden GelenlerTanıtımTATDsosyal

Kuzey Kıbrıs ve Acil Tıp

by İbrahim ALTUNOK 2 Şubat 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Sevgili Acil Tıp gönüllüleri… Birçoğunuz belki de kongre veya sempozyum amacıyla beş yıldızlı bir otele Kıbrıs diye geldiniz. Otelden bir tur otobüsü de sizi Girne’ye limana götürdü, çarşıda gezdiniz, içki ve hellim aldınız. “Kıbrıs da çok iyiymiş yahu! Çok da ucuz!” diyip otelinize geri döndünüz. Kumarhane ve gece hayatı için özel olarak gelip gidenler de cabası tabi. Ama Kıbrıs, işte o sizin bildiğiniz Kıbrıs değil. Bir kere adı bile farklı; KIPRIS

Ege Üniversitesi Acil Tıp 2014 ihtisaslı olan bendeniz Mayıs 2018’den beri Ada’da, Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi bünyesinde Acil Servis Sorumlu Hekimi ve de Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktayım. Bu yazıda size Kuzey Kıbrıs’ta TC vatandaşı bir hekim olmaktan ve Acil Tıp Uzmanlığı’ndan biraz bahsetmek istiyorum.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı teşkilat yapısı oldukça basittir. Sağlık Bakanı, Bakanlık Müsteşarı, Özel Kalem Müdürü, Bakanlık Müdürü, Temel Sağlık Hizmetleri Dairesi (sağlık merkezleri, sağlık ocakları, sağlık odaları) ve de Yataklı Tedavi Kurumları Dairesi olarak kabaca ayrılır. Yataklı Tedavi Kurumları Dairesi’ne bağlı sadece biri 3. basamak niteliğinde olan toplam 5 hastane vardır. Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi (3. basamak – 379 yatak), Gazimağusa Devlet Hastanesi (2. basamak – 186 yatak), Girne Dr. Akçiçek Hastanesi (2. basamak – 48 yatak), Güzelyurt Cengiz Topel Hastanesi (2. basamak – 45 yatak) ve Lefkoşa Barış Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi (180 yatak). İl sağlık müdürlüğü, ilçe sağlık gibi kavramlar yoktur. Herhangi bir probleminizde direk Sağlık Bakanı’nın kapısını çalabilirsiniz. Size bir gavecik söyler, muhabbet edersiniz fakat probleminiz öyle kolay çözülmez. Bürokrasi ağırdır. Günler kısadır. Perşembe günleri hariç devlet daireleri saat 14:00’ de paydos der. Perşembe ise saat 16:00’da biter. Sanmayın ki saat 14:00’te biten günlerde öğle tatili yoktur; bir saatcik o da vardır.

Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’nin (KTTB) resmi internet sitesinde yaklaşık 1138 hekimin kaydı vardır. Yalnızca KKTC vatandaşlığı olan hekimlerdir bu listedekiler. Bunlardan yaklaşık 254’ü diş hekimi ve 143’ü ise pratisyen hekim olarak göze çarpar. Geri kalan 741 hekimin ise uzmanlığı mevcuttur. Bu uzman hekimlerden ise sadece 3 tanesi Acil Tıp Uzmanıdır. Ama bahsettiğim gibi bu kayıtlar KKTC vatandaşlığına sahip hekimlerin listesidir. Bunlardan ayrı olarak, içlerinde benim de bulunduğum 3’ü klinisyen, 2’si ise sadece üniversitede öğretim elemanı/akademisyen olan 5 Acil Tıp Uzmanı daha vardır KKTC’de; yani toplam Kuzey Kıbrıs Acil Tıp Uzmanı sayısı 8’dir. Devlet hastanelerinde memur olarak çalışan ikisi dışında, Yakın Doğu Üniversitesi’nde 4, Dr Suat Günsel Girne Üniversitesi’nde 1 ve Lefke Avrupa Üniversitesi’nde de 1 olmak üzere dağılmışlardır. Bu saydığım üniversiteler özel okul statüsünde olup Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu tarafından da tanınmaktadırlar.

KKTC vatandaşı değilseniz Ada’da hekimlik yapabilmek için önce bir çalışma iznine ihtiyacınız vardır. Bu çalışma izni oturma iznini de barındırır ve haliyle bir işvereninizin olması gerekir. İşveren ile anlaşıp sözleşme imzaladığınızda anlaştığınız kurum sizin adınıza, sizden gerekli evrakları da toplayarak, Çalışma Dairesi’ ne çalışma izniniz için başvuru yapar. Bu süreçte Ada’dan çıkıp tekrar çağrılana kadar başka ülkede olmalısınız. İşler yolunda gider ve ön izniniz çıkarsa kurum sizi tekrar Ada’ya çağırır ve bu sefer TC vatandaşı dahi olsanız, kimliğinizle değil de pasaportunuzla ülkeye giriş yapmanız gerekir. Çalışmaya başlasanız bile sigorta primlerinin yatması için bu verilen ön iznin kesinleşmesi gerekir. Bunun için sistemin size otomatik olarak atadığı bir laboratuvara gidip bulaşıcı hastalık taraması için kan ve gaita tetkiki vermeli, akciğer filmi çektirmelisinizdir. Sonra da KTTB’ye kurumunuz sizin adınıza üyelik için başvuruda bulunur. Bu süreçler 1.5-2 ay kadar sürdükten sonra artık resmi olarak KKTC’de çalışma ve oturma hakkı olan bir hekimsiniz. Fakat sadece 1 yıllık… Her sene bu tetkikler tekrar yapılır ve işvereniniz sizin için yıllık çalışma izni harcını öder, siz çalışmaya devam ederken bu izinler, bu sefer Ada’dan çıkmadan yenilenebilir. Fakat KTTB kayıt ücretini ve de yıllık aidatını cepten vermeniz gerekmektedir. Yıllık aidat her yıl peşin alınır (2020 yılı için 680 TL kayıt ücreti + 1360 TL 1 Yıllık aidat). 2 yılda bir de kayıt ücreti tekrar talep edilir. Anlaştığınız kurum dışında başka hiçbir kurumda çalışmaya izniniz yoktur. Öyle bir niyetiniz varsa tekrar KTTB’ den izin almanız gerekir. Son şartımız ise minimum yılın 9 ayı KKTC’ de ikamet zorunluluğudur. Bunun adına ise “KTTB Geçici Üyelik” denmektedir.

1976 yılında çıkarılmış 13 sayılı KTTB yasası şöyle özetler: “Geçici üyeler, devamlı üyeler gibi üyelik yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadırlar ve giriş ücreti ile üyelik aidatını şahsen ödemekle mükelleftirler. Geçici üyeler, Birliğin ve bağlı olduğu Odanın Genel Kurullarına seçme, seçilme ve oy kullanma hakkı olmaksızın katılabilirler; söz alarak görüş bildirebilirler”.

KKTC’ de acil sağlık hizmetleri; devlet hastanelerinin acil servisleri, Yakın Doğu ve Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanelerinin acil servisleri ve birçok küçük ölçekli özel hastane acil servisleri bünyesinde verilmekle birlikte, Sağlık Bakanlığı Acil Yanıt Sistemi telefon numarası ise Türkiye’deki gibi 112’dir. KKTC genelinde bulunan 16 istasyonda 112 Acil Ambulans Servisi hizmeti hemşire ve paramediklerce verilmekte olup bu servisin başındaki sorumlu hekim ise deneyimli bir pratisyendir. Doktorlu hasta transferleri yok denecek kadar az yapılmaktadır. Lefkoşa ve Girne’deki devlet hastanelerinde görevli birer Acil Tıp Uzmanı (ATU) dışında devlette başka ATU yoktur. Ülkenin en donanımlı hastanesi olan Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Hastanesi, ülkenin ikinci en donanımlı hastanesi olma özelliğini taşıyan Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi (GÜ) Hastanesi ile koordineli çalışmaktadır. YDÜ’de 3 tane, GÜ’de ise 1 tane ATU tam zamanlı olarak görev yapmaktadır. Merkezi YDÜ olan 153 Acil Yanıt Sistemi, 7/24, bu iki hastaneye hizmet vermektedir.

KKTC halkının almak istedikleri hizmetin türüne göre acil durumlarda 112’yi değil de 153’ü arayıp özel hizmet talep etme gibi bir şansları bulunmaktadır. 153 Acil bünyesinde 10 adet tam donanımlı ambulans Ada genelinde hizmet vermektedir. Çağrıları ise o nöbet şiftinde görevli olan paramedikler YDÜ Acil Servis deskinde karşılayıp hızlıca vakaya çıkmakta veya GÜ 153 ambulansını yönlendirmektedir. 112 ambulansları çıktıkları vakaların hiçbirini devlet harici özel merkezlere nakletmezken, 153’de hiçbir zaman YDÜ ve GÜ dışında bir hastaneye nakletmez. Çalıştığım kurum olan YDÜ Hastanesi; Lefkoşa’da, YDÜ Kampüsü içerisinde, 55.000 metrekarelik kapalı alana sahip olan, fonksiyonel olarak üç, dört ve dokuz katlı üç ana bloktan oluşmaktadır Yirmiikisi VIP olmak üzere, 209 tek kişilik hasta odası, 8 ameliyathane, 30 yoğun bakım ve 17 yeni doğan yoğun bakım ünitesi ile sağlık hizmetleri sunmaktadır. Ada’da TC SGK ile anlaşması olan tek kurumdur. Acil servisimizde, resüsitasyon, travma, üç adet muayene odası, bir triaj odası ve yatak başı monitörleri olan on iki kişilik müşahade alanı bulunmakla birlikte, elimizin altında bir EKO ve bir de konveks ve lineer problu bir Ultrason cihazı her zaman bulunur.

Yirmidört saatte acile başvuran hasta sayısı ortalaması (2019-2020 Ocak arası) 50 hastadır. Biz 3 ATU bir ayda yedişer tane 24 saatlik nöbeti yanımızda bir pratisyen hekimle beraber tutuyoruz. Fakat nöbet ertesi veya boş olan günlerimizde lisans veya önlisans sağlık bölümlerine anlatmamız gereken teorik ve uygulamalı derslerimiz olabiliyor. İntörn ve stajyer doktorların eğitimleri de buna dahil tabi. Olumsuz bir noktaya da değinmeden geçemedim. Hem zaten az olan ülke nüfusu, hem devletin genel sağlık sigortasının özel hastaneleri kapsamaması, hem de TC SGK’nın bile TC ile eş değerde geniş geniş herşeyi ödememesi nedeniyle, vaka çeşitsizliğinden ve basitliğinden, KKTC’de özel sektörde Acil Tıp Uzmanı olmak klinik becerilerinizin ve reflekslerinizin körelmesini hızlandırabilir.

Kurumum baz alındığında, yıllık, performansa dayalı olmayan, sabit ve her ay tek kalemde ödenen bir gelir ile Türkiye’de şu sıralar sözleşmeli olarak çalışan bir ATU’nun yıllık net maaşına eşit sayılabilecek bir gelirden bahsedebiliriz. Tabi bu durum aktif klinisyenlik de yapan özel sektör ATU’ları için geçerlidir. Sadece eğitmenlik ise ortalama bir akademisyen maaşına karşılık geliyor.

KKTC’de hayat Türkiye’den pahalı mı?

Aslında bu sorunun cevabı size kalmış. Ev kiraları genelde yıllık veya 6 aylık, sterlin olarak isteniyor (daireler aylık 300 – 500 £). Market fiyatları özellikle meyve ve sebzede daha fazla, markalı giyim kuşam abartı pahalı. Dışarıda lüks kategorisinde olmayan yemek sipariş etmek daha pahalı. Alkol ve benzin daha ucuz olsa da sürekli arabayla gezip sadece alkol ile beslenilmediği için fazla bir anlam ifade etmiyor. Araba fiyatları da daha ucuz tabi (ÖTV vermediğinizi düşünün). İlginç bir anekdot; taşıt vergisi arabanın silindir hacmine göre değil de ağırlığına göre sınıflandırılmış. Çocuğu olanlar için çok önemli bir gider kalemi olan özel okul fiyatları ise Türkiye’ye göre oldukça uygun. Tüm bunlar ele alındığında tamamıyla hayat felsefeniz, sosyal yaşantınız ve aile şartlarınızın nasıl olduğu ile ilişkili olarak hem Türkiye hem de KKTC ekonomik açıdan birbirleriyle yarışabilir.

“Acil sağlık hizmetlerinin desteklenmesi gerekli”

Sonuç olarak, KKTC Acil Tıp Uzmanı bakımından fakir bir ülkedir. Acil sağlık hizmetlerinin acilen deneyimli ATU kadroları ile hem yönetimsel hem de sahada desteklenmesi gerekmektedir. Kadrosuna ATU alabilen ya da almak isteyen sadece iki özel Tıp Fakültesi Hastanesi dışında çalışma imkânı yoktur. Akademik anlamda güzel işlerin yapılabileceği, özgür, özgün ve fırsatlarla dolu bu iki üniversite Ada’nın sağlık hizmeti açığının büyük bir kısmını da karşılamaktadır.

Türkiye’nin en batısında ve en doğusunda hem kamu hem de özel sektörde Acil Tıp uzmanlığı yapmış biri olarak, beni iki buçuk yıldır KKTC’ ye bağlayan belki de en önemli iki faktörden; ilki mesleki anlamda; muayene ettiğim ve iletişim kurduğum çoğu hastanın – KKTC veya yabancı uyruklu olması sebebi ile bu seviyede olduğunu düşündüğüm – bazı özelliklerinin (tıbba saygı duyma, dinlediğini anlama, doktora önyargısız yaklaşım, zorla ilaç istememe, parasetamol dışında ağrı kesici pek bilmeme, vb.) beni mest etmesidir. İkincisi ise rahatına ve keyfine düşkün Akdeniz tipi insan olmamdan ileri gelen mangalcılık ve meyhaneciliğin KKTC’de muasır medeniyetler seviyesinde olmasıdır.

Cuma saat 14:00 oldu mu kasaplar ve marketlerin et reyonları talan edilir, 3 saat içinde raflar boşaltılır ve Ada duman altı olmaya başlar. Kuzey Kıbrıs gibi kendi şahsına münhasır bir adanın Türkiye’ye bu kadar yakın olması ve ulaşım kolaylığı, ada ruhunu, atmosferini ve rahatlığını sevenler için eşsiz bir avantajdır. Yaz aylarındaki nem oranı insanı çileden çıkaracak kadar yüksek olabildiğinden, Ada’ya en çok yakışan ilkbahar ve sonbahar aylarında Kıbrıs’ın tadına doyum olmuyor.

Bir Ege sahil kasabasında bahar akşamları denizden gelen esinti eşliğinde Müzeyyen Hanım ile birlikte dertleşmeyi sevenler için Kıbrıs, tam birebir tutmasa da iyidir, güzeldir.

2 Şubat 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
HobiSizden GelenlerTATDsosyal

Ahtapot

by Ahmet Enes ÇELİK 30 Ocak 2022
written by Ahmet Enes ÇELİK

Pandemi ile birlikte evlere kapanmak zorunda kalınca, mutfakla daha çok haşır neşir olmaya başladık. Ekşi maya ekmekler, simitler, pizzalar derken pek çok gurme tadı mutfağımıza taşıdık. Genellikle restoranlarda yemeye alıştığımız deniz ürünleri de bu furyadan nasibini aldı. Profesyonel bir sağlık çalışanı ve amatör bir balıkçı olarak profesyonellikten uzak bilgilerimi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyarım.

Son dönemin popüler lezzetlerinden olan ahtapot hakkındaki sis bulutlarını dağıtmak ister misiniz?

Ahtapot; kafadan bacaklılar ailesinde yer alan, ülkemizdeki türlerinin yaşam süresi ortalama 6 ay civarında olan, genelde kayalık bölgelerde yaşayan avcı bir tür olarak bilinir. Tüm dünya sularında yaşayan 300’den fazla ahtapot türü vardır.

Bizim kıyılarımızda en sık görüleni basitçe “Ahtapot” dediğimiz Octopus Vulgaris’dir. 

Son dönemde özellikle gurme tatların toplum arasında daha çok kabul görmesi ile birlikte bu lezzetin restoranlardan evdeki sofralarımıza uzandığını görüyoruz. Gelin bu noktada merak edilenlerden bahsedelim.

AHTAPOT NASIL YAKALANIR?

Ahtapot avcılığı ülkemizde daha çok küçük balıkçı tekneleri tarafından, ahtapotlara özgü bir olta çeşidi ile tek tek yakalanarak yapılmaktadır. Av mevsiminin büyük bir kısmı kış aylarına denk gelir. Özellikle ege kıyılarında sıklıkla ticari amaçlı ahtapot avcılığı yapılmaktadır. Birçok limandan denizlerimize açılan balıkçılar için hiç de kolay bir av türü değildir. Balıkçılar denizin çetin koşulları ile birlikte soğuk hava şartlarıyla da mücadele etmek zorundadır. Ahtapot avcılığı ülkemiz adına önemli bir ihracat kalemidir.

Ülkemizde her yıl yaklaşık 200 ton ahtapot avlanmaktadır.

Ticari veya amatör, her ne sebeple olursa olsun 15 Nisan – 31 Ekim tarihleri arasında ahtapot avı yasaklanmıştır. 31 Ekim – 15 Nisan tarihleri arasında ise, yasal av ağırlığı 1 kg olarak belirlenmiştir. Amatör avcılar için limit ise 3 adettir. Yani 1 kilonun altındaki ahtapotların avı kesinlikle yasaktır. Yakalandığında mutlaka hemen geri salınmalıdır.

NEREDEN AHTAPOT SATIN ALABİLİRİM?

Günümüzde büyük market zincirlerinden, online alışveriş noktalarından, balık halinden veya mezatlardan taze ahtapot satın almak mümkün. Güzelce temizlenmiş ve paketlenmiş ahtapotlarımızı uzun süre dondurucuda saklayıp pişirmek istediğimiz zaman dondurucudan çıkararak da kullanabiliriz.

AHTAPOT PİŞİRMEK ZOR MUDUR?

Daha önceden duyduğunuzu tahmin ettiğim ahtapotu dövmek ya da ezmek gibi işlemler gerektirmez. Aslında tek ihtiyacımız; bir tencere, biraz sirke ve baharatlardır. Yaklaşık 1 saat gibi bir sürede istediğimiz tarifi hazırlayabiliriz.

Toplumda sanılanın aksine ahtapot pişirmek gayet basittir!

Henüz bir ‘’masterchef’’ olamasam da misafirlerimin yüzlerini güldüren, sıkça kullandığım birkaç tarifi sizlerle paylaşmak isterim.

AHTAPOT SALATASI

İhtiyacımız olan malzemeler:
– Ahtapot
– 7-8 adet defne yaprağı
– 1 yemek kaşığı sirke
– 7-8 adet arpacık soğan
– 5-6 adet tane karabiber
– 2 diş sarımsak
– Bir tatlı kaşığı biberiye

Ahtapot salatası yaparken ahtapotu 2 aşamada pişiriyoruz. Öncelikle büyük boy bir tencerenin içine sirkenin tamamını ve malzemelerin yarısını atıyoruz. Ahtapotu koyup üzerini geçecek kadar oda sıcaklığında su ekliyoruz. Kapağını kapatıp kaynayana kadar ısıtıyoruz. Orta ateşte 20-25 dakika kadar pişmeye bırakıyoruz. Bu aşamada çıkacak olan koku nedeniyle mutfağınızı havalandırmanızı tavsiye ederim. Orta ateşte 20-25 dakika piştikten sonra altını söndürdüğümüz ahtapot sertçe bir kıvama gelecektir.

Tencereden sadece ahtapotu alıp bu kez düdüklü tencereye kalan malzemelerimiz ile beraber atıyoruz. Bu aşamada ilk başta hazırladığımız malzemelerin kalan yarısını ve sirkeli suda haşladığımız ahtapotu kullanıyoruz ancak sirke eklemiyoruz. Üzerini geçecek kadar oda sıcaklığında su ekleyip bu kez düdüklü tencerede pişirme işlemine devam ediyoruz. Düdüklü tencere ses çıkarmaya başladıktan sonra ocağımızı kısıyoruz. Yaklaşık 30 dakika sonra altını söndürüyoruz.

Bu aşamada artık ahtapotumuz yenilebilir durumda olacaktır. Kendi zevkinize göre birçok farklı şekilde servis edebilirsiniz. Servis etmeden önce isteğinize bağlı olarak ahtapotun düğmelerini elinizle sıyırabilirsiniz. Artık pişmiş halde olan ahtapotu istediğiniz boyutlarda kesebilirsiniz.

Ahtapot salatası olarak hazırlamak için doğradığınız ahtapotu; zeytinyağı, limon ve sarımsak ile hazırladığımız sos ile karıştırarak servis edebilirsiniz.

Süslü bir masa ile kendinizi şımartmak ya da misafirlerinizi şaşırtmak ister misiniz?

AVOKADOLU AHTAPOT KANEPE

Bir önceki tarifimize ek olarak bu kez 2 adet olgun avokadoya, 1 adet tost ekmeğine ve  100 gram kadar biber ile doldurulmuş zeytine ihtiyacımız var.

Öncelikle avokado sosu hazırlamalısınız. Bunun için 2 adet olgunlaşmış avokadoyu ortadan bölerek kaşık ile içini sıyırın. Bir adet limonun suyunu sıkıp, bir diş rendelenmiş sarımsak, bir yemek kaşığı zeytinyağı ve bir tutam tuz ile karıştırın. Homojen bir kıvam elde edinceye kadar karıştırmaya devam edin, avokado sosumuz hazır.

Bu tarifte de ahtapotu aynı ilk tarifteki gibi 2 aşamada pişiriyoruz. Önce 20-25 dakika normal tencerede pişirip süzdüğümüz ahtapotları 30 dakika kadar düdüklü tencerede pişirip hazır hale getiriyoruz.

Şimdi sıra kanepeleri hazırlamakta. Kenarlarını kestiğimiz tost ekmeğini dört eşit parçaya bölüp üzerine bir miktar avokado sos sürüyoruz. Kürdana geçirdiğimiz kokteyl zeytin ve bir parça ahtapot ile son dokunuşu yapıyoruz ve afiyetle yemek üzere kanepelerimiz hazır hale geliyor.

Gördüğünüz gibi yaklaşık 1 saat süren iki aşamalı pişirme işlemimiz sonrası ahtapotumuzu nasıl servis etmek istediğimizle ilgili sınırsız seçenek mevcut. Dilerseniz tereyağlı güzel bir makarna ile beraber, dilerseniz ızgarada servis edebilirsiniz.

Pandeminin gücünü kaybettiği, arkadaşlarımızla kalabalık sofralar kurabildiğimiz, güneşli günlerde görüşmek dileğiyle, afiyet olsun…

30 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Newer Posts
Older Posts

Hakkımızda

  • Üyelik Başvuru Formu
  • Kurumsal Kimliğimiz
  • Gizlilik Politikası

Bize Ulaşın

  • Mustafa Kemal Mahallesi Dumlupınar Blv. No:274 Mahall E Blok Daire:18 Ankara
  • Telefon: (0312) 438 12 66
  • Email: bilgi@tatd.org.tr
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis
Facebook Twitter Instagram Linkedin Youtube Email
Acil Tıp Bülteni
  • Home
Giriş

Çıkış yapana kadar oturumumu açık tut

Şifrenizi mi unuttunuz?

Password Recovery

A new password will be emailed to you.

Have received a new password? Login here