Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Aidat Ödemesi Bağış
Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
  • Üye Girişi
Pazartesi, 2 Haziran, 2025
Son Yazılar
Sağlıkta Şiddet Yasası
Güzel Şehir Van
Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.
’Bilimin Işığında’ Projesi Devam Ediyor
Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre
Acil Tıp Bülteni
Acil Tıp Bülteni
Aidat Ödemesi
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Copyright 2024 - All Right Reserved
Genel

Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.

by Melis EFEOĞLU SAÇAK 13 Ocak 2025
written by Melis EFEOĞLU SAÇAK
BÜLTEN_OCAK25İndir
13 Ocak 2025 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajTATDsosyal

Bilginin Işığı

by Halil Emre KOYUNCUOĞLU 30 Ekim 2023
written by Halil Emre KOYUNCUOĞLU

Şükrü Sunay Akın, şair, yazar, gazeteci, araştırmacı ve tiyatro oyuncusu. 1962’de Trabzon’un Ortahisar ilçesinde doğmuş. İlk şiirini yedi yaşında yazmış. Uzun süredir kendi yazdığı tek kişilik oyunları ile sevenlerinin karşısına çıkıyor. 2005’de İstanbul’da uzun süredir hayalini kurduğu Oyuncak Müzesi’ni açtı. Sevgili Sunay Akın bizi kırmadı ve Türkiye Acil Tıp Kongresi’nde bizlerle buluşmayı kabuul etti. Harika bir gösterinin ardından tüm yorgunluğuna rağmen sorularımızı yanıtlamayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. 

HEK: Biz Türk hekimleri olarak son zamanlarda yaşadıklarımızla kendimizi birazcık yetim hissediyoruz. Pandemide en ön sıralarda savaşan hekim grubu acil tıp hekimleriydi diyebiliriz. Ama yine de son zamanlarda malum şiddet olayları olsun halk ile meslek grubumuz arasında bir iletişimsizlik ve kopukluk yaşanmakta. Sizin bu konudaki fikirlerinizi merak etmekteyiz.

Sunay AKIN: Tüm bu söylediklerinizin nedeni benim 18. yaş günüm. 12 Eylül 1980’de 18 yaşındaydım ve o gün darbe oldu. Neydi 12 Eylül darbesi? Cumhuriyetin öne çıkarttığı ki cumhuriyetten önce de biriken o damlaların bir bilgi seli ile Anadolu’da her yere ulaşması. Bilgisizliğin kurak coğrafyasını bereketli bir hale getirmesi. Cumhuriyet buydu. Neler görüyoruz baktığımız zaman 12 Eylül 1980 darbesine kadar. 7000’e yakın üreten, bilgiyi Anadolu’nun her kösesine taşıyan öğretmen ve onların yetiştirdiği öğrenciler vardı. Aydınlanan bir Türkiye varken birden 12 Eylül darbesi ile bilgi düşmanlığı başladı. Öğretmenler, mühendisler, hekimler, yazarlar, sanatçılar, okuyan aydın insanlar fişlendi bu darbede. Bu darbenin yapılma nedeni bu kurak ve çorak bilgi düşmanlığına Türkiye’yi taşımaktı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmi yenerek kurulan ilk devlettir. 

“Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti bilgi toplumu üzerinde yükselmelidir”

Mustafa Kemal Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz, İleri!” dememiştir. O söz şöyle başlar. TBMM orduları … Bakın ikisi aynı şey değildir. Yani ordular ben demekse TBMM orduları biz demektir. Önce kongreler yapılmış kongrenin delegeleri ile meclis kurulmuş o meclisin kararları ile Kurtuluş Savaşı yapılmıştır. Dünya tarihinde bunu yapan ve başarıya ulaşan tek devletiz. Sonrası bilginin egemen olduğu bir Cumhuriyet. Sonrası darbe ile bugünkü sözünü ettiğimiz aydın insanların ki – onların en ön sıralarında hekimler gelir – dışlandığı, hedef gösterildiği, şiddete maruz kaldığı bir Türkiye. Bu bilgi düşmanlığıdır. Bugün bağımsızlık bilgi toplumu olmakla eşdeğerdir. Öğretmen, hekim bunun simgesidir. Ve onların sivil toplum örgütleri. Ama bu değerler giderek erozyona uğramıştır ve bugün sizin dediğiniz içler acısı duruma dönüşmüştür Türkiye. Türkiye bu karanlığa birdenbire itilmedi. Kolay da değildi bu karanlığa itilmesi. Hala da başaramadılar. Başardılar mı? Hayır hayır. Farklı düşünmek bizi daha zengin kılar. Her farklı düşünce bir enstrümandır. Farklı farklı düşünmemiz bizi güçlendirir. Farklı düşünmekte bir kötülük yoktur. Tam tersi güzellik ve zenginlik var.  

HEK: Parası ile genelde söz konusu olan bir mesleğiz ama gerçekler biraz farklı. Sizin bu konudaki fikirleriniz nelerdir?

“Doktorluk en büyük sanat dalıdır”

Sunay AKIN: İlk soruda da meslek dediniz hayır doktorluk sanattır hem de en büyük sanat dalıdır. Salgın hastalık günlerinde ne gördük? Konser salonları boş, tiyatro salonları boş, kitap fuarları boş. Her şey boş. Her şey durdu. Ne bekledik? En büyük sanatçıyı bekledik gelsin insanı kurtarsın. Çünkü her sanat eser karşısında insan ister. Bu meslek değildir. Bir ressam bir şair bir müzisyen emeğinin bir karşılığı vardır. 

Bugün yurtdışından gelecek 2-3 dergiye abone olacak gücü var mı hekimin? Yok. İşte parayı konuşmak bu. Ben şimdi parayı mı konuşuyorum? Hayır. Ben parayı konuşmuyorum. Bir hekimin kendini geliştirecek, daha iyiye geleceğe hazırlaması için gerekli olan donanımından söz ediyorum. Bu işin iş güvencesi var, ev güvencesi var, özlük hakları var, çocuğunu ailesini geçindirme, onlarla bir arada huzurlu yaşam hakkı var. Bunlardan söz ediyorum. Haklarından söz ediyorum. 

“Önemli olan para değil, kendini güvende ve mutlu hissetmektir önemli olan”

Nedir para? Para elimizin kiri. Parayı konuşmuyoruz ki olması gerekeni söylüyoruz. Daha sağlıklı bir toplum için, eğer hekim kendini güvende ve mutlu hissetmiyorsa yaptığı bu sanatından dolayı o zaman sağlıklı bir toplumdan söz edemeyiz. Öğretmenler için de geçerlidir bu. Aydın sınıfıdır bir toplumu yöneten. Aydın sınıfını sömürürsen aydın sınıfını baskılarsan aydın sınıfını köleleştirirsen kendi geleceğini karartırsın. Benim için hekim ve para budur. Her alanda böyledir. Sanatçı için de böyledir. Ben hiçbir zaman para için yazmadım bir metnimi. Para için oturmadım daktilonun başına. Sizler beyaz önlüğünüzü stetoskopunuzu para için giyip takmıyorsunuz. En kötü hekim bile bunu yapmaz. Vallahi yapmaz. Hedef gösteriliyor hekimler: Çünkü düşünen insan ve bilgi hedef gösteriliyor. 

HEK:Hekimlere uygulanan şiddet ile ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Sunay Akın: Birkaç yıl önce bir gazeteden beni aradılar. Hocam bir soru soracağız. Yanıtınızı ön sayfada yayınlayacağız. Sizin dışınızda dört kişiye daha soruyoruz. Sizlerin düşüncelerinize ön sayfada yer vereceğiz. Ben de dedim ki beni arayıp rahatsız etmeyin. Söylüyorum, gazeteyi alıyorum, bakıyorum ki basmıyorsunuz. 

Soru şu: Aziz Sancar bir Türk hekimi, Nobel ödülü aldı? Bu konudaki düşünceleriniz nedir? Gurur duydum bir Türk hekimin Nobel kazanmasından. Her aklı başından insan gibi. Ama unutmayalım ki o güzel insan başka bir ülkenin kendine tanıdığı olanaklarla bunu başardı. Eğer o değerli hocamız kendi ülkesinde hekimlik yapsaydı gazetenizde Nobel kazanan değil hasta yakınının dövdüğü ya da öldürdüğü hekim olarak yer alacaktı. Bunu okumadınız neden? Çünkü basmadılar? 

HEK: Tıp fakültesinde duyduğum ironik bir cümle vardı. “Tıp fakültesinden her şey çıkar arada bir de doktor çıkar.” Biz hekim camiası olarak işimiz dışında farklı alanlarda olmayı, ilgilenmeyi, hobiler edinmeyi seven bir grubuz. Siz de Oyuncak Müzesi’nin kurucusu ve ülkemizin değerli koleksiyonerlerinden birisiniz. Bu konuda bize vermek isteyeceğiniz tavsiyeler var mıdır? 

“Hekim sanatın her alanı ile ilgilidir”

Sunay Akın: “Tıp fakültesinden her şey çıkar arada bir de doktor çıkar” ironisi doğrudur. Çünkü hekim entelektüel, bilge insandır. Çünkü sanatın her alanı ile ilgilidir. Gerçekten öyledir. Çünkü bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibi. Ben sanatçıyım. Bilimle ilgilenmiyorum mu sanıyorsunuz? Yapay zekayı Cern’i sürekli takip etmekteyim. Küresel ısınma, iklim krizi konusunda bilim insanları neler tartışıyor? Öyle bir okuyorum öyle bir merak ediyorum ki. Bu yüzden hepimiz aynıyız bu konuda. Bu yüzden hekimler gerçekten sanata en duyarlı insanlardır. Birbirine zıt şeyler değildir. Ama bizde lisede başlar edebiyat kolu mu fen kolu mu? Ne alakası var? Matematik mi fen mi edebiyat mı? Türkçeyi bilmeden bir matematik sorusunu çözemezsin ki. Çünkü yanıt sorunun içindedir. Soruyu anlamadıktan sonra gideceğin bir yol olamaz ki matematikte. Dilin gramer yapısının matematik olduğunu bilmezsen konuşmaz kendini anlatamazsın. 

“Müzeler korumacılık düşüncesinin göstergesidir”

Koleksiyonerlik çok önemlidir. Çünkü korumacılık düşüncesidir koleksiyonerlik. Bir ülke müzeleri varsa korumacılık düşüncesine sahiptir. Paris’te çok eski bir evi yıkıp yerine bir beton bina yapamıyorsan bunun nedeni müzelerdir. O müzeleri yık Paris yerle bir olur. Ya da Londra’da High Park’ta sincabın kuyruğunu çekemiyorsan bunun nedeni British müzesidir. Korumacılıktır. Keşke bugün tıp müzeleri, eczacılık müzeleri çok çok fazla olsa. Örneğin Çanakkale’de müzeleri gezerken oradaki veteriner hekimlerin hiçbirisine rastlamazsınız. Ama savaş başlamadan aylar öncesinde yüzlerce deveyi, atı, katırı, eşeği getirip onlara bakarak onların sağlıklı olmasını sağlayarak o siperleri kazan, tonlarca topları çekip yerleştiren, veteriner hekimlerdir. Nerde onlar? Hiçbirini bilen yok. Onlar zaferin ilk adımıydı. Çağdaş tıp sanatını anlatan güzel müzelere ihtiyacımız var. Koleksiyon yapın. Ne biriktirdiğinizin bir önemi yok. Korumacılık güzeldir ve onlara baktıkça dokundukça mutlu olursunuz. 

HEK: Yorucu bir günün ardından bizi kırmadığınız ve bu güzel sohbetiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak acil tıp camiasına söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? 

“İnsan hayatın bir yerde son bulacağını kabullenmeli”

Sunay Akın: Ben acil servisleri çok seviyorum. Oraya gittiğim zaman iyi ki varsınız diyorum her seferinde. Mesele oraya gelebilmek. Oraya geldikten sonra ne olup bittiği önemli değil. Sonuçta insan hayatın bir yerde son bulacağını bilmeli. Yani ne bileyim bir kazada, bir köşede, çukurda, kalmaktansa geleyim acil servise de o ışığın altında o son nefesi sizlere bakarak sizlerin o çabasını görerek son nefesimi vereyim isterim. Beni kaybetseniz de vazgeçmeyin. Doktorlarda kaybetmek yok. Siz devam edin. Ben her zaman derim. Çocuklarıma derim. Bana bir şey olursa doktora bir şey demeyin sakın ha! Sesinizi çıkartamazsınız. Kurban olun siz ona. Çünkü o gidecek başka bir hastaya bakacak. 

“Kendini unutup hayat kurtarmaya çalışanlar sizsiniz”

Ben “O”yum. O bilginin ışığı ile hayat kurtarmaya çalışıyor. Ben hayatımı buna adadım. Hekim devam edecek. Uygarlık budur. Moralinizi sakın bozmayın sakın. Hata yapacağız tabi ki yapacağız. Pilotlar yapmıyor mu? Neler oluyor? Havaalanında kule yapmıyor mu? Sorun o değil. Mesele sorunu görüp tekrar çözüp üretmeye devam etmek. Durmak değil. Sen duramazsın. Sen öyle çekip oturamazsın. Durma hakkın yok. Bir acil hekiminin akıl sağlığını koruması hiç kolay değil. Bütün hekimlerin zor da acil servis hekiminin daha da zor. Filmlerdeki helikopterden birini aşağı atarlar da insanı kurtarır ya o sizsiniz işte. 

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

30 Ekim 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
SeyahatTATDsosyal

Doğanın En Güzel Hali: ALASKA

by İbrahim ALTUNOK 27 Ekim 2023
written by İbrahim ALTUNOK

İnstagram: sevilay_karaduman

Amerika’nın yüzölçümü en büyük olmasına karşın en az nüfus yoğunluğuna sahip eyaleti olan Alaska’da geçmişte Eskimoların, Kızılderililerin ve Aleutların yaşadığı düşünülüyor. 1784 yılından itibaren kürk ticareti için bölgeye Ruslar gelmeye başlıyor ve böylece Alaska, Rusya’ya bağlı bir toprak parçasına dönüşüyor. 

“Eskimo bebekleri kadar Matruşkalar da ünlü”

Nihayetinde 1867 yılında ABD ile Rusya İmparatorluğu arasında imzalanan bir anlaşma ile 7,2 milyar dolara satılarak, ABD topraklarına dâhil oluyor. Çok uzun süredir ABD eyaleti olmasına rağmen halen Rusların izleri küçük Alaska kasabalarında görülebiliyor. Hediyelik eşya dükkânların da Eskimo bebekler kadar Rusların Matruşka bebekleri de satılıyor. 

“En düşük suç oranı Alaska’da…”

1959 senesinde Amerika’nın 49. eyaleti ilan edilen Alaska zorlu iklim koşullarına rağmen zengin petrol rezervleri (ABD petrollerinin %25’i Alaska’dan çıkarılıyor), altın kaynakları ve doğal gaz gibi yer altı kaynaklarına sahip. Halen Amerika’da en düşük suç oranına sahip olan yer olmasıyla biliniyor.

Alaska oldukça zengin bir bitki örtüsü çeşitliliğine sahiptir. Çimen, diken, kara yosunundan oluşan küçük bitkiler ile tundra adı verilen çalılıklar bölgenin geneline kaplamış vaziyettedir. Alaska topraklarının neredeyse %30’u gür ormanlarla kaplıdır. Ladin, kayın, karaçam ve akçakavak ağaçlarından oluşan bu ormanlar sayesinde bölgede çok sayıda yaban hayvanı kendisine yaşam ortamı buluyor. Ren geyiği, dağ keçisi, Alaska ayısı en popüler olanlarıdır. Dünyanın en büyük somon üreticisi olan Alaska’nın denizlerinde yalnız somon değil ayı balığı, ırmak alabalığı, karides, kral yengeci, midye, morina, kalkan da yaşıyor. 

“Alaska mutfağının vazgeçilmezi Yabanmersini”

Alaska mutfağında mutlaka somon, kral yengeci ve geyik eti tatmanız gerekli lezzetlerin başında geliyor. İtiraf etmeliyim ki ne kadar denersem deneyim Alaska somonu beni pek de memnun etmedi. Daha leziz ve sulu olmasını bekliyordum nedense. Ama kral yengeci muhteşem bir tat ve ödenen yüksek rakamı sonuna kadar hak ediyor. Denenmesi gereken diğer bir lezzet de pek çok türü olan yabanmersinleridir. Hemen her şeye süper besin olan yabanmersinini katıyorlar. Pastalar, kurabiyeler, reçeller, soslar…

Alaska ile Türkiye arasında 12 saatlik bir fark bulunuyor. Zaman farkı fazla, mesafe ise daha da fazla. En kolay Seattle (ABD) ya da Vancouver’a (Kanada) uçarak, buralardan kalkan gemi turları ile Alaska’yı gezebilirsiniz. Havanın nispeten daha yumuşak olduğu Haziran ile Ağustos ayları arası en uygun dönemler. 

Ben Temmuzda Vancouver’ den Majestic Princess gemisi ile yola çıktım. Oldukça büyük ve konforlu bir gemiydi. Aslında gemi yolculukları ileri yaşlarda yapmayı planladığım bir seyahat tarzıydı. Ta ki Alaska’ya kadar… 

Bu bölgeyi en güzel ve konforlu şekilde gezmenin yolu GEMİ yolculuğu… İlk durağımız kartallar bölgesi olarak bilinen Ketchikan (Keçikin) limanı oldu. Halkın büyük çoğunluğu balıkçılık yaparak geçimini sağlıyor. Dünyanın somon başkenti olarak da tanınıyor. O yüzden burada somon tadabilirsiniz. Büyük bir totem parkına sahip olması da turistlerin ilgi odağı olmasını sağlıyor. Benim en beğendiğim yer şehrin merkezinde dar bir nehir kanalında kazıkların üzerine oturtulmuş sevimli, renk renk evlerden oluşan Greek caddesi oldu. Şuan küçük kafeler, hediyelik eşya dükkânları ile dolu olan bu ufak yer eskiden genelevlerin olduğu bir caddeymiş. Ketchikan; Alaskanın üçüncü büyük şehri olsa da bence açık ara en güzel yerleşim yeri.

Diğer bir durak noktamız başkent Juneau oldu elbette. Başkent demekte zorlandıracak kadar küçük bir yer olsa da sevimli bir şehir. Mendenhall buzulu ve şelalesi görülecek yerler listesinde ilk sıralarda yerini alıyor. Daha önce Alaska’ya gitmiş bir arkadaşım kral yengeçleri anlata anlata bitirememişti. Dolayısı ile geminin durduğu her nokta benim için kral yengeç tatmak için fırsat noktasına dönüştü.

“Kuzeyde hava soğuk ama insanlar sıcakkanlı”

Ertesi gün gemimiz Skagway limanına yanaştı. Kuzeye gittikçe kasabalar daha bir soğuk, daha bir sıradanlaşsa da insanlar oldukça sıcakkanlıydı. Burada 19. yüzyılın sonlarından beri çalışan eski bir trenle doğanın içinde yukarılara tırmandık. White Pass zirvesi ve Yukon bölgesini gördük. Buzullar, şelaleler ve muhteşem ormanların içinde yolculuk yaptık. Yavaş ve çok eski bir tren olsa da oldukça nostaljikti.

Sonraki 2 gün boyunca muhteşem manzaralar eşliğinde denizde seyredildi. Glacier Bay Ulusal Park ve College Fiyordlarından geçildi. Gerçekten insanın soluğunu kesen manzaralardı. Bu muhteşem belgeselin içinde yer almak, Dünyamızın insanı hipnotize eden güzelliğini izlemek, kırılan buzulların sesini duymak (nasıl hüzün içeren bir ses) apayrı duygular selinde kaybolmama sebep oldu. Dünyanın en güzel hali Alaska, bana bir kez daha biz insanların bu dünyanın misafirleri olduğumuzu ve tüm varlıklarla burayı paylaştığımızı, sahibi olmadığımızı, asla da olamayacağımızı hatırlattı. 

“En büyük şehri: Anchorage”

Nihayetinde Alaska’nın en büyük şehri ki gerçekten şehir diyebiliriz Anchorage’ye geldik. Alışveriş merkezleri, gece hayatı olan bir şehir. Böyle dediğime bakmayın gene de burayı mini şehir olarak düşünün. ABD’ nin her yerinden buraya uçuş var. Direk buraya da gelebilirsiniz. Ama gemi yolculuğu yapmazsanız, buzulları görmezseniz, bence Alaska’yı görmüş sayılmazsınız. Anchorage çok ruhu olan bir şehir değil. Küçük olsa da diğer şehirler daha sevimliydi ve tarzları vardı. Tüm mekânlar çok kasvetli, karanlık, küçücük pencereleri var. Çetin hava şartları her şekilde yaşama sirayet etmiş. 

Bu şehirde gemi yolcuğum son buluyor. Princess gemisi ile bağlantılı bir tur olan ve yaklaşık 8 saat süren Anchorage-Denali Milli Park tren yolculuğu ile Alaska’nın iç kesimlerine seyahate başlıyorum artık. Bu yıllardır hayalini kurduğum bir yolculuk. Alaska seyahatimin en güzel deneyimlerimden birini bu tren yolcuğu oluşturuyor. Tepesi tamamen camla kaplı olan tren, manzarayı mümkün olduğunca sindirmenize olanak veren bir hızda ilerliyor. Göller, ormanlar, çiçekler, doğanın renk cümbüşü arasında muhteşem bir seyahat…

Sekiz saati gözümü kırpmadan etrafı hayran hayran izleyerek geçirdim. Hatta bittiğinde sekiz saat sürdüğünü hiç algılamamıştım. Çok yüksek konfora sahip olan trenin esas hizmeti elbette sunduğu görsel şölendi.

Denali Milli Parkı oldukça büyük bir alanı kapsıyor. Buradaki programda iki ayrı noktada kaldım. Doğaya uyumlu bir o kadarda fonksiyonel ağaç kulübelerde iki gün konakladım. Gruplarla orman yürüyüşlerine katıldım ve geyikleri, yerel koyunları, kuşları gözleme şansım oldu. İki günün sonunda Anchorage üzerinden dönüş yoluna başladım. 

Şurası kesin ki Alaska hayatımda gördüğüm en etkileyici ve en yapayalnız doğaya sahipti. Oldukça ihtişamlı bu doğaya sonsuz bir saygı hissetmemek mümkün değil. Hafızamda güzel anılar, cebimde yeni deneyimler, elimde fotoğraflarla güzel memleketime, evime, işime, sevdiklerime döndüm.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

27 Ekim 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
EtkinlikTanıtımTATDsosyal

ATAS 2023: Asistan Hekimlerin Eğlenerek Bilgilerini Tazelediği Eşsiz Platform

by İbrahim ALTUNOK 11 Ekim 2023
written by İbrahim ALTUNOK

Herkese merhaba, bu kez bir gezi yazısı ile değil, camiamızı ilgilendiren güzel bir organizasyon haberi ile aranızdayım. 

Bildiğiniz üzere veya ilk kez duyup sizde merak uyandıracağından emin olduğum ATAS 2023’ü yeni geçirdik. 

Peki nedir bu ATAS? 

Derneğimiz TATD ve ATAB (Acil Tıp Asistan Birliği) destekleriyle her yıl düzenlenen ve bu yıl tam tamına 16. sını düzenlemekten gurur duyduğumuz Acil Tıp Asistan Sempozyumu için Şile Doğa Tatil Köyü’ndeydik. 

Eğlenirken öğrendiğimiz, bir kongreden ziyade sempozyum havasında, hem nöbet yorgunluğunu bir nebze olsun üzerimizden atıp doğayla baş başa kaldığımız, sevdiklerimizi gördüğümüz, camiamızdan yeni meslektaşlarla tanıştığımız, eğlenceli ve dopdolu bir organizasyon olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.

Düzenleme komitesi olarak aylar öncesinden hazırlıklara başladık. Geçen yılki ATAS’ta hak kazandığımız ev sahipliğimizde herkese verimli bir 4 gün geçirtmek için zaman zaman zoom üzerinden toplantılarla, kah yer ve mekan keşfi, kah sosyal medya üzerinden hummalı bir iş birliği içinde organizasyonumuzu düzenlemenin haklı gururunu yaşıyoruz. 

Başta düzenleme komitesi başkanı Dr. Furkan Yakın’a, destekleri için TATD Yönetim Kurulu başkanı Prof. Dr. Serkan Yılmaz ve tüm Yönetim Kurulu üyelerine, ATAS İstanbul’un bu kadar harika geçmesinde desteklerini esirgemeyen Prof. Dr. Haldun Akoğlu, Prof. Dr. Serkan Emre Eroğlu, Prof. Dr. Sezgin Sarıkaya, Dr. Öğrt. Üyesi M. Ferudun Çelikmen ve Doç. Dr. Özgür Dikme hocalarıma ve tabii ki sosyal etkinlikler, organizasyon ve teknik konularda mükemmeli yakalamak için canla başla çalışan Cansu Tırış, Merve Özbek, Hikmet Kılınç, Hilal Körelçiner, Ramazan Bakar ve tüm asistan arkadaşlarıma (burada unuttuğum isim var mı??) emeklerinden ötürü ayrıca teşekkür ediyorum. 

“Çok eğlendik, Çok dinlendik”

ATAS’ta neler yaptık? 

İstanbul’un şehir keşmekeşinden uzak, denize sıfır ilçesi Şile’de, yeşillikler içindeki Doğa Tatil Köyü bu iş için biçilmiş kaftan görevini gördü. Kimimiz sabah kalkıp uzun uzun yürüyüşler yaptık, kimimiz havuz başında güneşi selamladık. 

Her gün yaklaşık öğle yemeğine kadar bilgilerimizi tazeledik, her günkü oturumda farklı konular, farklı konuşmacılar bizleri onurlandırdı. Gündemimiz “Metropol Acilleri” idi. 

Maalesef ki yaşadığımız 6 Şubat depremi üzerine konumuzun ne kadar da gerekli olduğunu bir kez daha üzülerek kabul ettik. Travma acillerinden, doğal afetlere, nükleer saldırı durumundaki saha emniyetinden ve acil yaklaşımdan, biyolojik saldırılara kadar pek çok sunum dinledik. Açılış panelinde hocalarımız Prof. Dr. Serkan Yılmaz, Doç. Dr. Funda Karbek Akarca, Doç. Dr. Onur Karakayalı, Dr. Öğrt. Üyesi M. Ferudun Çelikmen ve Uzm. Dr. Özgür Çevrim’in ağzından 6 Şubat depremine dair saha deneyimlerini birinci ağızlardan dinleme fırsatımız oldu. Bir daha böyle büyük bir felaketi yaşamamayı diliyor, öncelikle bölgede depremden etkilenen vatandaşlarımıza geçmiş olsun ve vefat edenlere başsağlığı dileklerimizi can-ı gönülden iletiyoruz. 

Bölgeye akın akın koşan meslektaşlarımıza ve depremden kendisi/ailesi/sevdikleri etkilenmesine rağmen hala yaralılara, hastalara canla başla sahip çıkıp, zor şartlarda hekimliğin en güzel örneklerini bize gösteren, yaşatan doktorlarımıza da teşekkürü borç biliriz.

Gelelim biraz da isin sosyal kısmına; ATAS programımız 4 gün boyunca dolu dolu eğlence ile geçti. İlk akşam gerçekleşen mangal partimiz 90’lar şarkıları eşliğinde başladı. Ardından eğlencenin dozu arttı mı arttı, orası eğlenenlere kaldı:)  

İkinci gün sabah oturumları ardından TATDOĞA önderliğinde saha çalışmalarımız vardı. Ekiplere ayrılıp düzenlenen platformlarda hastalarımızı bulup, travma tahtasına sabitleyip, sabunlu kaygan platformdan düşürmeden geçirip, engelleri aşıp hastayı varış noktasına taşıdık. 

Gerçekten çok eğlenceli idi hem yarışan ekipler hem de biz izleyiciler için.

Bu güzel etkinlik için TATDOĞA, UMKE ve YÜDAK ekiplerine sonsuz teşekkürler.

Eğlence en çok da en fazla yorulanın hakkıdır mottomuz!

İkinci günün akşamında Boğaz turumuz vardı. Teknede hem güzel İstanbul’u seyredaldık hem de çok eğlendik. Acillerimizde yorulduğumuz doğrudur, ama eğlenmeyi ve dinlenmeyi de ihmal etmemek lazım.

Üçüncü günün akşamında düzenlenen yarışmalarda dereceye giren arkadaşlarımıza ödüllerini sunduktan sonra Gala yemeğimizi Rule Out konseri ile taçlandırdık. Şarkıları ile herkesi coşturup, yeri göğü inletti. 3 doktor 1 mühendisten oluşan Rule Out Band’i daha önce dinlemediyseniz bu bizi çok üzer, bir sonraki konseri kaçırmayın deriz:) 

Sempozyumun 3. Gününde divan kurulu, ATAB yönetim kurulu ve 17. ATAS için seçimimiz oldu. Tüm asistan arkadaşlarımızla oradaydık. Heyecanlı bir bekleyişti çünkü tüm bu ATAS hazırlık sürecimiz boyunca aday arkadaşların vaatlerini, hem 17.ATAS için ev sahipliği yapmak isteyen aday klinikleri hem de ATAB yönetim kurulu adaylarını sosyal medya aracılığı ile sosyal medya ekibi olarak duyurmuştuk. 

Hepsinin ne kadar heyecanla ve şevkle bu işi istediklerini bildiğimiz için sonucu da aynı merakla bekledik. 17:00 gibi başlayan divan seçimleri ile 17. ATAS için Samsun hak kazandı, ardından da önceden belirlenen ATAB yönetim kurulu adaylarımızdan yapılan demokratik seçimle yeni yönetim kurulu üyelerimiz belirlenmiş oldu. Hepsini bir kez de buradan tebrik ediyor ve asistan arkadaşlarımızın sesini duyurmaya, “acilcinin sesi” olmaya, TATD bünyesinde çok güzel işler yapmaya duydukları hevesten dolayı şükranla takdir ediyorum. Çok güzel işler göreceğimize eminim…

Dört gün ne çabuk geçti diyor insan. Seneye ATAS 2024 ile Samsun’dayız. Samsun ekibinin hazırlıklara şimdiden başladığına ve heyecanlarını kontrol etmeye çalıştıklarına eminim. Çünkü bu organizasyonun bir parçası olmak kendi adıma çok büyük mutluluk ve şahane bir tecrübeydi. 

Yıllardır TATD’deki hocalarımız, abilerimiz, ablalarımız tarafından düzenlenen kongrelere katılıp, işin arka planını çok merak ederdim. Nasıl hummalı bir çalışma geçirdiklerini ve bir gün bu ekibin içinde olabilmek için can atardım. Ufak da olsa bir yerlerden başladık. Eline su dökemeyeceğimiz büyüklerimize bir kez de huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. 

Nice güzel etkinliklerde görüşmek üzere…

İyi ki varsın TATD, iyi ki varsın ATAB, nice ATAS’lara…

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

11 Ekim 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
SeyahatSizden GelenlerTATDsosyal

Tropik Tatil Meraklılarına Mavi-Yeşil Bir Rüya: Seyşeller

by İbrahim ALTUNOK 6 Ekim 2023
written by İbrahim ALTUNOK

Kimine göre bir balayi destinasyonu, kimine göre dalış fırsatı, kimisi için pek çok kültürün bir arada olduğu, bir gün tapınak gezip bir gün yerlilerle denize girebileceği ada ülkesi; bu kez egzotik bir cennet olan Seyseller’deyiz.

Daha önce Mauritus planları yapıp, o kadar alışveriş ve hayalden sonra uçağın kapısından dönmüş bir talihsiz olarak (nasıl olduğu kısmı tamamen ayrı bir yazı konusu) bu kez rotayı Seyşeller’e çevirdim. Çevirdim diyorum çünkü ben ne kadar su kuşu bir insansam, eşim de bir o kadar uykusever. Tatillerde ben dalışta gördüğüm balıkları heyecanla anlatırken, O tatilde ne kadar dinlendiği üzerinden not verir bir daha gidilip gidilmeyeceğine 🙂 Ee sonuçta bu gezi yazılarinin yazılabilmesi için benim gezenti olmam yetiyor, bırakalım o da bu sırada dinlensin:) Şaka bir yana benim pek sevgili gezi arkadaşımla çıktık yola. Gecikmiş bir evlilik yıl dönümü hediyesiydi laf aramızda, o yüzden heyecanım iki kat arttı diyebilirim. 

THY’nin Seyşeller’e direkt uçuşları bulunuyor. İstanbul’dan 7 saat 50 dakikada saat farkı yaşamadan Seyşeller’e iniyorsunuz. Seyşeller’e seyahat edecek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları (tüm pasaport türlerinde) iş ve turizm amaçlı seyahatlerde 90 güne kadar vizeden muaftır ibaresi vardır resmi Dışişleri Bakanlığı sisteminde ancak; gitmeden önce online ülkeye giriş izin formu dolduruyorsunuz. Bu belge sayesinde Seyşeller için seyahat onamı almış oluyorsunuz. Doldurmayı unutmanız halinde ülkeye giriş sırasında ücretli olarak da bu hizmeti alabiliyorsunuz ama hayli tuzlu oluyor. O yüzden aradaki fiyat farkını ödememek için bu işi 5 dk’da gitmeden halletmek önemli. Gidecekler için linki bırakıyorum.

https://seychelles.govtas.com

Gelelim Seyşeller neresidir?

Bu Dünyadaki cennet ada ülkesi. Un gibi incecik beyaz kuma sahip sahilleri, her yerde palmiye ağaçları, alabildiğince yeşillik ve mercan resifleriyle oluşmuş bir deniz… Hint Okyanusu’nun popüler noktası Seyşeller’e Hoşgeldiniz…  Aslında Seyşeller ya da resmî adıyla Seyşeller Cumhuriyeti, Afrika kıtasına bağlı bir ada ülkesidir. Seyşeller, Hint Okyanusu’ndaki 115’ten fazla ada üzerinde kurulu bir ülke olup, Afrika ana kıtasının doğusunda, Madagaskar’ın ise kuzeydoğusunda yer almaktadır. Ülkenin başkenti Victoria’dır. Dönem dönem yağmur yağışları etkili olsa da Seyşeller’e yılın her dönemi gelebilirsiniz. Ortalama hava sıcaklığı 25-32 derece arasında değişiyor. Nem kış döneminde biraz daha yüksek. Bunun yanında yazlar daha kuru geçiyor. Mercan resifleriyle süslü deniz muhteşem, çoğu insan dalış için geliyor buraya, ama benim gibi dalış eğitiminiz yok ama sualtı yaşamına da aşıksanız takın gözlüğünüzü tutun nefesinizi, yüzeye yakın güzellikleri de hayran olmak için yeter. 

Burada ufak bir hatırlatma yapmakta fayda var. Ben kendi çapımdaki yüzeyel dalışlarımın 2. gününde maalesef ki deniz ayakkabısı giymemiş bulundum ve sörf için de çok uygun olan denizde kocaman bir dalganın bana bir tokat atmasıyla kendimi suyun dibinde buldum. Hızlanabilmek için zemine sağlam bir basmamla o da ne! Canımdan adeta can çıktı,bir acı bir acı ki sormayın… Resmen sarı ön poliklinik teyzelerinin ‘ölüyorum çocuğuuuuum’ çığlıkları gibi bir inleme… Kendimi yüzeye zor attım. Topuğumda 10-15 cm lik dikenler vardı! Meğer burada kaya diplerinde pek çok deniz kestanesi konuşlanırmış ve ben yanlışlıkla bir veya birkaçının üstüne basmışım. Sonrası tam bir dramdı. Tatil burnumdan geldi demeyelim ama acı dolu birkaç saatin ardından katlanabilir bir ağrıya bıraktı yerini. Bu bahaneyle öğrendik ki zeytinyağı, sirke ve limon ile dikenler kendini dışarı bırakıyormuş. Bir yeşil alan hastası edasıyla adanın hastanesinin acil servisine gittik, ama triyajdaki hemşire bize gülerek bunun acil bir durum olmadığını söyledi ve sağlık sistemimizi ve alışmışlıklarımızı kötü bir şekilde yüzümüze vurdu. Halbuki o hiç bir şeyin farkında değildi 🙂

Oysa ki tatil rüya gibi başlamıştı. Havalimanına indiğimizde ülkedeki nemden şıp şıp terlemeye başlamıştık bile ki o sırada hafiften yağmur yağmaya başladı.. Seyşellerin başkenti ve en büyük adası olan Victoria’dayız, zaten havalimanı da burada bulunuyor. Adanın doğu ve batı kıyısındaki oteller aslında ne tür bir tatil istediğinize göre değişiyor. Doğu kıyıları daha ziyade sörf için uygunken batı kıyısındaki deniz daha durgun ve su altı keşfi için mükemmel mercan resifleriyle dolu. Yüzeyden dahi yüzen rengarenk balıkları görmeniz mümkün. 

Okuduğum ve öğrendiğim kadarıyla adadaki otel çalışanlarının neredeyse hepsi yerli. Dışarıdan göçle işçi almıyorlarmış ve hepsi kültürlerinden olsa gerek çok misafirperverdi. Otelin kapısında soğuk içeceklerimizle karşılandık. Otelde bir sonsuzluk havuzu mevcuttu ama bembeyaz sahiliyle Seyşeller o kadar güzel ki, tuzlu su dururken havuza dönüp bakan yoktu. 

Otelimiz havalimanına çok uzak değildi biz araba kiralamayı tercih ettik. Araç kiralama ücretleri makul denilebilecek seviyede. Adadaki meşhur birkaç plajı da görmek, adanın en tepesine çıkıp bir kez de kuşbakışı seyretmek,bir de meşhur kamplumbağa botanik parkına gitmek için araba kiralamak mantıklı bir seçenek olacaktır. 

Ana ada Mahe’de kalıyorsanız, otelin uzaklığına göre süre 30 dakika ile 1 saat arasında değişiyor. Yollar virajlı. Diğer adalara pervaneli Twin Otter tipi uçaklarla veya sürat botları ile ulaşabilirsiniz. Genellikle sürat botları ve 10 dakikalık uçuşun fiyatları neredeyse aynı. Okyanus dalgalı olduğunda uçağı tercih etmenizi öneriyorlar.

Biz bu botanik parka son günümüzde gittik ve akıl yemelik anlar yaşadık. Yaklaşık 300 kg lık dev kaplumbağalara yakından bakabilmek, dokunanabilmek, onları beslemek hayatta bir kez yaşanabilecek bir tecrübe gibi geldi bana. 120 cm’e kadar büyüyebilen ve 150 yıldan fazla yaşayabilen kaplumbağalar yemyeşil doğaya fazlasıyla uyum sağlamış durumda. Bir de Aldabra Atoll adası varmış ki kaplumbağaların doğal yaşam ortamı olarak anlatılıyor ama ben sudan çıkmayı bilmediğim için o kısmı atlamış bulunuyoruz. Tabii Sir Selwyn Clarke Market’e uğrayıp bol bol meyve sebze standı gezmeyi ihmal etmedik. Bizde bulunmayan pekçok tropikal balık çeşidine de burada rastlamak mümkün. 

Botanik Park’a gittiğimiz gün şehir merkezini de gezmiş olduk. Ülkenin yaklaşık %90’ını hristiyan nüfus, geriye kalan kısmını ise müslümanlar, hindular ve diğerleri oluşturuyor. Başkent Victoria’da 1982 yılında inşa edilen Şeyh Muhammed bin Khalifa Camii, küçük bir topluluk olan Müslümanlara hizmet vermektedir. Mont Flueri eteklerinde konumlanan sevimli cami yakın geçmişte restore edilmiş. Revolution Caddesi üzerindeki St. Paul Katedrali, Anglikan Kilisesi olup, orijinali 1859 yılına dayanmaktadır. Birkaç kez tadilat gördükten sonra 2001 yılında yeniden yapılmış. Yine 1892 yılında yapılıp, 1990’da yenilenmiş olan Meryem Ana Katedrali, bir Katolik Kilisesi olup aynı zamanda Piskoposluğun da ana kilisesidir. 

Otel Seyşeller’de çok önemli, çünkü tatilinizin büyük bir kısmını otelde geçiriyorsunuz. Nerden baksanız en az 3 günü otelde geçireceğinizi, bir günü adanın etrafındaki meşhur plajlara ayıracağınızı ve bir gün de botanik park, ada etrafında bir tur, şehir merkezinde gezinti şeklinde planlayacak olursanız, tatil için minimum 5 gün ayırmanız şart. Ama daha uzun kalma fırsatınız varsa merkez ada Mahe, Victoria dışında botlarla ya da pırpır uçaklarla ulaşılabilen çevre adalara da gidebilir. Köylerdeki yerlilerle sohbet edebilir, bu güzel tropikal memleketteki sevecen, misafirperver Afrika insanlarının kültürüne şahitlik edebilirsiniz. 

Seyşeller ile ilgili daha çok şey yazmak istiyorum, unutulmaz bir balayı tatiliydi benim için evliliğimizin 6. Yılını doldurmamız anısına:) Ama dediğim gibi arkadaş grupları, geniş aile kısaca denizsever, gezenti herkes ile gitmek için ideal bir ada. Belki başka balayı alternatiflerine göre bir tık tuzlu kabul edilebilir. 

Ama biliyorsunuz ki pahalı uçak bileti değil, erken alınmamış uçak bileti vardır. Biz acilciyiz, hep bir pratik yolunu buluruz değil mi? Gidenler benden adaya selam söylesin,tadı damağımda kaldı bembeyaz sahillerin… 

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

6 Ekim 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

Yıkıntılar Arasında Hatay ile Tanışmak

by İbrahim ALTUNOK 2 Ekim 2023
written by İbrahim ALTUNOK

11 ili kapsayan ve çok sayıda yurttaşın etkilendiği Kahramanmaraş merkezli Şubat depremlerinin ardından tüm deprem bölgesinde birinci basamak sağlık kurumları belirgin bir biçimde hasar görmüş ve bu kurumların çalışanları da ağır kayıplar vermiştir. Deprem sonrası dönemde birinci basamak sağlık hizmetleri sağlıklı bir yaşamın yeniden kurulmasında her zamankinden daha fazla yaşamsal önem taşımaktadır. Özellikle tabip odası yıkılmış olan Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya illeri başta olmak üzere deprem bölgesinde Türk Tabipler Birliğinin değerlendirme, koruyucu sağlık hizmetleri ve kadın sağlığı birimleri koordinasyon çalışmaları depremin ilk gününden itibaren devam etmektedir. Bu çalışmalara katkı sunmak için Antalya Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyonu gönüllüsü olarak 29 Nisan- 3 Mayıs tarihlerinde Hatay Kadın Sağlık Birimi’ne gittim.

29 NİSAN

Gün erkenden başladı. Adana otogardan iki hekim Hatay TTB koordinasyon merkezine gitmek için otobüsle yola koyulduk. Yol arkadaşımın daha önceki gelişlerine dair anıları eşliğinde Akdeniz Bölgesinin doğusuna ait yeşil doğayı seyre daldım. Yol boyu geçtiğimiz Erzin, Dörtyol, Payas, İskenderun, Kırıkhan yerleşkelerinde depremin yarattığı yıkıntıların hala olduğu gibi durduğuna şahitlik ederken depremin ilk günlerindeki gibi tekrardan gerginlik, öfke, üzüntü duyguları arasında gel-gitler yaşayarak Hatay’a ulaştım. 

Öğleden sonra ulaştığımız otogardan TTB ve SES deprem koordinasyon merkezine gidene kadar Hatay’ın geçmemize izin veren sokaklarından geçerken geriye kalan yıkıntılardan depremde ne çok yara aldığını bir kez de kendi gözlerimle görmüş oldum. Daha önce gelmeliydim pişmanlığı ve şehrin yıkıntılarındaki duygusal yoğunlukla bir o yana bir bu yana sürüklendim. Duygular gördüklerimin hızına yetişemez oldu.

Koordinasyon merkezinde olan arkadaşlarla tanışıp bizim kalmamız için TTB, SES, Hatay tabip odası ve uzmanlık derneklerinin sağladığı yerleşkede koşulları öğrenip diğer gönüllü sağlıkçı kadın arkadaşlarla kalacağım konteynera yerleştim. Hemen işe koyularak yanımda getirdiğim Antalya Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyonunun finansmanını sağladığı Kadın Çamaşırları dolu valizi boşaltmak için Kadın Sağlık Birimine geçtim. Koordinasyon merkezinde ekip değişim günü olduğu Hatay’da kalan halk tarafından bilindiği için çok fazla başvuru olmadı.

Günlük değerlendirme toplantısı öncesi 2 saatlik bir boşluğumuz olduğunu öğrenince depremden önce Hatay’ı gezmiş olan hekim arkadaş rehberliğinde ufak bir şehir turuna çıktım. Şehrin toz duman olmuş yıkıntıları içinde eski hallerine dair hayalimde görüntüler oluştururken, bir kadın ve yanında iki kız çocuğunu ve nerden bulduklarını bilmediğim bir yatağı taşıdıklarını fark ettim. Hayatın yeniden inşasında kadına dair dayanışma ve emeğin sembolü gibi çıktılar karşıma. Aramızdaki mesafenin fazlalığı yüzünden uzaktan gördüğüm bu an zihnimde daha önce dinlediğim deprem hikayeleri ile eşleşti. Deprem öncesi her şeye sahipken bir an sonrası hiçbir şeyin olmadığı, sadece hayatta kalma mücadelesinin başladığı hikayeler…

Birden yanımdan geçen moloz taşıyan araçların tozu dumana katışları ile dikkatim çalışanlarının hem kendi hem de ortamda bulunan insanların sağlığını tehlikeye atan ciddiyetsiz çalışma şekillerine kaydı. Yıkıntılardaki asbest gerçeğini hiçe sayarcasına maskesiz çalışmaları ve bir de bu ortamda birbirlerine iş makinaları ile yapabildikleri akrobatik hareketleri gösterişlerine hayretler içinde bakakaldım.

Akşam yapılan gün değerlendirme toplantısına yetişmek için hızla Hatay sokaklarında ilerlemeye başladım. Toplantıda koordinasyon birimindeki işleyişe dair bilgiler verildikten sonra gün değerlendirmesi ve sonraki günün planlaması ile görev dağılımları yapıldı. Toplantı sonrası gecenin soğuğuna dayanmamızı sağlayan sobanın başında içimizi ısıtan çay eşliğinde sohbet ederek arkadaşlarla biraz daha vakit geçirip bu uzun günü tamamladım.

30 NİSAN

Hatay kadın sağlık birimine gün içinde 13 başvuru aldık. Bu başvurular:

Geceleri tuvalete gidememekten kaynaklı vajinit, mantar, idrar yolları enfeksiyonları, hijyen koşullarının asgari seviyede sağlanamamasından kaynaklı bit, pire vb. bulaşıcı hastalıklar, üreme sağlığı, aile planlaması, korunma yöntemleri, şiddete/istismara dair konuşmalar

Bu başvurular esnasında tedavi için ilaç desteği ve kadın kişisel ihtiyaçları giderilmesi için gelinse bile her görüşme kendi içinde ayrı bir psikososyal destek görüşmesine dönüştü. Kadınların dertleşebildiği bir alan yaratılmış ve devam ettirme hatta yaygınlaştırma isteği uyandırdı. Birime başvuranlar, deprem sonrası yardımların, şehrin dağınık yerleşimli çadırkent ve konteyner alanlarına yavaş yavaş kesilmeye başladığını, en temelde içme suyuna bile hala ulaşmakta zorlandıklarını dile getirdikleri noktada devlet desteğine ulaşamamanın yaşadıkları hayal kırıklığını paylaştılar. Birkaç başvuru esnasında, yerleşim yerine yakın olan yukarı Çekmece mahallesi mevkiindeki çadırlarında, su tedariğinin zor olduğunu, tuvalet ve banyo imkanı olmadığı için hasarlı evleri kullanmaya devam ettiklerini, hasarlı binalar yetmezmiş gibi mezarlığın da aynı bölgeye yapıldığı için sürekli kayıplarını hatırladıklarını ve zorlandıklarını dile getirdiler. Bu kadar olumsuzluğun arasında son günlerde geceleri silah seslerinden dolayı tedirgin olduklarını ve korktuklarını söylediler.

Saat 17:00‘de birimi kapatıp bir gün önceden belirlenmiş olan Samandağ Kadın sağlık biriminde gerçekleştireceğimiz çadır kentte yaşayan kadınlarla sağlık buluşması etkinliği için beş kadın sağlıkçı yola koyulduk.

Samandağ kadın sağlık buluşması; TTB merkez konsey üyesi Dr. Adalet Çıbık buluşmanın açılışını yaparak neden burada olduğumuzu, kim olduğumuzu ve amacımızın ne olduğunu aktardı. 20-25 kadınla yaptığımız buluşmada hijyen, cinsel sağlık, üreme sağlığı üzerine bilgilendirmeler yapıldı. Kadınların çadır kent koşullarında yaşanılan sıkıntıları ve aksaklıkları dile getirdikleri sohbet 2 saate yakın sürdü. Her hafta talep ettikleri konularda toplantı yapılabileceği önerisinde bulunduk. Kadınlar olumlu geri dönüşte bulundular.

Akşam yapılan değerlendirme toplantısında psikiyatristlere danışıldı. Medikal ihtiyaç dışında kadın dayanışmasının daha doğru çalıştığı konusunda ortak bir görüşte uzlaşıldı.

1 MAYIS

Kadın Sağlık Birimi; Öğlene kadar 30 başvuru alındı. İkinci ve üçüncü başvuralar çoğunluktaydı. Kadın sağlık birimi hem fiziksel sağlıkları için destek aldıkları hem de sorunlarını dile getirdikleri psikososyal destek için düzenli olarak gelmeye başladıkları bir birim oldu. Başvurular sırasında kadınlar, yardımların AFAD dışında kurulan çadır alanlarına ulaştırılmadığını dile getirdiler. Yukarı Çekmece mahallesinden gelen kadınlar silah seslerinden tedirgin olduklarını ifade etmişlerdi. Konu hakkında görüşmeler yapıldı.

Çalışan sağlık emekçilerini ziyaretlerle başladık. Samandağ devlet hastanesi, orda kurulan TDB mobil diş sağlığı birimi, Samandağ Sahra Hastanesi sağlık emekçileri ile sorunları konuşuldu. Deniz kenarındaki Sahra Hastanesinde çalışan Sağlık emekçilerinin günlük tek çeşit olarak fasulye nohut yiyor olması yakınılan bir durumdu.

Ziyaret sonrası tüm ekip olarak Samandağ 1 Mayıs yürüyüşüne katıldık. Şehrin yıkık ve hasarlı binaları arasında yapılan yürüyüş ve depremde kaybedilenlerin anılması duygu dolu anlar yaşanmasına sebep oldu. Bu atmosferde buruk geçen 1 Mayıs kutlamasının ardından saat 15:00 gibi çocuklarla buluştuk. Moloz döküm alanının çok yakınında olan çadır/konteyner kentlere ve temiz havada yaşama hakkına dikkat çekmek için çocuklarla sahil kenarında uçurtmalar uçurduk. Bir an hepimiz yeniden çocuk olduk.

Saat 17:30 da Hatay Uğur Mumcu bulvarından kortej oluşturularak Sevgi parkına kadar 1 Mayıs yürüyüşü yapıldı. 

2 MAYIS

Kadın Sağlık Birimi; 25 başvuru alındı. Başvurular arasında dikkati çeken şiddet vakası için gerekli destek sağlandı. Birimin malzeme eksikleri tespit edildi. Saha çalışmasına ağırlık verildi.

SAHA, Kırıkhan Dom Bölgesi; İlk bölge 120 çadırdan oluşan, 670 kişinin yaşadığı dağınık bir düzenle kurulmuş Roman asıllı vatandaşların yaşadığı bir çadır kent. Bölgeye içme suyunu Jandarma sağlıyor. Çadırların elektrik sorunu devam ediyor. Suyun kontrolsüz ve alt yapısız kullanımından dolayı bölgesel su birikintisi ve çamur oluşumu sorunu var. Bu çadır kentte tuvalet ve duş yok. Uyuz, bit, idrar yolu enfeksiyonu vakaları çok fazla. 2 gündür kanamalı olduğu söylenen miadı dolmuş 17 yaşında resmi nikahı olmayan bir gebe özel hastaneye gitmiş ve bebeğin ters geldiği söylenerek ücreti ödendiği taktirde sezaryen doğum yaptırılacağı bildirilmiş. Bizden yardım isteyen yakınları aracılığıyla gebeye ulaşıldı ve koordinasyon merkezinden yardım alınarak gebe Dörtyol devlet hastanesine gönderildi.

İkinci bölgede 25 çadır mevcut. Su şebekeden kullanılıyor ama yetersiz. Akdeniz anemisi çok yaygın. Büyük çocuklarda idrar kaçırma sorunu çok fazla. Psikolojik desteğe ihtiyaçları var. Her iki bölgenin gebeleri ve çocukları çalışan ASM’ler tarafından takipli. Çadır kent sakinleri tuvalet için hasarlı evleri kullanıyorlar. Cinsellik için ağır hasarlı binalara sürüklenen kadın sayısı fazla. Bölge artçılarla sallanmaya devam ederken bu hasarlı binalara girip çıkmaya devam ediyorlar. Su depoları ve Çamaşır makinaları başka bir köyün muhtarı tarafından el konulmuş. Dışlanmışlıklarını zihinsel ve fiziksel olarak sonuna kadar kanıksamışlar. Dediklerine göre deprem onların hayatında çok fazla bir şeyi değiştirmemiş.

Gün sonu değerlendirme toplantısında Dom bölgesi için sivil toplum kuruluşları, kadın ve çevre platformları ile ortaklaşma Roman örgütleri ile görüşme önerildi. Çadırlar çok düzensiz. Bu nedenle iç örgütlenmeleri olmadan iletişim kurmanın zor olduğu ihtiyaçların karşılanmasının yetersiz kalacağı üzerine ortak bir karara varıldı.

2 Mayıs İşçi Filmleri Festivali açılış töreninde Hatay atmosferinde yaşanan duygu sağanağı bende bir eksiği tamamladığımı gösterdi. Uzaktan deprem bölgesine dair haberlerle duygular zorluyorken, Hatay a geldiğimden beri tüm duygular doğallığındaydı. Ağlamakta gülmek de güzelleşti. Doğalı buydu. Her şey anda ve olması gerektiği gibi yaşanıyordu.

3 MAYIS

3 Mayıs Hatay’daki son günümdü. Burada tanıştığım sağlık emekçisi arkadaşlarla nasıl geçtiğini anlamadığım beş gün geçirdim. Dayanışma ruhunun verdiği bu sıcak atmosferde yeni dostluklar kurdum. Buraya gelirken elimden geldiğince çalışarak yardım edeceğim düşüncesi ağır basıyordu. Şimdi Antalya’ya dönerken buranın bana da iyi geldiği fark ediyorum. Dayanışma iyileştirir gerçeğini bir kez daha yaşadım.

29 Nisan – 3 Mayıs tarihleri arasındaki gözlemlerimden:

Yıkımın anormal boyutları göz önüne alındığında şehrin toparlanması uzun yıllar alacaktır. TTB’nin başından beri düzenli olarak yaptığı bilimsel uyarılara rağmen depremin üzerinden geçen 3 ayın sonunda Hatay’da yaşam koşullarında iyileşme değil gerileme göze çarpıyor. İnsanların temel yaşam ile ilgili sıkıntıları (barınma, su, hijyen…) yoğun bir şekilde devam ediyor. Çadırların ve konteynerların uygun olmayan düzenlemelerle yeni sağlık sorunlarına ve salgınlara sebep olacağı apaçık ortada. Kent merkezinde kurulan sahra hastanelerinde kimi poliklinikler çalışmakta fakat çok yetersiz durumda. Kent genelinde cerrahi müdahale, doğum izlemi, psikiyatri takipleri ve hasta yatışı yapacak bir merkez bulunmamakta. Çok sayıda aile sağlığı merkezi yıkıldığı ya da hekim dâhil sağlık çalışanları vefat ettiği için kapalı durumda. Aşılama çalışmaları, gebe takipleri gönüllü sağlık kuruluşları çadır/konteyner kentlerde açılan revirlerde (devam ediyor. Bölgede görevlendirilen hekimlerin/sağlık emekçilerinin 3 ayın sonunda barınma ve çalışma koşullarının hala sağlanamadığı dikkat çekiyor.

Kadın sağlık birimleri: Bilimsel ve kollektif bir planlama ile kadın sağlık birimlerinin devamlılığının sağlanması gerekiyor. Özgün bir ortam, kadınların dertleşebildiği bir alan yaratılmış ve devam etmekte. Bu özgünlüğü bozmadan psikososyal destek yönünü toplantı ve atölye çalışmaları ile desteklemek iyi gelecektir.

Bu afetin yası kolay biter mi bilinmez ama yavaş yavaş üstümüzden ölü toprağını atma vakti geldi. Evet olanlar unutulmayacak. Ama eskisi kadar da canımızı yakmayacak. Eksiklerimizi ve hatalarımızı göz önüne alarak yeni güzel bağlar kuracağız. Kötü ve çirkin olanın üzerine dayanışma ve sevgiyle güzel anılar biriktireceğiz. Sürecin ağır ve zorlu koşulları devam ediyor olsa da depremde yitirdiklerimizin anısına saygıyla, insanlık değerlerimize sahip çıkıp umudun gücünü katlayarak çoğaltacağız.

Dayanışma yaşatır.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

2 Ekim 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

İnsanların Yüzlerindeki Tebessüm Çalışma Azmimizi Arttırıyordu

by İbrahim ALTUNOK 29 Eylül 2023
written by İbrahim ALTUNOK

Depremin 15. günü Hatay Eğitim Araştırma  Hastanesi’ne (Sahra Hastanesi) görevlendirildim. Deprem bölgesindeki insanların bizleri gördüklerindeki yüzlerinde oluşan tebessüm bizlere çalışma azmi veriyordu. Deprem bölgesinde doktorlara, sağlık ekibine olan ihtiyaç tartışmasız çok büyük. Bunu unutmamak lazım deprem bölgesinde olan herkes, o bölgede olmak istediği için oradaydı başka  bir değişle kendini oraya ait hissediyor ve o güzel duygu ile çalışıyordu. Bu duygu bizlere tüm zorlukların üstesinden gelebilmemiz için yeter de artıyor bile. 

O bölgedeki vatandaşlarımıza temas edebilmek, onlara destek olabilme hissinin vermiş olduğu güç ve enerji tarifsizdi. Sürekli tekrarlayan artçılara rağmen, tüm olan kısıtlı imkanlar ve sorunlara rağmen herkes el ele vermiş ve tüm iyi niyetiyle çalışmaktaydı. Geçirdiğim 12 gün boyunca insanların mücadelesini gördüm. Bütün var olan olumsuz koşullara rağmen, olumsuz hava koşulları, gıda ve içme suyu ihtiyacı, hijyen malzemeleri ve tuvalet ihtiyacı gibi zorluklara rağmen Hatay’da hem bir doktor hem bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak üstüme düşen vazifeyi yerine getirmek için canı gönülden çalıştım. 

Hatay’ın benim için bir başka  önemi daha vardı. Tıp fakültesinde beraber eğitim aldığımız, beraber ders çalıştığımız arkadaşımız Dr. Sena Güzelmansur’u depremin 63. saatinde kaybetmiştik. Duygu dolu bir dönem yaşadım. 

Hatay Eğitim Araştırma Hastanesi’ne (sahra hastanesi) günlük 1000-1500 hasta kabulü yapılıyordu. En çok karşılaştığımız vakalar tedavi al(a)mamış travmalardı. Miyokard infarktüsü, üst solunum yolu enfeksiyonu, pnömoni vakalarının yanı sıra olumsuz yaşam koşullarından dolayı DM hastalarında oluşan hiperglisemik durumlar da sık karşılaştığımız durumların başındaydı. 

Hatay bölgesinden sevk edebileceğimiz 3 hastane Dörtyol, Mersin, Adana Hastaneleriydi.  İleri tetkik belki de cerrahi müdahale gerektiren vakaların karayolu ve ya havayolu ile bu üç merkeze sevki gerçekleşiyordu. Herkes olayın bilincindeydi ve yaraları hep beraber sarmamız gerektiğini biliyordu ve bu bilince  yakışacak bir özveriyle çalışmaya gayret ediyordu.

Evet olumsuzluklar, zorluklar yaşadık. Su bulmakta zorlandık, belki yerde yatmak zorunda kaldık. Yakınlarını, sevdiklerini kaybetmiş olan insanlar için elimizden geleni yapabilmiş olmak en büyük azim kaynağımızdı. Zorlukları yenmek için birbirimize sarıldık.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

29 Eylül 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

Hava Karanlıktı ve Biz Hiçbir Şeyin Farkında Değildik

by İbrahim ALTUNOK 28 Eylül 2023
written by İbrahim ALTUNOK

Depremi ilk duyduğum an  herkes gibi ben de büyük bir şok yaşadım. Hemen akabinde almış olduğum ulusal medikal kurtarma ekibi (UMKE) eğitimi gereğince deprem bölgesine gönüllü olarak intikal etmek için başvuruda bulundum. Benim gibi pek çok sağlık gönüllüsü de aynı başvuruları yaptığı için benim hizmet sıram yaklaşık 15 gün sonra geldi. 

“Hatay merkez karanlık, ıssız ve terk edilmiş görünüyordu”

Ulusal medikal kurtarma ekibinden (UMKE) görev emrimi aldığımda çalıştığım hastanede nöbetçiydim. Ertesi gün nöbet çıkışı  toplama yerinde  gönüllü arkadaşlarımla buluştuk. Afet bölgesi için gerekli malzemelerimizi ulaşım araçlarımıza hızlı bir şekilde yerleştirerek yola çıktık. Yaklaşık 10 saat süren heyecanlı ve tedirgin karayolu seyahatinden sonra deprem bölgesine ulaştık. Hemen  sorumluluklarımızla ilgili talimatlarımızı alarak görev bölgelerimize doğru hareket ettik. Benim görev yerim Hatay merkezde idi. Hataya intikalimiz gece Saat 21:00 sularındaydı. Evet hava karanlıktı ve biz hiçbir şeyin farkında değildik. Bizi görev yerlerimize götürecek olan araçlara binip Hatay merkeze doğru hareket edip yerleşim bölgelerine vardığımızda (ki buraya çok yerleşim bölgesi diyemezdik ) hepimiz büyük bir şok yaşadık. İlk şoku atlattıktan sonra hali hazırda orada görev yapmakta olan UMKE’den görevimizi devraldık. 15 gün sürecek olan görevimiz esnasında nelerle karşılaşacağımızı bilmemenin tedirginliği ve korkusu içerisindeydik. Düşünsenize gece saat 9:00 hava karanlık ve soğuk daha önce hiç görmediğiniz bir yerde ve enkazların arasında bir görev alıyorsunuz. Yanınızda daha önce tanımadığınız ama her birinin bu bölgeye sorgusuz ve büyük bir istekle geldiğini bildiğiniz sağlık çalışanı arkadaşlarınızla berabersiniz. Duyduğunuz tek güven yanınızdaki arkadaşlarınız. Güneş doğup hava aydınlanmaya başlıktan sonra Hatay merkezde neler olduğunu fark ettik. Gördüğümüz tek şey enkazlar ve yardıma muhtaç vatandaşlarımızdı. Benim ekibim deprem bölgesine intikal ettiğinde arama kurtarma çalışmaları sona ermişti. 

“ilk günlerde SU ve TUVALET en büyük problemdi ”

Çadırkent diye adlandırılan bölgelerde gerek sağlık alanında gerekse sosyal alanda yardıma ihtiyacı olan depremzedelere; devletimizin bize vermiş olduğu imkanlar doğrultusunda hizmet etmeye başladık. Benim ilk gün gördüğüm en büyük problem su sıkıntısı ve tuvalet ihtiyacı idi. Pekçok gönüllü kurum depremzedelerin beslenme ihtiyacını karşılamakdaydı. Ama en önemli sorun su ve hijyen problemlerinin çözülememesiydi. Görev yaptığım tıbbi uç noktada yaklaşık 500 /600 çadır mevcuttu Buda ortalama 2000 depremzedeye karşılık gelmekte idi. Alanda iki ya da üç adet tuvalet bulunmakta su ihtiyacı da Pet şişelerle karşılanmaktaydı. Mevcut su ve barınma problemleri aslında kontrolsüz bir şekilde oluşturulan çadır kentlerdan kaynaklanıyordu. İlerleyen günlerde bu çadır alanlarının daha kontrollü daha güvenli yerlere taşınma işlemleri de başladı. Zaten olması gereken de buydu. 

“Güvenlik önemli bir sorun olmaya başlamıştı”

Depremzedelerin bir an evvel enkaz bölgesinden daha güvenli yerlere taşınması sağlık, gıda ve hijyen ihtiyaçlarının daha güvenli bir şekilde karşılanması gerekiyordu. Bizler görevlerimize deprem bölgelerinde devam ederken Hatay Eğitim Araştırma Hastanesi’nin güvenli alanlarına kurulmuş ağır iklim sahra çadırları olarak adlandırılan çadır hastanede diğer gönüllü sağlık çalışanları hizmetlerini devam ediyordu. Bu bölgede bizlerin de barınma ve lojistik ihtiyaçları karşılanıyordu. Bu ana kampta 4 binin üzerinde gönüllü aktif olarak görev yapmaktaydı. Genel anlamda bu alanda da sıkıntılar mevcuttu. 

“Depremzedelerin hastaneye ulaşımları çok zordu”

Acil vakalarda biz deprem alanındaki acil müdahale ekipleri ve 112 ekipleri hastaların hastaneye nakilini sağlıyorduk ama ayaktan müracaatlar için hastaneye ulaşım çok zordu. Halen devam eden artçı depremler sonucunda hastaneye en kolay ulaşım yolundaki köprünün yıkılması durumu daha da güçleştirmişti. Neyse ki bir miktar daha uzak olan bir köy yolu aktif hale getirildi ve sıkıntı  geçici olarak giderildi. Anlaşılan oydu ki deprem bölgesinde ulaşım hayati öneme sahipti. Sahra hastanesinde görev yapan  ve yine bu bölgede barınan sağlık gönüllülerinin ihtiyaçlarının karşılanması ve organize edilmesi de hayli güç bir işti elbette ki. Bu görev de bağlı bulunduğum UMKE ekiplerinin işiydi. Bu ekipler hem sahada aktif sağlık hizmeti vermekte hem de tüm gönüllü ekiplerinin lojistik ihtiyaçlarını karşılamakta idi. 

“STK’lar daha etkin kullanılabilirdi”

Ana kamptaki sağlık gönüllülerinin beslenme ihtiyaçları çevre illerden gelen sivil toplum örgütleri ve dernekler tarafından karşılanmaktaydı. Kişisel görüşüm bu sivil toplum kuruluşlarının deprem bölgesindeki  depremzedelere  hizmet etmesi gerektiği yönündeydi. Bizim bu tip beslenme ihtiyaçlarımızın kamu kuruluşları tarafından giderilmesi daha uygun olurdu. Yaklaşık 15 gün süren görevim boyunca  birtakım aksaklıklar gözüme  çarpsa da deprem bölgesindeki tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki gönüllüler canla başla çalışarak bu eksiklikleri giderme çabalarını da gözardı edemem. Bizler depremzedelere sağlık yönünden hizmet ettiğimiz gibi; UMKE’nin görevi gereği sahadaki pek çok sağlık biriminin lojistik ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştık. 

“Bölgeyi artık Halk sağlığı ve Sosyal hizmet ekiplerine devretme vakti”

Zaman geçtikçe bölgede acil sağlık hizmetlerinin yerine halk sağlığı ve sosyal hizmetler ekiplerinin görev alması gerekliliği aşikardı ve bu değişimler gerçekleştikçe UMKE ekiplerine duyulan ihtiyaçta azalmakta idi. Bizler de planlı bir şekilde görevlerimizi bakanlık halk sağlığı ekiplerine devrederek asıl görev yerlerimize dönmeye başladık. 

Tabi ki bölgeye halen gerek gönüllülük esasıyla gerekse görevlendirmeler ile giden arkadaşlarımız olacaktır. Oradaki şartlar her geçen gün düzelse de, hiçbirimiz evlerimizde bulduğumuz konforu orada bulamayacağız. Bölgeye gidecek arkadaşlarıma tavsiyem bulundukları süre içerisinde kendi konforlarından çok hizmet edeceği insanların konforunu düşünmeleri ve bu psikolojiyle bölgeye gitmeleridir.

(Yazımın sonunda Ankara ulusal medikal kurtarma ekip sorumlusu Doktor Ahmet Umut Karadeniz Beyi anmadan geçemeyeceğim; kendisi Ankara’da olup deprem bölgesine hiç gidemedi ama deprem bölgesinde canla başla çalışan sağlık gönüllülerinden daha çok yorulup daha çok hizmet etmiş bir doktor arkadaşımızdır. Kendisi depremin yaklaşık 40. gününde geçirmiş olduğu kalp krizi sonucu büyük bir üzüntüyle kaybettiğimiz doktor arkadaşımızdır. Saygıyla ve minnetle anıyorum…)

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

28 Eylül 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
MercekSizden GelenlerTATDsosyal

6 Şubat Sabahı

by İbrahim ALTUNOK 27 Eylül 2023
written by İbrahim ALTUNOK

5 Şubat akşamı her zamanki gibi güzel bir güne uyanmak üzere uykuya dalmışlardı. hayallerinin gerçekleşmesi ve sabah doğacak güneş eşliğinde sevdiği kalplere yeniden kavuşmayı diledikleri duaları eşliğinde. 

Fakat bir daha uyanamadılar…

Kimileri de uyuyanların sağlığı veya güvenliği için uyumamayı tercih etmişti. Sabah olunca sevdiklerine kavuşup, görevini ifa etmenin mutluluğu ile huzur içinde uyumayı hayal ederek. 

Fakat bir daha uyuyamadılar… 

6 Şubat sabahı kimileri uyanamamış, uyananlar ise sevdiği kalplerin telaşına düşmüştü. Gece Uyanık yakalananların gözleri ise canlı şahidi olmuştu tüm olan bitenlere. Saniyeler saatlere dönüşmüştü o gözler için. Uzakta olan bizlerin ise bedenimiz yatağımızda, fakat kalplerimiz asrın felaketinde uyanmıştık. Gelen her yeni haber ile neler olduğunu, felaketin boyutunun ne kadar vahim olduğunu tahayyül etmeye çalışıyorduk. Nutkumuz tutulmuş, konuşmak bile istemiyorduk. Bizzat yaşamış, sevdiklerini kaybetmiş olanların içinde bulunduğu halet-i ruhiyelerini hayal etmeye çalışıyorduk. Ama nafile.

Tüm ülke tek vücut olmuş deprem bölgesine akmaya başlamıştı. ilk iş olarak gönüllü yazılmış olarak bulduk kendimizi. Felakete nöbette uyanık olarak şahit olmuş meslektaşlarımızın, güneşi nasıl karşıladıklarını, bir yandan kan ter içinde yaralılara yardım ederken diğer yandan da ayrı kaldığı çocukları, eşi, anne/babası veya diğer sevdiklerine ulaşmaya çalışırken içine düştükleri durumu hayal etmeye çalışıyor, bir an önce yanlarında olmak için can atıyorduk.

Felaketin ilk günlerinde gidememiş olsam da ilk fırsatta gidebilmek, yaraları sarabilmek, bir cana umut olabilmek için valizim hazır, beklemeye başlamıştım. Her ne kadar hazır bekliyor olsam da görevlendirildiğimi öğrendiğim an içimi anlam veremediğim garip bir duygu kaplamıştı. Anlam veremiyordum. Çünkü mutluluk, heyecan, belki de beni neyin beklediğini tahayyül edememenin verdiği korkunun iç içe girdiği garip bir duyguydu bu.

Hatay’a ulaştığımızda, her ne kadar sıcak saatler geçmiş, halk ve şehir depremin acılarını sindirmeye başlamış olsa da; enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle şehir toz duman ile kaplanmıştı. İnsanlar hayatta kalma çabası içine düşmüştü. İnsanların gözlerinde ilk gördüğüm hüzün ve sevdiklerini/hayallerini kaybetmenin verdiği acı olmuştu. Fakat herşeye rağmen konuşmak için harekete geçen dudaklarından dökülen ilk cümleler ile kalplerinin derin bir minnet ve vefa duygusu ile kaplı olduğu anlaşılıyordu.

Hatay Eğitim Araştırma Hastanesi bahçesinde konuşlanmış sahra hastanesine ulaştığımızda, resmi prosedürleri yapıp çadırlarımıza yerleşmemiz epey meşakkatli olmuştu. Bizlere yer gösterip ilk dakikalardan beri ev sahipliği görevini layıkı ile yerine getiren, başta anestezi teknisyeni Furkan kardeşim ve diğer Hatay’lı hastane personeli ile ateş başında yaptığımız hüzünlü sohbet, dakikalar içinde ortama alışmamızı sağlamıştı. Mevcut şartların beklediğimden daha iyi olduğunu görmek beni ve ekip arkadaşlarımı rahatlatmıştı. Bunun sebebi belki de çok daha kötü şartlara hazır olmamızdı.

Sahra hastanesindeki görevi devraldığımda gördüğüm tablo, hizmet verdiğimiz hasta portföyünün, depremin primer etkisinden ziyade sekonder etkilerini yaşayan ve mevcut yaşam şartlarının etkileri ile mücadele eden halk kitlesinden ibaret olduğuydu. Artık normal  hasta popülasyonuna hizmet vermeye başlanmıştı. Bir nevi sağlık hizmetinde normalleşmeye başlanmıştı. Bu nedenle bizden önceki meslektaşlarımızın yaşadığı sıkıntıları yaşamıyorduk.

Mevcut tabloda verilen acil sağlık hizmetinin en önemli sıkıntısı; vatandaşların müracaat edeceği herhangi bir sağlık birimi olmadığı için tüm sistemin acil servis üzerinden işliyor olmasıydı. Doğal olarak randevu sistemi veya poliklinik hizmeti yoktu. Kontrol muayene, kronik ilaç yazımı, kronik hasta takibi, idame tedavilerin uygulanması gibi normal şartlarda acil servisin kapısının önünden bile geçmeyen hizmetler, acil servis şartlarında verilmek zorundaydı. Üstelik de sahra hastanesi (çadır) şartlarında.

Normal şartlarda acil serviste, kronik ilaç yazdırmanın teklif edilmesini bile hazmedemeyen, randevu bulamadığı için acil servisi kullanmaya çalışan vatandaş kitlesi ile muhatap bile olmak istemeyen bir acil hekimi olarak, istemediğim ot burnumun dibinde bitmişti. Herşeyin sadece bir bakış açısından ibaret olduğunu, işte o an anlamıştım. Kendime hayret ediyordum. Çünkü kendi çöplüğüm dediğim acil servisimde, teklif edilmesini bile hazmedemediğim işleri, sahra hastanesinde büyük bir huzur ve mutluluk içinde yapıyordum. Kontrole geldiğini söyleyen hastaya eşlik edip muayenesinin yapılabilmesini sağlıyor, kronik ilaç reçetelerini büyük bir hevesle yazıyor, acil tıbbı ilgilendirmeyen birçok hizmeti yapıyor ve yaptığım her işlemde ruhumun huzura erdiğini hissediyordum.

Herşey bir yana o masum insanların gözlerinden minnet duyguları okunabiliyordu. Dudaklarından dökülen dualarına nail olabilmek için, bilgisayar oyunlarında bonus toplamak için yarıştığımız gibi birbirimizle yarışıyorduk. Çalışan her bir sağlık ferdi, ister gönüllü isterse görevlendirme ile gelmiş olsun, hizmette bir biri ile yarışıyor, dinlenme zamanında bile acil çadırına gelip yardım etmek için çabalıyordu. Ben bu durumu “ruhumuz, bedenimizin önüne geçti. Yorulmak, ruhumuzun gıdası oldu.” diye tanımlıyorum. 

“Tüm ekip uyum içinde çalıştık…”

Acil serviste çalıştığın ekip çok önemlidir. Ben bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü öyle bir ekibe denk geldim ki; hiçbir arkadaşımda, bir tek “of” bile duymadım. Büyük bir şevk ve ekip ruhu ile uyum içinde çalıştık. Nöbette ruhumuza yüklenen negatif enerjinin, nöbet sonrası deşarj edilip boşaltılması gerekiyordu. Bu nedenle kendimize bir sosyal alan oluşturmayı planlamıştık. Hatay’daki ilk 2-3 gün içinde, ekibimin uyumu sayesinde ilk günden son güne kadar tam bir kamp hayatı yaşamayı başardık. Tüm ekip birlik olmuş çadır hayatını güzelleştirmenin binbir yolunu bulmayı başarmıştık. 

“Sağlık Cafe’de sabaha kadar süren tatlı sohbetler eşliğinde ısındık”

Hatay’ın yağmur ve rüzgar mevsimine denk gelmiştik ve soğuk ve yağmur nedeniyle sıkıntı yaşıyorduk. Fakat varilden devşirme sobalarımızda yaktığımız ateşin etrafında gerçekleştirdiğimiz sıcak sohbetler, bize tüm sıkıntılarımızı unutturuyordu. Hatta işi abartmış, çadırın bir köşesinde otantik bir şark köşesi ve yer sofrası yaptık. Odun ateşinde demlenmiş çay eşliğinde yaptığımız sohbetler ile soğuk gecelerimizi şenlendirmeyi başardık. Bir kaç gün içinde sağlık camiası arasında, bizim çadırın konumu “Sağlık Cafe” olarak anılır olmuş, uykusu kaçanların sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden sohbetleri için uğrak yeri haline gelmişti. Öyle ki; durumu, ateşte közlediğimiz patatesler ile yaptığımız çakma kumpir eşliğinde canlı maç yayını seyredecek kadar abarttık. Bu sayede şartlardan dolayı üzerimize çöken negatif duygulardan kurtulmayı başardık.

Ne kadar nahoş bir çalışma ortamında hizmet veriyor olsak da, o kadar güzel dostluklarımız oluştu ki; 14 günlük hizmet sürem bana yetmeyip ikinci bir 14 gün için görevimi uzattığımı duyan arkadaşların birçoğu “Abi, keşke bizde uzatsaydık görev süremizi” diyerek oradan ayrılmak istemediklerini dile getirmişlerdi.

“Vefalı bakışlar en büyük mutluluk…”

Sonuç olarak Hatay’da geçirmiş olduğum (14+14) bir aylık süre zarfında, insanların acı ve hüzün dolu gözlerinden okunan vefa duygularını gördükçe, onlara hizmet etmenin mutluluğu ile doldu ruhum. Onların acılarına ortak olmakla, bir nevi yüklerini hafifletmiş gibi hissediyor insan. İç duygularında esen fırtınaları hissetmemiz mümkün olamaz elbette. Fakat o masum insanlara hizmet etmek gurur verici bir duyguydu benim için. Belki çok büyük işler başarmış olmayabilirsiniz. Ama görevini bitirip geri dönerken, manevi dünyanızda kendinizi bir kahraman gibi hissetmenize neden oluyor. Ruhunuzun arındığını hissedebiliyorsunuz. O ortamda öyle bir duygu yoğunluğu ile baş başa kalıyorsunuz ki; asıl görev alanımızda bir insanın hayatını kurtardığında hissedemediğiniz kadar yoğun duyguları ve insanların minnettarlığını, deprem bölgesindeki bir masuma çok basit bir reçete yazdığında bile hissedebiliyorsunuz.

O bölgeye gidecek meslektaşlarıma naçizane tavsiyem: Yol soran bir depremzedeye hangi çadıra gideceğini anlatmak kadar basit bir olayda bile gözlerine baksın. O bir çift gözde, size karşı vefa ve minnet duygularını hissedip huzur bulabilirsiniz.

Tüm bu duygularımı tarif edebileceğimi düşündüğüm bir cümle olarak söyleyebileceğim son söz: “Bu masum insanlara hizmet etmek, bende beyin detoksu oluşturdu. Kendimi resetledim.”

Sizlere de tavsiye ederim.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

27 Eylül 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
RöportajTATDsosyal

İletişim: #HepBirlikte #Dahaİyi Olmak İçin

by İbrahim ALTUNOK 25 Eylül 2023
written by İbrahim ALTUNOK

Bazen çok fazla sözcük gerekir minnetimizi ifade etmek için bazen de bir teşekkür yeter.

Ben de öncelikle yazının en başına bir teşekkür listesi eklemek istedim. Sağlığın iyileştirilmesi ve geliştirilmesi adına onlara çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye Acil Tıp Derneği (TATD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serkan Yılmaz ve üyeler Prof. Dr. Serkan Emre Eroğlu, Doç. Dr. Bülent Erbil, Prof. Dr. Müge Günalp Eneyli, Prof. Dr. Murat Orak, Prof. Dr. Ayhan Özhasenekler, Prof. Dr. Haldun Akoğlu, Doç. Dr. Funda Karbek Akarca, Doç. Dr. Özgür Dikme, Doç. Dr. Özcan Yavaşi, Uzm. Dr. Murat Çetin nezdinde; tüm acil tıp hekimlerine en içten duygularımla teşekkür ederim. 

Sevgili Ebru Hocama da ayrı bir satır açmak istedim. Uzm. Dr. Ebru Ünal Akoğlu hem hekim hem de derneğin iletişim süreçlerini yönetmedeki başarısı ile bence ayrı bir yazı konusu…

Nisan ayının son haftası 19. Türkiye Acil Tıp Kongresi & 6. TATD Kurs Günleri aracılığıyla, acil tıp camiası ile bir araya gelme fırsatım oldu. Türkiye Bilimler Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci Görür, sağlık camiası akademisyenleri, iletişim akademisyenleri ve ulusal medya temsilcilerinin bir araya geldiği kongre, ana akım gündemin dışına çıkıp pratik yaşam ve deprem gerçeğini unutmamamız adına çok kıymetliydi. Kongre sürecinde, tıbbi içeriklerin yanı sıra, “Gelecek Depremlerde #HepBirlikte #Dahaİyi Olmak İçin” başlığı ile gerçekleştirilen panel, afetlerde sağlık, arama kurtarma, barınma gibi elzem hizmetlerin yürütülmesinde yaşanabilecek sıkıntıların giderilmesi için planlamanın ne kadar önemli olduğuna bir kez daha vurgu yaptı. Panelin ardından yapılan röportajlarda 6 Şubat ve sonrası görev yapan hekimler yaşadıklarını NTV’den Melike Şahin ile paylaştı. 

Kongrenin tıbbi program içerikleri de eminim katılımcıları memnun etti. Eminim, diyorum çünkü 3 gün boyunca farklı salonlarda hayata geçirilen eğitim modüllerine katılım oldukça yüksekti. Açıkçası bugüne kadar farklı alanlarda gerçekleşen kongrelerdeki oturum ve eğitimlere katılım oranlarının düşüklüğü hep dikkatimi çekmiştir. Bu kongredeki programlara gösterilen ilgi ve yoğun katılım, program ve içeriklerin ne denli doğru hazırlandığının da sağlaması oldu. 

İletişim adına yapılanlara kısaca değinmeden önce kongre kapsamındaki haber çalışmalarından da bahsetmek isterim. Demirören Haber Ajansı Sağlık Muhabiri Özlem Yurtçu Karabulut’un kongrede yer alan “Deprem Çalıştayı” sonrası servis ettiği haber başlıklarından ilki bölge acillerinde yaşanan sorunlar ve yapılması gerekenlerle ilgiliydi. Sarper Hoca’nın ilgili haberde de ifade ettiği üzere; 6 Şubat’tan beri deprem afeti ile karşı karşıya kalan 11 ilimize kalp masajı uygulanmaya devam ediliyor. Kendileri de depremzede olmasına rağmen; temel barınma ve güvenlik ihtiyaçları halen tam olarak karşılanmamış yüzlerce acil hekimi ve sağlık çalışanı, insan üstü bir çaba ile bölge halkına hizmet vermek için çalışıyor. Haber çalışması ve Sarper hocanın açıklamaları, bölgedeki acil hekimlerinin ve diğer sağlık çalışanlarının yaşadığı zorlukları ve özverili çalışmalarını kamuoyu gündemine taşıması adına oldukça değerliydi. Umarım en kısa sürede hem hekimlerin hem de bölge halkının ihtiyaçları doğrultusunda kalıcı çözümler hayata geçirilir. 

Yine aynı çalıştayda öne çıkan bir diğer konu ise Acil Tıp Uzmanı ve TATD Afet Grubu Sekreteri Doç. Dr. Sarper Yılmaz ve Doğa Çalışma Grubu Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Ferudun Çelikmen’in dünyada ilk kez “çök- kapan -tutun” tekniği ile “cenin pozisyonunu” bilimsel olarak karşılaştıran araştırmasına yönelik çalışma oldu. Çalışma ile ilgili yapılan haber, günlük hayatımızı etkileyen bazı bilgilerin bize aslında nasıl yanlış aktarıldığını görmek açısından son derece önemliydi. Konunun ulusal medyada farklı pek çok mecrada yayılımı ise görünürlük ve etkileşim açısından TATD’nin bugüne kadar hayata geçirdiği medya iletişim çalışmalarının en etkililerinden biri olmasına da olanak sağladı. 

Ve iletişim…

İletişime ait anlatacak pek çok şey var. Kongrede gerçekleştirdiğimiz “Sağlık Alanında Sosyal Medya, Etik ve E-Profesyonelizm Üçgeni” başlıklı panel özelinde ve konuyu dağıtmadan şunları ifade etmek isterim: “İletişim biraz aşka benzer.” Her şeyiyle bizi etkiler ama kimse gerçek etkisinin bu denli büyük olduğunun farkında değildir. İhmal ederseniz yıkıcıdır, üzerine çok fazla düşerseniz hakiki anlamını ve etkisini yitirebilir. İletişimi geliştirmek ve kolaylaştırmak için farklı araçlar vardır. Medya bunlardan sadece bir tanesidir. İletişim profesyonelleri olarak bizlerin görevi; yapılar, kurumlar ve örgütler ile paydaşları arasında köprü işlevi görmektir. 

Medya başlıklı resimli
Kim, Hangi kanal ile Kime, Nasıl bir etkiyle Ne söyler? Bu anlayışla iletişim adına Nerede ve Ne Zaman Ne Yapmamız gerekliliği ile iletişim biliminin derinliklerine yol almanız dileği ile…

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.

25 Eylül 2023 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Newer Posts
Older Posts

Hakkımızda

  • Üyelik Başvuru Formu
  • Kurumsal Kimliğimiz
  • Gizlilik Politikası

Bize Ulaşın

  • Mustafa Kemal Mahallesi Dumlupınar Blv. No:274 Mahall E Blok Daire:18 Ankara
  • Telefon: (0312) 438 12 66
  • Email: bilgi@tatd.org.tr
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis
Facebook Twitter Instagram Linkedin Youtube Email
Acil Tıp Bülteni
  • Home
Giriş

Çıkış yapana kadar oturumumu açık tut

Şifrenizi mi unuttunuz?

Password Recovery

A new password will be emailed to you.

Have received a new password? Login here