Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Aidat Ödemesi Bağış
Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
  • Üye Girişi
Cumartesi, 10 Mayıs, 2025
Son Yazılar
Sağlıkta Şiddet Yasası
Güzel Şehir Van
Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.
’Bilimin Işığında’ Projesi Devam Ediyor
Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre
Acil Tıp Bülteni
Acil Tıp Bülteni
Aidat Ödemesi
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Copyright 2024 - All Right Reserved
MercekSeyahatSizden GelenlerTATDsosyal

Внимание! Внимание! (Dikkat!)

by İbrahim ALTUNOK 28 Haziran 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Tüm gün boyunca Ukrayna’nın karla kaplı bozkırlarını aşan trenim, akşam saatlerinde yorgun bir işçi gibi usulca Kyiv-Pasazhyrskyi garına girdi. Bu devasa gar 1932 yılından beri Kiev’e gelen yolcuları karşılıyor, Viyana-Bakü-Moskova gibi önemli şehirleri, Doğu ile Batı’yı, birbirine bağlıyor.  Devasa ve soğuk bir gar, Kiev’in Sovyet ruhunu hemen hissettiriyor size!

Gar dışından bir taksi bulup kalacağım yere doğru yola koyuluyorum. Şiddetli tipi nedeniyle Kiev sokaklarında birkaç araba dışında kimseler yok. Karlı kaplı sokaklarda biraz debelenmenin ardından kalacağım yere varıyorum. Oldukça yorgun olmama karşın, karla kaplı Kiev’i görmeden olmaz! Kısa bir gece yürüyüşünün ardından ertesi gün için hazırlıklarımı tamamlayıp yatıyorum.

Nereden çıktı bu Çernobil?

Bir gece yine oturmuş internette gezinirken yabancı medyada geçen “Dark Tourism” başlığı dikkatimi çekti, Çernobil karantina bölgesinin bir süredir turizme açılmış olduğunu anlatıyordu. Biraz daha araştırınca önüme 2015’te Nobel Edebiyat ödülü alan Svetlana Aleksiyeviç tarafından yazılan “Çernobil Duası” kitabı çıktı, hemen sipariş verdim, kitap gelene kadar Guardian’da yayınlanan kısa bir bölümünü okudum ve o gece karar verdim, oraya gidip gözlerimle görecektim insanların yaşadıklarını… 

Sonra detaylı araştırmalara başladım, Çernobil’de son durum nedir? Radyasyon maruziyeti ne kadar? Gerçekten güvenli mi? Hesaplamalar yapıldı, makaleler okundu ve sonunda kabul edilebilir bir radyasyon değeri ortaya çıktı. 1 günlük Çernobil karantina bölgesi gezisinde, sıra dışı bir durumla karşılaşılmaz ise, 10-20 microSV kadar bir maruziyet söz konusu. Ortalama ne kadar radyasyona maruziyeti olduğunu kafanızda canlandırabilmeniz adına;

  • Bir Akciğer grafisi ortalama 100microSV,
  • Kaza sonrası reaktör çevresindeki radyasyon dozu: 300 Sv/h,
  • Lethal Doz: 10Sv,
  • PAN BT ile maruz kalınan radyasyon dozu: 0,01 Sv

“Karantina bölgesi turlarından elde edilen gelirin büyük kısmı Çernobil’i temizlemeye harcanıyor”

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Ukrayna Çernobil felaketi ile tek başına mücadele etmeye çalışıyor. Her ne kadar birçok ülke Ukrayna’ya destek olsa da ülke her yıl bütçesinden önemli bir miktarı bu probleme harcamak durumunda kalıyor. Uzun süredir devam eden dekontaminasyon çalışmaları ve yıllar içinde azalan radyasyon seviyeleri, bazı aktivistleri harekete geçirmiş ve yönetim ile yapılan sıkı anlaşmalar sonunda birkaç turizm şirketine belirli şartlar altında Çernobil Karantina Bölgesi’ne tur düzenleme izni çıkmış.

Çernobil Nükleer Santrali’nin 30 km yarıçapında bir alan, kaza gününden beri askeriye tarafından denetime tabi, giriş çıkışlar belirli şartlar altında kontrollü olarak gerçekleştiriliyor. Ben de yetkilendirilmiş bir turizm acentası ile iletişime geçtim, pasaport bilgilerimi iletip ödemeyi gerçekleştirdikten sonra, bu ödemenin büyük bir kısmı Çernobil’i temizleme çalışmaları için Ukrayna yönetimine kalmaktadır, acenta bölgeye giriş için gerekli giriş izinleri benim adıma askeri ve idari makamlardan çıkarttırdı. Yani ben geldim haydi Çernobil’e gideceğim diye bir durum söz konusu değil. (Not: 2017 yılında henüz Çernobil bu kadar meşhur değilken, bu işlemlerin yapılması birkaç hafta sürebildiği için evraklarınızı önceden teslim etmeniz gerekiyordu. Şimdilerde işlemler hızlandırılmış olabilir.)

Felakete doğru

Sabah grubumuzla ünlü Özgürlük Anıtı Meydanı’nda buluşup Çernobil’e doğru yola koyuluyoruz. Bir müddet ana yoldan gittikten sonra, buzla kaplı tek tük arabanın olduğu Çernobil sapağına giriyoruz. Çernobil Karantina Bölgesi’ne girmek için 3 ayrı askeri kontrol noktasından geçmek gerekiyor. İlk noktada araçtan indirilip tek tek pasaport kontrolü yapıldıktan sonra aydınlatılmış onam belgesi imzalayarak bölgeye giriş yapıyorsunuz (Bu belge benim gittiğim zamanda Rusçaydı ve rehberimiz tercüme etmişti).

“Tüm riskleri kabul edip bölgeye ilk adımı atıyoruz”

Önce yıkık dökük köylerden geçiyoruz. Her yerde dikkat radyasyon tabelaları mevcut. Sonra Çernobil kasabasını geçiyoruz, reaktörde bilimsel araştırmalar ve dekontaminasyon işlemleri hala devam etmekte olduğu için çalışanlar burada kalıyor. Sonra patlamanın olduğu 4 nolu reaktör bölgesine ilerleyip 2. Kontrol noktasından geçiyoruz. Nükleer reaktöre yaklaştıkça geiger metrenin gösterdiği değerler artmaya başlıyor. Yeni yapılan, 2.2 Milyar Euro’ya mal olan çeper sayesinde, yıkılmakta olan eski beton lahit de koruma altına alınmış ve arka plan radyasyon değerleri üçte bir oranında azalmış.

Şimdi reaktörün tam önündeyim elimde kazanın fotoğrafı, aklımda kazanın olduğu gece, itfaiye erlerinin neyle karşı karşıya olduklarına bilmeden canları pahasına yaptıkları çalışma, reaktörün içinde duruma müdahale etmeye çalışan işçiler. Hemen hemen hepsi ölümcül dozda radyasyona maruz kaldılar. Apar topar götürüldükleri Moskova Radyasyon Hastalıkları Kliniği’nde adeta ölümü beklediler. Hastane dekontamine edilemeyeceği için kullanımdan sonra yıkıldı.

Yangına müdahale eden itfaiye eri Vasily Ignatenko’nun eşi Lyudmilla Ignatenko: “Radyasyon hastalıkları kliniğinde on dört gün… On dört gün sürüyor bir insanın ölümü…”

Çatısı havaya uçan ve yanmaya devam eden reaktör kontrol altına alınmalıydı. Sovyetler Birliği atoma karşı zamanla yarışıyordu adeta. Elindeki tüm kaynağı buraya yöneltmişti ama yine de yetmiyordu. Helikopterler gece gündüz reaktör üzerinde uçarak söndürme çalışmalarına yardım ediyordu. Uzay programı için kullanılan robotlar dahi getirildi fakat yüksek radyasyon sebebiyle birkaç dakika içinde kullanılamaz hale geldiler. Ne yapılacaktı? Çözüm basitti, “gönüllü” askerler çatıya çıkacak 2-3dk gibi kısa bir sürede çatıdaki radyoaktif molozları temizlemeye çalışacaktı. Bir sürü kahramanlık hikayesi yazıldı. Tüm bu işlemler bittiğinde görevli personel madalyalar ile terhis edildi ve Sovyet Rusya’nın dört bir yanına dağıldılar. Onlardan bir daha haber alan olmadı.

Hayalet kasaba Pripyat

Pripyat kasabası, Çernobil Nükleer Reaktörü’nden az ileride bulunuyor. Burası Sovyetler tarafından örnek bir şehir olarak yapılmış, zamanının en iyi Sovyet şehri, içinde cafe, sinema, tiyatro, otel ve ilk süpermarketin bulunduğu, Pripyat nehri kenarında, çok çeşitli aktivitelerin düzenlendiği insanların yerleşmek için akın ettiği bir yerleşim bölgesi. Eski fotoğraflara, videolara baktığınızda aslında yaşamak için güzel yermiş denilebilir.

“Binlerce kilometre uzakta, İsveç’te gerçekler su yüzüne çıktı”

Sovyetler Birliği olayı günlerce hem içeride hem dışarda saklamaya çalıştı ama bilim önlenemez bir şekilde gerçekleri ortaya çıkaracaktı. Hem de binlerce kilometre ötede radyoaktif partiküllerin ulaştığı İsveç’te. Tam bir felaket yaşayan SSCB durumu geç de olsa Dünya ile paylaştığında radyoaktif bulutlar çoktan Karadeniz sahilini bombalıyor, Belarus’ta olaydan habersiz halk tarlasını ekip biçiyordu.

Radyasyon seviyesinin ölçülebilenin çok üstünde olduğu saptanınca insanlar apar topar kasabadan, civar köylerden çıkarıldı. Yaşlılar ne olduğunu anlamıyor evlerini terk etmek istemiyordu. Yanlarına 3-5 parça eşyasını alanlar ise geri döneceklerini umut ediyorlardı ama evcil hayvanlarını almalarına izin dahi verilmedi. Daha sonra bu hayvanlar kontaminasyon sebebiyle birer birer itlaf edildi.

“Priyat’taki ölüm sessizliği tüylerimizi diken diken etti”

Pripyat kasabasına girmeden önce son kontrol noktasından geçiyoruz. Nöbetçi iki asker ve bizim dışımızda kimse yok. Dün geceki tipi nedeniyle her yer karla kaplı, zaten hayalet kasaba olan Pripyat’ın üstüne bir de kar sessizliği çökünce tüyleriniz diken diken oluyor.  Bu ölüm sessizliğini kar üstündeki adımlarımız ve geiger metrenin tıkırtısı bozuyor. Sessiz sakin giderken birden “hot spot” noktasına denk gelmenizle geiger metrenin çığlık çığlığa çıkardığı yüksek doz alarmı insanı korkutuyor.
El hizanızda 10uSv/h gösteren aleti ayağınıza indirince 100uSv/h değerlerini görmeniz mümkün, bu yüzden bu noktalarda fazla duraklama yapmadan daha güvenli bir noktaya ilerlemek en iyisi.  

“Kazadan yıllar sonra bile reaktördeki radyasyon düzeyi ortalama 34 Sv/h Yaklaşık 10-20 dk içinde letal doza maruziyet ile sonuçlanıyor”

Pripyat Hastanesi’ne giriş yapıyoruz, patlama sonrası akut radyasyon hastalığı belirtisi gösteren itfaiye erlerinin getirildiği ilk nokta burası. Bodrum katta itfaiye erlerinin hala yüksek dozda radyoaktif olan eşyaları var, buraya C tipi koruyucu ekipman olmadan girmek yasak, havada asılı partiküller ciddi risk oluşturuyor. Ön bankoda ise itfaiye erlerinden birinin eldiveni unutulmuş, hala saatte 100uSv ışıma yapıyor.

“Her şey 1986’da donup kalmış”

Kasaba içinde yürüyoruz, Pripyat idaresi merkez ofisi, Polissya Hotel, kültür parkı, alışveriş merkezi, Azure yüzme havuzu diğer uğrak noktalarımız oluyor. Zaman zaman girdiğimiz evlerde kalan çocuk oyuncakları, ayakkabılar göze çarpıyor. Hayaller, umutlar. 1 Mayıs kutlamalarında açılması beklenen lunaparkın görüntüsü ise insanın yüreğini burkuyor. Ağaçların girişini kapattığı yüzme havuzuna gidiyoruz, burası “liquidator” denilen etrafı dekontamine etmekle yükümlü Sovyet askerlerinin moral bulmaları için felaket sonrası bir süre daha kullanılmaya devam edilmiş. Askerler bölgeyi terk edince tamamen kapatılmış.

Yıllar içinde azalan radyasyon oranı sonrası, bazı köylere insanların geri yerleşimlerine izin verilmiş. Yaşlılar köylerine dönmüşler, hiçbir şey bıraktıkları gibi olmasa da burda yaşamaya devam ediyorlar. Doğal hayat yeniden kendine yol bulmuş, geyikler ve ayılar yeniden ormanlarda geziyor, bilim insanları böylesi bir felaket sonrası doğanın nasıl kendine geldiğini araştırıyor.

Son noktamız ise DUGA radar istasyonu

Burası soğuk savaş döneminde Amerika’dan gelebilecek bir füze saldırısını önceden tespit etmek için yapılmış devasa bir anten.  Fakat yapılan hesap hataları nedeniyle yeteri kadar hızlı çalışamayan radar, olası bir füze saldırısını tespit ettiğinde füze Moskova’yı çoktan vurmuş oluyordu. Sovyetler yıllarca bu radarı geliştirmeye çalışsa da başarılı olamadı ve Çernobil felaketi ile burası da kaderine terk edildi. Şimdilerde ise yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olan bu devasa radar istasyonu, eğer kontrolsüz bir şekilde çökerse çok fazla radyoaktif partikül yayabileceğinden endişe ediliyor.

Aklıma takılan bir nokta oldu, bu kadar eşya, bu kadar araç, kamyon, askeri teçhizat vs kullanılmıştı da gözle görülür pek bir şey kalmış gözükmüyor ortada, nereye gitti bunca şey?
Öğrendiğim kadarıyla, Sovyetlerin çözüldüğü dönemde rüşvet, yolsuzluk, çalma yoluyla buradaki kontamine teçhizatların çoğu bölgeden kaçırılmış ve çevre şehirlerde satılmış.

Bölge içinde açıkta bir şey yiyip içmek, herhangi bir yere oturmak, herhangi bir objeye dokunmak veya yanınıza hatıra olarak herhangi bir şeyi almak (Tabi ki!) yasak. Ayrıca telefon kamera gibi cihazlarınızı da yere koymamalısınız, tripod kullanmanız durumunda kontamine olma ihtimali oldukça fazla. Bölgeden çıkarken yapılan rutin radyasyon ölçümü sırasında kontamine olmanız durumunda, dekontaminasyon yapılıyor, yapılamayacak durumda olan eşyalara ise güvenlik gereği el konuluyor. Gece karanlığında Kiev’e doğru yeniden yola çıkıyoruz. Çıkış yolu boyunca 2 farklı noktada radyasyon tespit cihazına girip ölçüm veriyoruz. Kontamine olmadığımıza kanaat getirildikten sonra çıkışımıza izin veriliyor.

26 Nisan 1986 saat 1:23:58’te Çernobil 4 Nolu Reaktör’de meydana gelen patlama buradaki herkesin kaderini değiştirdi. Getirdiği sosyo-ekonomik yükümlülükler belki de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına giden yolu açtı. Çevreye yayılan radyasyon sadece onları değil, başta en çok Belarus olmak üzere, diğer komşu ülkeleri, sonrasında rüzgâr sebebiyle dağılan partiküller nedeniyle Türkiye gibi uzakta yer alan ülkeleri de son derece ağır bir şekilde etkiledi.

Hala da etkisini hissediyoruz…

https://www.theguardian.com/environment/2005/apr/25/energy.ukraine

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

28 Haziran 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
HobiSeyahatSizden GelenlerTATDsosyal

Hayalin Ötesi: BALİ Adası

by İbrahim ALTUNOK 24 Haziran 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Tanrılar Adası olarak da bilinen Bali Adası milattan önce 2000 yılından beri varlık gösteren bir geçmişe sahip ve Endonezya’nın 18 bin adasından biri.  %90’ı Müslüman bir ülkede Bali adası Hinduizmin baskın olduğu tek ada. Sanatçı ve entelektüel kesim Bali’de harika tapınaklar ortaya çıkarmış. Hindu inanışına göre; burada ölmek yok, cennet, cehennem yok, ruhlar yaşıyor. Reenkarnasyon inancına göre, başka bir bedende tekrar dünyaya gelineceğine inanılıyor. Her sokakta, dükkân, ev önlerinde, arabaların içinde mutlaka göreceğiniz dua sunuları var. Bunlara “Cenang Sari” deniyor.  Ada halkının tanrı için, her sabah muz yaprağından oluşan bir tabak içine çiçekler, meyveler ve tütsü ile hazırlanan hediyeleri.

Bali; Ülkemizde turizm sektörü tarafından balayı adası diye lanse edilip, lüks tatil köylerinden oluşan Nusa Dua bölgesine götürülerek işte burası deniliyor. Bali ve balayı; ilk üç harf benzerliği dışında aynı cümle içinde kullanılmamalı bence. Zira tropikal doğası, pirinç terasları, şelaleleri, tapınakları, meşhur masajı, pek çok spiritüel deneyimler ve yoga seansları, güzel yemekleri ve kaliteli hizmeti ile çok daha fazlası. Aslına bakarsanız deniz tatili için Bali’ye gitmek hayal kırıklığı bile yaratabilir. Çünkü sahiller genelde yüzmeye değil sörf yapmaya elverişli. Sahillerinde sörf öğrenebilir, muhteşem günbatımlarına şahit olabilir, gel git ile çekilmiş, sonunu göremediğiniz plajlarda yürüyüş yapabilirsiniz.

“Bali, Nusa Dua’dan ibaret değil”

Efektif bir gezi için Bali’nin birkaç farklı bölgesinde konaklamayı düşünmelisiniz. Ben Kuta’da dört, Ubud’da iki gün kaldım. Fakat Bali’de mesafeler uzak, yollar kötü. Hem araç hem de kamikaze motorlardan dolayı trafik çok sıkışık. Yani sözün özü; ulaşım ciddi vakit alıyor ve altı gün yetmiyor. Siz gidecek olurdanız dört gün Seminyak, 4 gün Ubud yapın derim. Hatta daha fazla vakit ayırabilirsiniz çünkü burada anlattıklarımdan çoookkk daha fazlası var.

 Şoförlü araç kiralama…

Trafik soldan aktığı için ve yukarıda anlattığım keşmekeşten dolayı araç kullanmak bizim için çok zor. Burada şoförlü araç kiralamak çok yaygın ve konforlu. Ben 3.5 sene önce günlüğü 500 rupiye (10 dolardan daha az), havaalanından araba kiralamıştım. Günde 10 saatlik bir kiralamaya istediğim yere götürüyor (benzin bize ait değil), yeme içme molalarında bekliyor, üstüne üstlükte rehberlik yapıyor. Bu şekilde aracı internetten kiralayacağınız gibi gidince hava alanından da bulabilirsiniz. Uçaktan iner inmez etrafınızı pak çok taksici kaplıyor. Gözünüzün kestiği biri ile direk para ve süre pazarlığına girebilirsiniz. 

En çok vakit geçirdiğim bölgeler…

Kuta, uzun sahil şeridinin olduğu sörfçülerin mekânı. Çok turistik bir yer. Barların, restoranların çok olduğu bir bölge. Geceleri arabamız olmayacağı için merkezi bir yer diye, bu bölgede konaklamayı seçtim. Ama Seminyak’ı görünce hata yaptığımı anladım. Yaş ortalaması oldukça genç bir bölge olmasının yanı sıra yaya olarak her ihtiyaca cevap verebilir.

Seminyak, okyanus kıyısında Bali’nin en elit semti. Sonunu göremediğiniz sahil şeridi, hele de gelgit ile sular çekildikten sonra müthiş oluyor. Gün batımında suların çekildiği plajda yansımalar oluşuyor ve harika fotoğraf kareleri yakalıyorsunuz. Mutlaka burada uzun bir yürüyüş yapmak için vakit ayırın. Konsept kafelerin, sunset barların bol olduğu, çok keyifli bir ortam. Ben La Plancha plajında renkli şemsiyelerin altında vakit geçirmeyi tercih ettim. Tropikal yağmur birden bastırınca tüm plaj kapalı mekânlara geçti. La Plancha’ın çok güzel bir ortamı var. Kavanozda sunulan kokteylleri, plaj şemsiyeleri gibi rengarenk ve çok güzel görünmenin ötesinde bir o kadar da lezzetli. Ayrıca porsiyonları oldukça büyük ve hesaplı. Yanında enfes bir balık tabağı almıştım, tavsiye ederim. Yağmur dinince yansımalar veren plajda uzun bir yürüyüş yapıp, fotoğraflar çektim.

Canggu, ise son zamanların popüler yeri. Kafeler, gün batımı barları hepsini burada da bulmak mümkün. Canggu, Seminyak’dan daha ufak bir bölge.

Ubud, bence Bali’nin kalbi ve mistizmi. Ada’nın dağlık bölgesinde, Ayung Nehri’nin kıyısında bulunan kasaba; Ubud ormanının içinde, lokal hayatın en iyi deneyimleneceği yer aslında. Ubud, tapınakların çok olduğu, pirinç tarlaları arasında muhteşem bir doğaya sahip. En iyi konsept otellerin ve Bali ile anılan sonsuzluk havuzlarının olduğu büyülü bir yer. Buraya yoganın belki de dünyadaki merkezi diyebiliriz. Gelmişken yoga eğitimi alabilir ya da birkaç seansa katılabilirsiniz. Bali’ye özel geleneksel olan her şeyi bulabileceğiniz bir yer burası. Ubud’da gezerken öğlen yemeğinizi Bebek Batutu restorana denk getirin. Çok güzel bir bahçesi olan restoranın en geleneksel menüsü bebek (ördek) craks, seçiminizden dolayı pişman olmayacaksınız.

Jimbaran, sahil şeridinde sıralanmış balık restoranları ile meşhur bir bölge. Gün batımı muhteşem oluyor. Gece sahilin ışıklandırması da güzel fotoğraf veriyor. Ama en önemlisi deniz ürünleri, özellikle kabuklu deniz mahsulleri çok leziz ve hesaplı. Mutlaka gün batımında gidin ve ne var ne yok hepsinden tatmak için sipariş verin. Benim kulaklarımı çınlatmayı da unutmayın.

Bali Tapınakları…

Yirmi binden fazla tapınağın olduğu adada herkes tanrılarını, atalarını kutsuyor ve onlara dua ediyor. Tapınak ziyaretlerinde, girişlerde cinsiyet fark etmeksizin giymeniz için ücretsiz Sarong (peştamal) veriliyor. Tapınaklar adası Bali’ye gelmeden önce hangi tapınakları görmeliyim diye çok çalıştım. Aşağıda olmazsa olmaz tapınakları yazdım ama bu işin sonu yok.

Tanah Lot Tapınağı, Bali’nin en ikonik tapınağı. Denizdeki kara anlamına geliyor. Her akşam gelgitle su yükseldiğinde bir adaya dönüşüyor. Sular çekildiğinde, tapınağa yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Gelgitin iki halinde de görebilme şansınız varsa görün derim. Bir kez gidebilirim diyorsanız suların çekildiği ve Hinduların en güzel kıyafetleri ve sunakları ile tapınağa yürürken görmenizi isterim. Halk “hacı” olmak için bu tapınağı ziyaret ediyor ve ibadet edenlerin dışında kimsenin girmesine izin verilmiyor. Tapınağın altındaki mağaralarda bulunan yüzlerce yılanın tapınağı koruduğuna inanılıyor. Fotoğraflarını görmüş olduğunuzu tahmin ettiğim denizin içindeki kayadan tünelin üzerine kurulu Batu Bolong Tapınağı da aynı bölgededir.

Uluwatu Tapınağı, büyüleyici falez manzaralarına sahip. Bali’nin en popüler noktalarından. Bence çok etkileyici bir tapınak değil ama manzara görmeye değer. Manzaraya nazır yürüme alanında pek çok yaramaz maymun var. Burası, akşam saatlerinde geleneksel ateş dansı olan Kacak dansını izleyebileceğiniz yerlerden. Fakat çok kalabalık oluyor ve beklemek gerekiyor. Dans da açıkçası çok yavaş seyrediyor ve pek çok kişi 10dk sonra sıkılıp uzaklaşıyor. Bence gün batımını burada ziyan etmeyin.

“Bali’de gün batımı kaçmaz”

Maymun Ormanı ve Tapınakları, Ubud’un ortasında yer alan Monkey Forest’da 3 tapınak var. Ormanda bine yakın maymun yaşıyor. Burada kendinizi film setinde hissediyorsunuz. Yeşil yosunlar tapınakları, köprüleri kaplayarak fantastik bir ortam yaratmış. İllaki gidilip görülesi bir yer. Fakat maymunlara dikkat. Şapka, gözlük, çanta, yemek poşeti, elinizde ne varsa almaya çalışıyorlar. O kadar agresifler ki ben doğru düzgün fotoğraf bile çekemedim.

Pura Tirtha Empul, Kutsal su tapınağı anlamına geliyor. En önemli özelliği, şifa getirdiğine inanılan kaynak suyunun aktığı 12 çeşmesi. Ritüele gelen Hindular bu çeşmelerde yıkanıp, dualarını ediyor. Yani modern şifacı olan bizlerin gidip, görmesi şart. Ben tabi ki ritüelleri yerine getirdim. Tapınak, upuzun tropik ağaçlarıyla yemyeşil bir bölgede yer alıyor.

Goa Gajah (Fil Mağarası), eğitim tanrısı olan Goa Gajah’a adanan tapınak, Bali Adası’nın en eski tapınaklarından birisi ve Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Hindu ve Budist olmak üzere 2 farklı kısmın bulunduğu bu tapınağı mutlaka görmelisiniz.

Bali Adası’nın dikkat çekici eserlerinden biri olarak kabul edilen Fil Mağarası’nın (Elephant Cave) kapısı da bu tapınak sınırları içerisinde yer alıyor. En çok etkilendiğim tapınaklardan biri.

Pura Gunung Kawi,Bali’nin “Krallar Vadisi” devasa 11. Yüzyıl kral ve kraliçe anıtları ile öne çıkıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Gunung Kawi bir tapınak değil ancak yine de kutsal bir yer olarak kabul ediliyor. Unutulmaz bir deneyim için mutlaka ziyaret etmelisiniz. Ben çok etkilendim. Fil mağarasına da oldukça yakın.

Saraswati Tapınağı (Ubud Plus Sarayı) etrafı üzerinde sayısız nilüferler bulunan gölle çevrilmiş durumda. Bu görkemli kraliyet sarayı Ubud’un kalbinde yer alıyor. İlginç heykeller, geleneksel kapı ve huzur veren yemyeşil bahçesi ile Ubud Sarayı mutlaka görülmesi gereken yerlerin başını çekiyor. Bazı geceler saray bahçesinde yerel dans gösterileri ve müzik dinletilerinin yapıldığı da oluyormuş.

Taman Ayun Tapınağı oldukça yüksek olacak şekilde inşa edilmiş. Bu da yerel halkın inancına göre tapınağın sahip olduğu kutsal değerlerin ve buraya verilen önemin bir göstergesi. Oldukça büyük ama bence diğerleri kadar etkileyici değil. Gene de ulaşımı çok kolay olduğu için görebilirsiniz.

Besakih Tapınağı,“Mother Temple” (ana tapınak) olarak da adlandırılan bu tapınak, Agung Dağı’nın güneybatı yamaçlarında bulunuyor. Bu tapınak bulunduğu yükseklikten ötürü ziyaretçilerine harika görseller sunuyor.

Pura Ulan Danu Bratan Tapınağı,adanın kuzey tarafında yer alıyor. Bratan Gölü’nün oldukça yakınında bulunuyor. Konum itibariyle dağların arasında oluşu tapınağın ilgi çekici bir manzaraya sahip olmasınaneden oluyor.

Batuan Tapınağı, kraliyet ailesinin ikamet etmesi amacıyla inşa edilmiş bir yer. Pek çok dini törene ev sahipliği yapan bu kutsal tapınakta aynı zamanda 1000 yıldan fazla süredir ünlü sanatçıların ve zanaatkârların da barındığı biliniyor.

Lempuyang Tapınağı, Bali’nin en büyük 6 tapınağından biri olarak karşımıza çıkıyor. Aktif bir yanardağ olan Lempuyang Dağı’nın karşısında bulunan bu tapınak Bali’de gitmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Fotoğrafları çok heybetli.

Gelelim Bali şelalelerine …

Bali şelalelerden yana çok zengin bir ada. Hatta ne kadar tapınak varsa o kadar şelale vardır deniliyor. Ama maalesef ben zamansızlıktan hiçbirini göremedim. Bir dahaki Bali gezimde mutlaka şelaleleri ziyaret edeceğim. Bedugul bölgesi şelalelerin en çok kümelendiği bölge ve buraya pek çok günübirlik tur düzenleniyor.

Pirinç terasları…

Tagalalang ve Jatuliwuh’daki pirinç tarlaları, ikisi de Ubud’da bulunuyor. Pirinç tarlalarının kıvrımlı yeşil manzaraları nefes kesici. Birbirine yakın tarlalarda pirinç yetiştiren çiftçiler sulama ihtiyacını karşılamak için “Subak” isimli su kanalları geliştirerek ortak bir su kaynağını kullanıyorlar. Bali’de bu verimli “Subak” sistemi Unesco tarafından koruma altına alınmış. Ben daha yakın olduğu için yalnızca Tagalalang pirinç terasını gidebildim. Vadi, merdiven şeklinde teraslardan oluşan görsel bir şölen sanki. Manzaraya karşı olan restoranlardan birinde oturup yerel lezzetleri tatmayı da unutmayın. Kalabalıktan kaçmak için sabahın erken saatlerde ziyaret etmekte fayda var. Bali’ye gittiğim dönemde Tagalalang’da olmayan ama şu anda instagramda fenomen olan Bali salıncağı ve sky-bike burada deneyimleyebileceğiniz aktiviteler arasında. 

Ormana Bakan Sonsuzluk Havuzları…

Bali’de sayısız sonsuzluk havuzu var ama Ubud’dakiler efsane. Yoganın kalbi olarak bilinen Ubud’da sabah seremonisinin sesi, incecik bir serinlik, yatak odanızdan kişisel sonsuzluk havuzunu ve manzarayı seyretmek yapmanız gerekli deneyimlerden bence.

İşte hayalin ötesi dediğim yer kesinlikle burası.

Ben iki gün Chapung Se Bali’de kaldım. Çok büyük bir alana kurulu, yalnız yedi tane birbirinden bağımsız villadan oluşan, muhteşem bir sonsuzluk havuzuna sahip, ormanın içinde efsane bir yer. Ubud’daki konsept oteller, sonsuzluk havuzları, ekolojik mimariye ilgi duyanlar için acayip cezbedici yerler. Yarım günü gene Ubud’daki Hanging Gardens’e ayırdım ki burası görmeyi çok istediğim yerlerdendi. Oldukça özel bir sonsuzluk havuzuna sahip. Kokteyllerimizi alıp, ortamı keşfettik ve hoş vakit geçirdik. Ben gidemedim ama Viceroy Bali’ye de zaman ayırmanızı öneririm. Tamamen doğayla içiçe olmuş özel bir mekân ve harika bir havuza sahip. Eğer bütçeniz, buralarda konaklamaya el vermiyorsa sadece bir şeyler içmek için de gidebilirsiniz. Bir başka seçenek de Ubud’daki Jungle Fish adlı bir beach bar olabilir. İsmine aldanmayın, ortada kumsal adına ne deniz ne de kum var. Ama barın yemyeşil ormana bakan harika bir sonsuzluk havuzu var.

Ekolojik ve sürdürülebilir mimari ile ilgilenenler için Bali müthiş ilham verici bir yer.

Bambu Indah hotel ve masalsı ortamı ile Permata Ayung Private Estate spa görülesi mekânlar arasında sayılabilir.

Bali’de günbatımı ve plajlar…

Bali’de günün en büyük olayı, günü batırmak. Akşam saatlerine doğru herkes en iyi manzarayı yakalayabilmek için gün batımı mekânlarına gidiyor. Bu mekânların Çeşme, Bodrum plaj barları ile alakası yok. Kimse kasmıyor, gürültülü müzik falan yok, acayip rahat ortamlar. Parmak arası terlik, salaş kıyafetler yeterli anlayacağınız. 

Güney Bali’de (Uluwatu ve Jimbaran arasında) bir sürü gün batımı barı var ve sırf gün batımını izlemek için tekrar tekrar Bali’ye gidilir.

“Gezi programınızı gün batımlarını yakalayacak şekilde ayarlamak bu tatilin püf noktası”

Yeterli vaktiniz varsa güney sahillerinde de 1 gün konaklayabilirsiniz.  Benim favori günbatımı mekânım Blue Point oldu. Teras teras denize doğru balkonlar yapılmış. Güneşin batmasına yakın herkes yer kapma yarışına başlıyor. Aman geç kalmayın. 

Single Fin en meşhur günbatımı barlarından ve pek hoş bir yer. Buradaki plajlar alışık olduğumuz düz Ege plajları gibi değil. Genelde kayalardan merdivenle aşağılara iniliyor, büyük kaya kütlelerinin arasından denize ve beyaz kumsala çıkılıyor. Yani çok gizli ve fantastik yerler keşfedebilirsiniz. Tüm Dünya’da ses getiren Eat, Pray, Love (Ye, Dua Et, Sev) filminin meşhur plaj sahnesinin çekildiği yer Padang Padang sahili. Özel bir plaj ama çok bakımsız ve pis buldum ben. İtiraf edeyim hayal kırıklığı oldu.

Hemen kendimizi bir diğer meşhur Finn’s Beach’e attık. Yerel yemeklere çok güzel modern yorumlar getirmişler. Burada hem falezlerin üzerinde hem de finiküler ile inilen sahil bölümünde yarım gün kaldık ve yine günü batırdık. Suluban plajı bir diğer gizli ve özel plaj. Bence Padang Padang’dan çok daha güzel. Karma Kandra’da manzarası ve hizmeti ile öne çıkan plajların sayısı çok fazla. Ben gidemedim ama Ayana Resord’un rock barında günbatımını izlemek de enfes oluyormuş. Diğer tavsiye edilen noktalar Canggu’da The Lawn, Kerobokan’da Potato Head.

Efsaneler bitmiyordu. Volkanda hiking ve okyanusta scuba diving…

Bali yalnızca şelaleleri ile değil bir o kadar da aktif volkanları ile meşhur bir ada. Ve gene yalnızca gün batımları değil, gündoğumu da bir o kadar meşhur.

Volkanik bir dağ olan Batur Dağı’na çıkıp, gün doğumunu izleyebileceğiniz pek çok tur var. Ben gene burada sonraki sefere diyerek pas geçmek zorunda kaldım. Ama scuba diving brövem de olduğu için bir dalış yapmadan dönmedim. Dalış öncesi de daha önce hiç yapmadığım sea walking denedim. 3-4 metre derinliğe eski usul dalış başlıkları ile indirip bir tırabzana tutunarak yürüyüş yaptırıyorlar ve balıkları besliyorsunuz. Bu sırada artistik pek çok fotoğrafınız çekiliyor. Çok özel bir tecrübe değil ama scuba yapmayı bilmiyorsanız deneyin derim. Tabi ki Bali çiçeğimi takarak pozumu da verdim.

Bali Masajı…

 Masajı ile dünyaca ün yapmış bir yerdesiniz. Mutlaka randevu alarak güzel bir yerde tüm vücut masajı yaptırın. Ülkemizde çok pahalı olan bu masaj, burada oldukça makul fiyatlarda. Pek çok Balili kadının maddi gelir amaçlı yurtdışına, hatta ülkemize Bali mesajı yapmak için geldiğini biliyoruz. Şoförümüzün eşi de işte bu bayanlardan ve Side’ye gideli yalnız üç gün olmuş. Hatta yaşadığı bir sorunu Türk yöneticisi ile konuşarak yardımcı olduk. Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir cümlesini de yâd ettik böylece. Gece ise uyumadan önce kuaför salonlarına benzeyen ve ayak masajı yapan salonlardan birinde günü sonlandırmanızı tavsiye ederim. Hiç kapalı görmediğim bu salonlar sanırım 7/24 açık.

Bali’de alışveriş…  

Özellikle Ubud Marketi (Pazar yeri) gezerken tropikal meyveler ve el yapımı hediyelik eşya satan dükkânların yanında, ahşap ile ilgili çok fazla dükkân olduğu hemen fark ediliyor. Ahşap oymacılığı buranın milli sanatı. En güzel kokulu sandal ve manolya ağacı, tanrı ve tanrıça heykelleri yapmak için kullanılıyormuş. Pazar yerinde dolaşırken dondurma yemeyi ve tropikal meyvelerden kendinize ziyafet çekmeyi unutmayın

Kopi Luwak kahvesi…   

Namı değer Kaka Kahvesi. Misk kedisi, kahve ağacının meyvelerini yiyor, sindirim sisteminde yedikleri fermente oluyor ve bu ona bir aroma katıyor. Sonra yediği kahve çekirdekleri, hayvanın dışkısının içinde aranıyor, bulunuyor, öğütülüyor ve ortaya dünyanın en pahalı kahvesi çıkıyor. Ben çok beğenmedim ama bir denemek lazım tabi.

Son söz…

Sizlere ağırlıklı olarak yaptığım, gördüğüm, tattığım, sevdiğim şeyleri yazmaya çalıştım. Ama inanın bir o kadar da yapamadığım şey vardı ki.

O yüzden Bali’ye tekrar tekrar ve tekrar gidilebilir. Daha da önemlisi Bali’de insanlık, merhamet, sevgi, hoşgörü var ve bu özellikler her şeyin önünde. Burası bambaşka bir yer…

Dünyada her şeyi tüketen insan, Bali’de öyle bir şey bilmiyor. Bencillik yok, öfke yok. Farklı bir boyutta yaşıyorlar hayatı. Hayalin de ötesinde bir yaşam var burada…

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

24 Haziran 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekRöportajTATDsosyal

Finans Okuryazarlığı Bölüm 1: Borsa, Blockchain, Bitcoin ve Kripto Varlıkları Üzerine

by İbrahim ALTUNOK 20 Haziran 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Bu sayımızda meraklıları olabileceğini düşünerek son dönemde oldukça popüler olan Bitcoin, kripto paralar ve borsa ile ilgili sorularımızı Sayın Doç. Dr. Murat Yücel hocamıza yönelttik. Bu yatırım araçları ile yatırım yapmaya başlamak isteyenler bu konularda bilgilenmek isteyenler için gayet açıklayıcı, bilgilendirici ve keyifli bir röportaj oldu. İyi okumalar. 

Merhabalar öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Bize kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Doç. Dr. Murat Yücel, Acil Tıp Uzmanıyım, Samsun Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesiyim. Daha önce Sakarya, Kayseri ve Şırnak’ta görev yaptım. Acil tıpta 20 yılı aşanlardanım. Aslen Elazığ’lıyım, evliyim, bir oğlum var. Müzik ve spor olmazsa olmazlarım. Gitar çalıyorum, piyano çalmaya çalışıyorum, şarkı söylemeyi severim. Çoğu sporu yaptım ama son ilgi alanım golf. Lisansım geçen sene çıktı, küçük bir turnuva ikinciliğim bile var. Meraklı, araştırmacı ve hareketli bir yapım var, akrep burcuyum. Güncel meşguliyetlerim kripto paralar ve theta healing.

Rahmetli Kemal Sunal’ın “Umudumuz Şaban” filmindeki “Şimdi ben buraya neden çıktım, niçin çıktım, nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok, gördünüz, yürüdüm çıktım.” repliğini hatırladım şimdi. Acil Tıp Bülteni’nde böyle bir konu ile yer alacağım söylenseydi sağlam bir kahkaha atardım, öğrendiğimde attım da zaten. Ancak hayatta hiçbir şeye şaşırmamak ve imkânsız gibi görünen olayların olabileceğine inanmak, Acil tıbbın bana öğrettiklerinden bazıları.

Baştan söyleyeyim. Hiçbir finansal eğitimim yok. Zaman içerisinde öğrendiklerim ve tecrübelerim var. Yatırım tavsiyesi vermiyorum. Sadece parasının değerini korumaya, miktarını artırmaya ve “hesap yapmadan harcayabilme” hedefine ulaşmaya çalışan biriyim. İçinizden biri…

Borsa nedir peki ve sizin borsa, Bitcoin ve kripto paralar ile ilişkiniz nasıl başladı?

Borsaya 2012 yılında Sakarya’da görev yaptığım dönemde ilgi duydum ve girdim. O zamanki adı İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) idi. İlk zamanlarda pek güzel anım yok açıkçası. Hep para kaybı, panik satışlar ve zarar vardı. 2013’te İMKB, Vadeli İşlemler Opsiyon Borsası ile İstanbul Altın Borsası, tek çatı altında “Borsa İstanbul” (BİST) markası olarak birleşti. O dönemde biraz daha tecrübe kazanmıştım ve eski hatalarımdan dersler çıkararak birazcık para kazanmaya (kar etmeye) başladım. İlgilenip takip ettikçe (“finans okur-yazarlığı” bu olsa gerek) hisseleri, şirketleri, yatırımcıların hareketlerini ve belki en önemlisi grafikleri okumayı öğrendikçe tecrübe kazandım. En sonunda BİST’in bana tam olarak uygun yer olmadığını düşünmeye başladım, daha pratik, zaman kısıtlaması olmayan bir platform olmalıydı diye düşündüm ve BİST’i bıraktım. Hatta “Bir daha girmem.” diyerek bıraktım ve sözümü de halen tutuyorum.

Kripto paralara da ilk çıktığı zamanlarda ilgi duyup almış ve e-cüzdanıma koymuştum. O zamanlar “Kripto para eşittir Bitcoin.” idi ve alıp satmak, paraya çevirmek ve saklamak şimdiki kadar kolay değildi, bilinirliği azdı, güven sorunu vardı. Adı üzerinde “sanal” dı. Bir süre sonra, aldığım az miktarda Bitcoin’i satıp cüzdanımı da silmiştim. Ta ki 2020 yılına kadar. COVID 19 pandemisi ile eş zamanlı olarak tekrar kripto para yatırımı kararı aldım. Tam da “Hakkınız ödenmez.” denilerek alkışlandığımız günlere denk geliyor. Maalesef el üstünde tutulması gereken hekimler, sağlık profesyonelleri ve bilim insanlarının; risk, sorumluluk ve ekonomik kaygı üçgeninin ortasında kaldığı dönem. Bugüne geldiğimizde, verdiğim kararın doğruluğu beni mutlu ediyor. Sadece şanslı da olabilirim çünkü zamanlamam kripto paraların boğa sezonuna denk geldi. “Boğa sezonu” nedir diye soruyorsanız yükselen piyasaya verilen isim. Tersi “Ayı sezonu”, o da düşen piyasayı ifade ediyor. Birazdan daha ayrıntılı bahsedeceğim.

“Geleceğin parası…”

14 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen özellikle son yıllarda popülarite kazanmış olan ‘Blockchain, Bitcoin ve kripto paralar’ konusuna gelirsek; bu kavramların ortaya çıkış amacı nedir sizce? 

Aslında son yıllara baktığınızda her şeyin dijitalleşme yolunda ilerlediğini görebilirsiniz. Paranın dijitalleşmesi de kaçınılmaz/beklenilmesi gereken bir durum idi.İnternetin hayatımızın her alanına girdiği aşikâr. Bankalar neredeyse her işlemi internet ortamında yapıyorlar ve müşterilerine dijital/online hizmet sunuyorlar. Dijitale dönüşmeyen bir para kalmıştı neredeyse. Bana göre (biraz iddialı olacak ama) şu an kullanılan itibari para birimlerinin (Türk lirası, Amerikan doları, Euro vs.) gelecekte olmayacaklarını ve bankalara da kredi vermekten (belki kripto paralar ile) başka iş kalmayacağını düşünüyorum. Bu yüzden kripto paraları “geleceğin parası” olarak görüyorum çünkü bana göre gelecekte başka paraya ihtiyaç duyulmayacak. Her türlü alışverişiniz için telefonunuz, saatiniz veya yüzüğünüz yeterli olacak. Belki onlara da gerek kalmaz ama daha ilerisini sizin hayal gücünüze bırakıyorum.

Blockchain ve bitcoin/kripto para teknolojisi hayatımıza neler katar neleri götürür bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Çok geniş bir soru bu. Hayal etmek gibi. Artıları ve eksileri, bilinenleri ve bilinmeyenleri, iyilerin elinde ve kötülerin elinde vb. soruları genişletebilirsiniz.

Yaşadığım bir şeyi tam burada örnek verebilirim. Yurt dışına para gönderme tecrübesi olanlar bilecektir veya yabancı dergilere makale değerlendirme ücreti vs. gönderenler anımsayacaklardır. Yurt dışına 150 USD göndermek için 23 USD masraf ödemiştim. Bir arkadaşım ise başka bir ülkeye 170 USD göndermek için 80 USD masrafı görünce vazgeçmişti. Kripto paralarda durum böyle değil. Sınırsız parayı, ücretsiz veya sadece 1 USD kesinti ile dünyanın her yerine anında gönderebilirsiniz. Yanlış adrese göndermedikçe sorun yok.

Dünyayı acil servise benzetiyorum. Her yerde risk var, hızlı düşünmek ve hareket etmek çok önemli. Hızlı ve doğru kararlar verebilmek hayatın her yerinde başarının anahtarları bence. Geliştirilen teknolojilerin hayatımıza hız kattığı kesin. İnsanlar hiçbir yerde beklemek istemiyor artık. Bunu en iyi acil servis çalışanları anlıyordur diye düşünüyorum. Sanal paraları da aynı şekilde değerlendiriyorum.

Bu teknoloji ile hayatımıza girmiş olan coin, altcoin ve token gibi kavramlar mevcut. Bunların ne olduğunu ve farklarını açıklayabilir misiniz? Başlıca coinler ve tokenler nelerdir?

Kripto paralar ile ilgili temel bilgileri ve terminolojiyi burada anlatmam gerekir diye düşünüyorum. Sıra ile diğerlerine geçelim. Bilginiz olabilir veya biraz internet sörfü ile ulaşamayacağınız şeyler değil. Ben işinizi kolaylaştırayım. Bitcoin ile başlayalım.

“Coinlerin babası Bitcoin, coinlerin ve altcoinlerin anası ETH”

Bitcoin (BTC): Duymayan kalmış olamaz. Coinlerin babası. Toplam 21 milyon adet var. Yaklaşık %90’ı dolaşımda bulunuyor (18.932.400 adet). Satoshi Nakamoto adını kullanmış bilinmeyen bir kişi veya grup tarafından 2008’de icat edilmiş bir kripto para. 2009’da bir açık kaynak kodlu yazılım olarak piyasaya sürülmüş ve kullanılmaya başlanmış. Herhangi bir merkez bankasına veya bir yöneticiye bağlı olmaması en önemli özelliği. Aracılara ihtiyaç duyulmadan Bitcoin ağında kullanıcıdan kullanıcıya transfer edilebilen, merkezi olmayan bir dijital para birimi. İşlemler, kriptografi yoluyla network nodes tarafınca doğrulanıyor ve “blockchain” adı verilen halka açık bir ana deftere kaydediliyor.

Satoshi Nakamoto: Bitcoin’in yaratıcısı olarak bilinen kişi veya grupların kullandığı isim. Bu uygulamanın bir parçası olarak aynı zamanda ilk blok zinciri veritabanını tasarlamış, Aralık 2010’a kadar Bitcoin’i geliştirmeye devam etmiş. Kim olduğu hâlâ bilinmeyen Nakamoto’nun, 5 Nisan 1975 doğumlu Japonya’da yaşayan bir kişi olduğu iddia ediliyor. Fakat ortaya atılan iddiaların çoğu Nakamoto’nun Amerika veya Avrupa’da yaşayan, Japon asıllı olmayan, kriptografi (şifreleme) uzmanı ve bilgisayar bilimcilerinden biri olduğu yönünde. Satoshi Nakamoto’nun yaklaşık 1 milyon adet Bitcoin’e sahip olduğu tahmin edilmekte. Bu rakam, Bitcoin’in tüm zamanların en yüksek seviyesini gördüğü 10 Kasım 2021 (çok yakın değil mi) fiyatı baz alındığında yaklaşık 68.744 milyar dolara tekabül ediyor.

1 Satoshi: 0.000000001 BTC değeri (yazının yazıldığı andaki değeri ₺ 0.005679)

Ethereum (ETH): Coinlerin anası veya altcoinlerin anası da diyebiliriz.

Altcoin: Bitcoin dışındaki tüm coinler. https://coinmarketcap.com/ verilerine göre 5500’den fazla var. Ripple (XRP), Dogecoin (DOGE), Cardano (ADA), Solana (SOL), Shiba Inu (SHIB) en değerli ve popüler olanlardan bazıları. Neredeyse tüm koinlerin sıralanmış listesine ve özelliklerine buradan (https://coinmarketcap.com/) ulaşabilirsiniz.

Token: Kendi blockchain sistemine sahip olmayan, mevcutta olan bir blockchain üzerine kurulmuş projelere denir. Bunlar da altcoin sınıfına girebilir. Genellikle futbol kulüplerinin tokenleri revaçta. Fan token olarak adlandırılıyorlar. En değerli ve bilinenleri Paris Saint-Germain Fan Token (PSG) ve Manchester City Fan Token (CITY). En sevdiğim ve favorim ise Santos FC Fan Token (SANTOS).

Bitcoin dominansı: Bitcoin’in diğer coinler üzerindeki hakimiyeti/üstünlüğü. “Bitcoin ne derse o olur” un oranı. Bu aralar %40 civarında.

Stabil coinler: 1 Amerikan dolarına eşdeğer coinler, ilk üçü:

  1. USDT (En çok kullanılan, Nam-ı Diğer Tether)
  2. USDC (USD Coin)
  3. BUSD (Binance USD)

Binance: Dünyanın en büyük kripto para borsası. Trade ekranı erişim linki: https://www.binance.com/tr/trade/BTC_USDT?layout=basic&type=spot

Çok fazla borsa var. Ben Binance ve KuCoin kullanıyorum. Ülkemizde ise Paribu kullanıyorum. Fazlasına ihtiyaç duymadım. Banka transferleriniz için mutlaka ülkenizdeki borsalardan/hesaplardan birini kullanmalısınız. Borsa ne kadar güvenli, hızlı ve yüksek hacimli ise o kadar iyi. Bu referanslı linklerden kendinize hesap açabilirsiniz. Halen açmadıysanız😊 

Binance: https://accounts.binance.com/tr/register?ref=54036924

KuCoin: https://www.kucoin.com/land/register/r/r3ALS2P

Sık kullanılan bazı terimler şunlar:

Trade yapmak: Al-sat yapmak

Pozisyon açmak: Alım yapmak

Pozisyon kapatmak: Satış yapmak

Spot işlem: Vadesiz, anlık değer üzerinden işlem yapmak (hep yaptığım).

Marjin işlem: Kaldıraçlı işlem, 3x, 5x, 20x vs. Seçtiğiniz oran ile çarpılarak kazanç veya kayıp yaşamanıza neden olur. Tüm paranızı kaybetme riski var. (Önemli not: Hiç işim olmaz)

Long işlem: Coin fiyatı yükselecek diye açılan işlem. Fiyat yükseldikçe daha fazla kazanırsınız.

Short işlem: Coin fiyatı düşecek diye açılan işlem. Fiyat düştükçe daha fazla kazanırsınız.

Likidite: Varlığı nakit paraya çevirme işlemi, ne kadar kolay çevrilebiliyor ise o kadar likittir. Sıcak para diyebiliriz.

Likit olmak: Tüm paranızın sıfırlanması. Marjin, Long ve Short işlemler sonucunda olması muhtemel en kötü durum. Spot işlemde olmaz.

Mum grafik: Tüm grafikler zamana göre değeri gösterir. En çok kullanılan grafik şekli ise mum grafikler. Mumun gövdesi, belirlediğiniz süre zarfında size açılış/kapanış fiyatını ve fiyatının yönünü (yukarı/yükseliş ya da aşağı/düşüş) gösterir. Yeşil bir mum çubuğu, borsa kapanış fiyatının açılış fiyatından yüksek olduğunu size bildirir. Kırmızı mumlar ise kapanış fiyatının açılış fiyatından düşük olduğunu gösterir. Mumların üstünde veya altında olan kuyruk/iğneler ise dilediğiniz zaman aralığındaki en düşük ve en yüksek değerleri gösterir. Örneğin Bitcoin’in Türk Lirası (TL) karşısındaki aylık grafiğini inceleyelim. Yaklaşık iki sene önce 25000 TL olan Bitcoin, yeşil mumlar ağırlıklı olarak ilerlemiş ve iki ay önce 852499 TL ye kadar yükselmiş. Bu grafikteki güncel değerinin 517081 TL olduğu görünüyor (Resim 1). Bir dakikalıktan bir aylığa kadar istediğiniz zaman aralığını kullanabilirsiniz.

Resim 1
Resim 2

Burada ise Bitcoin’in USD karşısındaki günlük grafiğini inceleyelim. Yaklaşık iki ay önce 69000 USD ile tüm zamanların zirvesini görmüş olan Bitcoin, kırmızı mumlar ağırlıklı olarak ilerlemiş ve bir hafta önce 32917 USD’ye kadar düşmüş. Bu grafikteki güncel değerinin 38151 USD olduğu görünüyor (Resim 2).

Boğa sezonu (piyasası): Yükselen piyasa, bol yeşil mumlu. Bu dönemde yatırımcılar alım yaparlar.

Ayı sezonu (piyasası): Düşen piyasa, bol kırmızı mumlu. Bu dönemde yatırımcılar satış yaparlar.

Tam bu noktada ayıların da boğaların da yatırımcı olduğunu belirtmekte fayda var. Her yatırımcı kazanmak ister. Birisi fiyatı yükselmiş varlığını satıp kar etmek istiyor, diğeri ise düşük fiyattan varlık edinmek istiyor. Aslında aynı kişiler. Zamanlamaları farklı. Böyle düşündüğünüzde piyasayı daha iyi analiz edebilirsiniz.

Balina: Yüksek varlık sahibi olan yatırımcılar. 5-10 bin Bitcoin gibi.

Boğa piyasasına girişi genellikle balinalar başlatırlar. Ellerindeki paralar ile Bitcoin ve altcoinleri toplarlar ve yukarıya doğru bir hareketlenme başlar. Grafikler sürekli olarak yukarıya doğru hareket gösterir ve artık küçük yatırımcılar da alım yapmaya başlarlar. Son boğada Elon Musk ve Tesla şirketi hem BTC hem de Dogecoin üzerinde çok etkili oldu mesela. Daha sonra piyasada doygunluk başlar. Grafikler yeşil olduğu için dışarıdan kullanıcılara cazip gelmiştir fakat dışarıdaki kullanıcı sayısı çok azalmıştır. Balinalar seri satışa başlarlar ve küçük çaplı yatırımcılardan da satışlar gelir. Ayı sezonu başlamış olur. Genellikle ayı piyasası boğaya göre daha uzun sürer. Fiyatlar sürekli düştüğü için birçok yatırımcı çekilmiş veya yatırımlarını azaltmıştır. Gündüz ve gece gibi yani, vampirlere ve kurt adamlara da benzetebilirsiniz. Ama en sevdiğim Robert Louis Stevenson‘un romanındaki gibi Dr. Jekyll ve Mr. Hyde.

Yazımızın bu kısmında finans okur yazarlığı ve geleceğin para birimleri olma ihtimali yüksek bitcoin, token ve altcoin’den bahsettik. Yazımızın devamında bu para birimlerinin kullanımı, saklanması, piyasa güvenilirliği ve küçük yatırımcılara tavsiyeler konusunda konuşmaya devam edeceğiz. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere …

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

20 Haziran 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajSizden GelenlerTATDsosyal

Sağlıkta Şiddet

by İbrahim ALTUNOK 15 Haziran 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Merhaba,
Kaç yıldır hekimlik yapıyorsunuz?

Kars Digor İlçe Hastanesinde Pratisyen Hekim olarak (2005-2009) çalıştım, ardından Acil tıp uzmanlık ihtisasımı Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2013 yılında tamamladım. 2013 itibariyle Balıkesir Devlet Hastanesinde Acil tıp uzmanlığı yapmaktayım.17 yıldır bu meslekteyim diyebilirim.

Daha önce hiç fiziksel ya da sözel şiddete maruz kaldınız mı?

Daha önce sözel Şiddete maruz kalmıştım fakat fiziksel şiddete hiç maruz kalmamıştım.

Yaşamış olduğunuz şiddet olayından sonra mesleğinize ve çalışma ortamınıza bakış açınızda bir değişiklik oldu mu?

Mesleğime olan sevgim ve inancım hiç değişmedi, ama mesleğimi yaptığım çalışma ortamı ve çevre şartlarıyla ilgili kendimi gerçekten korumasız ve yalnız hissettim.

Bir meslektaşınız olarak soruyorum; yaşadığınız olaydan sonraki günlerde mesleğinizi icra etmekte zorlandığınız zamanlar oldu mu?

Evet, olay sonrası ilk nöbetlerimde psikolojik olarak zorlandım. ‘’Benzer bir olay tekrar eder mi’’ korkusu oldu diyebilirim.

Şiddet olaylarının azalmasında en etkili çözüm sizce ne olabilir?

Şiddet olaylarının oluşmasında; tarafların psikolojik durumları ve toplum olarak içinde bulunduğumuz şartlar etken kabul edilebilir. Mevcut sistemde acil servislerden beklentinin gerçekten fazla olduğunu düşünüyorum ve acil servislerin iş yükünün haddinden fazla olduğunu düşünmekteyim. Bu durum hem hasta ve hasta yakınlarına hem de biz çalışanlara çok fazla stres yüklemektedir. Mesela kapasite yetersizliği, özelleşmiş birim ve hekim yokluğu veya azlığı iş yükümüzü ciddi olarak arttırmakta olup, bunun yanında hastane içindeki güvenlik tedbir ve önlemlerinin yetersiz olması da şiddet olaylarına zemin hazırlamaktadır. Sonuca geldiğimizde olay olmadan olayı önlemekte aciz kalan sistem maalesef olaylar başladıktan sonra da bizleri korumakta yetersiz kalıyor. Bütün bu konularla ilgili iyileştirmeler bu tür olayların azalmasında bir nebze katkı sağlayacaktır.

Önümüzdeki yıllarda sağlıkta şiddetin olmadığı, çalışma saatlerinin makul düzeyde olduğu, performans odaklı çalışma sisteminin rafa kaldırıldığı bir Türkiye hayal edebiliyor musunuz?

Maalesef hayal bile edemiyorum. Toplumsal ruh hali, sosyo ekonomik şartlar,  karar alıcıların tavır ve tutumlarını gördükçe bu tarz iyi temennileri hayal etmek bile zorlaşıyor.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

15 Haziran 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

Uyku ve Beslenme

by İbrahim ALTUNOK 11 Haziran 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Sabah acile geldim, yine kafamda bin tane düşünce:

“Offf yarın yine grev var, grev yapılsın yapılmasına da herkes yine acile yığılacak şimdi sanki.”

“Geçen ayın ek mesaisi yattı mı bi bakayım acile geçince, kira gününe kadar yatsa bari.”

“Ayy Minnoş kanepelere bu gece işemez inşallah, her nöbet ev rezalet oluyor.”

“Eyvaaaaaah bi de etik kurul var yaaaaaaa, tamamen aklımdan çıkmış. Son günü ne zaman acaba.”

“Öffff ne ara yedim ben bu yemeği, hani artık hızlı yemicektim, ekmek yemicektim, iki dilimi de gömdün aferim sana!”

Edinilemeyen haklar, fazla çalışma mesaileri, şiddet, düşük maaşlar, adaletsiz çalışma koşulları, uygunsuz görevlendirmeler, artan hayat pahalılığı, evde bekleyen bebekler ve ya kediler, yapılamayan ve yığılan işler, hiç uyumamış gibi hissedip aslında akşamlara kadar uyuyup sabahlara kadar oturmalar…

Gece vardiyalı çalışmak yeterince zorken, hayat kalitemizi ve sağlığımızı olumsuz yönde etkileyen kalitesiz uyku ve kötü beslenme ile neden bedenimize ve psikolojimize daha fazla eziyet ediyoruz?

Beslenmemizin eskiden sandığımız kadar basit bir aldığı-çıkardığı mekanizması olmadığını artık biliyoruz. Mesela sızdıran bağırsak sendromu Alzheimer’dan, Otizme, alerjiden, diyabete her gün karşılaştığımız birçok klinik durumla ilişkili. İdiyopatik olarak adlandırdığımız özellikle nörodejeneratif hastalıkların temelinden bağırsaklarımız çıkmaya başladı. Beslenme sadece hastalıklarla değil günlük yaşamımızdaki birçok durumla ilişkili. Bunlardan bir tanesi de uyku.

Beslenme ve uyku arasında güçlü bir bağlantı var, aslında bu bir döngü. Sağlıksız beslenme, uyku kalitemizi bozuyor, uyku kalitemiz bozuldukça da sağlıksız içerikli beslenmeye eğilimimiz artıyor.

Akşam yemeğinden sonra, yatmadan önce yeme alışkanlığı uyku kalitesini olumsuz etkiliyor. Hem uykuya dalmak zorlaşıyor hem de kan şekeri yükselmesi gece sık uyanmalara, hatta ardından artan insülin düzeyi ile uyanıp tekrar bir şeyler atıştırma ihtiyacına sebep oluyor. Bu durum nöbet tutan bireylerde nöbet çıkışı uyumadan önce yenilen yemek için de geçerli.

Özellikle uzun gece nöbetlerinde gece saatlerinde başlayan acıkma hissi ve bir şeyler atıştırma ihtiyacı neredeyse tüm vardiyalı işlerde çalışanlarda gözlenen bir sorun. Tabi ki acilin koşuşturmasında acıkıp bir şeyler yeme ihtiyacımız çok normal, ama o köşedeki köfte ekmekçiden sipariş vermeyelim.

“Günün hangi vakti yediğimiz kadar ne yediğimiz de önemli”

Nöbet tutan sağlık çalışanlarında yapılan bir çalışmaya göre, çalışanların gece vardiyasında az miktar atıştırmalık tüketmesi ile çok miktarda atıştırmalık tüketmesi araştırılmış. İki grubun sabah kahvaltısındaki kan şekeri cevaplarına bakıldığında fazla atıştırmalık tüketen grupta kan şekeri düzeyi anlamlı olarak fazla bulunmuş.

“Evet canım, çok haklısın, zaten yemek yapmaya çok vaktim vardı. Her gün karnıyarık yapıcam söz. Hastaneye de evde yaptığım karabuğday unlu, chia tohumlu pankek yanında organik keçi sütü peynirimi, doğal bahçelerden toplanmış sebzelerle renklendirdiğim kahvaltımı götüreceğim” dediğinizi duyar gibiyim.

“Yediklerimizin ve içtiklerimizin içeriği de uyku kalitemizi etkiliyor”

Lif oranı düşük, doymuş yağ oranı yüksek yiyecekler derin uykunun süresini azaltarak uyku kalitesini bozuyor. Sindirim sistemimizin iyice yavaşladığı akşam saatlerinde yüksek protein içerikli, sindirimi zor yiyecekler yediğimizde dolu mide gibi sebeplerle sık uyanmak kaçınılmaz oluyor. vardiyalı sistemde çalışanların özellikle nöbet çıkışı istirahat öncesinde yüksek proteinli gıdalardan kaçınması gerekiyor.

Yine sağlıkçılara yönelik yapılmış olan bir çalışmada vardiya usulu çalışan ve çalışmayan iki grubun beslenme alışkanlıkları karşılaştırılmış ve nöbet tutanların hedonik beslenmeye meyilli oldukları görülmüş.

“Bir de hedonik beslenme çıktı ne güzel! Zaten bir yemek keyfimiz var, onu da alın elimizden.”

Mental fonksiyonlarımızın, fiziki performansımızın çok büyük bir kısmı beslenmemizle ilişkili. Üstelik hedonik beslenme bu durumları kötü yönde etkiliyor. Yemek yemeyi beynimizin zevk, ödül ve bağımlılık merkezi ile ilişkilendirdiğimizde tok olsak bile tıkınırcasına yiyebiliyoruz, buna da hedonik beslenme diyoruz.

“Fonksiyonel Tıp ile uğraşanlar yorgunluk, depresyon, unutkanlık ve kas ağrılarının beslenme ile ilişkili olduğunu savunuyor”

Hedonik beslendikçe gece yemeleri, uyku problemleri de artıyor. Maalesef literatürde hedonik beslenen, gece yeme sendromu olan kişilerde diğer psikiyatrik hastalıkların görülme sıklığında artış olduğu da gösterilmiş.

İkinci beynimiz diyoruz, seviyoruz gastrointestinal sistemimizi, peki tüm bu eziyetleri ona neden yapıyoruz?

Belki en başta saydığım sorunlar ile baş edemeyip, yemek yemeyi hedonik bir hale getiriyoruz. Yani bir keyfimiz “yemek” kaldığı için, belki de hayata yer açmaya çalışıp nöbetlerden kalan zamanlarda uyumadığımız, uyumamaya çalıştığımız için.

Evet maalesef kötü beslenme dışında, uyku kalitesinin bozukluğu özellikle kısa uyku süresi de metabolik olarak kötü sonlanımlarla ilişkili. Yapılan çalışmalar kısa uyku süresinin obezite, tip 2 diyabet, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, daha yüksek toplam enerji tüketimi, daha yüksek toplam yağ tüketimi, daha düşük meyve tüketimi ve daha düşük kaliteli diyet uygulamaları ile ilişkili olduğunu göstermiş. Ayrıca uykumuzdan kıstıkça artan Ghrelin iştahımızda artışa, iştahı baskılayan Leptin ise azalmaya başlamaktadır.

Size hep kötü haber verdim değil mi?

Hadi madalyonun öteki yüzüne bakalım. Genel olarak sağlıklı beslenme alışkanlıkları, uyku düzeninde de iyileşmeye yol açar. Taze meyveler, sebzeler, sağlıklı tahıl türleri ve az yağlı proteinler içeren yüksek lifli bir diyet tüketmek ve ilave şeker içeren gıdalardan kaçınmak uyku kalitemizi arttıracağı gibi fazla kilo sorunumuz varsa kilo vermemize de yardımcı olacaktır.

Baktınız sadece beslenme ile olmuyor “doktorunuzun” önerdiği takviyelerden de faydalanabilirsiniz. Mesela B vitaminlerinin melatonin düzenlenmesine yardımcı olduğunu biliyoruz. B vitamini kompleksleri kullanabilir veya direk melatonin desteği alabilirsiniz. B vitaminlerinden zengin olan balık, yağsız kümes hayvanları ve et, baklagiller ve yumurta tüketebilirsiniz.

“Kafein tüketiminizi sabah saatlerinde yapmaya özen gösterin”

Kafein tüketiminizi gözden geçirebilirsiniz. Kafeinin yarılanma ömrü ortalama 5-6 saat olsa da kişiden kişiye 9 saate kadar uzayabilmektedir. Dolayısıyla özellikle öğleden sonra kafein tüketmek birçok insan için potansiyel bir uyku bozucudur.

Alkol tüketiyorsanız uyumaya hazırlanırken alkol tüketmenin o kadar da iyi olmadığını hatırlatmak isterim. Alkolün etkileri geçtikten sonra, muhtemelen aniden uyanarak kendinizi dinlendirici derin uykudan mahrum bırakacaksınız.

Yatmadan önce atıştırma alışkanlığınız varsa yukarıda bahsettiğim nedenlerle uyku kalitenizi bozmasına izin vermeden bu alışkanlıktan vazgeçebilirsiniz.

Sağlıklı bir diyet ve uyku düzeni birbirini tamamlar. Hastalardan ve acil servisteki sonsuz koşuşturmalardan önce kendinize özen gösterme zamanı bence çoktan geldi. Zor gibi görünse de imkansız değil…

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

11 Haziran 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Özel Gün KutlamasıTanıtımTATDsosyal

14 Mart Tıp Bayramı Koşusu: Adımlarınız Yüzlerce Adıma Karıştı!

by Serkan Emre Eroğlu 7 Haziran 2022
written by Serkan Emre Eroğlu

Türkiye Acil Tıp Derneği (TATD) olarak, 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında, COVID-19 nedeniyle hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarımız anısına 13 Mart 2022 Pazar günü saat 10:00’da Ankara-Eymir Gölü koşu parkurunda bu yıl ilki yapılan 14 Mart Tıp Bayramı Koşusu’nu başarı ile gerçekleştirdik.

Sabahın ilk saatlerinden itibaren yaklaşık 800 kişinin katılım sağladığı etkinlik TATD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serkan Yılmaz’ın işareti ile başladı. Hikmet Boran önderliğindeki tıp fakültesi öğrencilerinin işgal kuvvetlerine karşı kararlı duruşlarına atfen 14 Mart 1919’dan beri sadece ülkemizde kutlanan 14 Mart Tıp Bayramını, Türkiye Acil Tıp Derneği olarak farklı bir bakış açısı ile kutlamış olduk.

Geçirdiğimiz yorucu ve zorlu iki yılın ardından nihayet yüz yüze hekimlerimizin Tıp Bayramını kutlama şansına kavuştuk. Bu etkinliğin diğer önemli bir özelliği ise COVID-19 pandemisi nedeni ilearamızdan ayrılan değerli sağlıkçılarımızı anmak, onların çocuklarına eğitim bursu sağlayabilmek idi. Bu amaçla, eğitime destek Burs Fonları için Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı (KAHEV) ve Türk Eğitim Vakfı (TEV) ile organize edilen bir kampanya da başlatıldı ve içinde bulunduğumuz Nisan ayı ortasına kadar bağış kampanyası devam ettirildi.

Etkinliğin hayata geçirilmesinde çok büyük emek ve gayret gösteren başta düzenleme komitesi ve Acil Tıp Asistan Birliği’miz üyelerine, etkinlik konusunda bizlere her türlü desteği sağlayan ana destekçimiz ise Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Mansur Yavaş ve Ankara Büyükşehir Belediyesi mensupları idi. Yine, etkinliğin planlanma, hazırlık ve gerçekleşmesi aşamasında Türkiye Atletizm Federasyonu, Ankara yerel koşu grupları Red foxes running, Bold union, Run Ankara ve Run urban yardımlarını esirgemediler. Katılımcıların güzel vakit geçirmesinde bir başka önemli katkı sağlayan ise, müzik grubu Ters Manyel idi.

“Ultra Maraton, maraton ve yarı maraton dahil 30’a yakın yarış koştum. Pandemi’de gizli gizli dağlarda, tepelerde, sokak aralarında koşulara çıktım. Ama benim için en özeli 14 Mart Tıp Bayramı Koşusu idi. Yarış sadece benim için organize edilmiş gibi hissettim. Tek kelime ile enfesti. Yarış tişörtünü her gördüğümde gülümserim. Böyle klas bir organizasyon için Türkiye Acil Tıp Derneği’ne ve emek veren herkese şükranlarımı sunuyorum. Devamını heyecanla bekliyoruz…”

Davut TEKYOL, Acil Tıp Uzmanı

“13 Mart 2022 tarihinde çok sevdiğim mesleğim ve vazgeçemediğim aşkım koşunun bir arada olduğu inanılmaz bir gün yaşadım. Türkiye Acil Tıp Derneği (TATD) ve Acil Tıp Asistan Birliği’nin (ATAB) COVID-19 nedeniyle hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarımız anısına düzenlediği “14 Mart Tıp Bayramı Koşusu” Ankara için bile çok soğuk diyebileceğimiz bir havada gerçekleşti. Sabah heyecanla gittiğimiz alanda -8 derece olmasına rağmen düzenli organizasyon sayesinde çok güzel vakit geçirdik. Türkiye’de yetişmiş ve 30 yıllık bir hekim olarak bu koşuda yer almak ve hekimler sıralamasında 3. olmak çok gurur verici oldu benim için. Organizasyonun düzenlenmesinde emek veren herkese binlerce teşekkürler. Hekimlerimizin ne kadar özverili çalıştıklarının unutulmaması, bu organizasyonun ve benzerlerinin gelecek yıllarda artarak devam etmesi dileğiyle…”

Nefise Çağla Tarhan, Prof. Dr., 10 K Doktor Genel Klasman 3.sü

“14 bayram Tıp Bayramı koşusunu kazanan bir sporcu olarak; Yarışma benim için çok büyük anlam içeriyor. Adından da anlaşılacağı gibi sağlık çalışanlarımızın her zaman başımızın üstünde yeri vardır. Ve bu yarışın her yıl tekrarlanmasını umut ediyorum. Şunu belirtmek isterim ki, yarış organizasyonu inanılmaz güzeldi ve çok keyifli yarış koştuk havanın soğuk olmasına rağmen her şeyin ayrıntılı ile düşünüldüğü bir organizasyon olmuş, Ankara da yarış yok derken hoş geldin tıp bayramı koşusu…”

Ramazan Özdemir, 10 k Genel Klasman (Erkek) 1.si

“Eymir Gölü’ne gelen katılımcılar eşleri dostlarıyla hoş vakit geçirdiler. Koşu etkinliği bir festival, bir bayram havasında geçti diyebilirim. Aslında amacımız da buydu, Tıp Bayramının, tüm halkın katılımı ile kutlandığı bir bayram olması idi. Nihayetinde, doktorların kendi aralarında ve diğer tüm çalışanlarıyla, yakınlarıyla kutladığı bir bayramdan çıkıp, tüm halkın coşkuyla kutladığı bir bayrama dönüştü de… Bir diğer amaç, 14 Mart Tıp Bayramı’nın, bir “koşu” ile anılması idi. Böylece sağlık ve sporun birleştiği bir alan olacaktı. Bu tarzda etkinliklerin farkındalık oluşturmak için ayrı bir fırsat sunduğuna inanırım. Bu fırsatı da değerlendirdik sanırım. Üstelik, bayramı kutlarken ihtiyaç sahibi olan kişilere bağışta bulunma platformu oluşturduk. Belki de bu organizasyonu gönüllü olarak yaptıran en kuvvetli itici güç de buydu…”

Burak Emre Gilik, Acil Tıp Uzmanlık Öğrencisi, 14 Mart Tıp Koşusu Organizasyon Üyesi

“Biz asistanlar adına hem sporu teşvik eden hem çok güzel vakit geçirmemizi sağlayan güzel bir etkinlik oldu umarım gelecek yıllarda da katılımlarımıza devam ederiz. Hem koşu hem diğer etkinlikler birlikteliğimizi artırıp beraber çok güzel fikirler oluşturabileceğimizi gösterdi ayrıca bizim bir aile olduğumuzu bize hatırlattı. Sosyal yönden eksiklerimizi görüp bizi daha sağlıklı olmaya teşvik edip sosyal hayatta daha aktif olmamız gerektiğini hatırlattı. Emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum.”

Hızır Doygun, Acil Tıp Uzmanlık Öğrencisi

“14 Mart tıp koşusu benim için ne ifade ediyor?
Bu koşu yıllarca emek verdiğim ve vermekte olduğum mesleğim ile özgürleştiğimi hissettiğim koşunun kesişim kümesi olduğu için çok ama çok anlamlıydı. Koşunun doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum ve çalıştığım şehirde, başkentimizde hele de Red Foxes ekibimizle sürekli antrenman yaptığımız Eymir’de olması da mutluluk vericiydi. Ayrıca ruhumda pandemiden hayatını kaybeden doktorlarımızı hissetmek ve tüm çalışma hayatımız boyunca yaptığımız fedakarlıklar, verdiğimiz emekleri düşünmek gururla ve ayaklarım yere sağlam basarak koşmama sebep oldu. Hekimler arası 5K’da ikinci olmam da mutluluğumu perçinledi. Organizasyonda emeği geçen tüm ekibe tekrar teşekkürler…”

Banu Topçu Çakır, Prof. Dr., Radyoloji, 5 K Genel Klasman Doktorlar 2.si

“RunAnkara ailesi olarak böyle bir anlamlı koşuda yer almaktan son derece onur duyduk. Öncelikle yarışı planlayan ve organize eden herkese teşekkürler. Koşmanın birleştirici ve aynı zamanda yardım edici bir spor olduğunu tekrar görmüş olduk. Tüm sporcularımız adına tekrar teşekkür ediyoruz. Bundan sonra yapılacak tüm etkinliklerde tüm sporcularımızla beraber hem koşarak hem de organizasyonun içinde var olarak sizlerin yanında olmak isteriz. Her şey muhteşemdi. Bir sonraki yarışta görüşmek dileğiyle.”

Hüseyin Bayındır, RunAnkara

“Böyle büyük ve güzel hazırlanılmış bir organizasyona katıldığım ve bir fikri seslendirme amacıyla neler yapılabildiğini gördüğüm için çok mutluyum. Gelenekselleşmesini umduğum bu organizasyonun temellendirildiği sağlıklı yaşamın 14 Mart Tıp Bayramı ile adının bir arada anılmasının hala umudun varlığını gösterdiğine inanıyorum. Bütün iyi niyetli ve güzel emekler için teşekkürler.”

Ahmet Gündüz, Acil Tıp Uzmanlık Öğrencisi

“14 Mart Tıp Bayramı koşusu belki de unutamayacağım en güzel tıp bayramı etkinliklerinden biri oldu. Güzel bir organizasyon eşliğinde Eymir Gölü’nün güzel manzarası ve temiz havasında koşmak çok keyifli ve güzeldi. Emeği geçen herkese teşekkürler. Bu tür etkinliklerin devamı gelmesi dileğiyle…”

Abidin Bostancı, Acil Tıp Uzmanlık Öğrencisi

“14 Mart Tıp Bayramı Koşusu, bu sıkıldığımız buhranlı dönemimizde ilaç gibi geldi. Hem kaybettiğimiz meslektaşlarımızı andık hem de neden bu mesleği seçtiğimizi hatırladık. Unutamayacağımız güzel günlerden biri olarak beynimize kazındı. Bu ve bunun gibi etkinliklerin devamının gelmesi dileğiyle, Emeği geçen herkese teşekkürler.”

Ceren Türe, Acil Tıp Uzmanlık Öğrencisi

Ödül Kazananlar

Adı Soyadı10K Genel Klasman Kadın
BÜŞRANUR KOKUBirinci
SÜMEYYE EROLİkinci
FATMA ARIKÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın Hekim
PELİN BAYIKBirinci
GÜL YILDIRIMİkinci
NEFİSE ÇAĞLA TARHANÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 35-39 Yaş
MERYEM KILIÇ GÜNDOĞDUBirinci
NEVİN ŞAHİNİkinci
YELİZ ÇELİKÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 40-44 Yaş
PELİN BAYIKBirinci
HANDE COŞKUNİkinci
ÖMÜR BABAYİĞİTÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 45-49 Yaş
GÜL YILDIRIMBirinci
BURÇE DÜNDARİkinci
EMEL KELEŞÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 50-54 Yaş
BAHAR ŞENER PEDGLEYBirinci
NEFİSE ÇAĞLA TARHANİkinci
BİNNUR YÜCELÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 55-59 Yaş
FATMA KURUMLUBirinci
SEHER GAZANİkinci
NEBAHAT ONANÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 60-64 Yaş
HÜLYA TÜRKMENBirinci
ÜNZİLE TUFANİkinci
ŞENGÜL ERENÜçüncü
Adı Soyadı10K Kadın 65-69 Yaş
NİLGÜN ÇELİKBirinci
CAHİDE YILDIRIMİkinci
Adı Soyadı10K Genel Klasman Erkek
RAMAZAN ÖZDEMİRBirinci
BAHATTİN ÜNEYİkinci
ÖMER OTİÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek Hekim
BEDİRHAN AYDINBirinci
MEHMET EMİN İNCEİkinci
YAKUP GÜDEKÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 35-39 Yaş
ŞEMSETTİN KAYABirinci
CİHAN ÇELEBİİkinci
İLKAY DEMİRELÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 40-44 Yaş
SERKAN SAĞINÇBirinci
GÖKHAN ÇETİNİkinci
MEHMET EMİN İNCEÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 45-49 Yaş
SEDAT ERTENBirinci
AYDIN GÖVENİkinci
GÜNHAN OSMAN BAYATÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 50-54 Yaş
AYHAN DUYMUŞBirinci
YAVUZ YILDIZİkinci
İRFAN BOZYİĞİTÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 55-59 Yaş
MEMET MUSTAFA BULDUMBirinci
GÖKHAN GÜNEYİkinci
KEMAL KUKULÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 60-64 Yaş
SAFA HETBirinci
ZAFER AYYILDIZİkinci
ADNAN GAZANÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 65-69 Yaş
ALİ ÇETİNBirinci
AYHAN TUFANİkinci
SERHAT MEHMET CENGİZÜçüncü
Adı Soyadı10K Erkek 70+ Yaş
CELALETTİN YILDIRIMBirinci
VELİ BALLIİkinci
RIZA DEMİRÜçüncü

Teşekkürler

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Atletizm Federasyonu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Pharmactive İlaç, CCN Sağlık, AK Sigorta, Decathlon, Nuh’un Ankara, Delta Macera Sports & Cafe, Kızılay, Beypazarı, Züber, Dolunay Ambulans, Ters Manyel, Red Foxes Running, BOLD Union, RUN Ankara, Run urban

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

7 Haziran 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

Acilde Kadın Hekim, Evde Anne ve Eş Olmak

by İbrahim ALTUNOK 30 Mayıs 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Kadın olarak erkek egemen toplumda yeterince zorluklarla karşılaşmaktayız. Bunun yanına hekimlik hele ki acil hekimliği işimizi biraz daha zorlaştırabilir. Ama biz kadınlar zorluklardan hiç bir zaman korkmadık. Aksine her zorluğu en iyi şekilde yönetmeyi öğrendik ve en iyi şekilde de yönettik. Bizim için acil hekimi olmak artık bir yaşam şeklidir. Bununla övünmekten de geri kalacak değiliz elbette.

“Hekim olmak; özellikle kadın hekim olmak tabiki zordu”

Eski zamanlarda (bazen şimdiki zamanda bile) kadınların eğitim alamadığı, erkekler tarafından yok sayıldıkları bir gerçek. Ama mitoloji zamanlarından beri kadın hekimlerin varlığından ve başarısından eski kaynaklar sık sık söz etmiştir.

“Agnodice ilk kadın hekim erkek kılığına girerek mesleğini icra etmek zorunda kalmış”

Yunan kaynaklarında Agnodice’in ilk kadın hekim olduğundan bahsedilir. Özellikle kadınların tıp okullarına kabulünün yasak olduğu bir dönemde erkek kılığına girerek hekimlik mesleğini başarı ile yürütmüştür. Kimse zorlu bir doğuma yardım edene kadar kadın olduğunu anlamamıştır. Kadın olduğu anlaşıldığında ise hem yasağa uymadığı için, hem de erkek kılığında eğitim alıp eğitim kurulunu yanılttığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılmıştır. Ancak bunu duyan kadın hekimin tedavi ettiği kadınlar ayaklanması sonucu cezasından kurtulmuştur.

Roma mitolojisinde Salus, İnka mitolojisinde Cocomama, Sümer mitolojisinde Bo, Hint mitolojisinde Çriisimleriyle sağlık tanrıçaları olarak bahsedilmiştir. Türklerde ise islam öncesinde sağlık ile uğraşanlar kam hatun olarak adlandırılmıştır. İslamiyet sonrasında ise savaşlarda yeterli hekim olmamasından kaynaklı;  kadınların yaralı askerlerin tedavisine yardımcı olan  Tabibe Zeynepbu konuda isim yapmış bir hekimdir. Şimdilerde ise 2019 verilerinde 26.453 profesörün 8.356 (%31’i)’sının kadın hekimlerden oluştuğu görülmektedir.

Peki bu kadar zorluğun üzerine biz neden acil tıp hekimliğini seçtik?

İlk kez acil tıbba asistan hekim olarak başladığımda ne yaptığımızı, neler yapabileceğimizi bile tam bilmiyordum. Ama ortamın adrenalini, hasta takibinin olmaması, nöbet usulü çalışmanın verdiği zevk beni mest etti. Tabi bunun yanında sevimli kıdemlilerin (ki birisi sonrasında eşim oldu) var olan öğretme sevdası, girişimsel işlemlere olan tutkusu benim ateşimi körükledi. Bu zevkli süreci 14 ay yaşadıktan sonra sosyal sebeplerden asistanlık hakkından feragat edip Kadın Hastalıkları ve Doğum asistanlığına başladım. Bu sefer de asistanlığımın 8. (sekizinci) ayında gerçekte sadece acil tıbbı sevdiğime karar verip oradan da istifa ettim. Sonra şansıma çıkan asistan affından yararlanarak yeniden acil tıp camiasına büyük bir heyecan ve zevkle katıldım. Tabii ki diğer alanları da görünce; yaptığımız işin önemini ve heyecanını, mesleki tatminini daha iyi anladım.

“Anne olmak başıma gelen en iyi şeylerden biri”

Bu süre zarfında iki kez anne olma şerefine de nail oldum. Kendim gibi hiperaktif, enerji dolu, biraz da yaramaz iki oğlum oldu. Acilci mantığı safları sık da tutunca aralarındaki yaş farkı 14 ay oldu. Bu da iki erkek çocuğu büyütmek değil; evde 3 erkek ile kısmen delirmek anlamına geliyormuş zamanla anladım (ama şimdilerde iyi ki onlarla deliriyorum diyorum).

Anne olmak, eş olmak, hekim olmak, acil tıp hekimi olmak… Aslında bunların hepsi hayatta hep zoru başarmak ve bu zorluklarla baş ederken mutlu olmaktı benim için. Başta eşim (acil tıp doktor öğretim üyesi), devamında ebeveynlerim bu konuda ciddi şekilde yardımcı oldular ve kısa sürede uzun ömür yaşamışçasına yaşlanıp tükendiler. Bazen kendi ailem bile mesleğim ile ilgili yargılarda bulunsalar da özellikle eşim; hatta çocuklarım bile çok memnundu halinden. Düşseler ‘Annem halleder’, ateşleri çıksa ‘Anne ateşim var hangi şurubu alayım?’, ‘Hadi anne oyuncaklarıma kalp masajı yapmayı öğret bize’ sözleri evdeki rutinimiz olmuştu. Daha kendi isimlerini tam söyleyemez iken 112 numarasını ezbere biliyorlardı. Her gün eve gelince ‘Anne bugün nasıl hastalar geldi? Anlatır mısın?’ diye evde sözel vizit atıyorlardı. Hastaneden her gün boş koli alıp evde montessori tarzı aktiviteler yaptık. Bu aktivitelerden sadece kendi çocuklarım faydalanmadı elbette; hastaneye muayeneye gelen sakinleşmeyen çocuklara da hastane koşullarında oyuncaklar yapıp gönüllerini almayı bildik (rutin olan eldiven şişirmekten bahsetmiyorum).

Özellikle eşim ile sürekli evde konsültasyonlar yaptık birbirimize. Ben ‘Sen kıdemlisin sen bak’ diye konsülte ettim; o ise ‘Ben kadın doğum ve pediatri konusunda eksiğim sen bak’ diye konsülte etti. İşi eve taşımanın en eğlenceli yolunu bulmuştuk nihayetinde. Tabi bu akademik hayatta da devam etti neyse ki. Eşimin (Atakan SAVRUN) ilgi ve yetenekleri ile benimki farklı olduğu için akademik alanda yan dallar yaptık kendimize. İstatistik ve veri toplama işi bende iken yazım ve dergilere yükleme işi ondaydı. Bu sayede gücümüzü iki değil belki üç belki dört katına çıkardık.

“Kadın olmak multidisipliner düşünmeyi gerektiriyor”

Hasıl-ı kelam bu süreçler sancılı geçti. Yalan söylemeyeceğim. Ama her düştüğümüzde birlikte kalkmayı, acıyı kederi neşeye çevirmeyi hep birlikte öğrendik. Şimdiki nesile bazen bakıyorum; çok zorlandıklarını görüyorum. Şahsen üzülüyorum. Kadın olmak multidisipliner düşünmek demek, kadın olmak krizleri çözmek ve yönetmek demek, kadın olmak empati kurmak demek, kadın demek acil demek.. Elimizde bir ‘wonder women’ bir ‘zeyna’ gücü varsa neden kullanmayalım.

SONUÇ OLARAK İÇİMİZDEKİ GÜCÜ UYANDIRALIM!

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.

30 Mayıs 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajTanıtımTATDsosyal

Acil Tıp İçinde Bir Yan Dal: Çocuk Acil Çalışma Grubu

by Çağlar Kuas 6 Mayıs 2022
written by Çağlar Kuas

Bugün Acil Tıp camiasında çok tanınan, Türkiye’de Acil Tıbbın ilk kuruluşundan bu yana gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda elinden gelen her türlü gayreti ve desteği sarf etmekten asla geri durmayan değerli hocamız Prof. Dr. Cem Oktay’ı konuk ediyoruz. Kendisi ile Acil Tıp üzerine konuşmak istesek büyük ihtimal günler yetmez bize anlatacaklarını özetlemeye. Bugün farklı bir konu – tabii ki yine Acil Tıp ile bağlantılı – bir konu üzerine konuştuk. TATD Çalışma gruplarının her geçen gün artan gücüne bir yenisi daha eklendi: “Çocuk Acil Tıp Çalışma Grubu”. Yurtdışında yan dal olarak işleyişini devam ettiren birkaç branştan biri olan Çocuk Acil Türkiye’de halen Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlığının tek elinde devam ediyor.

Cem Hocam Hoş geldiniz!

Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sorularımıza başlamadan önce kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

1992 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum. İki yıldan biraz fazla mecburi hizmet yaptıktan sonra 29 Ağustos 1995 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalında uzmanlık eğitimime başladım. Bildiğiniz gibi bu anabilim dalı Türkiye’deki ilk kurulan acil tıp ana bilim dalıdır ve ben de ilk asistanlardanım. Burada ihtisasımı tamamladıktan sonra 1999 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesine uzman hekim olarak geçtim. 2001 yılından beri de akademik kadroda aktif olarak çalışmaya devam ediyorum.

Sizinle bugün genel olarak Çocuk Acil Tıbbı üzerine konuşacağız ama öncelikle yakın zamanda 7. Avrasya Acil Tıp Kongresi ve 17. Türkiye Acil Tıp Kongresi düzenlendi. Kongrede Çocuk Acil Tıbbı açısından önemli isimler konuşmacı olarak katkıda bulundu. Sizin için kongre nasıl geçti?

Kongre oldukça verimli ve bir o kadar da yoğun geçti benim açımdan. Hiç boş zaman bulamadık hatta pek çok zaman aynı anda birden fazla yerde olmamız gerekiyordu. Çocuk acil tıp konusunda da çok güzel gelişmeler oldu. TATD Çocuk Acil Tıp Çalışma Grubu yüz yüze ilk toplantısını gerçekleştirdi. Gerek Türkçe salonlarında gerekse de EACEM salonunda yapılan paneller oldukça etkiliydi ve yoğun katılımla gerçekleşti.

Çocuk acil tıp grubunun ilk yüz yüze toplantısı da kongrede yapıldı fakat daha öncesinde kurulan bir çalışma grubu olduğunu biliyoruz. Bu çalışma grubunun öyküsünü bize anlatır mısınız?

Aslında öyküye daha öncesinden başlayayım. Türkiye Acil Tıp Derneği (TATD) bildiğiniz üzere 1995’te kuruluyor. TATD’nin kuruluş amacı acil tıp ile ilgili bütün alanlarda, hastane öncesi ve afet de dahil, hastaların daha iyi acil sağlık hizmeti almasını sağlamak ve hekimlere aynı zamanda topluma eğitimler ve katkılar sağlamaktır.

Uzmanlığın ilk yıllarında daha çok uzmanlık eğitiminin müfredatı kapsamında çalışıldı. Bu müfredat kapsam içerisinde, uzmanlık eğitim sırasında çocuk hastalıkları rotasyonu mevcuttu. Çünkü acil hekimlerinin temel görev tanımında “Her yaş grubundan hastaya bakar” cümlesi de vardır. Zaten günlük pratiğimizde, özellikle eğitim ve araştırma hastaneleri dışındaki kurumlarda çalışan acil tıp uzmanlarının hizmet verdiği hasta popülasyonu her yaş grubunu kapsıyor. Zamanla eğitim müfredatının genişlemesi ve 2000’li yılların ortasında çocuk acil tıp yan dalının oluşması ile birlikte bazı uzmanlık eğitimi verilen kliniklerde uzmanlık eğitimi boyunca görülen çocuk hasta oranı azaldı. Rotasyon süresi de 2009’dan sonra 2 aya indirildi. Bunların etkisi ile alana çıkan acil tıp uzmanları çocuk hastaların bakımında bazı ihtiyaçlar hissettiklerini belirttiler. Özellikle uzmanlarımızdan gelen bu teklif üzerine TATD çatısı altında 2019 sonunda bir Çocuk Acil Tıp Çalışma Grubu kurulması planlanarak, hekimlerimizin sürekli tıp eğitimi kapsamında Çocuk Acil Tıp konusunda da kendilerini yenilemeleri için bir girişimde bulunuldu. Bunun üzerine TATD Başkanlığına sunulan dilekçe sonrası 6 Ocak 2020 tarihinde TATD Yönetim Kurulunun onay vermesi ile TATD Çocuk Acil Tıp Çalışma Grubu kuruldu.

Buradaki temel hedef; çocuk hastaların bakımı için acil sağlık hizmetlerinde görev alan ulusal ve uluslararası tüm hekimler ve kuruluşlar ile iş birliği sağlamak, çocuk acil tıp ile ilgili klinik, eğitimsel ve yönetimsel konularda bilgi paylaşımı yapmak, çocuk acil tıbbının geleceği için üst otoriterler ile iletişimi sağlamaktır. İlk duyurular yapıldıktan sonra üyelikler alındı, ancak pandeminin araya girmesi ile ilk etapta hiç yüz yüze gelemeden online toplantılar ile faaliyet göstermeye başladık. 2020 yılı sonunda 2021 yılı için planlanan hedeflere yönelik olarak webinar ve kurs programları oluşturduk.

Günümüzde Acil Tıp uzmanları çocuk hasta bakımında önemli bir yer tutuyor. Geçmişten günümüze çocuk acil tıp nasıl bir yol kat etti? Acil tıp uzmanları acil serviste çocuk hasta bakımının neresinde duruyor?

Ülkemizin sağlık alt yapısına bakarsak aslında hepimiz tıp fakültesinin 4. yılında yaklaşık 2 ay teorik ve pratik ve 6. yılında ise yaklaşık 2 ay uygulama kapsamında çocuk stajlarına sahibiz. Tıp fakültesi mezunları daha önceki yıllarda da teorik düzeyde çocuk hastalıkları ile ilgili eğitimler almaktaydı.

Yani Tıp fakültesinden mezun olan hekimler özellikle birinci basamağa çıktıklarında, eskiden sağlık ocağı düzeyinde şimdi aile hekimliği düzeyinde, pratik olarak çocuk hastaların sağlık sorunları ile ilgileniyorlar. İki yıldan biraz daha uzun bir süre mecburi hizmet yaptığımı söylemiştim. Bu mecburi hizmet sırasında çalıştığım ilçe 7000 nüfusluydu ama sağlık ocağının kapsadığı nüfus 21000’e kadar çıkıyordu. İlçedeki bütün çocuklara biz pratisyen hekimler hizmet veriyorduk. Çocuk hastalıkları ile ilgili çok sorunlu durumlarla karşılaştığımızda en yakın ilçe 30 km uzaktaydı sadece orada Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı vardı. Hastaları oraya ya da il merkezine sevk ediyorduk. İl merkezi de yaklaşık 100 km uzaktaydı.

Tabi hekim olarak hepimizin her yaş grubundan hastaya bakma sorumluluğu var. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlığı bir uzmanlık ana dalı ve bu uzmanlık düzeyinde yapılabilecek çok daha detaylı uygulamalar var. Hatta bu ana dalın da kendi içinde çok sayıda yan dalı var. Çocuk Acil yan dalı, Acil Tıp ana dalı kabul edildikten yaklaşık bir on yıl sonra kabul edilen bir yan dal. Acil servisler özellikli alanlarıdır.

Acil servis başvuruları sınırlandırılamaz, her yaş grubundan hasta günün 24 saati her türlü yakınma ile başvurabilir. Çocuk hastalar için çocuk acil servisleri bu amaçla hizmet vermektedir. Bu yüzden çocuk acil servislerindeki hizmetin kalitesinin geliştirilmesi, görev yapan hekimlerin eğitiminin daha bilimsel olması tabii ki hepimizin istediği bir şeydir. Bu da yan dal kurularak gerçekleşti. Ancak ülkemizde halen çocuk hastalara, özellikle acil servislerde ya pratisyen hekimler ya da Acil Tıp uzmanları hizmet vermektedir. Özellikle daha kritik durumlardaki vakalara müdahale edenler Acil Tıp uzmanları oluyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları çoğu kez sayıları yeterli olsa bile hastanelerde konsültan olarak görev yapmakta ya da sadece gündüz saatlerinde çalışmaktadır. Bu durum özel hastaneler için de geçerlidir. O yüzden çocuk acil sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için burada görevli olan herkesin istisnanız olarak hizmet içi eğitim alma ihtiyaçları vardır. Bu durum günümüzde Dünya’da birçok ülkede de benzer şekilde yürütülmektedir. Çocuk hastalıkları uzmanı ve yan dal uzmanı sayısı acil servislerdeki çocuk hastalarının tümüne bakacak kapasitede olmadığı için, hekimler ve Acil Tıp uzmanları bu hizmetin içinde mutlaka bulunmak zorundadır.

Ülkemizde Çocuk Acil yan dalına geçiş sadece Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları için mümkün olmakta. Dünya genelinde Çocuk Acil Tıbbının akademik yapılanması açısından durum nedir?

Dünyada, örneğin ABD’de, Acil Tıp uzmanlık eğitimi 1970’lerde başlıyor. 1979 yılında ise Acil Tıp uzmanlığı, Amerikan Yeterlik Kurulu tarafından bir uzmanlık dalı olarak kabul ediliyor. 1991 yılında, yani kuruluşundan 12 yıl sonra Çocuk Acil Tıp yan dal uzmanlığına başlama şansı, acil tıp uzmanlık eğitimini tamamlayan hekimlere de veriliyor ve yan dal olarak kabul ediliyor.

Yani şu an ABD’de hem Acil Tıp uzmanları hem de Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları Çocuk Acil Tıp yan dalını yapabiliyorlar. Hatta Acil Tıp uzmanları 2 yıl süre ile eğitim alıyorken Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları 3 yıl yan dal eğitimi alıyor. Bunun nedeni, Acil Tıp zaten bir uzmanlık alanı ve bizlerin eğitiminin köşe taşı acil hasta yaklaşımı olduğundan çocuk acil tıp eğitimi bizim için daha kısa oluyor aslında. Bu eğitim sürecinde, çocuk yaş grubuna özgü farklılıklar ve farklı hastalıklar üzerine odaklanılıyor. Çocuk hastaların acil başvuruları, çeşitli girişimler temel müfredat konuları ve yenidoğan bakımı, yenidoğan yoğun bakım gibi özellikli alanlar da yine bu müfredattın konuları arasında yer alıyor.

Genel olarak tüm Dünya’da Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlığı eğitimi sırasında travma hastalarının bakımı yeterince sağlanamıyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlığı ana dalının eğitim müfredatına bakarsak, dört yıllık uzmanlık eğitiminde acil servis rotasyonları sadece 2 ay; yani Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı olan bir kişi çok kısıtlı bir süre içerisinde acil servis rotasyonu ile eğitimini tamamlıyor. Bu süreye bakıldığında aslında, acil serviste acil yaklaşımın temel prensiplerini almanın yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Aynı şekilde İngiltere’de Çocuk Acil Tıp yan dalı hem erişkin Acil Tıp uzmanlarına hem de Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları için tanımlanmış. Burada her iki uzmanlık alanı için de 2 yıllık bir eğitim süresi tanımlanmış durumda. Türkiye’de de şu an için gerçekleşmesi beklenen durum benzerdir. Çünkü Acil Tıp uzmanı sayısı hızlı bir şekilde artmakta ve Acil tıp uzmanları zaten rutin işleyişleri içerisinde bu hizmeti yapmaktadır. Ayrıca birçok uzmanlık eğitimi kurumunda çocuk travma hastaları başta olmak üzere çocuk hastaların bakımı da Acil Tıp Anabilim Dalları tarafından yürütülmektedir. Bu nedenle ortak bir eğitim programı oluşturularak Acil Tıp Anabilim Dallarında Çocuk Acil Tıp Yan dalı kurulması ve eğitim müfredatına dahil edilmesi gereklidir.

Dünya’da özellikle ABD’de ilk yıllarda Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları daha çok Çocuk Acil Tıp yan dalını tercih ederken şu an için Acil Tıp uzmanları daha çok sayıda bu yan dalı tercih ediyorlar. Bu yan dalın çalışma dinamikleri de Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanları için çok farklıdır. Çünkü, Acil Tıp doğası gereği zaten 7 gün 24 saat çalışan bir uzmanlık dalı ve çalışma esasları zaten bunun üzerine kurulduğundan, uzmanlık eğitimi yapanlar bunu kabullenerek geliyor. Ama diğer uzmanlıklarda 7 gün 24 saat bu işi yapmak istemeyen kişi sayısı daha fazla olabiliyor. Bunu günümüzde, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlarının Çocuk Acil Tıp yan dalını tercih etmemesinden ve kadroların boş kalmasından da görebiliyoruz. Hatta ABD’de bir süredir çocuk acil servislerinin giriş ve triaj alanları farklı olmasına rağmen erişkin acil servislerle mimari olarak aynı alanda olacak şekilde ve tüm alanların idari işletmesinin sorumluluğu Acil Tıp Anabilim Dalları idarecisinde olacak şekilde planlanmış durumdadır. Çocuk Acil Tıp uzmanları, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı dahi olsa Acil Tıp Anabilim Dalları altında kadro alarak görevlerini yapıyorlar.

Türkiye’de de benzer tam net olmamakla birlikte uygulamaları görüyoruz. Acil servisler sadece “Acil Servis” diye geçiyor. Örneğin; SGK yaklaşımına baktığınızda, acil servislerin çocuk için ayrı erişkin için ayrı kabul edilmediğini, tek bir yönetimsel alan olarak dikkate alındığını görüyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ’ine de bakarsak, Acil Servisler bir bütün olarak tanımlanmakladır.    

Erişkin acil tıp uzmanları çocuk hastalara sağlık hizmeti sunumunda önemli bir yer tutuyor. Bu konuda çekirdek müfredatımız ne kadar yeterli?

Müfredatımıza bakarsak, Çocuk Acil yan dalı için olan müfredat ile birkaç başlık hariç neredeyse birebir eşleşiyor diyebiliriz. Ancak eksiklikler var tabii ki. Bu içeriklerin rotasyonlarda tamamlanması gerekiyor. Ancak rotasyon hedefleri de kısıtlı ve rotasyonların verimliliğini tartışmamız gerekiyor. Bu sadece Acil Tıp için değil bütün uzmanlık dallarının rotasyonları için geçerli bir durum.

Bizim müfredatımızdaki içerik her yaş grubunu içeriyor. Örneğin; ileri havayolu yönetimi dediğimiz zaman burada sadece erişkin hasta kastedilmiyor. Her yaş grubu, yenidoğan hastasından olabilecek en yüksek yaş grubuna kadar her hastanın ileri havayolu yönetimi bunun içinde sayılıyor. Bizim müfredatımızın her yaş grubunun acil sağlık sorunlarını içerecek şekilde olması gerekiyor. Ana kaynak kitaplarımıza bakarsak hepsinde çocuk hastalar için ayrı bir bölüm, o bölüm içinde çocuklara özgü farklılıkların ve hastalıkların anlatıldığını görürsünüz. Uzmanlık eğitim programlarımızda bu müfredatı da programın içine eksiksiz katmamız gerekiyor. Yani uzmanlık eğitimi veren kurumlar kendi müfredatlarını, çocuk yaş grubuna özgü yaklaşımları ve bilgileri de içerecek şekilde oluşturması gerekiyor.

Son olarak Çocuk Acil Tıp çalışma grubu şimdiye kadar ne gibi faaliyetlerde bulundu ve bundan sonraki planlarınız nelerdir?

2021 yılında yaptığımız ilk etkinlik 5 saatlik bir webinar oldu. Sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemde, sekiz konuşmacı 3 saat boyunca Türkçe panelimizi yürüttü. Webinarın geriye kalan 2 saatlik kısmında ABD’den ilk Çocuk Acil Tıp uzmanlık eğitimini kuran bir konuşmacımız ve yine Çocuk Acil Tıp alanında çok tanınan bir isim olan IFEM’in Çocuk Acil Tıp başkanlığı görevinde bulunmuş bir konuşmacımız ile çocuk hastaların bakımında Acil Tıp uzmanlarının yerini konuştuk.

Bunun dışında bir anket çalışması planladık. Etik kurul onayı aldıktan sonra, Türkiye’de çocuk hastaların acil servislerde aldıkları bakımın özelliklerini sorgulayan bir çalışma başlattık. Burada yaklaşık 100 farklı hastaneden hizmetin özelliklerini içeren veriler toplandı. Bu veriler şu an için analiz aşamasında, bunu bilimsel bir yayına çevirerek elimizde en azından bu hizmete ışık tutacak bir veri olacağını düşünüyoruz.

Kongrede bir panelimiz oldu. Bu panelde yine çocuk acil tıp hizmetleri ile ilgili veriler ve çocuk hastaların acil bakımları ile ilgili bilgiler paylaşıldı. Çalışma grubu olarak yeni bir çalışmaya daha başladık. Bu çalışma sonucunda, ülkemizdeki ve Dünya’daki eğitim müfredatlarının karşılaştırılmasını, uygulamaların gözden geçirilmesini ve rotasyon hedeflerinin güncellenmesini sağlayıp elde edilen sonuçları dernek üzerinden Tıpta Uzmanlık Kurulu’na ve Acil Tıp TUKMOS’una sunmayı planlıyoruz. Bunun için çalışma grubu içerisinde özel bir ekip oluşturuldu ve faaliyete başladı.

Gelecek dönem için Çocuk Acil Tıp Kursları planlandık. TATD 5. Kurs Günleri Kongresi’nde medikal ve travma acilleri şeklinde iki kursumuz ve bunun haricinde iki günlük, interaktif ve uygulama ağırlıklı bir çocuk acil tıp kursunu da hayata geçirmeyi planlıyoruz.

Ek olarak eğitim sunumları yapmayı planladık. Sunumlar için konu başlıkları belirlendi. 2022 içerisinde kısa videolar şeklinde TATD web sayfasında yayınlanmak üzere, özellikli konularda, alandaki günlük pratiğe yönelik 6-7 dakikalık video formatında bir eğitim programı oluşturuldu. Aynı şekilde webinarlar, fırsat olursa bir sempozyum ve özellikle ulusal ve uluslararası dernek, kuruluşlar ve kişiler ile birlikte iş birliği içerisinde yeni etkinlikler yapmayı da planlıyoruz.

Cem hocam zamanınızı ayırdığınız ve bu güzel bilgiler için çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz başka bir şey var mıdır?

Çalışma Grubumuz halen çok yeni. Çocuk Acil Tıp alanında hizmet veren herkesin desteğini ve katılımını bekliyoruz. Bana bu fırsatı verdiğiniz için de TATD Çocuk Acil Tıp Çalışma Grubu adına saygılarımı sunarım.

Evet bugün Çocuk Acil Tıp ÇG adına Prof. Dr. Cem Oktay ile birlikteydik. Bir sonraki ÇG röportajımızda görüşmek üzere … Bizi takipte kalın!

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Ocak 2022 tarihli 10. sayısında yayımlanmıştır.

6 Mayıs 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajTanıtımTATDsosyal

Tom Fadial: “Algoritmalar Kurarak Kavramların Oturmasını Sağlıyorum”

by İBRAHİM SARBAY 3 Mayıs 2022
written by İBRAHİM SARBAY

Herkese merhaba,

Tom Fadial’ı ilk olarak Ddxof (..’nın Ayırıcı Tanısı) web sitesindeki temiz ve basit algoritmaları sayesinde tanıma fırsatı buldum. Algoritmaların Türkçeye kazandırılması sürecinde elinden geleni yaptı. İlerleyen dönemde ise Gistalt, Nerve Block ve ECG Stampede uygulamaları ile tıp dünyasına katkıda bulunmaya devam etti. Bu yazımda biraz kendisini tanıtmak ve projeleri ile ilgili biraz bilgi vermek istedim.  

Tom Fadial kimdir?

Tom Fadial; Houston, Teksas’ta bir Acil Tıp uzmanı olarak çalışıyor. Aynı zamanda, Teksas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi’nde (UTHealth) Acil Tıp asistanlarının eğitimine katkı sağladığı bir uzmanlık eğitim programında görevine devam ediyor. Dr. Fadial’ın görevleri bu kadarla sınırlı değil. McGovern Tıp Okulu’ndaki tıp öğrencilerinin eğitimlerine de yardımcı oluyor. Mezuniyet sonrası klinik meslek hayatının dördüncü yılında olan Dr. Fadial “Öğrenecek çok şeyim var ama işimi seviyorum” diye ekliyor.

Tıp fakültesine gitmeden önce, serbest arayüz tasarımcısı olarak çalışmış. Web ve mobil uygulama tasarımı ve geliştirilmesine olan ilgisi bu dönemde kendini göstermiş.

Tom Fadial’ın rutin bir günü nasıl geçiyor?

İşimle ilgili harika olan şey, rutininin olmaması! Houston’da vardiya sürelerinin değişebileceği yoğun iki hastanenin acil servislerinde aktif olarak çalışıyorum. Acil serviste olmadığım zamanlarda genellikle tıp eğitimi projeleri üzerinde çalışıyorum. İş dışında koşmak, bisiklete binmek veya egzersiz yapmak gibi aktivitelerle aktif olmayı seviyorum.

Peki sizin gibi hem eğitim hem teknoloji aşığı birinin bilgisayar kurulumunuz nedir? Hangi akıllı telefonu kullanıyorsunuz?

15 yıldan fazla bir süredir Apple kullanıcısıyım. Şu anda kodlamalarımın çoğunu 2018’de edindiğim MacBook Pro’da yapıyorum ancak yeni bir M1’e yükseltmekten heyecan duyuyorum. Her daim kullandığım akıllı telefonum bir iPhone X, ancak bazı eski Android telefonlar ve bugüne kadar en sevdiğim kişisel telefonum olan iPhone SE dahil olmak üzere birkaç cihazı test işleri için yanımda bulunduruyorum.

Günde ortalama kaç saatiniz internette geçiyor?

Muhtemelen çok fazla. Verileri seviyorum ve çeşitli projelerde harcanan zamanı kaydetmeme ve düzenlememe yardımcı olan bir zaman takibi uygulaması kullanıyorum. Klinik olarak çalışmadığım ve eğitim projelerime odaklandığım günlerde, yaklaşık 8-10 saat bilgisayar başında vakit geçiriyorum. Klinik günlerinde 1-2 saate yaklaşıyor ve izin günlerinde bağlantıyı tamamen kesmeye çalışıyorum. “Twitter ve Reddit gibi sosyal medya uygulamalarını silerek cep telefonumda geçirdiğim süreyi mümkün olduğunca sınırlamaya çalışıyorum.”

Peki sizin özellikle kullandığınız favori kısayolunuz veya hack’iniz nedir?

Klavyenin kısayollarını kullanmayı tercih ediyorum.  Klavyemin komut kısayollarına o kadar hakimim ki, bilgisayarımda gezinmek için trackpad’i nadiren kullanıyorum.

En tutkulu kullandığınız uygulama ve yazılımlar nelerdir? Neden?

Tasarım için Sketch’i ve geliştirme için TextMate’i seviyorum. İkisi de çalışmayı çok daha hızlı ve kolay hale getiriyor. Sketch ile, tasarım konseptlerinden aslına uygun prototiplere hızla geçebiliyorum. TextMate özünde basit bir metin düzenleyici, ancak işe yarayan bir şey bulduğunuzda değiştirmek gerçekten zor oluyor. TextMate süper basit. Daha yeni ve daha gelişmiş kod düzenleyicileri denedim ama kendimi dönüp dolaşıp TextMate içinde buluyorum.

Harika projeleriniz olduğunu biliyoruz. Bize biraz onlardan bahseder misiniz?

Ddxof (www.ddxof.com), ilk tıbbi web sitem/uygulamam ve hala favorim diyebilirim. Web sitesini tıp fakültesinde en sevdiğim doktorlardan ve akıl hocalarımdan birinin karar mekanizmasının nasıl işlediğini gördükten sonra kurdum. Öğrenmeme yardımcı bir uygulama olarak başladı. Algoritmaları çizmenin beni kavramları anlamaya zorladığını ve onları hatırlamama yardımcı olduğunu keşfettim.

ECG Stampede (www.ecgstampede.com) ise insanların EKG’leri nasıl yorumlayacaklarını ve triyaj yapacaklarını öğrenmelerine yardımcı olan bir oyun aslında. Sinir Bloğu (www.nerveblock.app) uygulamasına gelirsek, en son uygulamam bu. Landmark tabanlı ve ultrason kılavuzluğunda sinir blokları gerçekleştirmenize yardımcı olacak bir araç geliştirmeyi hedefledim.

Verimlilik sürecinizi nasıl sürdürüyorsunuz. Bizimle birkaç ipucu paylaşır mısınız?

Dikkat dağıtıcı şeyleri en aza indirmeye çalışıyorum. Hedeflerimi mümkün olduğunca küçük ve ulaşılabilir tutmaya çalışıyorum ve tabii ki elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Bir oturuşta en az 3-4 saatimi bir projeye ayırarak, sprintler halinde (tabii ki yoğun kafeinli) çalışmayı seviyorum. Her sprint/çalışma günü için neyin tatmin edici bir başarı olacağına, başlamadan önce karar veriyorum, hedeflerimiz belirliyorum. Çünkü bunun hem beni anlamlı bir dönüm noktasına ulaşmaya ittiğini, hem de bana başarılı olduğumu hissederek rahatlayabileceğim bir bırakma zamanı sağladığını fark ettim. Asana uygulaması, planlarıma bağlı kalmama yardımcı olan harika bir proje yönetim aracı.

Peki benim de çok merak ettiğim bir konu olan Gistalt’ın hikayesini, uygulamayı oluşturmaktaki amacınız neydi?

Gistalt’ı aslında, “klinik gestalt’ın” öğretilip öğretilemeyeceğini öğrenmek için geliştirdim. Bir tıp öğrencisi veya başka bir stajyerin, bir hastanın ağır hasta olup olmadığını ayırt etmesi zor olabilir. Klinik geştalt dediğimiz becerinin nasıl öğretileceğine dair net bir konsept yok.

Gistalt, öğrencilerin bu algıyı geliştirmek için yeterli sayıda hasta görmelerini beklemek yerine, kısa hasta sunumları yardımıyla oyuncuları ciddiyeti seçmeye teşvik ederek beceriyi öğretmeye dayalı bir program. Gönüllü uygulama kullanıcıları, mümkün olup olmadığını anlamak için veri toplamama yardımcı oluyorlar!

Son olarak bizlere söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Türk Acil Tıp camiasını ve yaptığınız harika çalışmaları takdirle izliyorum!

Bugün sizlere sadece Acil Tıp için değil tüm tıp dünyasındaki teknolojik yenilikler ile ilgili ufak kapılar açmaya çalıştım. Uygulamaları kendinizin deneyip karar vermesi tabii ki çok daha verimli olacaktır. Eminim sizlerin de hoşuna gidecek farklı bir sürü uygulama mevcuttur. Acil Tıp gibi yenilikçi ve dinamik bir branşta bu teknolojik ilerlemeleri deneyimlemeden yanından geçip gidemeyiz. Bugünlük benden bu kadar bir sonrası konumuz ve konuğumuz ile tekrardan görüşmek dileğiyle …

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Ocak 2022 tarihli 10. sayısında yayımlanmıştır.

iOS ve Android’de kullanılabilen Gistalt, çeşitli klinik senaryolar vererek durumun ciddiyetini belirlemenizi isteyen bir çeşit oyun.  

3 Mayıs 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
E-DergiTATDsosyal

2022 Mayıs Sayımız Çıktı. Keyifli Okumalar.

by İbrahim ALTUNOK 30 Nisan 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Sevgili Okurlarımız,
Yeni sayımız ile tekrardan buluşmaktan dolayı çok heyecanlıyız. Bu sayımızda sizlere birbirinden ilginç yazı ve içerikler hazırladık.

Bu sayının en önemli konusunu 14 Mart Tıp Bayramı oluşturmaktadır. Her sene neşe ve ümit ile kutladığımız tıp bayramı bu sene çok daha anlamlıydı. Hep birlikte neler yapabileceğimizi görmemizi sağladı. Türkiye Acil Tıp Derneği olarak Ankara Eymir Gölü koşu parkurunda 14 Mart Tıp Bayramı koşusu etkinliği düzenledik. Bu etkinlik ile birlikte başlattığımız ve Mart ayı sonuna kadar devam eden, Covid-19 nedeniyle aramızdan ayrılan sağlık şehitlerimizin çocuklarının eğitimine destek bursu fonu ile bir nebze olsun, o vefalı sağlıkçılarımızın emanetlerine sahip çıkmaya çalıştık. O çocuklar artık bizim çocuklarımız bunu hiçbir zaman unutmayalım.

Bir diğer önemli konumuz son zamanlarda giderek artan yoğun bir şekilde yaşadığımız sağlıkta şiddet! Şiddet ile birebir yüzleşmiş bir Acil Tıp Uzmanının ağzından yaşadıklarını ve duygularını sizlerle buluşturmak istedik. Hukuk köşemizde dernek avukatımız Gonca Karakaptan’ın “Sağlıkta şiddet ve malpraktise ilişkin yeni yasal düzenleme” yazısını bulabilirsiniz.

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nü de unutmadık! Eski savaşçı Türk kadınlarının ruhunu taşıdığına inandığım kadın acil tıpçılarımızla kısa sohbetler yaptık. Emekçi kadın acilcilerimizin gücünü gösteren görüşlerini sizlerle paylaştık.

Tabii ki, her sayıda olduğu gibi birbirinden güzel, değişik ve eğlendirici gezi yazılarımız ile Bali adasına kadar gidip-geldik, Ukrayna’daki Çernobil felaketini hatırladık ve Mecburi günlükleri ile Urfa’ya kısa bir yolculuk yaptık.

Bu sayımızla birlikte başladığımız “Sağlıklı Yaşam tüyoları” ve “Acil Tıpçılar için Finans okur yazarlığı” yazı serilerinin ilginizi çekeceğini düşünüyoruz.

Siz okurlarımız için dolu dolu, öğretici ve eğlendirici bir bülten hazırlamak için çok çalıştık. Tüm ekibimize tekrardan teşekkür ederiz.

Ebru Ünal Akoğlu
Editör

Fatma Selman
Editör yardımcısı

Görüş, öneri ve fikirleriniz için mail adresim: fatmaselman@yahoo.com.tr

Bülten 11. Sayı – Mayıs 2022İndir
30 Nisan 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Newer Posts
Older Posts

Hakkımızda

  • Üyelik Başvuru Formu
  • Kurumsal Kimliğimiz
  • Gizlilik Politikası

Bize Ulaşın

  • Mustafa Kemal Mahallesi Dumlupınar Blv. No:274 Mahall E Blok Daire:18 Ankara
  • Telefon: (0312) 438 12 66
  • Email: bilgi@tatd.org.tr
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis
Facebook Twitter Instagram Linkedin Youtube Email
Acil Tıp Bülteni
  • Home
Giriş

Çıkış yapana kadar oturumumu açık tut

Şifrenizi mi unuttunuz?

Password Recovery

A new password will be emailed to you.

Have received a new password? Login here