Okçuluk


Yazar: Yasemin Delice, Klasik bir Anadolu ailesinin aslında nazlı sayılabilecek kız çocuğu iken, klasik mahalle okullarında okuyup, mahalle kültürü ile büyüyüp günden güne nazlı altyapısını mücadeleci, zorluklarla yüzleşme ve alt etme dürtüsü ile güncellediğini ifade eden Delice, tıp hayatına 2006 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladı. Fakültenin 1. Sınıfından itibaren acil serviste gerek pansuman yapma gerekse resüsitasyona destek çıkmak ile devam eden tutkusu, 1 yıllık Şile Devlet Hastanesi mecburi hizmeti sonrasında yine Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Acil Tıp ABD asistanlığı ile taçlandı. Ege Acil vizyonu ile aldığı uzmanlıkla, Patnos Devlet Hastanesinde mecburi hizmete devam etmekte.

İnsanoğlunun varlığını sürdürebilmesi için en ilkel yöntem olan avcı toplayıcı dönemlerden bu yana süren silah arayışının belki de en eski ürünü ok ve yay… En basit şeklinden aşırı gelişmiş haline kadar kullanması basit sayılabilecek fakat teknik ve tecrübe gerektiren bu “silah” sadece bir silah olarak kabul edilirse sanırım haksızlık olur. Her toplumun kendine özgü yayları, kişiselliği olan okları ve atış teknikleri göz önüne alınırsa, oldukça ruhu olan bir enstrüman olarak kabul edebiliriz.

Günümüzde bilinen şekli ile geleneksel okçuluğun tarih sayfalarında yer alışı M.S. 5. Yüzyılda Çinliler’ e dayanmaktadır. Gerçek tarihi ve mitolojiyi etkileyen, ateşli silahların icadına kadar önemli bir yere sahip olan, ateşli silahlardan sonra gözden düşse de estetik ve efsanevi yanını asla kaybetmeyen ok ve yay, Türkler arasında da farklı dönemlerde hep değerini korumuştur. Öyle ki Türkler’in bu alandaki ustalıkları Bizans tarihinde müthiş “ok yağmurları” şeklinde geçmekte, hatta orduları ile tüm zamanlarda övünen İngilizler bile Türk okçularının atış menzillerine şaşkınlıklarını gizleyememektedir.

Geleneksel türk yayı ve okun duruşu

Türk okçuluğunu tüm diğer toplumlardan ayıran belli noktalar vardır. İslamiyet sonrası etkilerin de içinde bulunduğu ok ve yayın kutsallığı başta olmakla birlikte büsbütün bir ustalık gerektiren ritüellere sahiptir. Sadece bir ok yapmak için uzun uğraşlar, ölçümler, kimyasal tepkimeler gerekirken, bir yayın kullanılabilir bir hale gelmesi için en az aylar; hatta yıllar gerekmektedir. Her ustanın yaptığı ok ve yay da birbirine benzememektedir. Her kişiye de her yay ve ok teslim edilemez. Bunları kullanacak kişilerin fiziksel özellikleri de mevzu bahistir.  Her eline yay alan kişiye ok verilmez. Aylar yıllar boyu okçu olacak kişi “kepaze” olmak zorundadır. Yayı ile bağ kurması, kas iğciklerine yapılması gereken hareketi işlemesi, nefesini kontrol etmesi için zamana ihtiyaç vardır. Uzun bir antrenman sürecinden sonra ok ile hedefi vurmak meseledir. Ama bu ilk aşama ne kadar başarılı ise hedefe oku ulaştırmak da o kadar kolaydır. Türklere özgü yayın yapısı, tutuş, çekiş ve atış teknikleri ile uzun menzillere ok fırlatmak, at sırtındaki gibi unstabil durumlarda bile konforlu ve başarılı atışlar yapmak mümkündür.

Tirkeş: okların atışa hazır durumda koyulduğu, bele ya da sırta takılan ok çantası


Zihgir: yayın gerilmesi sırasında baş parmağı koruyan ağaç, boynuz ya da metalden yapılan yüzük


Geleneksel Türk okçusu

Hayatımda var olan herkes ve her şey ile olan bağımın içgüdüsel olduğunu kabul etmem gerekir; acil tıp ile aramdaki bağ da dahil. Acil serviste çalışmak emek ister. Her ustanın farklı teknikleri vardır. Acil hastaya müdahale etmek, onu yönetmek, tanılamak ve tedavisine ulaştırmak için yıllarınızı alan ve “kepaze” olduğunuz bir eğitim sürecine dahil olmanız lazım. Ne kadar bu süreç başarılı geçerse sonrasında hedefe ulaşmak çok da zor olmuyor. Tanıdık geldi mi? Evet, aslında bir hayatta kalma mücadelesi olması ve sürekli hedefi tutturma zorunluluğu gibi birçok benzerlik acilci olmamı ve okçulukla ilgilenmemin temelini oluşturdu. İçgüdüsel olan kısmı bu.

İçgüdülerimizi bir yana bırakırsak, acil tıbba gönül vermiş olsam da koşulların zorluğunu kabul etmem gerekir. Bu süreçte bizlere yardımcı olacak faaliyetler edinmek zorunluluk diyebiliriz. Okçuluk, benim hayatıma çok sevgili dostlarımın teşviki ile aktif olarak girdi. Evet, hobi olarak başladım fakat hayatımın bir parçası olması kaçınılmaz oldu. Özellikle doğa ile baş başa kalabildiğiniz bir aktivite ile hem o çok sevdiğiniz doğada bir silah sahibi oluyorsunuz, hem de nefes egzersizlerinden tutun da üst ekstremite başka olmak üzere tüm vücut postürünüz ve kondüsyonunuza katkı sağlıyorsunuz. Bitmek bilmeyen bir motivasyon kaynağı olması da cabası. Şimdi daha uzağa, daha uzağa, daha da uzağa… Yaşadığınız stresli olayları hedefe ulaştırdığınız her okla bir bir atabiliyorsunuz.

Çalışma stresinden bunaldıysanız, şöyle bir temiz havaya ihtiyacınız varsa, yönlendiremediğiniz bir enerjiniz varsa, geçmişle bağınızı tekrar kazanmak istiyorsanız içgüdülerinizi takip edin ve kendinize bir yay edinip “kepaze” liğe adım atın derim.

Not: Hiçbir canlıya çalışmalar sırasında zarar verilmemiştir.

Paylaş Paylaş