Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Aidat Ödemesi Bağış
Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
  • Üye Girişi
Perşembe, 17 Temmuz, 2025
Son Yazılar
Sağlıkta Şiddet Yasası
Güzel Şehir Van
Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.
’Bilimin Işığında’ Projesi Devam Ediyor
Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre
Acil Tıp Bülteni
Acil Tıp Bülteni
Aidat Ödemesi
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Copyright 2024 - All Right Reserved
HobiPortreSizden GelenlerTATDsosyal

Fotoğraflarını Çekiyorum Hayatın; Öncelikle Hafızama, Kalan Küçük Bir Kısmını da Makineme

by İbrahim ALTUNOK 27 Ocak 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Konuşmak, ruhumuzu besleyen temiz bir pınar gibidir. Bu pınarın doğduğu kaynağın; yalnızca dil bilimi ya da dil öğrenilerek gerçekleşen bir eylem olduğunu sanıyorsak, büyük ihtimalle yanılıyoruz. Mesela, gökyüzünün şefkat dolu sesini, ya da denizin mavisinin sizinle olan sohbetini hiç duydunuz mu? Bir kez olsun dağlarla özgürce dertleştiniz mi? Bir çiçeğin size sunduğu kokuyu hissedip, kelebeğin söylediği şarkının müziğiyle kulaklarınızı şenlendirdiniz mi? Bir resimde kendinize ait bir şey bulup; bir filmde senaristin ya da yönetmenin, tam da sizin hislerinizi nasıl bilebildiğine şaştınız mı?

Doğanın ve sanatın, bildiğimiz dillerden farklı konuşma şekilleri var bizimle

Acil servislerde kalp krizi geçiren ya da resüsitasyon birimindeki bir hastanızın gözleriyle konuştunuz mu hiç? O gözlerin, sözlerle ifade edilemeyecek, kelimelerin yetersiz kalacağı derecede anlamlı şeyleri anlattığına şahit olmuşsunuzdur. Herhangi bir hastanıza, sağlığıyla ilgili ciddi hayati tehlike noktasında bir bilgi verdiğinizde gözlerindeki kaygıyı, ifade edilemeyen o duyguyu içinizde hissettiniz mi? Karşımızdaki kişi; nasıl olur da bir kelime bile etmeden bu kadar duyguyu bize yansıtabilir, hiç düşündünüz mü? O anın bir karesini, fotoğraf olarak çekip hafızanıza kaydettiğinizi düşünün. Bu duyguyla ilgili sayfalarca yazılsa, kitaplar basılsa yine de hep bir şeyler eksikmiş gibi gelir.

Bazen kelimeler aciz semboller haline gelebiliyor

Bizi farklı kılan, biz yapan şeylerin; yani duygularımızın, mutluluklarımızın, hüzünlerimizin, acılarımızın, gülüşlerimizin yazılmaktan, okunmaktan, konuşulmaktan daha üstün bir ifade biçimi olmalıydı. Bu ifade biçimini bulabilmek için fotoğraflarını çekiyorum hayatın; öncelikle hafızama, kalan küçük bir kısmını da makineme kaydediyorum.

Hayat filmini çeken makine gözlerimiz değil midir?

İnsan yaradılış olarak nasıl muazzam bir varlık. Ömür aslında bir film şeridi gibi derler ya, doğru aslında. Fotoğraf makineleri ile gözler arasındaki benzerliği düşündünüz mü? Göz Merceği ile Kamera Lensi, İris ile Diyafram, Retina ile Görüntü Sensörü ve Fotoğraf Filmleri, Işık Hassasiyeti Rodopsin ile ISO değeri gibi birçok benzerlik mevcuttur. Bu benzerlik, benim Acil Tıp seçmemin sebebi oldu. Bana yaradılıştan bahşedilmiş, muazzam bir kamera olan gözlerim vardı, kaydedebileceğim sonsuz bir hafızam vardı ve acının, sevincin, kaygının, kederin en üst düzeyde duyumsandığı bambaşka hayatlar sunan acil servis fotoğrafa olan tutkumu perçinliyordu. Bir hastanın ifade edebildiğinin ötesindeki duygularını hissetmek, kaygılarını paylaşmak, yakınlarına iyiliğini, kötülüğünü ya da ölüm haberini verdiğimizde kelimelerin ötesini; sözlerle ifade edilemeyeni anlamak, anlatmaktır gözler ve fotoğraflar.

Bakmak ile görmek arasındaki fark…

“Bu fotoğrafta ne görüyorsun?” diye sorarlar hep. Aslında herkes kendi ruhundakini görüyor. Bir dağ manzarasına bakıldığında, dağ başı yalnızlığından bir özgürlük havasına, sessizliğin huzurundan sevdiği ile bir bütün olmaya, mütevazi bir içsel sorgulamadan kâinatın yaradılışındaki olağanüstü sisteme kadar her bakanın farklı bir şey görmesini sağlıyor fotoğraflar.

“Fotoğraf bakan her kişi kendi hayatından bir yansımayı algılıyor”

Bir adet fotoğraf ve kainattaki insan sayısı kadar algı ve duygu vardır o ortamda. Şair diyor ya; aslında ben kendi hayatımı yazıyorum, sizler kendi hayatlarınız ile bütünleştiriyorsunuz diye. Aslında ben bir fotoğraf çekiyorum ve sizler kendi duygularınız, hayatlarınız ve yaşadıklarınızı o fotoğraf çerçevesinin içine ekliyorsunuz. Yani yalnızca bakmıyorsunuz, görebiliyorsunuz da.

Bir fotoğraf çektiğimde, yüzbinlerce insanla sohbet edebiliyorum. Kimisi bu fotoğrafı çektiğimde ne kadar da mutlu diye düşünürken, kimisi nasıl da bu ayrıntıyı görebildi diye düşünüyor. Gizemli bir iş fotoğrafçılık. Hayat filminin bir anını yakalayıp sunuyorsun ve kenara çekiliyorsun. Sonrasında mutluluk ve farkındalık tohumlarının filizlenmesini bekliyorsun; tıpkı acil servislerde, insanlara hayati müdahaleyi yapıp, sonrasında taburcu ederek mutlu bir hayat sunmak gibi. Onlardaki o mutluluğun, sevginin ve duanın en önemli kazanç olduğu meslektir doktorluk. Taburculuktan sonra hayat filminin başka bir boyutunun çekimi başlıyor; bizim göremediğimiz kısmı.

“Fotoğraf, dilimin ifade edemediği duyguların anlaşılma hissi gibidir”

Benim için fotoğraf, boyama defterine benzettiğim hayatın renkli kalemleri gibi. Unutulmaz anılara tekrar götüren bir yolcu treni. Sanki saatlerce derdimi anlattığım, mutluluğumu paylaştığım bir dost, ruhum için bir terapi eğitimi. Beni, bana tanıtan yaşanmış bir hayat hikayesinin filmi. Ruhum titrerken beni ayakta tutan iskelet sistemi gibi. Unutamadığım, unutmak da istemediğim acılara, mutluluklara, bin bir çeşit duyguya bir bakışımla beni ulaştıran bir araç. Fotoğraf, sadece duvarda asılı duran bir süs değil, çok daha öte bir iletişim ve etkileşim sağlayan sanat aslında.

Bu düşüncelerimi paylaşmak için, Doç. Dr. Salih Tiryaki hocamın öncülüğünde bir sergi planladık. Sergi için 14 Mart Tıp Bayramı’ndan daha özel bir gün olamazdı. Duygularımdan ve düşüncelerimden yansıyanları, meslektaşlarımla, hocalarımla paylaşmak istedim. Selçuk Üniversitesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde bir sergim gerçekleşti. Hayatımın en özel anılarından biriydi.

“Fotoğraf, bir çerçeve ile sınırlanmış bir obje gibi görünse de; binlerce kelimeyle ifade edilemeyenleri sunan bir araçtır”

Tıp ile sanat, et ile tırnak gibidir. Hekimlik de bir nevi sanatkârlıktır; çünkü yaptığımız mesleğin özü sanata dayanır. İnsanlarla iletişim kısmı ise başlı başına sanatçılık gerektirir. Mikroskobik cerrahilerden, majör cerrahilere kadar eline eldiveni giydiğin an göstermeye başlarsın sanatını, hatanın affı olmadığını bile bile. Buradan geliyor eski çağlarda, tıp ile sanatın aynı kişiler tarafından icra edilmesi. Fotoğrafları hayat serüveninin sanatı gibi görüyorum. En değerli eşyaları, kıymetli objeleri saklama arzusuna benzer şekilde; her anıyı, anları bir çerçeve içerisine alarak ölümsüzleştirmeyi ve onlarla sohbet etmeyi seviyorum. Hayatın anlık sunumlarını; güzellikleriyle ve çirkinlikleriyle ayırt etmeksizin algılayabilip, beynimize ve ruhumuza kaydedebiliyorsak, yani doğanın ve herhangi bir sanatın dilini anlayıp hayatımızla birleştirebiliyorsak çok şanslıyız.

27 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Acil TıpGenelTATDsosyal

Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre

by Mustafa İpek 26 Ocak 2022
written by Mustafa İpek

EACEM 2021

Bir kongrenin sosyal programı en az bilimsel programları kadar önemli ve değerlidir. Zira sosyal etkinliklerin ne kadar önemli olduğunu katılımcı sayıları ile çok net görmekteyiz. 

İki yıl aranın ardından 25-28 Kasım tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen 7. Avrasya ve 17. Türkiye Acil Tıp Kongresi’nde “Umut Yükseliyor” sloganıyla güçlü bir sosyal program gerçekleştirdik. 

Aslında pandemi başından beri kongre yüzü görmemiş, bilime ve sosyal etkinliğe susamış arkadaşlar için buluşmak kaynaşmak bile büyük bir sosyal etkinlik olacaktı. Yine de işimizi şansa bırakamazdık! Her şeyi ile mükemmel olması gereken bir kongrede sosyal program da bir o kadar güçlü olmalıydı. 

Kongrenin mükemmel geçmesinde çok büyük emeği olan Kongre Başkanımız Prof. Dr. Süleyman Türedi, Kongre genel sekreterimiz Doç. Dr. Rıdvan Atilla, kongre sekreterlerimiz Doç. Dr. Müge Günalp Eneyli, Doç. Dr, Onur Karakayalı ve Uzm. Dr. Murat Çetin için günün kahramanları demek yanlış olmaz. Tabii ki sadece konuşmacılar ve düzenleme kurulundan oluşan bir kongre düşünülemez. Kongreyi kongre yapan katılımcılar, kongrenin istenilen etkiyi sağladığının göstergesi de katılımcı sayısıdır. Günübirlik katılımcılar haricinde 850’den fazla kişi ile Türkiye’de şu ana kadar yapılmış en kalabalık acil tıp kongrelerinden birine şahit olduk. 


5 dakika konuşalım panelleri, Umut yükseliyor konulu fotoğraf yarışması ödülleri, fuaye alanı gezisi sonrası form dolduranlar arasında yapılan çekiliş, ATAB söyleşileri, ünlü Türk tarihçi, akademisyen ve yazar İlber Ortaylı’nın video konferans ile katıldığı “Liberlikte Kadın Etkisi” panelimi dersin, basketbol oyuncusu ve eski Basketbol Federasyonu Başkanı Harun Erdenay ile söyleşi mi dersin, ayrıca TATD avukatlarından Av. Gonca Karakaptan ile fuaye alanında katılımcıların merak ettikleri hakkında konuştuk. Gel(e)meyenler çok pişman oldu çook…

Şimdi buradan okuyacaklarıyla muhtemelen daha çok pişman olup yıkılacaklar…


İlk gün muhteşem görsel bir şölen ile başladı… 

Kongrenin ilk gününde açılış muhteşem görsel videolarla başladı. Salon tıklım tıklım doluydu. Açılış konuşmaları devam ederken bir anda ışıklar kapandı. Herkes şokta, ilk kez bir açılış konuşmasında elektrikler kesiliyor. Herkes sus pus olmuşken en önden bir ses yükseldi. ‘’Böyle rezalet şey olamaz!!” diye ‘’Eyvahhh!!’’ dedi herkes… Tüm katılımcılarda büyük bir tedirgin hissi tabii ki. Sunucular şaşkın gözlerle en önde oturan düzenleme kurulunu kesiyor; tedirgin dakikaların sonunda birden en ön sıralardan bir kişi kalkıp İspanyolca şarkı söylemeye başladı. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken olamaz, arka sıralarda akordeonlu ve gitarlı çalgıcılar ve yanlarında 2 kişi daha en öne gelip şarkıya eşlik ettiler. Evet, bu sürprizden sunucular dâhil kimsenin haberi yoktu. Yaklaşık 10 dakika süren, yabancı konuklarımız dahil herkesin hep birlikte eşlik ettiği müthiş İspanyolca ve Türkçe şarkılar herkesin mest olmasına yetti. 

İlk günün konuşmacıları arasında Acil Tıpta tüm Dünya’nın tanıdığı sevgili Judith TINTINALLI’nin de video konferans ile bağlanması bizleri çok mutlu etti. 

Daha bitmedi … İlk günün akşamında, Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından verilen “13’üncü Baş Öğretmen Atatürk Onur Ödülü” sahibi, araştırmacı gazeteci, şair ve yazar sevgili Sunay Akın konuğumuz oldu. Tarihi ve kültürel bilgileriyle salondakileri adeta kendine hayran bırakan Sunay Akın, Tıp kelimesinin kökeninden tutun da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye, Cumhuriyet yıllarından günümüze uzanan hekimlerin tarihe dokunuşları konusunda bizleri harika bir yolculuğa çıkardı. Belki de, isimlerini ilk kez duyduğumuz birçok hekimin tarihteki önemini, salgınlarla nasıl mücadele ettiklerini anlattı. Katılamayanların çok şey kaçırdığı kesin … 

Gelelim ikinci güne …

İkinci gün tüm katılımcıları sosyal programa boğduğumuz gündü. Sabah henüz güneş doğmadan, TATDhayat çalışma grubunun sekreteri ve aynı zamanda Yoga eğitmeni olan Merve Ekşioğlu “kalp açıcı asanalar, dönüşümlü nefes, diyafram nefesi ve meditasyon” ile katılımcıların güne aktif ve dinç başlamasını sağladı. 

Öğle yemeğinden hemen önce bizleri çok güzel bir sürpriz bekliyordu. Türk millî eski basketbolcu ve eski Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı, “Pegasus” lakaplı Harun Erdenay bizlerle oldu. Harun Erdenay’a Pegasus lakabı eski basketbolcu, yorumcu ve köşe yazarı merhum İsmet Badem tarafından verilmiş. Harun Erdenay bizlerle olan sıcak sohbetinde belki birçoğumuzun bilmediği anılarından bahsetti. Mesela Fenerbahçe’de oynarken NBA’den teklif gelmiş. Gerek o günkü şartlar gerekse kontratındaki yükümlülükler nedeniyle teklifi değerlendirememiş. İbrahim Kutluay NBA takımlarından Seattle SuperSonics ile anlaştıktan sonra ilk Amerika yolculuğunda Harun Erdenay’ı da yanında götürmüş. Orda ilk antrenmana çıkarken koçundan izin alarak arkadaşının da katılmak istediğini söylüyor. Başta buna anlam veremeyen koç, antrenman sonunda Harun Erdenay’a hangi takımda oynadığını onu da takımda mutlaka görmek istediğini söylüyor ancak Harun Erdenay basketbolu bırakmak üzereyken gelen bu teklif güzel bir anı olarak kalıyor.  Harun Erdenay günümüz oyuncularından içinde en çok Furkan Korkmaz’ı kendisine benzetiyor. Zeljko Obradovic ile çalışma fırsatı yakalayamamış ancak geçmişe dönebilse mutlaka çalışmak isteyeceğinin altını çizdi. Erdenay ayrıca basketbolda takım doktorluğunun günümüze kadar geçen sürede çok geliştiğini, iyi bir basketbolcu olabilmenin önemli noktalarından birinin de kaliteli sağlık ekibi ile çalışmak olduğunu vurguladı. 



İkinci gün tüm toplantılar bitip akşam yemeği yendikten sonra herkes büyük salona akın etti. Ve o müthiş yarışma “Acil Tıpbu” yani Tıbbi Tabu oyunu başladı. Öğretim üyeleri, asistanlar ve uzmanlardan oluşan üç grubun kıyasıya mücadele ettiği yarışmada kazanan taraf uzmanlar oldu. Tabi anlatıcılar yarışma esnasında ekranda çıkan kelimeleri anlatmada zorlanmadılar dersek yalan olur. Düşünsenize “SCIWORA” kelimesini nasıl anlatırsınız. Yusuf Ali Altuncı hocamızın konstipayon kelimesini anlatışı tüm salonu kahkahaya boğmuştu ki; asistan grubundan Kürşat Gül’ün priapizm kelimesi ile ilgili betimlemeleri Yusuf Ali hocayı maalesef ki geride bıraktı. Tüm salon bu harika performansı ayakta alkışladı. Ama son gülen taraf uzmanlar oldu.



Dediğim gibi ikinci sosyal programın en tepe yaptığı gündü. Acil Tıpbu bittikten hemen sonra, “Karaoke” için gösteri salonuna geçildi. Profesyonel bir Karaoke ekibi ile birlikte 20’den fazla kliniğin müthiş performansları geceye renk kattı. Öğretim üyeleri, uzmanlar, asistanlar, Kongre sekreterleri, derneğimizin eski başkanlarının hatta ve hatta Avrupa Acil Tıp Derneği Başkanı Dr. Jim Connolly’nin dahi sahne aldığı müthiş gecede performanslar görmeye değerdi. 

Bu seneki TATD Akademi Üyeliği (FEMAT) Ödülünün sahibi Ayhan Özhasenekler hocamızın “Gülüm Benim” performansı değme sanatçılara taş çıkarttı. Tabi katılımcılarımızın çoğu amatör olduğundan genelde yanlarına arkadaşlarını da alıp kalabalık gruplar halinde çıktılar. Tek başına sahne almaya cesaret eden konuklarımızın sesi birbirinden güzeldi. Ama benim favorim Tepecik Acil Tıp Kliniği’nden Orkun Ünek’ti. O nasıl bir ses Allahım! Salon titredi desek yeridir. Sahneye hâkimiyeti, sürekli hareket halinde ama detone olmadan şarkıyı seslendirmesi harikaydı. Orkun’un performansı harikaydı ama bence karaokeyi müthiş kılan hocaların asistan ve uzmanlarla aynı sahnede dans edip aynı mikrofonla şarkı söylemeleri idi. Muhtemelen hocaların kendi asistan ve uzmanlarıyla bu kadar samimi ama aynı oranda da saygıyı koruduğu başka bir branş yoktur Türkiye’de. Herkes o kadar eğlendi ki karaoke, gece 00:00’da bitmesine rağmen hala şarkı söylemek isteyen gruplar, klinikler vardı … 

Ve tabii ki sona yavaş yavaş yaklaşıyoruz … (3. Gün)

Üçüncü gün yine Merve Ekşioğlu ile birlikte sahilde sabah yürüyüşü ile başladı. Maalesef ki havanın azizliğine uğradık ve yürüyüşümüzü yağmur yüzünde 25 dakika içerisinde bitirmek zorunda kaldık. Spor salonuna hafif bir streching ile sabah sporumuzu tamamladık. 



Herkesin en merak ettiği “Gala gecesi” gelip çattı. Ödüller sahiplerini bulacak, sonrasında Kuzeyin Oğlu Volkan Konak, sahneye çıkacak diye herkes çok heyecanlıydı. Bakmayın Kuzeyin Oğlu diye lakabı olduğuna bildiğiniz Anadolu çocuğu. Her yöreye ait şarkıları dur durak bilmeden seslendirdi. Bir taraftan horon tepilirken, öteki taraftan çifte telli oynamaktan parmaklar yoruldu. Halay kuyruklarının sonu gözükmüyordu. Hele hele içinde efe duyguları olanlar bir zeybek oynamış ki sormayın. Tam o esnada barkovizyona bu oyunu herkesten daha iyi oynayan Mustafa Kemal Atatürk’ün videosu yansıdı. Katılımcıları hüzünlü bir sevinç sardı. Eminim herkes içinden keşke bu oyunu Atamla karşılıklı oynayabilseydik diye geçirmiştir. 

Volkan Konak adrenalin ile ilgili bir anısından bahsederken; seyircilere (yani bizlere) sordu: Adrenalin nedir biri anlatabilir mi? En önlerden Ayhan Özhasenekler hocamız galada bile, eğitime tam destek vererek gerekli açıklamaları yaptı. Yaptığı açıklamalar özetle; “Adrenalin, doğru kullanıldığında kişiye cenneti, yanlış kullanıldığında ise cehennemi yaşatır!!” Gala gecesindeki tek sorun eğlencenin sabaha kadar olmayışıydı. 

Kapanış günü sosyal programdan fakir bir diyet … (4.Gün)

Son güne kongrenin bitiş hüznü hakimdi. Son saate bırakılan bir yarışma daha vardı. En fazla #eacem2021 hashtagı ile tweet atan kişiye Harun Erdenay imzalı basketbol topu verilecekti. Bu ödülün sahibi son anda inanılmaz bir atak yapıp beni sollayan Ömer Yusuf Erdurmuş oldu. Kendisini buradan tebrik ediyorum. İnşallah gözüm kalan topu patlamaz. 

Acile gönül vermiş sevgili arkadaşlarım! Anlatamadığım o kadar çok güzel anı topladık ki; hepsini kaleme almaya kalksam bütün BÜLTEN’i bana ayırmaları gerekirdi. 


Bir hikayeyi en iyi dinleyen veya okuyan değil yaşayan bilir.


Onun için siz siz olun şimdiden Kasım 2022 TATKON/WinFOCUS kongresine hazırlık yapın. 

Sağlıcakla kalın…

26 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
PortreSporTATDsosyal

EACEM’de Harun Erdenay’la Buluşmak

by BAŞAK BAYRAM 24 Ocak 2022
written by BAŞAK BAYRAM

“Basketbol ve acil tıp benim için benzer anlamlar ifade ediyor”

Birkaç hafta önce sevgili Ebru Akoğlu aradı ve kongredeki Harun Erdenay paneli hakkında bir yazı yazmamı istedi. İtiraf ediyorum arada bir mesaj çekerek hatırlatma da yaptı. Muhtemelen son güne kadar neden beklediğimi merak ediyordur. Hemen yanıtımı vereyim. 


harun erdenay görsel 3

Benim için Harun Erdenay sadece ülkenin geçmişindeki en önemli basketbol yıldızlarından biri değil. Çok daha fazlası!

Özellikle bir TATD kongresinde bu şansı bulmamızın anlamı benim için çok büyük. Bir basketbol maçına çıkmadan önce formamı giydiğimde hissettiğim heyecanı halen yeni formamı giyerek acil serviste çalıştığım her gün hissedebiliyorum.

Bir takımın parçası olabilmenin verdiği güven duygusu hayatımdan hiç çıkmadı. Dolayısıyla bu buluşmayı duygusal ifadeler kullanmadan anlatmakta oldukça zorlandım. Bu nedenle benim gibi hisseden tüm meslektaşlarım adına kongre organizasyon komitesine teşekkür ederek başlamak istiyorum. 

Cep telefonlarının olmadığı, internetin henüz ülkemizde kullanılamadığı, bizlerin haftalık ya da aylık dergilerden dünyayı takip ettiğimiz bir dönemde büyüdü benim kuşağım. TRT’de NBA maçları yeni yayınlanmaya başlamıştı ve maçları tekrardan izleme şansımız olmadığından gece uyanıp sabaha kadar izlerdik. Elinde basketbol topu ile saha saha dolaşan basketbol sevdalıları arasında havalı bir Reebok pump ya da Nike Air Jordan marka ayakkabı sahibi olabilmek çok özel bir durumdu. Türkiye’de basketbol sevgisinin yeni yeni yükselmeye başladığı yıllardı ve Murat Murathanoğlu’nun Amerikan aksanı ile maç anlatımı ve İsmet Badem ile atışmaları hepimizi mest ederdi. Henüz ülke takımlarımızın önemli bir başarısı yoktu.

İşte böyle bir dönemde bizlerin Türk basketbolunun yükselişine şahit olma şansımız oldu. Harun Erdenay nam-ı diğer ‘PEGASUS’ dönemin en iyi Türk basketbol oyuncularından biriydi ve ülkemize basketbolu sevdiren kuşağın en önemli temsilcilerindendi. Bu biraz eksik oldu sanırım, çoğumuz onu döneminin en iyisi olarak hatırlar. Yugoslavya’nın Avrupa basketbolunda zirvede olduğu o günlerde, Türkiye’de doğmuş ve yetişmiş yıldız basketbolcu sayısı oldukça azdı. Belki bu nedenle Harun Erdenay, İbrahim Kutluay, Ufuk Sarıca gibi isimlerin yeri hepimizde ayrıdır. O dönemde televizyon karşısında, Abdi İpekçi’de, Ayhan Şahenk Spor Salonu’nda çılgınca tezahürat yaptığımız günler az değildir.

Kendisini harika bir skorer şutör olmasının yanında atletik ve soğukkanlı tarzı ile hatırlarız çoğumuz. Fair-play kavramının henüz bilinmediği bir dönemde sahaların ahlaklı, rakiplerine saygılı ve örnek sporcusuydu. Çok sayıda kupa, lig şampiyonluğu ve sayı krallığı kazandı. Orhun Ene ile birlikte milli takımımıza liderlik etmelerini seyretmek, özellikle Türk basketbolunun 12 dev adamlarının Avrupa ikinciliğini kazanmalarının gururu ise hepimiz için çok özeldi. Basketbolu bıraktıktan sonra A Milli Takımında menejerlik ve Basketbol Federasyonu Başkanlığı yaptı. Milli takım menejeri olarak kazandığı 2010 Dünya şampiyonası ülkemiz basketbolunun uluslararası alandaki en büyük başarısıdır. 


harun erdenay görsel 4

Yıllarca hayranlıkla takip ettiğimiz Harun Erdenay’ı kongrede tanımamız ise ona olan sevgimizi kat kat artırdı. Gökyüzünden bir yıldız aramıza düştü ve biz onun içimizden biri olduğunu öğrendik, daha çok sevdik, daha çok hayran olduk. 


TATD kongrelerinde sürprizlere alışkın olmakla beraber, hepimiz bu davetin nasıl gerçekleştiğini merak ediyorduk. Ankara Üniversitesi Acil Tıp AD Başkanı Müge Günalp Eneyli hocamızın Harun Erdenay’ın çocukluk arkadaşı olduğunu öğrendiğimizde hepimiz çok şaşırdık.

Müge hocanın babası Gökhan Günalp FİBA hakemi olarak görev yapmış. Harun Erdenay’ın babası – bir başka basketbol efsanesi – olan Kemal Erdenay’ın da yakın arkadaşıymış. Dolayısıyla buluşma Müge Hoca ve Harun Erdenay’ın çocukluk anılarının paylaşılması ile başladı. Daha sonrasında Harun Erdenay’ın basketbol yılları hakkında ve tabi yakın zamanda yapılan Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanlığı’na adaylığı, ülkemiz basketbolunun güncel durumu ve milli takımımız konusunda salondaki meraklı kalabalıkla karşılıklı konuşmalar konuğumuzun içten yanıtları ile keyif içerisinde devam etti. 

Birinci ağızdan dönemin basketbol yıldızlarını dinledik.  Harun Erdenay’ın İbrahim Kutluay ile Seattle Supersonics antrenmanına çıktığını ve herkesi kendine hayran bıraktığını öğrendik, eşinin bir hekim olduğunu duyunca şaşırdık, günümüz basketbol yıldızlarını tartıştık ve milli takımın geleceğini konuştuk. Biz basketbol tutkunları için ‘işin ustası’ ile basketbol konuşmak ve hayranı olduğumuz bir yıldız sporcu ile zaman geçirmek çok özeldi elbette.

Ülkemizin yıldız sporcularının en önemlilerinden birinin mütevazi tavrı, beyefendiliği ile içimizden biri olarak aramıza katılması ise ‘umut yükseliyor’ temalı kongrede bir saatliğine de olsa geçtiğimiz yılın tüm hüznünü, yorgunluğunu unutturan unutulmaz bir anıydı.

24 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Acil TıpGenelGündemHukuk KöşesiTATDsosyal

Sağlıkta Şiddet Yasası

by Ebru Ünal Akoğlu 20 Ocak 2022
written by Ebru Ünal Akoğlu

Sağlık çalışanlarına karşı maalesef fiziksel, sözel, ruhsal şiddetin bir türlü sonu gelmiyor. Peki pandemi sürecinde kamuoyunda “Sağlıkta Şiddet Yasası” adıyla anılan, şiddeti engellemeye yönelik güncel düzenleme nedir ve yetersiz kaldığı noktalar nelerdir, bugün sizlere biraz bundan bahsetmek istiyorum…

“Bahsedilen düzenlemenin yeni olduğunu sanmayın aslında 1987’de yürürlüğe girmiş”

Pandemi süreci boyunca “Sağlıkta Şiddet Yasası” olarak bahsedilen düzenleme, aslında 1987 senesinde yürürlüğe girmiş olan 3359 Sayılı “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu”nun 12. maddesine eklenen bazı cezai yaptırımlardır. 

“Sağlık personelini kasten yaralama tutuklanma sebebi”

12. maddenin ilk haline 2014 senesinde ekleme yapılmıştır. Getirilen yenilikle; sağlık kuruluşlarında çalışan personele karşı, görevleri sırasında veya görevleri sebebiyle “kasten yaralama suçu”nun işlenmesi tutuklama sebebi olarak düzenlenmiştir. 2018 yılında bu maddeye, “beyaz kod” konulu bülten yazımızda incelemiş olduğumuz bir düzenleme daha eklendi. 

“İfade vermek için karakola gitmek zorunda değilsiniz”

Tekrar bahsedecek olur isek; özel veya kamu sağlık kurum/kuruluşlarındaki personele karşı görevleri sebebi ile “kasten” işlenen tüm suçlarda, şüpheli, kolluk güçlerince yakalanarak savcı karşısına çıkarılmalıdır. Ayrıca müşteki, mağdur ya da tanık sağlık çalışanının ifadesi işyerinde alınmalıdır.


Konu ile ilgili son değişiklikler neler?

Nisan 2020’de yürürlüğe giren güncel değişikliklerde bu maddeye iki yeni fıkra eklendi. 

Biri saldırıya maruz kalan sağlık çalışanını, diğeri ise hasta haklarını korumaya yönelik görünüyor.

“Sağlık personeline karşı işlenen suçta %50 artırım”

Önce mağdur taraftan bahsetmek istiyorum; 

Özel ya da kamu ayırt etmeksizin tüm sağlık personeli ve yardımcı sağlık personeline karşı görev sebebiyle işlenen kasten yaralama, hakaret, tehdit, görevi yaptırmamak için direnme suçlarında, verilecek cezada yarı oranında artırım uygulanacağı yasal olarak kabul edilmiştir. Bu düzenlemede, verilecek cezanın ertelenmeyeceği belirtilmiştir ki bu ilginç bir yenilik, ancak kulağa geldiği kadar etkili değil. Çünkü erteleme dediğimiz şey, HAGB (hükmün açıklanmasının geri bırakılması) ile aynı şey değil. Onu da birazdan açıklayacağım.

“Özel kuruluşlardaki sağlık personelleri de kapsam içerisinde”

Ayrıca kamu görevlisi sıfatına sahip olmaması nedeniyle bazen kapsam dışında kalan özel sağlık kuruluşlarında çalışan personel de unutulmamış, aynı şekilde bu suçlara maruz kalması halinde, kamu görevlisi sayılacağı öngörülmüştür.

“Şiddet olayında şüpheliye sağlık bakımı hizmetini başka birinin yapması öneriliyor”

Fıkranın ikinci kısmına gelirsek, hasta hakları yönünden ise;

Şüpheli yahut şüphelinin yakınına, “aynı bakımı yapabilecek başka bir sağlık personeli tarafından bakılır” demek suretiyle koruma getirilmiştir. Bu maddeye, özellikle, saldırgan şahıs eğer ki hasta yakını ise, suçu olmadığı halde arada kalan hasta açısından önemli diyebiliriz. Ayrıca, saldırganın aynı mağdur sağlık çalışanına gelmesi halinde; o mağdurun artık haklı olarak objektif bakamayacağı ve o ruh haliyle bazı şeyleri gözden kaçırabileceği için, hukuki sorumluluğunun doğmasını da önleyecektir. 

“Red hakkı ile çelişki arasındaki ikilem”

Her ne kadar hekimin haklı durumlarda hastayı red hakkı olsada, bu düzenleme sayesinde çelişkiye yer bırakmaksızın muhatap olunması gerekmeyecektir.

“Şüpheli tutuklanıp, savcı ve hakim karşısına çıkarılmalı”

Şüphelinin tutuklanması meselesine gelince; yeni eklemeler sayesinde, eskiden karakolda ifade verip serbest kalan şahsın, artık emniyetteki ifadesiyle yetinilemeyeceği, devamında adliyeye sevk edilerek savcı ve sorgu hakimi karşısına çıkarılması gerekliliği söz konusu.

“Bu konuda maalesef ki ciddi bir baskı oluşturmak şart”

Ne yazık ki günümüzde hala, sosyal medya/kamuoyu baskısı oluşmadan veya mağdur avukatı olayı takiben emniyete gidip de yasa böyle demiyor diye ısrar etmediği sürece, bu müjdelenen(!) değişikliğin uygulandığını görmedim.


Peki ertelenme kararı HAGB ile aynı anlama mı geliyor?

Son söyleyeceğimi en başta belirteyim: HAYIR

Erteleme cezanın ertelenmesi, HAGB (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması) ise infazın ertelenmesidir. İkisi hukuken farklı anlamlara gelir. Basit bir şekilde açıklamam gerekirse; HAGB’de 5 yıl boyunca herhangi bir suç işlememesi halinde sanık, o suçu hiç işlememiş kabul ediliyor. Erteleme kararında ise; sanık, hakim tarafından uygun görülen belli bir sürede ve bazı yaptırımlarla cezaevi dışında cezasını çekiyor.

“Erteleme HAGB’den daha büyük bir yaptırım aslında”

Erteleme kararı; velayet/vesayet hakları, memuriyet vb haklar üzerinde sonuç doğurabilme özelliği ile, HAGB’ye göre daha büyük bir yaptırım olarak kabul edilir. Yeni değişiklikte bahsedilen erteleme, cezanın ertelenmesidir. Oysaki, sağlık çalışanlarına saldıran bu şahıslar yönünden erteleme yerine HAGB uygulamasının kaldırılması gerçekten büyük değişiklik yaratırdı. Malumunuz, sanığın sicili temizse “nasıl olsa bir anlamı yok” bakış açısıyla fail cesaret buluyor, mağdur ise umutsuzluğa kapılıyor, bence bu konu üzerine eğilmek gerçekten faydalı olurdu. 

Mevcut yasal düzenlemenin yetersiz kaldığı noktalar mevcut. Caydırıcı özellikleri söz konusu. Ne var ki, mevcut olan da keyfi olarak uygulanmayınca hiçbir caydırıcılığı kalmıyor. 

“Caydırıcılık için yeterli uygulama gerekir”

Eğer ki, yasa tersini öngördüğü halde; sağlık personelini tehdit eden şahıs savcılığa sevk edilmeyip yarım saat sonra elini kolunu sallayarak hastaneye dönüyor, doktorun karşısına çıkıyorsa; sağlık personelinin ifadesi işyerinde alınmıyor ertesi gün ısrar kıyamet karakola çağırılıyorsa; saldırgan, personeli yaraladığında yasa tutuklanmasını öngördüğü halde serbest bırakılıyorsa; verilen kararda HAGB uygulanıyor ise yasalar ne için var? 

“İş yine başa düşüyor!”

Kanayan yara haline gelmiş böylesi önemli bir konuda, haklarınızı bilmeniz çok önemli. Bu konuda mevcut yasanın koruyuculuğundan faydalanmak için iş başa düşüyor; şüpheli hakkında gerekli işlemlerin yapılması için biz hukukçuların, ifadenizin işyerinizde alınması için de siz sağlık personelinin ısrarcı davranması gerekiyor. 

Aksi halde, yasa ne kadar koruyucu olursa olsun, uygulanmadıktan sonra aynı tas aynı hamam.

20 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

Nöbette Beslenme, Beslenme Nöbeti

by İbrahim ALTUNOK 18 Ocak 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Acil nöbetleri, biyoritminize pek çok değişenden dolayı müdahale eder. Bunların en önemlilerinden biri de yiyip içtiklerinizdir. Zaman kısıtlılığı ve belirsizliği, ulaşılabilen yiyecek ve içeceklerin sınırlığı gibi etmenler nöbette beslenmeyi zorlaştırır. Eğer bilinçli bir düzenleme yapmaz ve ne bulursam onu yerim derseniz, bu nöbette beslenme olmakta çıkar, karnını doyurma haline gelir. İyi beslenme, sadece uzun vadede sağlığınız için değil aynı zamanda o nöbetteki enerjiniz ve konsantrasyonunuz için de elzemdir. Bu bölümde, ülkemiz acilcisi için nöbetlerde pratik beslenme önerilerinde bulunacağız.

Nöbet Neden Yorar?

Biyoritm, sadece uyku ve uyanıklıkla alakalı değildir. Ne zaman yemek yediğimizden, ne zaman ihtiyaç giderdiğimize kadar pek çok günlük insani ihtiyaçlarımız biyoritm sayesinde düzenlenir. Hayatı belli bir rutin içinde olanların beyni için biyoritmi ayarlamak çocuk oyuncağıyken, acilcilerin bu iş için daha çok emek harcaması gerekir. Çünkü nöbetin hangi saatinde nasıl bir vakayı karşımızda bulacağınızı bilemezsiniz ve bunla başa çıkacak enerjiyi her zaman hücrelerinizde bulundurmanız gerekir. Gerekli enerjiniz yoksa bu size nöbetlerde aşırı yorgunluk olarak yansıyacaktır. Buradan sürekli yemek yemeniz gerektiği anlamı çıkmaz!

Neden Nöbetlere Özel Beslenme Gerekir?

Araştırmalar vardiya usulü çalışanlarda, özellikle erkeklerde, tip 2 diyabet riskinin arttığını gösteriyor. Kalitesiz beslenme alışkanlığı yetersiz fiziksel aktiviteyle buluştuğunda sonuç kaçınılmaz. Sakın kendinizi; ‘nöbette çok yoruluyorum, ayaklarıma kara sular iniyor bu da spor sayılır’ diye avutmayın. Fiziksel aktivite de düzenli ve sürekli olmalıdır.

Nöbetçiler! İyi Yemekleri Seçin!

Vardiyanız (shift) ne olursa olsun iyi beslenmeye dikkat edin.

24 saatte en fazla 3 ana öğün sayılabilecek yemek ve iki veya üç tane de atıştırma planlayın.

Nöbette de olsanız, içinde bulunduğunuz vakte uygun beslenin; sabah saatlerinde kahvaltılıkları, öğle saatlerinde ana yemekleri, akşam saatlerinde daha hafif yiyecekleri tercih edin. Gece saat 02.00’de adana dürüm sipariş etmeyin!

Gece geç saatlerde ( normal insanlar o saatlerde uyuyor) midenizi çok fazla şişirecek şeyler yerine kuruyemiş az miktarıyla tok tutabilecek yiyecekleri tercih edin.

Nöbet sonrası uyuyacaksanız, yine saatine uygun normalin 1/3’ü porsiyonunda bir yemek yiyin, böylece aç uyumamış olursunuz ve ağır yemeğin uykunuzun kalitesini bozmasını engellersiniz.

Yemeğinizin porsiyonuna, sanki siz değil de sağlığına dikkat etmesi gereken bir başkası yiyecekmiş gibi bakıp öyle karar verin!

Sadece Hastalara Değil, Kendinize de Sıvı Desteği Sağlayın

Bol bol su için, ne kadar bol derseniz 12 saatlik bir nöbette 1,5 litrelik bir suyu bitirin.

Suyunu çeşitli eklemelerde daha bol içilebilir yapabilirsiniz. İlerde bahsedeceğiz

Kahvenin azı karar çoğu zarar. Granül kahve yerine Türk kahvesi veya filtre kahve tercih edin.

Şekerli, gazlı, tatlandırıcılı içeceklerden uzak durun.  Unutmayın nöbette sadece bir tane içiyor olsanız da bu işi ömür boyu yapacaksınız.

Menüyü Oluştururken Dikkat etmeniz Gerekenler

Proteinler:

Proteinin vücut için önemini doktorlara anlatacak değiliz, ancak menüdeki önemini bilmek lazım. Protein içeriği zengin menü sizi nöbette daha uzun süre tok tutar. Nöbetin bedensel yıpratıcı etkilerinden korur. Bazıları sevmese de, paça çorbası gibi kollajenden zengin yemekler yıllarca sürecek yıkım ve yapım sürecinde hammadde olacaktır.

Karbonhidratlar:

Son yılların en tartışmalı besin grubu, hızlı enerji verdiği ve de lezzetli olduğu için çok tercih edilse de endüstriyel üretim aşamasında başında geçenler bu gruba karşı dikkatli olmamızı gerektiriyor. İhtiyacınız olan karbonhidratı doğal kaynaklardan alın. Mesela sabah kahvaltısı için sonu isminin –ella, -elle gibi biten fabrika çıkışı besinler yerine arı kovanı çıkışlı bal tüketin. Dolabınızda bir kavanoz bal bulundurun. Ülkemizde yaygın olmasa da tam tahıllı ekmek tüketin, onu da az tüketin. Gluten sindirimi zor bir proteindir ve çölyak dışı glüten intöleransının yaygınlığının  %4-6 olduğu bilinmektedir.

Glisemik İndeks:

Tüm karbonhidratlara GI puanı verilir. Bu, vücudun yiyeceği ne kadar hızlı enerjiye dönüştürebileceğinin bir ölçüsüdür. Düşük GI gıdalar daha uzun ömürlü enerji sağladığı için en sağlıklı seçenektir. Düşük GI gıdalar arasında mercimek, baklagiller, çoğu meyve ve sebze vardır. Ama gazlı içecekler, şekerli hazır atıştırmalıklar, çay-poğaça yoktur!

Lif:

Lif, yediğimiz yemeğin sindirim sistemindeki seyahat süresini uzatıp, daha uzun süre tok kalmamızı ve yemeği daha iyi sindirmemizi sağlar. Bunun için öğünlerinize lifli gıda da ekleyin. Unutmayın, acil serviste iki saatte bir acıkmak ve yemek gibi bir lüksünüz yok.

Şimdi Plan Yapalım

Gündüz nöbeti:

Uyandığında:

İyi bir kahvaltı,

Unutma kahvaltı için 30dk erken kalkmak sana nöbette sağlam bir vücut ve sağlam bir kafa sağlayacaktır.

Nöbet esnasında:

Ağır olmayan bir ana öğün ve glisemik indeksi düşük,  atıştırmalar.  Hastane yemeği çıkıyorsa, ekmekleri kenara ayırın ve dokunmayın, aşırı yağlı yapılmış yemekleri almayıp çorbayı iki kase alabilirsiniz. Yemek söylemek durumundaysanız seçeneğiniz tamamen bulunduğunuz yere bağlı. En güzeli evden kendi yemeğinizi getirmeye alışmanız olacaktır.

Nöbet çıkışı:

Mangal başında başlamayıp baklavacıda bitmeyen bir akşam yemeği ve bol su tercihen uyumanızı kolaylaştıracağı için yoğurt. Uyumanıza vakit varsa güzel bir çay ve ya kahve zindelik verecektir.

Akşam Nöbeti:

Akşam vaktinde: 

Ağır olmayan bir ana öğün ve glisemik indeksi düşük,  atıştırmalar ve bol su. Yoğurt ve ayran gibi uyku yapacak besinlerden uzak durulmalı. Kahve ve çay dozunda tüketilmeli.

Gecenin ilerleyen saatleri:

Küçük bir sandviç ve ya evden getirdiğiniz zengin içerikli bir salata. Yörenize göre kuruyemişler. Fındık, ceviz, kurutulmuş meyveler. Yine tekrarlıyoruz, gece 02.00’de adana kebaba ulaşabiliyor olmanız onu yiyebileceğiniz anlamına gelmez!

Nöbet çıkışı:

Küçük bir kahvaltı yapıp biraz da su içip çok geciktirmeden uyu bölümünde anlattığımız şartları sağlayıp uyumalısınız. Kahve ve ya çay içmeyin illa bir şey içecekseniz ayran, süt ve ya taze sıkılmış meyve suyu için.

Uyandıktan sonra:

Normal hayatınızdaki saatine uygun öğünü yiyin.

Azık Önerileri:

Salata:

Mevsim sebzelerinden oluşan salatayı peynir, ton balığı, haşlanmış tavuk veya etle zenginleştirin. İçine ceviz koymanız lezzetini ve davetsiz misafirleri artıracaktır.  Sosu eklemeden saklama kabıyla götürün ve buzdolabında saklayın. Yiyeceğiniz zaman sosunu ekleyebilirsiniz. Hem çok lezzetli hem de içine kattığınız ürünlerden dolayı tok tutan bir ara öğün, kimileri için de öğün olacaktır.

Sandviç:

Ekmeği en önemli malzemesi, bulunduğunuz bölgenin en iyisini bulup alın demekten başka çaremiz yok. Ancak ekmeği az içeriği bol olmalı. Ekmeği kabarıksa içini alın. Zemin kata kaşar, üstüne krem peynirle ezip karıştırıp sürülebilir hale getirdiğiniz ton balığı, üstüne de tercihen zeytin ve ya ceviz ekleyebilirsiniz. Sevenler acı biber de ekleyebilir. Ancak marul ve domates gibi sulu sebzeler sandviçinizin ömrünü kısaltacaktır.

Sebze Çubukları:

Çok eğlenceli atıştırmalıklar olup şiddetle tavsiye ederiz. Mesela, havuç, salatalık, kırmızıbiber, kereviz, brokoli (çubuk halini alması zor ama olsun) cips ve ya çikolatalı gofretlere çok güzel alternatif olurlar. Elektif şartlarda süzme yoğurda batırılıp tüketilmeleri tavsiye edilir.

İçecek:

Sudan daha iyi bir içecek yok ama suyunuzu daha eğlenceli ve faydalı hale getirebilirsiniz. Mesela evde kendi su şişenize bir dilim limon 3-4 yaprak nane koyup bir bardak maden suyu sodası ekleyip üstünü de suyla tamamlayabilirsiniz. Bu hem içimi güzel hem de mineral vitamin desteği sağlayan bir içecek olacaktır.

Enerji içeceği:

Enerji içeceği arayanlara tavsiyemiz: sağlık emek ister. Bunu da en iyi doktorlar bilir. Doktorların her kesimden arkadaşı olur ve kaliteli ürünlere ulaşmaları kolay olur. Alerjiniz yoksa doğal bal ve polenle çok kaliteli bir enerji içeceği yapabilirsiniz. Bir tatlı kaşığı polen, üç tatlı kaşığı balı bir bardak ılık suyla ( 40 derecen yüksek sıcaklıkta bal bozulacaktır)  karıştırıp tüketmeniz uzun süre enerjik kalmanızı sağlayacaktır. Deli bala denk gelme ihtimalinize karşılık atropini hazır bulundurmanızı tavsiye ederiz.

Kuruyemiş:

Her türlü kuruyemiş olabilir. Ama özellikle kavrulmamış ve taze olmaları gerekir. Bayat ve uygun ortamlarda saklanmamış kuruyemişteki aflatoksin, kuruyemişi amacından şaşırtacaktır.

Yardımcı malzemeler:

Salata saklama kabı:

Hazneli içecek şişesi:

Kapaklı kupa:

Termos:

Ne Yapmamalısın?

Acilcinin sağlıksız yaşam serüveni videomuzu izleyip neleri yapmaman gerektiği hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Link: https://www.youtube.com/watch?v=hTrFnSZ2v6I&t=10s

Karekod:

18 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
GenelSizden GelenlerTATDsosyal

Güzel Şehir Van

by Fatma Selman 15 Ocak 2022
written by Fatma Selman

Antalya’ da tatlı tatlı yaşamıma devam ederken çok sıcak bir ağustos günü artık asistanlık sürecimin sonuna geldiğimin kanıtı olarak ismim atanacak uzmanlar arasına alındı, tercih edeceğim yerler açıklandı ve ben de kötünün iyisi olarak o zaman düşündüğüm Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni (VEAH) tercih ettim. Çok geçmeden bir ay sonra pılımı pırtımı toplayıp Van’a geldim.

“Van mecburi için neden tercih edilir”

Van EAH büyük bir hastane ve bu nedenle oldukça yoğun bir hasta sirkülasyonu var. Dolayısıyla acil servisi hasta sayısı da oldukça fazla, bunun yanında bölge hastanesi olarak geçtiği için çevre illerdeki unstabil, çözülemeyen hastalarında son durağı. Acil servis şartları benim ve muhtemelen birçok kişinin asistanlık yaptığı yerlere göre kötü ama mecburi hizmet yapılan bir acil servis için oldukça iyi denilebilir. Triajı olan, yeşil-sarı-kırmızı alanlarında ayrı doktorların ve hemşirelerin görev yaptığı bir düzeni var. Tüm hekimler primer olarak kendi hastalarından sorumlu olmak ile beraber, uzmanların her yerde olduğu gibi bir görevi de pratisyen doktor arkadaşlara yardımcı olmak.

“Van’ın felaketler yılına denk geldim”

Benim mecburideki bir senem nasıl geçti derseniz, tabi o kadar mükemmel değildi. 2020 Ocaktan itibaren tüm dünyada olduğu gibi Van’da da hayat zordu. İlk olarak çığ felaketi yaşadık ve bir hafta içinde aynı felaket tekrar etti. Bu olaydan kısa bir süre geçmeden merkez üssü İran olan ve sınır komşumuz Başkale’de deprem oldu. Ve mart itibariyle COVİD-19 pandemisi başladı. Tüm hastane personeli, umke, jandarma, polis işbirliği içerisinde bu afetlerin üstesinden geldik.  Pandemi ise çok ayrı bir öneme sahip tüm hastaneler için. Son 3 aya kadar düzenli bir alanımız ve bizi koruyan çalışma şartlarımız yoktu. Ama eylülden itibaren düzenli bir alana ve iyi çalışma şartlarına kavuştuk. Çok fazla aksaklık, zorluk olmasına rağmen birçok mecburi bölgesindeki hastaneleri düşündüğümüzde şartlarımız onlara göre iyi denilebilir.

Peki Van nasıl bir yer? En büyük güzellik pek tabi Van gölü. Bu çevrenin deyişiyle Van denizi. Gerçekten deniz hissi yaratacak kadar büyük olan Van gölünde özellikle yaz aylarında içeceğinizi alıp göl kenarında keyif yapmaya kalktığınızda manzarasında ufuk çizgisi olduğunu göreceksiniz, bu olay bir göl için gerçekten şaşırtıcı bir durum. Aynı zamanda içinde en bilineni Akdamar adası olan birkaç tane ada barındıran Van denizinin suyu sodalıdır. Göle girdiğinizde ağzına acı bir tat gelir ve gölden çıktığınızda ince bir tabakanın vücudunuzu sardığını fark edeceksiniz.

“Van’daki önemli olaylardan biri meşhur Van kahvaltısı ve otlu peynir”

Van kahvaltısından otlu peynir ile birlikte birçok peynir ve reçel çeşitlerinin yanında, bu yöreye özel murtağa ve kavutu denemenizi mutlaka öneririm. Sabah ilk iş cumhuriyet caddesinin ara sokaklarından biri olan kahvaltıcılar sokağına gidebilirsiniz. Benim favori kahvaltıcım ise Kocaali Parkı göl kenarındaki sosyal tesislerdir. Yöresel tatlar sadece kahvaltıyla kalmıyor. Van pastası, kelodoş gibi yöresel lezzetleri de mutlaka denemelisiniz. Van’ın yöresel lezzetlerini tatmak için firavun ev yemekleri restoranını tercih edebilirsiniz.

Biz Van’daki günlerimi güzel geçirmek adına 3 günlük Van ilindeki ve Van gölü çevresindeki görülmesi değer yerler için bir tur yaptık. İlk olarak Van merkezde olan Van kalesiyle başladık. Urartular döneminde Tuşba olarak bilinen bu bölgeye düşmanlarından korunmak için oldukça büyük bir kale yapılmış. Kalenin her yerini bir kez dolanmak yaklaşık 1 saatinizi alacak ama bundan daha güzel bir olay ise kaleden dönerken hemen alt yolda bulunan Van müzesi. İnanılmaz muhteşem ve büyük olan Van müzesinde kategorize ederek bu bölgede yaşamış uygarlıkları geniş bilgiler ve bu bölgeden çıkan tarihi eserlerle sergilenmiş.

Özellikle Urartu ve Pars medeniyetleri hakkında çok fazla bilgiye sahip olacağınız bir deneyim olacaktır. Benim en çok ilgimi çeken ilk defa bu müzede bilgi sahibi olmamdan kaynaklı savat işçiliğiydi. Urartu döneminde yapılmaya başlamış savat gümüş üzerine çizilmiş bir desenin oyulduktan sonra savat denilen eriyiğin oyuklara doldurulmasıyla elde edilen nesnelerdir. Tabi bunu öğrendikten sonra müzenin merkeze bağlanan kalenin arka sokaklarından birinde savat işçiliği yapan bir yer bularak hemen bilekliklerimizi aldık. 

İkinci gün uğrak yerimiz Doğubayazıt. Erciş’ten sonra Ermenistan sınırına görerek, muhteşem dağ manzaraları arasında Doğubayazıt’a, daha doğrusu direk İshak Paşa sarayına ulaştık. İshak Paşa sarayı mükemmel bir mimarisi olan 2 avlu, bir sürü yatak, hizmetçi odası, misafir ağırlama alanları vb. olan bir tarihi yapı. Bu saray dağların arasında çok güzel manzaraları olan bir alanda. Ama çevre bölgelerin her yerinde gözüken ağrı dağı bu saraydan gözükmüyor. Ağrı dağı efsanesine göre sarayda yaşayan Bayazıt valisinin kızı bir çobana aşık olmuş. Çoban tüm gün ağrı dağında koyunlarını otlatırmış. Sürekli onu izleyen kızı Gülbahar’a sinirlenen Mahmut Paşa, Ağrı dağını görmeyen bir saray yaptırmış.

Bir sonraki durağımız Adilcevaz sınırları içindeki Aygır gölü. Bu gölde Van gölü gibi bir volkanik set gölüdür. Göl kıyısının Bitlis sınırları içerisinde olan kısma geçtiğimizi manzaralardan da anladık. Artık sürekli yeşil, sürekli mera alanları arasında yolculuk yapıyorduk. Aygır gölü manzaramız sonbaharda gitmemizden de kaynaklı yeşil alanların arasında tatlı küçük bir maviliktir. Şirinler kasabasına gitmiş gibi hissederek çevresini dolaşmaya başladık. Tüm o yoğun şehir gürültüsünden kurtulmak için aygır gölünün kenarında bungalovlar ve çadır kurma alanları var. Gerçekten sadece doğanın sesiyle beraber kalacağınız, güzel bir hafta sonu için burayı tercih edebilirsiniz.

Aygır gölünden ayrıldıktan sonra Adilcevaz çarşısına uğrayıp, el cevaz reçel dükkanından ceviz reçeli almadan geçmeyin. Sonra yolumuza Ahlat’taki Selçuklu Mezarlığı ile devam ettik. Selçuklu Mezarlığı dünyanın en büyük Türk mezarlığı aynı zamanda UNESCO’ nun dünya mirası asil listesinde bulunmaktadır. Çok büyük bir açık hava müzesi burası. Gezmesi uzun ve çok zevkli kesinlikle. Mezar taşlarında yazan hikayeler, şiirler, kimin olduğuna dair bilgileride yanlarına günümüz Türkçesiyle yazılmış. Ama tam olarak bütün mezar taşların yazıları çevrilmemiş, kim bilir daha ne hikayeler çıkacak o yazıtlardan.

“Bir nevi göller yöresi”

Bitlis’in diğer güzel gölü ise Nemrut Krater Gölü. Kötü bir yolu aştıktan sonra yine muhteşem bir yere ulaştık. Ne kadar çok gölden bahsettin diyeceksiniz ama hepsinin ayrı bir güzelliği, hepsinin ayrı bir havası var. Çevresinde daha küçük 4 göl ile birlikte Nemrut Kalderası’nda bulunmaktadır. Gölün suyu berrak, tatlı, normal içme suyu kıvamındadır. Aynı zamanda sıcak sular, kaplıcalar, volkanik hareketler bazı bölgelerinde devam etmektedir.

Biz buraya akşam güneş batışında geldik. Güneş batışının tadını Nemrut Gölü’nde çıkarmanızı kesinlikle öneririm.

Nemrut Kalderası’nda herhangi bir işletme yok. Tam doğanın içinde hissedilecek bir kamp alanı sunuyor size, ancak kamp yapanlardan duyduğum kadarıyla geceleri ayılar yemeklerinize ortak olmak istiyorlarmış. Biz de güneşin batışına dalmışken bir tilki gördük.

“Hoşap Kalesi’nin kocaman kapısından girdikten sonra kendinizi Game of Thrones setinde buluyorsunuz”

Son olarak da Van’ın en meşhur yerlerinden biri gölün ortasındaki Akdamar Adası’na gittik. İçerisinde aynı ismi taşıyan bir Ermeni kilisesi bulunduran küçük bir adadır. Bu adaya Van’ın Gevaş ilçesinden sürekli hizmet veren motorlarla geçebilirsiniz. Kilise dış duvarına oyulmuş küçük heykelleri ve isminin geldiği “Ah Tamara” efsanesi için mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer.

“Mecburi hizmet için tavsiye edebileceğim bir bölge”

Son söz olarak,

Van mecburi zamanınızı güzel geçirebileceğiniz, diğer şehirlerin mecburi bölge şartlarına göre gayet rahat çalışacağınız bir il. Hatta mecburi yılları için gelip burayı çok sevip yıllarca burada kalan doktorlardan olabilirsiniz.

15 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Acil TıpMercekSizden GelenlerTATDsosyal

Yurtdışında Doktorluk ve Yaşam – İsveç

by İbrahim ALTUNOK 12 Ocak 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Kuzeyin soğuk ama sempatik bir o kadar da şahsına münhasır (bknz. Corona-İsveç ekolü) ülkesinden tüm acil tıpçılara selamlar. Mesleğini şu anda İskandinavya’da sürdürmekte olan bendeniz sizlere becerebildiğim ölçüde İsveç’ten ve burada Acil Tıpçı olmaktan bahsedeceğim. Bunu yaparken bu yola nasıl ve hangi koşullarda girdiğime az biraz değinip aklında yurtdışı olan arkadaşlara da bir fikir verebilmeyi amaçlıyorum.

Öncelikle bilmeyenler için kısaca kendimden bahsedeyim. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olup, gerçek anlamda mesleği ve Acil Tıbbı, Bakırköy Sadi Konuk EA Hastanesi’ndeki asistanlığım sırasında öğrendim. Sonrasında mecburi hizmet, devlet, özel sektör derken şu an, bazen kendim de şaşırsam da İsveç’in Helsingborg adındaki şehrinde mesleğe devam ediyorum.

“Neden İsveç?”

Neden olmasın? Açıkçası bu soru burada da en çok duyduğum sorulardan. Asistanlığım döneminde defalarca ertelediğim “Observership” planımı, “lanet olsun” dediğim klasik bir mecburi hizmet gecesinde hayata geçirmeye karar vermem ile başladı herşey. Observerlık için şu anda da çalışmakta olduğum hastaneden kabul edilip, Observer programının son gününde ise iş teklifi almam nedeniyle kolları sıvayıp dil öğrenmeye başladım. “Neden İsveç’te observerlık?” sorusu ise bu yazının sınırlarını zorlar… Belki başka bir yazıya…

“Dil öğrenmek”

Açıkçası iş teklifi alana kadar meselenin bu kadar ciddiye bineceğini çok da zannetmiyordum. Lakin iş teklifi aldığım için kurum içi tayin istemek ya da bavulumla kapılarına gidip “Ben geldim!” demem de yetmezdi (bir ara bunu da yapmayı düşündüm gerçi). Peki nasıl olacaktı bu iş? Observerlık sürecini İngilizce ile halletsem de gereken en önemli şart C1 seviyesinde (en üst seviye:C2) bir İsveççe idi. Ve bu dili hayatınızın geri kalan kısmında mesleğinizi icra ederken kullanacağınızı düşünürseniz nasıl bir dil öğrenme süreci olması gerektiğini tahmin edebilirsiniz.

“Sınavlar sınavlar sınavlar…”

Kâğıt kürek işleri tamam… Dil de öğrenildi… Sırada ise tıbbi yeterlilik kısmı var. Avrupa’da birçok ülkede şart olarak genel tıbbi bilginin ölçüldüğü teorik ve pratik 2 aşamalı sınavları da geçmeniz gerekiyor. Buraya kadar hiçbir detayı vermeden kısaca bahsettiğim süreçler ülkeden ülkeye ufak farklılıklar gösterse de temel olarak aynı mantıkta ilerliyor. Sırasıyla: Doktor olduğunu kanıtla (kâğıt-kürek işleri), dili öğren (C1 sınavını geç) ve tıbbi yeterlilik (yine sınav) …

Ve eğer bütün bu aşamaları geçtiyseniz tebrikler! Artık o ülkede iş aramaya başlayabilirsiniz… En azından İsveç için kabaca böyle.

Yola Çıkmadan “Egolarını ve öz güvenini yavaşça yere bırak”

Dünyanın hastasını bakan, defalarca kritik girişimler yapmış, sayısız CPR’a imzasını atmış olan sen, bu şaşalı geçmişinin herhangi bir öneminin olmadığı bu ülkeye ya da Avrupa’ya hoş gelmiş oldun. Buraya kadarki bu uzun girizgahın amacı az da olsa bu sürecin maddi, manevi ve psikolojik arka planına dair bir fikri uyandırabilmek. Çünkü bundan sonrası egolarının ve öz güveninin bir miktar daha zedelendiği bambaşka bir süreç… Ama iş ortamımdan konuşmadan önce “Turistik” Avrupa ile “normal” Avrupa arasındaki farkı vurgulamakta fayda var. Keza Avrupa’da çalışmak denince “başkalarının düşündüğü” ile “gerçekte olan” arasındaki fark anlamlı. Her gün bir müzesini gezdiğin, meşhur bir heykelin önünde selfie çektiğin, kahvesini içip, güzel bir caddesinde yürüyüş yaptığın, anılarındaki Avrupa’dan ziyade artık orası senin yaşamak için çalıştığın bir yer. Yaklaşık 50-70 m2 büyüklüğündeki bir evde, temizlikçi/bakıcı “lüksü” olmayan, çamaşır günü için çamaşırhaneden sıra alan sıradan bir Avrupalısın. Sıradan bir Avrupalısın çünkü bu bahsettiğim şeyler burada orta-üst gelir sınıfı için gayet normal koşullar. Asgari ücret ile ortalama bir doktor maaşı arasında yaklaşık 1000-2000 Euro fark olduğunu ve ortalama bir ev kirasının da 1000 Euro olduğunu göz önüne alırsak çok da garipsemeye gerek yok. Lakin Türkiye’deki mevcut koşullarını bırakıp yeni “maceralara” atılmak isteyenlerin bu konuları araştırmadan veya hesap kitap yapmadan bu yola girmemesi önerilir. (Kanıt Düzeyi A-Öneri düzeyi Sınıf 1)

Artık yazının asıl kaleme alınma konusuna girmeliyim. Ama bir şekilde tüm bu süreçlerin birbiri ile alakalı olduğu gerçeği de göz ardı edilemeyeceği için bazı ön bilgilendirmeleri yaparak başlamak istedim. Bundan sonraki kısımda ise biraz daha spesifik olmaya çalışacağım. Lakin yazacaklarım İsveç özelinde olup, diğer Avrupa ülkeleri ile farklılıklar barındıracağını belirterek devam ediyorum.

Uzmanlığımız Kabul Oluyor mu?

Evet kabul oluyor. Fakat hemen değil! Uzmanlığının kabul olabilmesi için toplamda MİNİMUM 1,5 seneyi bulan ve bir nevi asistanlık benzeri bir süreçten geçmek gerekiyor. Bu sürenin ilk 6 ayı tıbbi lisansının onaylanması için bir süpervizör eşliğinde çalıştığın kalan kısmı ise tıbbi uzmanlık lisansının onaylanması için o klinikte asistan olarak geçirmen gereken süreden oluşuyor.

İsveç’te Acil Tıp Var mı?

Var. Bağımsız bir uzmanlık dalı olarak 2015 yılında kabul edildi. Bu yüzden halen diğer branşların etkisi hâkim. (Bknz. Hava yolu için yoğun bakımın aranması…) Fakat diğer bir açıdan Acil Tıp uzmanı sayısının henüz yeterli düzeyde olmamasından ötürü “Acil Tıp” iş olanakları açısından diğer branşlara oranla daha avantajlı.  Yani tabi ki garantisi yok ama acilci isen iş bulursun.

Çalışma Saatleri ve vardiyalar

Haftalık çalışma saatleri 40-45 saat arasında değişiyor. 24 saat nöbet ya da gün aşırı nöbet YOK. İstesen de tutamazsın. 3 tarz şift mevcut. Kabaca gündüz (08:00-16:30), akşam (14:00-22:00) ve de gece (20:00-08:00). Gündüz ve akşam vardiyalarının 30 dakikası devir için, 45 dakika-1 saatlik bölümü ise okuma/çalışma veya araştırma için ayrılıyor. Gece nöbetleri, haftasonları veya tatil günleri daha fazla katsayı ile çarpıldığı için oluşan fazla mesainin bir bölümü tatil günü olarak, bir bölümü de para olarak sana iade ediliyor.

Hasta Bakımı ve Temel İşleyiş

Her ne kadar Acil Tıp Eğitimimizi uluslararası öneriler ekseninde alsak da bunun pratikteki yansıması o ülkenin koşullarına göre farklılıklar içerebiliyor. Lakin asistanlığının veya uzmanlığının çoğu günü kriz koşullarında geçmiş benim gibi bir acil tıpçı için gerçek anlamda krizin hemen hemen hiç yaşanmadığı yeni bir ülkede mesleğini icra etmeye çalışmak kulağa hoş gelse de zorlayıcı idi. Söz gelimi BT/MR okuyabilmemden ziyade vertigo ile gelen bir hastada görüntüleme yapmadan santral nedeni dışlayabilme becerim daha kritik bir öneme sahip.  Çok iyi santral kateter takmak yerine artrosentez yapıp septik artrit tanısı koyabilmek daha elzem… Konsültanlarla yapılan tartışmalarda edindiğim ikna becerilerimi veya cevvalliğimin artık bir önemi yok. Tam tersine hastanın yatış endikasyonu var ise başka kimseye sormadan yatırabilirim. Fakat hastanın acilde ve veya serviste alması gereken tedaviyi, kontrol tetkiklerini, kronik hastalıkları nedeniyle alması gereken ilaçları düzenleyebilmek gerekiyor.  Uçana kaçana antibiyotik yazmamdansa, DVT tanısı koyduğum hastanın 3-6 aylık antikoagülan tedavisini Kalp damar cerrahisine ya da Kardiyolojiye danışmadan planlayabilmeliyim. Bu örnekler çoğaltılabilir. Asistanlığımız süresinde zaten almış olduğumuz tüm bu bilgi/becerilerinden bazıları mevcut koşullar, imkanlar veya gerekliliklerden ötürü geri planda kalabiliyor, bazıları ise daha öne geçebiliyor. Ama ülke dışına çıkıldığında senden beklenen şey, günü kurtarman veya kahraman olman değil tam tersine kitabına uygun davranman.

Kaç Hasta Geliyor?

Yeterince… Burada nitelik nicelik tartışması söz konusu aslında biraz da. Ortalama bir sayı vermek İsveç’in diğer bölgelerini bilmediğim için mümkün değil. Ama bir acil tıp doktoru saat başına 1-2 hasta bakıyor dersem abartmış olmam diye düşünüyorum. Gerçekten de Türkiye’deki meslektaşlarım için çok komik bir rakam olsa da bu sayının arkasında yatan bazı niteliksel özelliklerden bahsetmeliyim. Öncelikle Türkiye’de “yeşil” dediğimiz hasta toplamı burada acile gelmiyor. Gelse de triaj hekimi ya da çoğunlukla triaj hemşiresi tarafından ilgili birinci basamağa ya da eve yönlendiriliyor. İçeri gelen hastaların veya ambulans ile gelenlerin hepsi sarı/kırmızı sınıfına dahil hastalar. Bu hastaların muayenesinin yapılmadan önce çoğunlukla geçmiş dönem hasta dosyaları doktor tarafından inceleniyor ve gerekli notlar alınıyor. Hasta ile bu sırada bir hemşire çoktan buluşmuş oluyor ve vitalleri ile beraber hastayı size sunuyor. Hastayı muayene ederken sizden istenen detaylı ve eksiksiz bir muayene yapmanız (geçmiş öykü, alerjileri, mevcut ilaçları vs. vs. ). Sonrasında tetkik ve tedaviyi planlıyorsunuz.  Nihayet hasta muayenesi bittikten sonra hastadan edindiğiniz tüm bilgileri dosyalamanız gerekiyor. Bunun için mikrofon benzeri bir aparat yardımıyla hasta dosyasını ses kaydıyla bilgisayarda oluşturuyorsunuz. Ve tüm bu süreçler hastanın durumunun ne kadar kritik olduğuna bağlı olarak olması gerekenden daha uzun sürebiliyor.

Şiddet, şikâyet?

Bu başlıkla ilgili yazacak çok bir şeyim yok. Şu ana kadar (2 sene) ne bir şiddet olayı yaşadım ne de tanık oldum. Sadece doktora değil insanların birbirlerine karşı saygılı olmasının tabii ki de bunda payı çok büyük. Hastaya gerekli zamanı ayırıp, muayene-tetkik ve tedavi sonrası gerekli bilgilendirmenin yapılabildiği koşullarda hasta memnuniyeti arttığı gibi tıbbi hata oranı da düşük seyrediyor doğal olarak. Buna bağlı olarak şikayetler de az oluyor. Fakat şikâyet konusu ise bizde algılandığından biraz daha farklı. Şikayetlerin ele alınma şekli daha çok mevcut sıkıntının tekrarlanmaması için neler yapılabileceği üzerine. Şayet birini kasten öldürmediniz veya sakat bırakmadınız ise mesleki yaşantınızı derinden etkileyecek bir problem yaşamanız düşük bir olasılık. Dava, Malpraktis, Sigorta vs. kelimelere halen yabancılar ve umarım uzun bir süre daha böyle devam eder…

Peki mutlu muyum?

Daha önceden observerlık yapmış olmanın verdiği tecrübe nedeni ile neyle karşılaşacağımı bilmek açıkçası büyük bir avantaj olmuştu. Bu sayede kendimi zihnen az da olsa hazırlayabilme şansım oldu. Ve hiçbir adım amiyane tabir ile “PAT” diye hallolmadığı için hazırlık süreci sindire sindire ilerledi. Tüm bunlar ötesinde mutlu olup olmamak ne beklediğiniz ile alakalı. Kendi adıma mesleki önceliğim güvenlik, huzur ve sağlıklı koşullarda çalışmak olduğu için ve mevcut koşullar bunu sağladığı için mutluyum. Mesleki tatmin, dostlarım, ailem, “Rule Out”, gece yarısı lahmacunları ve nöbet ertesi aktiviteleri ise özlediğim, yerini kolay kolay dolduramayacağım eksikler olarak söyleyebilirim.

Son Söz…

Tavsiye vermeyi seven biri olmadığım gibi haddime de düşmez lakin bu ve benzeri kararların üzerine iyice düşünülmesi gerekiyor. Belli bir yaştan sonra yaşadığın şehri değiştirmek bile yeterince kritik bir karar olabiliyorken, bunu ülke bazında yapmak ciddi cesaret isteyen bir iş. Yine de insanoğlu doğası gereği macerayı seviyor, yeni arayışlara yelken açıyor.  Buna değip değmeyeceği ise son kertede size bağlı.

Umarım aklında yurtdışında çalışma planı olan meslektaşlarıma en azından İsveç’e dair fikir verebilmişimdir. Şimdilik hoşçakalın. Daha güvenli, sağlıklı ve huzurlu günlerde tekrardan karşılaşmak ümidiyle…

12 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
PortreTATDsosyal

Fonksiyonel Tıp ile Tedavi

by İbrahim ALTUNOK 9 Ocak 2022
written by İbrahim ALTUNOK

 

1. Fonksiyonel Tıp nedir?

Fonksiyonel tıp, insanı iç ve dış dengesiyle (doğayla olan ilişkileri, toksik maruziyetleri, stres kaynakları) beraber sağlıkla ilgili risklerini bütünsel olarak değerlendiren ve değerlendirme sonucunda hastalıklara, daha sağlıklı yaşamaya ve en önemlisi de hastalıkların oluşmasını önlemeye yani korumaya yönelik, hastayla birlikte planlama yapılarak yol alınan dinamik bir değerlendirme ve müdahale alanıdır. 

“Fonksiyonel tıp sağlığı korumaya ve geri kazanmaya yöneliktir”. Sağlıklı beslenme, egzersiz, fonksiyonel besinler, bitkisel destekler, detoksifikasyon yöntemleri, stres yönetimi ve uyku düzenlenmesine kadar tamamen bireye özgü yapılan güncel ve bilimsel bir yaklaşımdır. Fonksiyonel tıp hasta yaklaşımında 7 ilkeye dayanır. 

Fonksiyonel tıbbın 7 ilkesi:
1. Beslenmeyi düzenlemek ve en üst düzeyde devamını sağlamak
2. Hormonları düzenlemek ve etkilerini üst düzeyden devam ettirmek
3. Kronik inflamasyonu (iltihaplanmayı)- enfeksiyonsuz yangıyı soğutmak 
4. Sindirimi düzeltmek 
5. Detoksifikasyonu arttırmak 
6. Metabolizmayı güçlendirmek 
7. Zihni yatıştırmak ve sakinliğin devamını sağlamak

2. Fonksiyonel tıpla nasıl tanıştım? Fonksiyonel tıpla tedavi nasıl olur?

Fonksiyonel tıpla hasta olarak tanıştım. Doktor olmama ve her branştan çok yetenekli bir çok farklı branş uzmanı dostum olmasına rağmen kendimi uzun yıllar tedavi edemedim. Henüz otuzlu yaşlarda olmama rağmen, toplumumuzda birçok hastanın muzdarip olduğu gibi ben de Tip 2 Şeker hastalığı, orta-ileri safhada yağlı bir karaciğer, yüksek trigliserit (220 mg/dl), yüksek kolesterol (LDL: 179 mg/dl), artmış kardiyovaküler risk, astım, bolca alınmış ve verilemeyen kilolar, sık sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları, aylarca geçmeyen viral bronşit atakları, geçirgen bağırsak ve en sonunda da gezici artrit atakları olmuştum.

20 yıllık hekimlik geçmişim, akademik olarak gelebileceğim en son nokta olan profesörlük kariyerim vardı. Ama gelin görün ki hastalıklarım arasındaki sonuç ilişkisini kuramıyordum. Kendimi tedavi edemiyordum. Obezite, metabolik sendrom, gezici artrit ataklarım, astım ve gut tanılarım ve elimde raporlarımla, şikayetleri geçici olarak azaltan semptom giderici “tedavi”lerim ve ben baş başa her ay 5 poliklinik dolaşıp duruyorduk; ta ki ben fonksiyonel tıpla tanışana kadar.

Daha sonraları bir dostumun önerisiyle fonksiyonel tıpla tanıştım. Fonksiyonel Tıp Akademisi’ nin kurslarına katıldım. Çok yoğun bir çalışma, okuma ve hazırlık döneminden sonra değerli hocam Mustafa Atasoy’ un birebir danışmanlık ve yardımlarından da yararlanarak fonksiyonel tıp bakış açısıyla kendimi tedavi ettim. Daha sonra akrabalarımı ve dostlarımı da tedavi ettim. Büyük bir çaresizlik ve umutla hekim hekim dolaşan ve hastalıklarına çözüm bulamayan birçok “çözümsüz” hastamı da tedavi etmeye devam ediyorum.

Peki fonksiyonel tıpla tedavi nasıl oluyor? Fonksiyonel tıp yaklaşımının işlevi günün birinde hastalık tanısı almanızla başlamıyor. Tarım gibi. Önce “toprağı” (insanı) inceliyor ve tanıyor; sonra onu kendi doğal çevresiyle birlikte ıslah (tedavi) ediyor.” Bu şekilde “toprak” (insan) düzelirken hastalıkları da bir yan ürün olarak düzeliveriyor. Yani; fonksiyonel tıp hastalıklara odaklanmak yerine vücut sisteminin dengesini geri kazandırarak sağlığı ortaya çıkarmaya çalışıyor.

3. Fonksiyonel tıpla hastalarımızı değerlendirirken temel yaklaşımımız nedir? Prof Fonksiyonel tıp online danışmanlık portalında hasta değerlendirmesi nasıl yapılmaktadır?

Fonksiyonel tıp yaklaşımımızda sorunun kökenine inerek ve “fonksiyon” bozukluğunu bularak çözmekteyiz. Fonksiyonel tıp online danışmanlık portalımızda hastalarımızın değerlendirmesi henüz bize başvuru yapmadan başlamaktadır.  

Bütüncül sağlıklı yaşam yönetimimizle hastalarımızın problemlerini, problemin özüne inerek çözmekteyiz.  

Fonksiyonel tıp “hastalık/tanı”, “tanı/tedavi” sistemiyle yol almaz. Güncel tıp pratiği hastaya önce tanı koyar sonra bu tanıya göre tedavi uygular. Genellikle tek hastalık, tek problem ve tek tanı kodu üzerinden yol alan bu sistemde hastalar, kardiyoloji, nöroloji, endokrinoloji, gastroenteroloji gibi birçok polikliniği dolaşır ve farklı farklı tanılarla birlikte yanında bir torba dolusu ilaçla hastaneden ayrılır. Genelde de sorunun kökeni değerlendirilmediği için bir torba ilaç içmesine rağmen hastanın şikayetleri artarak devam eder. Bizler fonksiyonel tıp yaklaşımımızla hastanın tüm şikayetlerini bütünsel dinamik bir süreçle değerlendirir ve kökende nasıl bir problem, nasıl bir “fonksiyon” bozukluğu olduğuna bakarak yol alırız. 

Fonksiyonel tıp online danışmanlık portalımızda (https://www.proffonksiyoneltip.com/) fonksiyonel tıp doktorumuz, sistemdeki ayrıntılı formları hastalarımız doldurduktan hemen sonra, formları inceleyerek hastayla daha online görüşme yapmadan çalışmaya ve incelemeye başlar. Hastaların tıbbi geçmişleri hakkında çok ayrıntılı bilgi alır; bunları hekim değerlendirme formu üzerinde özetler; ilişkileri düşünür. Bir hazırlık ve planlamayla hastalarının karşısına çıkar. Her branştan ve her çeşitten tetkikler üzerinde uzun süreler çalışır ve hastalarımızın rahatsızlıklarına özgü bir yol çizer.  

 “Fonksiyonel tıp pratiği “vücudun bir bölgesini muayene, sonra film, sonra reçete” gibi bir işlem değildir. Yapılan iş bilinen anlamıyla bir “muayene” değildir. Siz gelmeden başlayan ve siz gidince devam eden bir süreçtir. “Bütüncül sağlıklı yaşam yönetimi sürecidir.”

Hastalarımızın fonksiyonel tıp çerçevesinde değerlendirilmesine öncelikle iki soruyla başlarız:

1. Hastanın kurtulması gereken bir fazlalık ya da sorunu var mı? (Toksinler, alerjenler, enfeksiyon, stres, kötü yiyecek seçimleri)

2. Hastanın en üst düzey fonksiyonlara kavuşması için karşılanmamış bireysel bir ihtiyacı var mı? (mikro besinler, vitaminler, hormon dengesi, uyku, egzersiz, gevşeme, sevgi, anlam ve amaç gibi)

Hastalarımızın fonksiyon bozukluğu nedenlerini saptayarak yaşam değişikliği, destek mineral ve vitaminlerle (ilaç olarak geçmeyen, tamamen doğal takviye ürünler) ve toksik maddelerden arındırarak hastanın sağlığına kavuşmasına ortak bir planla çözüm getirmekteyiz.

4. Fonksiyonel tıp disipliniyle  hangi hastalıkları tedavi edebiliriz?

1. Kronik hastalığı olanlar:

  1. Otoimmün hastalıklar (Haşimato tiroiditi, Lupus (SLE), Romatoid artrit, Vitiligo, Ankilozan spondilit, Multiple skleroz (MS), Skleroderma
  2. Endokrin Hastalıklar (Tip 1 Şeker hastalığı, Tip 2 Şeker hastalığı, İnsülin direnci, Metabolik Sendrom, Hipotiroidi, Hipertroidi)
  3. Gıda Alerjileri, Çevresel alerjiler, Astım, Ürtiker (kurdeşen), Egzema, Akne, Psöriazis
  4. Artritler, Romatizmal rahatsızlıklar, Yaygın eklem ağrıları ve kronik ağrılar, Kronik yorgunluk sendromu, Fibromyalji, Huzursuz bacak sendromu
  5. Bağırsak hastalıkları (İrritabl bağırsak sendromu (Huzursuz bağırsak), Çöliyak hastalığı, Nonçöliyak glüten hassasiyeti, SIBO (İnce bağırsakta aşırı bakteri çoğalması), Reflü hastalığı, Mide bağırsak şikayetleri, Crohn hastalığı, Ülseratif kolit, Geçirgen bağırsak, Mikrobiyota – Bağırsak sağlığı)
  6. Nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar (Alzheimer, Parkinson, Multipl Skleroz (MS), Demans (Bunama), Epilepsi (Sara Krizi), Migren ve baş ağrıları, Depresyon, Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu)
  7. Kalp hastalıkları (Koroner arter hastalığı, Kalp yetmezliği, Tansiyon yüksekliği, Kan yağları bozuklukları (Kolesterol, trigliserit yükseklikleri), Karaciğer yağlanması
  8. Kadın Sağlığı (PMS (Regl öncesi sendrom), İnfertilite, Adet düzensizlikleri, Polikistik Over, Endometriozis, Fibrokistik meme, Sağlıklı menopoz, Libido kaybı (cinsel isteksizlik), Hormonal bozukluklar)
  9. Erkek Sağlığı (Prostat büyümesi (BPH), Sağlıklı andropoz, İnfertilite, Libido kaybı (cinsel isteksizlik, Hormonal bozukluklar)
  10. Uyku Bozuklukları, Stres Yönetimi
  11. Sağlıklı yaşam isteyenler ( Ciddi bir rahatsızlığı olmasa da sağlığını daha iyi hale getirmek için doğru bilgileri almak, doğru destekleri kullanmak ve kendine bir yol haritası çıkarmak isteyen herkes)
  12. Obezite (aşırı kilo)

5. Türkiye’ de ilk defa teferruatlı bir fonksiyonel tıp hizmeti vermekteyiz. Her şey online olarak yönetilmektedir. Hasta görüşmeleri, evden tetkiklerin planlaması ve takviye ürünlerin adrese gönderilmesi sağlanmaktadır. Hastalarımız evden çıkmadan tüm bu hizmetlere ulaşabilmektedirler.  Prof fonksiyonel tıp 4 kişilik bir sağlık ekibinin (doktor, diyetisyen, spor danışmanı, psikolog) hizmet verdiği ilk fonksiyonel tıp organizasyondur.

Özellikle korona döneminde hastalarımızın ve çalışanlarımızın sağlığını korumak amacıyla tamamen online kurgulanmış bir hizmetimiz vardır. Fonksiyonel tıp doktoru + fonksiyonel tıp diyetisyeni + sağlık koçu ve bireysel spor danışmanı + psikolog hizmeti birlikte verilen ülkemizdeki ilk ve tek online danışmanlık hizmeti prof fonksiyonel tıp tarafından verilmektedir.

Hastalarımız tarafından doldurulan formların değerlendirmesi ve hastalarımıza sunumu, yedi temel vücut fonksiyonunun düzeltilmesine yönelik danışmanlık planının anlatılması, her bir danışmanımızın (fonksiyonel tıp danışmanımız Prof. Dr. Selahattin KIYAN, fonksiyonel tıp diyetisyenimiz Dyt. Çağla Bengi SU, bireysel spor danışmanımız Ramazan AYDINOĞLU, psikoloğumuz İrem HOZER) hastalarımızla yaklaşık 30 dakikalık görüşmesi ve toplu olarak yapılacak 30 dakikalık son toplantıyla yaklaşık 2 saat kadar online görüşme yapılmaktadır. Hastalarımız bizlere 7/24 ulaşabilmektedir.  

Hastaların yedikleri, içtikleri, günlük egzersiz planları ve günlük stres, motivasyon ve sorunlara yönelik ayrıntılı formlarla her anları takip edilmektedir. Her hafta online görüşmelerle günlük takiplerin üzerinden geçilmekte, doğru ve yanlışlar tekrar tekrar gözden geçirilmektedir. Birçok hastamız fonksiyonel tıp disipliniyle şifa bulmaktadır. Hastalarımız şifa bulmakla kalmayıp, sağlıklı yaşam konusunda da eğitimler aldıklarından bu konuda da kimseye bağımlılıkları kalmamaktadır. Sağlıklı yaşama ait her şeyi makul bir süre içerisinde öğrenmektedirler.

Fonksiyonel tıp ağacı: Kök nedenler ve sonuçları. Fonksiyonel tıp sorunun kökenine inerek ve “fonksiyon” bozukluğunu bularak çözer. Toprak düzelince yaprak ve ağaç düzelir. Sağlığı kazanmaya yönelik bir disiplindir.

İnsanın iç ve dış dengesi arasında bağlantıları sağlar.

Bir durup geriye bakma sanatıdır.

Hastayla el ele tıbbıdır.  

Mevcut bilgiyi kullanıp rota değişikliği sağlayarak tedavi yapar.

Fonksiyonel tıpla doğru beslenmeyi öğrenin: Bir Çin atasözünün de dediği gibi “Ne yersek O oluyoruz.’’ Fonksiyonel tıpla doğru beslenmeyi öğrenin (Bütüncül, Renkli beslenin, GDO’dan kaçının, Organik beslenin, Lif tüketiminizi arttırın, Anti-inflamatuar beslenin, Yeterli protein alın, omega 3 içeriği zengin besinler tüketin)

“Besininiz ilacınız olsun”

Geçirgen (sızdıran) bağırsak birçok hastalığın temelinde rol alıyor. Bizler sızdıran bağırsak ve birçok hastalığın, özellikle otoimmün hastalıkların tedavisinde “5R protokolünü” kullanıyoruz. Bu protokol sayesinde birçok hastalıkta çok ciddi başarılar sağlamaktayız.

Fonksiyonel tıbbi tedavide önemli hedefler: Zihni yatıştır, stresi yönet, iyi uyu, motivasyonu arttır.

instagram: @proffonksiyoneltip

 

9 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
HobiTATDsosyal

Motosiklet Tutkum ve Acil Tıp

by İbrahim ALTUNOK 6 Ocak 2022
written by İbrahim ALTUNOK

Yazar: Tarık Gören

1992 yılı Mayıs ayında gözün yeşile doyduğu, Karadeniz’in hırçın bir şehri olan Artvin’de doğdu. 2006 yılında Ordu Fen Lisesini kazanmasıyla Artvin ve ailesinden uzak kalacağı bir yolculuğa başladı ve bu macera Denizli’de Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesiyle devam etti. Bu macera boyunca yanında ailesi, şu anki eşi olan kız arkadaşı ve hiçbir zaman onu yarı yolda bırakmayan motosikleti oldu. 2018 yılından beri ona çok şey katan Pamukkale Acilin Doktor Tarık’ı olarak hayat kurtarmaya devam etmektedir.

Tıp fakültesi 2. sınıfın yaz tatilinde, 2 haftalık, acili tanımak için yapılması zorunlu olan staj için doktor olarak ilk defa girmiştim acile. İçerideki kaosun yarattığı adrenalin o zamandan başlamıştı vücuduma işlemeye. Acilden çıkarken yorulmuştum ama dinlendiğimde tekrar gitmemek için zor tutuyordum kendimi.

Acilciler çok iyi bilir ki nöbet dışı en iyi gidilecek yer tabi ki yine acildir. Klinik stajlara geçtikçe ve diğer bölümleri gördükçe giderek anlıyor; her ne kadar intörnlüğüm sırasında gördüğüm motosiklet kazaları beni etkilemiş olsada, motosiklete olan bağımlılığım acile olan bağımlılığım gibi artıyordu. Kuzenim sayesinde ilk motosikletin üzerine bindiğimde korku her yerimi sarmıştı ama sürmeyi öğrenip devam ettikçe o korku bana haz vermeye başlamıştı ve bir daha inmedim motosikletin üzerinden.

Çok geç kalmış olsam da motosiklet almaya karar verdiğimde tıp fakültesi 4. sınıftaydım. Ailemi ikna etmek zor olsa da o senenin yazında Artvin’de düzenlenen motosiklet festivaline gelen motosikletleri, festivaldeki eğlenceyi ve motosikletin tehlikesi olmasına rağmen iyi bir ekipmanın önemini anlamaları ikna sorunumu çözmüştü. Sıra gelmişti motosiklet çeşidine. Çoğu gencin hayran olduğu racing tarzı motorlardan ziyade, benim ilgim her zaman cruiser, chopper tarzda motosikletlerdeydi.

Kullandığın motor senin karakterinle eşleşiyor ve bütünleşiyor. Ailemi de ikna ettikten sonra, babamın verdiği destek ile üniversitede öğrenciyken ilk motorsikletime sahip olmuştum. Mat siyah görünüşüyle, sesiyle küçük bir chopper’ım olmuştu. Benim için sadece bir araç değil evlat, arkadaş olmuştu. Her zaman yanımda olup, hiçbir zaman beni yarı yolda bırakmadı.

Stresli olduğum her anda başvurduğum ilk şey motosikletimdir. Hava güzel olduğu zamanlar kaldığım apartmanın önündeki parka çeker güzelce sabunlar, yıkar kurulardım onu. Sonrasında ekipmanlarımızı giyip arkamda kız arkadaşımla Denizli sokaklarında, kendimizi özgürlüğe ve adrenaline teslim ederdik. Bazen geceleri tek başıma çıkar kilometrelerce sürüp geri döner, bazen de yolda gördüğüm toplu motor süren ekiplerin peşine takılıp benzinimi bitirene kadar sürerdim.

“Motosiklet sadece özgürlük değil”

O öyle güzel bir şey ki, tanımadığın bir kişi yanına gelip üzerinden indiğin evlat ile alakalı sana bir sürü soru sorar, o anda ortak bir sürü konuşacağın konu oluşur ve birdenbire yepyeni insanlarla paylaşımların oluverir. Bu sayede bana birçok şey katan, birçok arkadaş edindim ve çoğuyla da halen görüşmekteyim.

Yine acili de bu yüzden çok seviyorum. Kafası yarılıp süture ettiğim tekelciden üniversite öğrencisine, bıçaklanıp gelen ve ilk müdahale sonrası ameliyata gönderdiğim, sonrasında iyileşerek yanıma gelip teşekkür eden, kanser hastası olup sadece ağrısını geçirip onun hayatını kolaylaştırdığım için bana şarap getiren amca gibi daha nice paylaşımlar var bu dünyada da…

Üniversite sonrası mecburi hizmette motorumu satmak zorunda kalmış, 8 ay memleketimde yaptığım hizmet boyunca bana motoru sevdiren, öğreten kuzenimin motoruyla zaman geçirmiştim. Tekrar kendime ait motorumun olması uzun sürmeyecek ve bana kendimi güçlü hissettirecek yeni motoruma evlendikten kısa süre sonra eşimin desteğiyle sahip olacaktım.

“Ortak paydamız motosiklet, amacımız eğlence ve gezi”

Asistanlığım süresince, geçirdiğim 3 yıl içerisinde birçok kişiye de motosikleti sevdirmeye çalıştım. Benim gibi doktor, paramedik, hemşire birçok arkadaşımda da bu tutku mevcut olup imkanlar el verdiğince beraber sürmeye devam ediyoruz. Hatta çalıştığım kurumdaki arkadaşlar ve 112 personeliyle yeni bir motosiklet kulübü kurduk: Sanitarian Riders MC.

“Motordan indiğinde yorulduğunu anlarsın, aynı yorgunluk seni tekrar sürmeye iter.”

Motosikletin üzerinde kendimi acildeki gibi hissediyorum. Hani derler ya “motorda kaporta sensin”; acili de koruyan yöneten sensin. Resüsitasyon odasına arrest olmuş bir hasta getirildiği anda kaos oluşur. Aynı anda hem o hastanın neden arrest olduğunu düşünür, solunumu-dolaşımı için girişimini yapar, ekibini yönetirsin, hem de diğer tarafta seni bekleyen hastaları düşünürsün. Acilden çıktığında anlarsın ne kadar yorulduğunu. Motor sürerken de, yolda olduğun sürece her zaman sen dikkat etmeli, bir sonraki virajı nasıl alacağını düşünmeli hem ayaklarını hem ellerini çalıştırmalısın. Sürdükçe zevk alacaksın, motordan sadece indiğinde yorulduğunu anlarsın ama o yorgunluk seni tekrar sürmeye iter ve bu döngü bitmek bilmez. 

İki farklı dünyayı bütünleştirerek yaşıyorum hayatımı. İkisi de adrenalin, ikisi de varoluş. Acil Tıbbın kendisi kocaman bir dünya. İçine girdiniz mi sizi bir daha bırakmayacaktır. Bu dünyayla sadece motosikleti değil farklı birçok şeyi bütünleştirebilirsiniz. 

Diyorlar ya “motosiklet bir yaşam tarzı”, bence sadece tarz değil gerçek bir yaşam…

6 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajTATDsosyal

Gül Pamukçu Günaydın ile COVID 19 Gölgesinde Eğitim ve Öğretim

by Ebru Ünal Akoğlu 3 Ocak 2022
written by Ebru Ünal Akoğlu

Bugün, hem bir doktor hem de bir anne olan Gül Pamukçu Günaydın ile COVİD-19 pandemisinin eğitim ve öğretim faaliyetlerine olan etkisinden bahsedeceğiz.

Soru: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

2002 yılında Hacettepe Üniversitesinden mezun oldum, Gazi Üniversitesinde Acil Tıp ihtisasımı 2008’de tamamladım. Şırnak’ta 2 yıl mecburi hizmet yaptım. 2010’dan beri  Ankara’da önce Etlik sonra da Atatürk Eğitim Araştırma hastanelerinde başasistan olarak çalıştım. Son 2 yıldır Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Acil Tıp AD’da Dr Öğretim Üyesiyim.

“Pandemi sürecinde başarılı olduğumuz konular da var başarısız olduklarımız da”

Soru: Kaç yıldır hekimlik mesleğini yapıyorsunuz? Tecrübelerinize göre bu Pandemi sürecinde başarılı olabildik mi?

2003 yılından beri acil serviste çalışıyorum. 2008’den beri de Acil Tıp Uzmanı olarak çalışıyorum.

Baştan itibaren çeşitli branşlardan değerli isimlerin olduğu bir bilim kurulu oluşturulması çok isabetli bir karardı. Ama bir eğitim bilim kurulu da oluşturulabilirdi. Aynı şekilde HES uygulaması da yerinde bir karardı. Ama mesela bu uygulamanın daha yaygın kullanımını, restorandan otele heryere girişte sorulmasını sağlayabilirdik, uygulamadan yeterince faydalanamadık.

Biz bölüm olarak başından itibaren bilimsel ve kanıta dayalı bir şekilde uygulamaları yürütmeye çalıştık ve Ankara’da pandemi ile mücadelede çok önemli bir görev üstlendik. Acil Tıp eğitimimiz kriz yönetme konusunda Acil Tıpçılara avantaj sağladı. Sağlık sisteminin deliklerini dünyada genelde acil tıpçılar kapatır, pandemide de öyle oldu. Türkiye’de hastanelerimiz ve doktorlarımız aşırı yüklenmeye alışık olduğundan hastanelerde çok sorun olmadı, ama 1. basamak biraz  geç devreye alındı.

“Pandeminin Türkiye’ye diğer ülkelerden daha geç gelmesi hazırlık yapmaya imkan verdi”

Pandeminin ülkemize geç gelmesi hazırlık yapmamiza imkan verdi ancak yöneticilerin bu süreyi iyi kullanmadığını gördük, eksikleri son dakikada tamamladığını gördük. Ülkemizde başka ülkelerde görülen malzeme sıkıntısı pek çekilmedi ama ağır koşullarda çalışmak sağlık çalışanlarını yordu.

Birçok doktorun bilimsel makaleleri kılavuzları takip etmek yerine halktan kişiler gibi  davranıp sosyal medyayı kutsal bilgi kaynağı gibi takip ettiklerini gözledik, birçok büyük hocanın da sosyal medyada fenomen olmak uğruna bilimsel olmayan paylaşımlar yaptığına tanık olduk. Bilim kurulu tanı tedavi algoritmalarını hızlı bir şekilde kullanıma soktu ve hekimlere yönelik rehberler hazırladı ama ülke olarak tecrübelerimizi yazılı hale getirmede biraz geride kaldık.

“Okullar konusunda tüm hazırlıkları en sona bıraktık”

Okullar ile ilgili düşünceler üretmeye çok geç başladık. Pek çok ülke yeni normale geçme sürecine okullar ile başladı. Biz okulları en sona bıraktık, sadece bir tarih verip onu birkaç kez erteleyerek çok önceden yapabileceğimiz hazırlıkları da son dakikaya bırakmış olduk.  Çoğu eğitimci, sağlıkçı ve veli okulun yüz yüze güvenli açılamayacağına inandı. Bu konuda fikir üretmeye çalışanlar azınlıkta kaldı.

“Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum”

Soru: Sizce kişiler pandemiden dolayı oluşan gündelik hayatlarındaki değişimleri nasıl karşıladı? Yeterli hassasiyeti gösterebiliyor muyuz?

Bir dönem çok sıkı kısıtlamalar uygulandı ama sonrasında normalleşme sürecinde iş bireylere bırakıldı. İlk başlarda insanlara verilen en önemli mesaj “evde kal” idi. Biz pek bireysel sorumluluk almayı seven bir ülke değiliz. “Kurallara uyarsak kendimizi, ailemizi, sağlık çalışanlarını, herkesi koruyabiliriz” denildi ama bu mesajlar tam etkili olamadı. Kurallara uymayanlar için yaptırımlar devreye girdiğinde kurallar daha iyi uygulanmaya başladı. Başlangıçta neyin yapılması gerektiğine dair belirsizlik de insanların kafasını karıştırdı.

“İnsanlara evde kalmak dışında neler yaparak korunacakları konusunda çok net mesajlar verilemedi”

Bazı kişilerin virüsü engellemek için aşırı tedbirler almaya çalıştığını ve artık yorulduğunu, bazı insanların ise “ne yaparsak yapalım korunamayacağız, zaten bu virüs de abartılıyor” diye düşünerek ipin ucunu tamamen bıraktığını görüyoruz. Ama bu ikisinin arasını bulmalıyız. Yani eskisi gibi serbest olamayız ama bazı kurallara uyarak yine de hayatımızı devam ettirmeye çalışmalıyız. Aslında bugün çok basit 3 kuralı uyguladığımızda riski kabul edilebilir bir düzeye indirdiğimizi biliyoruz.

“Maske, Mesafe, El temizliği”

Bir de bunlara kapalı alanlardaki kalabalıklardan uzak durmayı da ekleyebiliriz.

Soru: Siz aynı zamanda bir anne ve aynı zamanda bir eğitimcisiniz. Çocuğunuz okul çağında ise geçtiğimiz aylar boyunca uzaktan eğitim faaliyetlerini siz de deneyimlediniz. Uzaktan eğitimin artıları ve eksilerini bir de sizin perspektifinizden öğrenebilir miyiz?

Eğitim alan tarafında kızımla uzaktan anasınıfı yapmaya çalıştık. Okulun çok iyi rehberlik etmesine ve evdeki teknolojik imkanların yeterli olmasına rağmen çok zor oldu. Özellikle küçük çocuklar için uzaktan eğitim pek faydalı olmuyor diye düşünüyorum. Ayrıca eğitimi sadece matematiğe, okuma yazmaya indirmek demek oluyor uzaktan eğitim küçük sınıflarda. Yani ortada başka çocuklar yokken bir çocuğa oyunda sırasını beklemesi gerektiğini nasıl öğretebilirsiniz ki. Öğretmenin rolünün sadece bilgi aktaran bir kişiye indirilmesini kabul etmiyorum. Öğretmen öğrenci tarafından örnek alınandır, sevilendir. Bu ilişkileri uzaktan kurmak küçük çocuklar için çok zor.

“Uzaktan eğitim sürecinde davranış, tutum kazandırma eksik kalıyor”

Eğitimci olarak da üniversite öğrencileri ve asistanlarımızla uzaktan ders yaptık ve meslektaşlarımızla uzaktan çeşitli toplantılar düzenlendi. İlk başlarda hiç kimse evden çıkmıyorken bunlar daha çok heyecan veriyordu. Ancak uzaktan eğitimde vücut dilinizi kullanmanız zor, izleyicilerle göz teması kurmak zor, izleyicilerin nabzını tutmak zor. Aslında yeni nesil üniversite öğrencileri bu tip uzaktan dijital bir iletişime daha alışık, yaşları itibarı ile kendi kendilerine çalışma disiplini de kazanmış durumdalar. Böyle düşündüğünüzde üniversite dersleri belki uzaktan verilebilecek olsa bile üniversite yaşantısının olmayacağı bir üniversite eğitimini ben düşünmek istemiyorum. O deneyim de üniversite eğitiminin bir parçası ve çok önemli. O yüzden güvenli oldukça yüz yüze eğitime dönüş mutlaka önceliğimiz olmalıdır.

“Uzaktan eğitimde etkili bir öğretmen olmanın yollarını bulmanız gerekiyor”

Uzaktan eğitimin iyi yanları da var. Bana göre en iyi yanı çok farklı ülkelerdeki alanının en iyisi kişileri kolayca dinleme fırsatı yaratmasıdır. Örneğin yüz yüze olarak yılda 1 kez belki bir kongrede dinleyebileceğiniz bir hocayı uzaktan dersine kayıt yapıp bütün yıl dinleyebilirsiniz evinizden çıkmadan. Ya da yine evinizden çıkmadan ABD’deki bir konferansa konuşmacı ya da dinleyici olarak katılabilirsiniz. Bu da uçak, otel gibi masraflarınız olmayacağından uluslararası etkinliklere katılmayı kolaylaştırır. Bundan sonraki kongrelerde hep bu şekilde uzaktan konuşmacı ve katılımcıların da olacağını düşünüyorum.

Soru: Pandemi sürecinin en önemli problemlerinden birisi de eğitim ve öğretim faaliyetlerinin nasıl sürdürüleceği konusuydu. Bilim kurulu dahil pek çok farklı görüş ortaya atıldı. Öğrenci ve öğretmenlerin enfekte olma riskini en aza indirmek için uzaktan eğitim planlamaları önerildi ve tartışıldı. Sonuçta bazı sınıflar yüz yüze eğitime başlarken, bazı sınıfların uzaktan eğitime devam etmesi kararı alındı. Bu süreci bir anne ve bir eğitimci olarak değerlendirdiğinizde çocukların ruhsal ve beden sağlığının yanı sıra eğitim kalitesini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

İlk başlarda elde olan kısıtlı bilgi ile okulların kapatılması belki gerekli idi. Ancak bugün geldiğimiz noktada artık COVID-19’un çocuklar için yaşamsal risklerinin yetişkinlere göre çok düşük olduğunu biliyoruz. Kendileri için kötü sonuçlanma tehlikesi çok az (influenza ile karşılaştırabilecek düzeyde) olan bir hastalığın toplumda yayılmasını engellemek için çocukların çok ağır bir bedel ödediğini görüyoruz. Çok uzun bir süre evden çıkmaları bile yasaktı ve şimdi de okula gidemiyorlar.

“Çocukların tam bir iyilik halinde olması için okul çok önemlidir”

İşler öyle bir noktaya geldi ki okullar açılsın diyen anne babalar çocuğundan bıkmış ya da çocuğunun sağlığını önemsemiyormuş gibi gösteriliyor. Halbuki bir çocuğun sağlığı sadece onun fiziksel sağlığından ibaret değildir. Okullar kapalı olduğunda sağlık için bir takım faydalar bekleniyorsa (COVİD-19 toplumsal yayılımın azalması gibi) bunu çocuklarda meydana gelecek potansiyel zararla karşılaştırarak bir karar vermemiz gerekiyor.

“Bazı çocuklar böyle devam ederse öğrenim hayatından  tamamen kopacak”

Eğitimle ve çocuklarla ilgilenen pek çok ulusal ve uluslararası kuruluşun raporlarına baktığınızda (örneğin WHO, UNICEF, TEDMEM, CDC, EDCD), dünyada milyonlarca çocuğun uzaktan eğitime erişemediğini görüyorsunuz. Ayrıca eğitime erişimle ilgili eşitsizliklerin iyice çoğaldığını, dezavantajlı grupların daha da aşağı itildiğini yazıyorlar. Okulun faydaları sadece matematik öğrenmek değildir, pek çok çocuk okul sayesinde aile içinde fiziksel istismardan korunuyor, bir öğün yemek yiyebiliyor, çocuk işçi olmaktan korunuyor. Fakir çocukların potansiyellerine ulaşmak için tek şansları okula gitmek. Bazılarının çocukları evde özel öğretmenler, açık olmasına izin verilen kurslar, uzaktan özel derslerle öğrenimine devam ederken, bazı çocuklar için evde internet yok, bilgisayar yok, olsa bile kardeş sayısı çok, başına hangisi oturacak, anne babanın eğitimi çocuğa yardımcı olabilecek düzeyde değil (örneğin onlar da okuma yazma bilmiyor). Bu riskleri düşündüğümüzde yüz yüze güvenli bir şekilde okulları açmak için gereken çabayı göstermek ve salgının kontrolü için okul kapama dışındaki diğer araçları kullanmak daha doğru gibi gözüküyor. Zaten diğer ülkeler de bu mantıkla okulları açmak ve açık tutabilmek için azami çaba gösteriyorlar.

Soru: Bu süreçte çocuklarını okula göndermek zorunda olan ailelere önerileriniz neler olur?

Öncelikle şimdilik çocuğu okula göndermek zorunda değiller. İçleri rahat değilse uzaktan eğitimi seçebilirler. Bilim kurulu önerisi ile küçük sınıflardan başlayarak okullar açıldı ki bu COVİD-19 ile ilgili risklerin yaş küçüldükçe azalması ve yine yaş küçüldükçe uzaktan eğitimin zor olması nedeni ile doğru bir karar. Bu kararların alınmasında çok büyük özen dikkat ve temkin var.

“Kendi aileleri için uygun olanı düşünüp seçmeliler”

Çocuklarını okula göndermeyi seçecek olanlar Sağlık Bakanlığı ve MEB’in okullarla ilgili internette yayınlamış oldukları kılavuzları okusunlar. Sorun tespit eden oldukları kadar sorun çözen olmaya çalışsınlar. Okullarının güvenle açılması için bir katkıları olacaksa esirgemesinler. En önemlisi  de okulun içinde yaşadıkları mahallenin ve toplumun bir parçası olduğunu, kendilerini, mahallelerini, toplumu COVİD-19’dan korumak için yaptıkları her şeyini aslında okullarını ve çocuklarını da koruyacağını unutmasınlar.

“Okullarındaki öğretmenler ve yöneticiler ile işbirliği yapmaya çalışın”

Soru: Okul yönetimleri bu süreçte ne gibi önlemler almalı, nelere dikkat edilmeli? Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve Sağlık Bakanlığı’nın sunmuş olduğu tedbirler ve önerileri yeterli mi?

Sağlık Bakanlığı ve MEB’in kılavuzlarına yayınlanan tedbir ve öneriler yeterli. Ancak uygulamada bazı sorunlar yaşanabilir. Bunun için de diğer okullardaki yöneticiler, öğretmenler ve velilerle işbirliği yapmalarını öneririm. Aynı sorunlarla karşılaşan ve çok basit ucuz, uygulanabilir bir çözümü zaten bulmuş meslektaşları yan okulda olabilir.

“En çok dikkat etmeleri gereken yerlerden birisi öğretmenler odası, bir diğeri yemek yenilen diğer alanlar”

Çünkü maalesef sağlıkçılar olarak biz de bazen bu hataya düştük. Hastaların yanında aldığımız önlemleri çalışma arkadaşlarımızın yanında çok sıkı uygulamadık ve virüsü dinlenme odalarında bir başka sağlık çalışanı arkadaşımızdan aldık. Öğretmenler de virüsü çocuklardan alacaklarını sanıyorlar ama daha büyük olasılıkla tehdit olarak görmedikleri öğretmen arkadaşlarından alacaklar. Maskelerini çıkarıp dinlendikleri, yemek yedikleri, çay içtikleri zamanlarda daha riskli olacaklar.

“Çocuğumun hasta olması ya da ailemizdeki büyüklere hastalık getirmesinden elbetteki endişeleniyorum”

Soru: Hekim olmanın dışında bir anne olarak sizi bu süreçte en çok endişelendiren ne oldu?

İstatistikler ve bilimsel gerçekler riskin çocuklar için düşük olduğunu söylüyor ancak o düşük ihtimal sizin çocuğunuza denk geldiğinde istatistiklerin hiçbirinin bir anlamı kalmaz, ciğeriniz yanar, bunu biliyorum. Amacım hastalığı ya da hastalıktan zarar görme olasılığını küçümsemek değil. Ancak salgının başından beri bilim kurulu üyesi Doç Dr Afşin Emre Kayıpmaz hoca ile birlikte bu konuda yüzlerce yazı ve araştırma okuduk ve okumaya devam ediyoruz. Sürekli olarak başka ülkelerdeki örnekleri takip ediyoruz. Şu andaki bilgilerimizle riskin kabul edilebilir sınırda olduğunu düşünüyorum.

“İntörnlerin uzaktan eğitime geçmesi kullanılan kişisel koruyucu ekipman sayısının azaltırken bir yandan da bizlerin sürece uyum sağlamamızda kolaylaştırıcı oldu”

Soru: Sizin aynı zamanda anabilim dalınızdaki intörnlerden sorumlu öğretim üyesi olduğunuzu biliyoruz. Biraz da tıp öğrencileri ve onların bu süreçteki durumu hakkında görüşlerinizi almak isteriz. Pandemi sürecinin en başından itibaren intörnlerin (6. Sınıf öğrencileri) eğitimlerine uzaktan devam etmeleri kararı alındı. Sizce bu karar ne kadar doğruydu?

O dönem korunma önlemleri ile ilgili çok az bilgi vardı ve kişisel koruyucuların temini ile ilgili de sıkıntılar yaşanabileceği düşünülüyordu. O ortamda kısa bir süre onlar da sadece sıradan birer öğrenci gibi düşünüldü ve uzaktan eğitim kararı alındı. Bu hem eğitim aldıkları hastanelerde kullanılacak kişisel koruyucu malzeme sayısını azalttı, hem de pandemi ortamında artan iş yükü sırasında onların olmaması eğiticiler açısından hem hastalarla ilgilenmek için hem de yeniliklere uyum sağlamak için bir kolaylık sağladı. Geçen yılın önemli bir kısmı zaten bitmişti. Bu nedenle çok önemli bir zarara uğramadılar diye düşünüyorum.

“Bugün intörnleri uygulamalı olarak çalıştırmayarak koruduğumuzu zannedebiliriz, ama tek başlarına çalışmaya başladıklarında nasıl olacak?”

Ama uzaktan eğitimin tıp fakültesinin uygulamalı yıllarında sürekli olması doğru değil. Bugün biz onları uygulamalı staj yaptırmayarak koruduğumuzu sanabiliriz, ama 3 gün sonra tek başlarına hasta görmeye başladıklarında bu işin yanlışlığı ortaya çıkar. Hekimlik hastalarla karşılaşmadan öğrenilecek bir meslek değildir. Fakültemizde şu anda intörn doktorlar stajlarını hastanede yapıyorlar. Onları en yüksek riskli alanlarda çalıştırmıyoruz, derslerinde, nöbet saatlerinde bazı düzenlemeler yaptık. Kendimizi ne kadar koruyorsak onları da aynı şekilde koruyoruz, kendilerini nasıl koruyacaklarını düşük riskli alanlarda öğretmeye çalışıyoruz. Öğrencilerin de özellikle acil tıp stajını yüz yüze yapmak konusunda hiçbir problemleri yok. Endişelerini ifade etmelerine uygun ortam sağlıyoruz ve sorunlarını hızlıca çözmeye çalışıyoruz.

“İntörnler ile sürekli iletişim halindeyiz”

Soru: Peki intörnlerden aldığınız yorumlar, onların bu sürece yaklaşımı nasıldı? Uzaktan eğitim ile okuldan mezun olan hekim arkadaşlarımız kendilerini güvende hissediyor mu?

Geçtiğimiz dönem intörn arkadaşlarımız yılın büyük kısmını tamamlamışlardı. Bu nedenle gittikleri yerlerde eğer tecrübeli hekimlerden de biraz destek alabilirlerse çok önemli bir sorun olacağını düşünmüyorum. Tabi yine intörnlük içindeki Acil Tıp stajını tamamlamış olanlar daha şanslıydı.

Tıp fakültesinin özellikle de hasta başı pratiklerin başladığı 4-5-6. sınıfların sadece uzaktan olamayacağını düşünüyorum. Bu uygulamalı eğitim yapılan bütün fakülteler için geçerlidir. Bir hekim adayına dikiş pratiği yaptırmadan nasıl iyi dikiş atmayı öğretebilirsiniz? Bazı hekim adayı öğrenci arkadaşlarımızın “Zaten bunları yapamıyorduk gitmediğimiz iyi oldu, angarya işler yapıyorduk sadece” diye uzaktan eğitimi tercih ettiğini ve övdüğünü sosyal medyada görüyorum. Orada çözüm stajın amacına ulaşması için düzenlemeler yapmak, öğrencileri angarya işlerde kullanılacak bedava işgücü gibi görmemektir. Yoksa olması gereken iyi bir şekilde yapılamıyor diye stajların uzaktan olmasını savunmak doğru değil.

Soru: Enfeksiyon riskinin çok yüksek olduğu bölümlerin başında acil servis geliyor. Birçok sağlıkçı arkadaşımız, hemşiremiz, paramedik, acil tıp teknisyeni arkadaşımız enfekte oldu. Bir kısmı hastalık sürecini hafif bir şekilde atlatırken; bir kısmı maalesef ki COVID-19 nedeni ile hayatını kaybetti. Haliyle hepimizde hafif bir endişe ve korku duygusu hakim. Sahada çalışmaya başlayacak genç meslektaşlarımıza bu süreçle ilgili olarak ne gibi önerileriniz olur?

Önerim bilimsel olmayı hiçbir zaman bırakmasınlar, en çok korktukları zamanda bile sürekli okusunlar. Bu dönemde hekimlerden bile mantık dışı, bilimsel temeli olmayan bilgileri kesin doğru gibi yayan kişiler var. En güvenilir gördükleri kişiler bile söylese kafalarına yatmıyorsa o bilgiyi sorgulasınlar.

“Kimi takip ettiklerine, hangi bilgiyi doğru kabul ettiklerine dikkat etsinler”

Korkunun birazı insanı korur, fazlası ise kişinin işlerini yapmasını engeller. Ben Pandemi başından beri tedirginliğe kapıldığımda bilimsel makale okuyorum. Bu benim durum kontrol altında gibi hissetmeme yardımcı oluyor. Bulaşıcı hastalıklar bizim işimizin bir parçası. Bilgimiz ve becerimiz ne kadar yüksek olursa, kurallara ne kadar iyi uyarsak tedirginliğimiz o kadar azalır. Bütün bunlara rağmen tükenmişlik de işimizin bir parçası. Eğer böyle hissediyorlarsa yardım almaktan çekinmesinler.

“Maalesef virüs bir anlık dikkatsizliği kolluyor”

Soru: Son olarak eklemek istediğiniz bir konu veya kulağımızda küpe olması gerekli bir öneriniz?

Bu hastalık kalabalığı, kapalı ortamı ve insanlar arası yakın temasları seviyor. Biz kendimizi yabancılardan ya da hastalardan korumak konusunda iyiyiz ancak yakınlarımız söz konusu olunca mesela işyerinde ara verdiğimizde meslektaşımızla çay içerken, ya da dışarda sevdiklerimizle zaman geçirirken hemen korunma düzeyimiz düşüyor, maskeler iniyor, mesafeler azalıyor. Yakınlarımızın, tanıdığımız insanların yanında daha dikkatli olmamız, bütün hayatımızı yeniden düzenlememiz gerekiyor. Sabırlı olmalı ve tedbiri bırakmamalıyız.

3 Ocak 2022 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Newer Posts
Older Posts

Hakkımızda

  • Üyelik Başvuru Formu
  • Kurumsal Kimliğimiz
  • Gizlilik Politikası

Bize Ulaşın

  • Mustafa Kemal Mahallesi Dumlupınar Blv. No:274 Mahall E Blok Daire:18 Ankara
  • Telefon: (0312) 438 12 66
  • Email: bilgi@tatd.org.tr
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis
Facebook Twitter Instagram Linkedin Youtube Email
Acil Tıp Bülteni
  • Home
Giriş

Çıkış yapana kadar oturumumu açık tut

Şifrenizi mi unuttunuz?

Password Recovery

A new password will be emailed to you.

Have received a new password? Login here