Yazar:
Uzm. Dr. Bulut Demirel

Ankara Atatürk EAH
Acil Tıp Anabilimdalı



Editör:
Prof. Dr. Arzu Denizbaşı

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Acil Tıp Anabilimdalı

 

Flakka – Bir Sentetik Katinon Hikayesi

 

Geçtiğimiz on yıllık zaman dilimi narkotikler açısından ‘sentetik narkotikler dönemi’ olarak adlandırılabilir. Değişik madde guruplarının sentetik türevleri bağımlıların kolay erişebileceği şekilde piyasaya sürülmüştür ve katinon grubu da bu akıma dahil olmuştur.

Ülkemizde sık rastlanmayan bu maddeler; yurtdışında banyo tuzu, pas sökücü ve mücevher temizleyici olarak satılmaktadır. Bu maddelerin insan kullanımına uygun olmadığı belirtilmektedir. Sentetik katinonlar ‘Catha edulis’ (khat) bitkisinde doğal olarak bulunan monoaminlerdir. Etkisi ise amfetamine benzer. Khat; Afrika’nın kuzey kesimi ve Arabistan yarımadasında doğal olarak bulunur ve psikoaktif etkileri için kullanılır. Fakat sentetik hale getirilmesi Çin ve Hindistan’da gerçekleşmiştir ve sonrasında bütün dünyaya yayılmıştır.

a-PVP (flakka, alpha-pyrrolidinopentiophenone ) ise pirolidin tip katinon türevidir. 1960’larda bir ilaç firması tarafından stimülan etkilerinden faydalanabilmek amacıyla üretilmiş olmasına rağmen piyasaya sürülmemiştir. Fakat son on yılda giderek artan bir şekilde intoksikasyonları dünyanın değişik bölgelerinden rapor edilmeye başlamıştır. 2014 yılında ise ABD’de yasaklı maddeler arasında girmiştir. Khat 1990’ların başlarında, MDPV (diğer bir katinon türevi) ise 2011’de yasaklı maddeler arasına girmiştir. 

Flakka’nın elde edilmesi kimyasal olarak üç basamaktan oluşmaktadır. Ucuz olması, 100 mg gibi düşük dozların beklenen/istenen etkiyi oluşturması sebebiyle uyuşturucu kullanıcıları tarafından tercih edilebilmektedir.

Resim 1. Flakkanın Kristalize Hali

 

Flakka kelime anlamıyla İspanyolcada ‘zayıf/ince’ anlamına gelmektedir. Aynı zamanda diğer bir ismi ise gravel yani çakıldır. Çakıl ismi toz ya da kristal halde bulunan maddenin tablet ya da kapsüller içindeki görüntüsü nedeniyle verilmiştir. Piyasa da başka isimlerle de satılmaktadır. Çiçekçilerde gübre olarak satılabilen flakka’nın kullanımı çok değişkendir. IM, IV, inhalasyon, oral, rektal ve intranazal kullanımları bildirilmiştir. Literatürde 10 mg’dan 400 mg’a kadar varan alımlar ile hastane başvuruları tanımlanmıştır.

 

Resim 2. Flakkanın Kapsül Hali

 

Etkileri iyi bilinse de etki mekanizmaları üzerinde sadece teoriler bulunmaktadır. Beklenen etkileri arasında öfori, konuşkanlık, konsantrasyon, seksüel aktivitede artış ve olumlu duygu durum bulunmaktadır. Alımdan 1,5 saat sonra bu etkiler en üst düzeye ulaşır ve 3-4 saat içinde son bulur. Doz aşımında ise; çarpıntı, paranoya, psikoz, ajitasyon ve kendine zarar verme durumları gelişebilmektedir ve bu etkiler günler sürebilmektedir. Taşikardi, hipertermi, rabdomiyoliz ve böbrek yetmezliğinin de görülebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca farelerde yapılan çalışmalarda ataksi, vücut postürünün bozulması ve tremor gözlenmiştir. Daha az gözlenen etkiler arasında nistagmus, parestezi, nöbet, insomnia ve katatoni bulunmaktadır. Ölüm ile sonuçlanan vakalar kişinin kendine zarar vermesi, kazalar ve nadiren de olsa ani kardiyak arrest nedeni ile görülür.

Tanı öykü ve fizik muayene ile konulur. İdrar ve kan örnekleri ile metabolitler tespit edilebilmesine rağmen hem pratik olmaması hem de sonuçların geç elde edilmesi nedeniyle rutin kullanılmamaktadır. Fakat hastada olabilecek diğer tanıların dışlanması amacıyla tahlil istenebilir.

Ayırıcı tanılarda ise psikiyatrik hastalıklar, başka madde suistimalleri, inme, etanol-metanol maruziyeti ve kafa travması sayılabilir.

Resim 3. Flakkanın şeker halinde saklanması, taşınması ve kullanılması mümkündür

 

Tedavi ise destek tedavisidir. Hasta kesinlikle sabitlenmelidir. Bu hastalarda fiziksel kısıtlama, hem kendisine hem de başkasına zarar vermelerini engeller. Hasta sabitlenirken yüzükoyun pozisyonundan kaçınılmalıdır. Eğer hasta ajite değilse, hasta kesinlikle provoke edilmemelidir. IV hidrasyon ile birlikte benzodiazepinler ya da haloperidol (ya da diğer antipsikotikler) önerilmektedir. Bunun dışında hastada hipertermi gelişirse, ivedilikle tedavi edilmelidir. Hipoksemi ve hipoglisemiye dikkat edilmelidir.

Özet Olarak

Sentetik katinon türevi olan Flakka olarak isimlendirilen a-PVP önümüzdeki dönemde ülkemizi de etkileyecek gibi görünüyor. Hastaların kendilerine ve başkalarına zarar vermemesi için fiziksel kısıtlama ve sedasyon önemlidir. Mental durum değişikliği ya da ajitasyon ile başvuran hastalarda Flakka kullanımı ayırıcı tanılar arasında olmalıdır. Aynı zamanda bu tür sentetik maddeler hakkındaki tecrübelerimizin paylaşılması, klinisyenlerin bu konuda ile alakalı bilgi ve deneyimlerinin artmasına olanak sağlayacaktır.

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Yazar:
Uzm. Dr. 
Melis Efeoğlu

Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Acil Tıp Anabilimdalı

Uzm. Dr. Erkman Sanrı
Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Acil Tıp Anabilimdalı

Zehirlenmelerde Ekstrakorporeal Tedavi Yaklaşımları

SALİSİLATLAR

 

The EXtracorporeal TReatments In Poisoning (EXTRIP), Zehirlenmelerde ECTR kullanımı ile ilgili öneri geliştirmek üzere farklı ülkelerden farklı branş uzmanlarının bir araya gelmesiyle kurulmuş bir çalışma grubudur. EXTRIP çalışma grubu, metod değerlendirip geliştirmek üzere, literatür verilerinin kısıtlı ve yorumlanması güç olan bir madde seçmektedir.

Aşağıda, ve yazı dizisinin devamında, farklı maddeler için EXTRIP çalışma grubunun yapılan literatür taramaları sonucu elde edilen çalışmalardaki verilerin değerlendirilerek, önceden belirlenmiş iki oturumlu oylama sistemi ile oluşturulan konsensüs sonucu geliştirdikleri öneriler yer almaktadır.

 

UYARI : 

Bu yazı ve yazı dizisinin devamındaki yazılarda, ilgili zehirlenmelerden etraflıca bahsedilmemiş olup, sadece ECTR yönetimleri tartışılmaktadır. Söz konusu maddeler ile gelişen toksik sendromların kapsamlı yönetimi için ilgili kaynaklardan yardım alınız. 

'Zehirlenmelerde Ekstrakorporeal Tedaviler – Genel Yaklaşım' için lütfen tıklayınız.

SALİSİLATLAR

Genel :

  • Salisilatlar : asetilsalisilat (Aspirin), metil salisilat, sodyum salisilat, bizmut salisilat.
  • MW : 180 Da.
  • Proteine bağlanma : %90. Doz aşımında doygunluğa ulaşıldığında bu oran %30’a kadar düşebilir.
  • Dağılım hacmi dar (0.2 L/kg) ancak doz aşımı sonrası 0.5 L/kg’a kadar çıkabilir.
  • Doz aşımında, glukozu hızlıca tüketilmesiyle, laktat ve ketoasit birikiminin neden olduğu metabolik asidoz meydana gelir.
  • Mekanizma : mitokondriyal ATP sentezine bozulma. pH’daki değişiklik sonucu salisilatın santral sinir sistemine (SSS) geçmesi sonucu serebral ödeme bağlı ölüm.

Klinik :

  • Bulantı, kusma, tinnitus, primer respiratuvar alkaloz.
  • Sıvı hacminde azalma, taşikardi, akut respiratuvar distres sendromu (ARDS), hipoglisemi, hipoprotrombinemi, hipertermi, akut böbrek yetmezliği (ABY), rabdomiyoliz (nadir).
  • Başka neden olmaksızın gelişen ajitasyon ve bilinç bozukluğu.

Yönetim :

  • Destek tedavi, gastrointestinal dekontaminasyon, sıvı replasmanı, bikarbonat.
  • Bikarbonat : Alkalemi -> salisilatın SSS’e geçişini azaltır

                               Alkalüri -> Üriner pH 7.5 -8 düzeyine çıktığında salisilatın renal tübüler tekrar geri emilimini azaltır ve renal salınımını arttırır.

Hangi durumda hemodiyaliz?

Bilinçte bozulma, ARDS veya serebral ödem kliniği. Sodyum bikarbonat verilmesini engelleyecek sıvı yüklenmesi, destek tedavisine rağmen klinikte kötüleşme.

Literatür tarama

  • Medline, Embase, Cochrane systematic Reviews ve Cochrane Central.
  • Veritabanlarında salisilat veya aspirin veya salisilik’e ek olarak; diyaliz veya hemodiyaliz veya hemoperfüzyon veya plazmaferez veya plazma değişimi, değişim transfüzyon veya hemofiltrasyon veya hemodiyafiltrasyon veya ekstrakorporeal tedavi veta CRRT tarandı.
  • EAPCCT ve NACCT yıllık toplantı tutanakları (2002’den 2012’ye kadar) manuel olarak tarandı.
  • Google scholar ve erişilen makalelerin kaynakçaları tarandı.
  • 1 Ekim 2014’te literatür tarama güncellendi.

Sonuç :

Kriterleri karşılayan 84 makale dahil edildi : 1 kontrollü klinik çalışma, 3 hayvan çalışması, 80 vaka bildirimi veya vaka serisi.

Öneriler :

1. Genel Öneri :

Ciddi salisilat zehirlenmesinde ECTR önerilir (1D)

  • Üriner alkalizasyon ve MDAC de etkili olabilse de, vücutta dolaşan salisilatın zararlı etkilerinden korunmak ve asidemiyi düzeltip salisilatın SSS’e geçişini engellemek için en hızlı ve etkili yöntem ECTR’dir.
  • Üriner alkalizasyon ve MDAC’in ulaşılabilir olduğu durumlarda ECTR’nin ikinci plana atılmaması gerekir.
  • Klinik sonuçlarla ilgili tatmin edici bir verinin olmamasına ve mevcut kontrollü klinik çalışmanın bu açıdan kullanışsız olmasına rağmen bu öneri EXTRIP katılımcılarının tümü tarafından desteklenmiş.

2. ECTR Endikasyonları :

Akut salisilat zehirlenmesi sonrası serum salisilat düzeyi > 7.2 mmol/L (100 mg/dL) ise ECTR önerilir (1D).

Serum salisilat düzeyi > 90 mg/dL (6.5 mmol/L) ise ECTR tavsiye edilir (2D).

Gerekçe : Kronik salisilat zehirlenmesinden farklı olarak, akut zehirlenmelerde ilk başta sadece salisilat düzey yüksekliği görülebilir.

Kötü prognozu gösterebilecek eşik değer ile ilgili veriler kısıtlı olsa da, EXTRIP grubu mevcut veriler ışığında, kliniği ne olursa olsun, 100 mg/dL (7.2 mmol/L) üzeri salisilat konsantrasyonunda ECTR’yi önermekte, 90 mg/dL (6.5 mmol/L) üzeri salisilat konsantrasyonunda ECTR’yi tavsiye etmektedir.

ASA konsantrasyonu > 90 mg/dL (6.5 mmol/L) ve böbrek fonksiyonları bozuk ise ECTR önerilir (1D).

ASA konsantrasyonu > 80 mg/dL (5.8 mmol/L) ve böbrek fonksiyonları bozuk ise ECTR tavsiye edilir (2D).

  • Salisilatın vücuttan atılımı böbrekler yoluyla olduğundan, çalışma grubu böbrek fonksiyonları bozuk olanlarda eşik değerini daha düşük tutmuş. 

Kan pH £ 7.20 ise ECTR tavsiye edilir (2D).

Gerekçe : asidemi noniyonize salisilik asit oluşumunu kolaylaştırarak SSS’den geçişine olanak verir.

Bilinç bozukluğu varlığında ECTR önerilir (1D).

Gerekçe : Bilinç bozukluğu, eğer buna neden olabilecek başka maddeler kullanılmadı ise salisilatın SSS’e ulaştığını gösterir.

Oksijen desteği gerektiren yeni hipoksemi varlığında ECTR önerilir (1D).

  • ARDS kronik salisilat zehirlenmesinde daha sık görülür.
  • ARDS gelişimi, destek tedavi verilmesini zorlaştırır.
  • Solunum sıkıntısı, hiperventilasyona engel olur.
  • Oksijen desteği gerektiren yeni hipoksemi, salisilatın indüklediği ARDS’yi gösterir ve bu da ECTR için bağımsız bir endikasyondur.

Standart tedavi (destek, bikarbonat vs.) yetersiz kalırsa ECTR önerilir (1D).

Gerekçe : Salisilat zehirlenmesi kompleks bir süreç ve klinikte tanımlanamayacak birçok mekanizma buna neden olmuş olabilir. Bu yüzden böyle bir durumda, salisilat konsantrasyonunun hızlıca düşürülmesi gerekir.

Tek başına asetil salisilik asit alım öyküsüne dayanarak ECTR kararı alınmaması tavsiye edilir (2D).

Gerekçe : Belirli bir doz eşiği ECTR kararı almak için yeterli değil. Zaten yüksek dozda ASA almış olan hasta muhtemelen diğer kriterleri karşılayarak ECTR alır.

3. ECTR’nin kesilmesi :

Klinik iyileşme görüldüğünde (1D) ve salisilat düzeyi < 19 mg/dL (1.4 mmol/L) (1D) veya;

Klinik iyileşme görüldüğünde (1D) ve salisilat düzeyi bakılamıyor ve hasta en az 4-6 saat ECTR aldıysa (2D).

Gerekçe : Aslında 30 mg/dL (2.2 mmol/L) düzeyi de klinik düzelme için yeterli ancak emilimin devam ediyor olabileceğinden ötürü olası rebound potansiyeli için 19 mg/dL eşiği (<1.4 mmol/L) ile (veya 4-6 saat ECTR ile) güvenli tarafta kalmak tercih edilmiş.

4. ECTR seçimi :

ECTR için IHD birinci tercihtir (1D).

IHD’nin olmadığı durumlarda hemoperfüzyon (HP) ve CCRT (3D) uygundur.

Yenidoğanda hemodiyaliz yerine değişim transfüzyonu kabul edilebilir bir alternatiftir (1D).

Gerekçe : Hemodiyaliz kullanımı daha yaygın ve kolay iken, hemoperfüzyonda kömür kartuşunun kolay bulunabilir olmaması, ve tedavi süresince değiştirilmeleri gerekliliği ve trombositopeni riski problem teşkil edebilir. CCRT ise çok yavaş olduğundan ancak diğer aralıklı tekniklerin yokluğunda tercih edilmelidir.

5. Diğer :

ECTR seansları arasında intravenöz bikarbonat tedavisine devam edilmesi önerilir (1D).

 

Kaynak :

  1. MD, D. N. J., MD, S. G., MD, J. T. K., MD, M. G., MSc, V. L. M., PhD, T. D. N. P., et al. (2017). Extracorporeal Treatment for Salicylate Poisoning: Systematic Review and Recommendations From the EXTRIP Workgroup. Annals of Emergency Medicine, 1–17. http://doi.org/10.1016/j.annemergmed.2015.03.031
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Hastanemize gelişinden 30 saat kadar önce evde kendi imkanları ile hazırlamış oldukları konservedeki yemeği tüketen hastanın önce iki kez kanlı olmayan sulu kıvamda ishali ve beraberinde kusmaları olmuş, sonrasında kabızlığı, yutma güçlüğü gelişen hasta sadece sıvı gıdaları yutabildiğini tarifliyordu. Hastanın yapılan baş boyun muayenesinde patolojik bir bulgu gözlenmedi, dinlemekle akciğer sesleri, oro ve nazofarenksi  doğaldı. Batın muayenesinde defans ve rebound gözlenmedi. Bağırsak sesleri 10/dk idi. Laboratuarında normal dışı değer saptanmadı.

Bilinen kronik hatalık öyküsü olmayan hastamızın mevcut klinik durumu ve öyküsü dikkate alındığında ve ön tanılar içinde hayatı tehdit edebilecek en önemli klinik durumun gıda kaynaklı botulizm olması nedeniyle hastaya semptomatik tedaviye ilaveten zehir danışma aracılığıyla botulizm antitoksini başlandı. 24 saatlik takibi sonrası hastanın şikayetlerinde gerileme gözlendi hastaya takibinde gelişebilecek riskli durumlar anlatıldı ve hasta kliniğimizden taburcu edildi.

Besin kaynaklı botulizm semptomları, kontamine besin tüketiminden 18-36 saat sonra başlar. Fakat bu süre 6 saatle 10 gün arasında da değişebilir. Yapılan araştırmalarda hastaların kliniğinde disfaji, ağız kuruluğu, pitozis, öğürme refleksinde azalma, diplopi, üst/alt ekstremitelerde yeni başlayan kuvvetsizlik ön planda olan bulgular olarak tespit edilmiştir (bizim hastamızda disfaji ve pitozis gözlenmişti).

C. botulinum toksiniyle temas sonrası ani solunum yetmezliği gelişen hastaların değerlendirildiği bir çalışmada, en çok diyafragma, interkostal kaslar ve fasyal kasların etkilendiği, hastalarda zamanla aspirasyon pnömonisi, nozokomiyal pnömoni, atelektazi ve akciğer ödemi geliştiği gösterilmiştir. (5)

Botulismus teşhisi kanda botulinum toksininin gösterilmesi, gaita veya mide içeriğinde toksin ve/veya C. botulinum organizmasının gösterilmesi ile  beraber botulismusta etkilenen kaslara uygulanan EMG testi de tanıya yardımcı olmaktadır. Botulismusun ‘klasik’ olarak adlandırılan EMG örneğinde tek uyarıda düşük amplitudlü azalmış cevap ortaya çıkarken, hızlı 40 Hz’lik tekrarlayıcı uyarı verildiğinde fasikülasyon görülmesi EMG testinin pozitif olduğunu göstermektedir. (4)

Bu incelemeler ne yazık ki çok az kuruluşta yapılmaktadır.

Bu nedenle ayırıcı tanıda en önemli nokta hastalığın akla gelmesi ve şüphe edilen vakalarda hızlı bir şekilde antitoksin başlanması morbidite açsıından değerlidir. Yapılan çalışmalarda ilk 4 gün içerisinden başlanan antitoksin tedavisinin morbiditeyi azalttığı da gözlenmiştir.(3)

Kaynaklar:

  1. Sobel J. Botulism. Clin Infect Dis. 2005; 41(8): 1167-73
  2. Botulism (foodborne)-by year, United States 1975-1994. MMWR Morb Mortal Wkly Rep 1995;43:22
  3. Erayman İ, Aydoğdu B, Fırat V, Türk Arıbaş E, Bitirgen M. Erken dönemde antitoxin uygulaması ile hızla düzelen bir botulizm olgusu [Özet]. Klimik Derg. 2005;18(Suppl.): 209.
  4. Cardoso T, Costa M, Almeida HC, Guimarães M. Food-borne
botulism: review of five cases. Acta Med Port 2004; 17: 54-58.
  5. Botulism [İnternet]. Atlanta, GA: Centers for Disease Control and Prevention [erişim 18 Nisan 2010]. http://www.bt.cdc.gov/agent/ botulism/.
  6. https://www.fda.gov
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Nikotin pek çok halk sağlığı sorunun altında yatan temel neden olarak invelenmiştir. Özellikle sigara kullanımının arttığı toplumlarda kanser, kardiyovaskuler hastalıklar, immun hastalıklar ve hatta psikiyatrik hastalıklarda artış sigaradaki toksinlerin etkisine bağlanmaktadır. Ben bugün nikotin kullanımın direkt nörotoksik etkilerinden bahsetmek istiyorum.

Özellikle son 20 yılda tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de nöro- görüntüleme teknolojisi çok ilerledi. Santral sinir sistemindeki pek çok  yapısal ve fonksiyonel kusur artık bu teknoloji sayesinde daha kolay ve erken tespit ediliyor. Ayrıca pek çok dejenerasyon da görüntülemeler sayesinde tanınabiliyor. Madde kullanımı veya nikotin bağımlılığına  bağlı santral sinir sistemindeki hasar ve disfonksiyon ise dramatik bir şekilde ortaya konabiliyor. Nikotin bağımlılığı olanlarda ortaya çıkan ana değişiklikler dikkat ve kognitif alanlar ile ilgili. Yani  talamus, lateral frontoparietal korteks, anterior cingulate korteks en çok etkilenen alanlar ve bu alanlarda aktivitede artma ve düzensizlik söz konusu oluyor.

Öte yandan  da ventromedial prefrontal  korteks, posterior cingulate  korteks, parahippokampus gibi bazı alanlarda ise faaliyetlerde azalma mevcut. Bu alanlardaki yavaşlama ise kendini yapılan işten bağımsız olarak dikkat ve zihin dağılması şeklinde kendini gösteriyor. O yüzden nikotin bağımlılarının bazı işleri gerçekleştirmeden önce neden sigara içmeyi istediklerini ve aslında nikotine ulaşmazlarsa zihinsel dağılmanın ne kadar önemli olduğunu gözlüyoruz. Nikotin bağımlısı olmayanlarda akut olarak nikotin uygulaması zihinsel bir kolaylaştırma ve uyanıklıkta artış sağlarken kronik nikotin bağımlılarında ise olumsuz pek çok mental durum söz konusu oluyor. Bu fonksiyonel bozulmalar yüzünden kronik sigara içenlerde global kognitif fonksiyon bozukluğu oluşuyor.

Sigara bağımlılarında

  1. Hafıza bozukluğu
  2. Kognitif fleksibilitede azalma (yani sorun çözme ve uyumda zorluk)
  3. Viziyo-spasyel öğrenmede ve hafızada azalma (örneğin; geometrik veya navigasyonel yeteneklerde azalma)
  4. Hızlı hareket koordinasyonunda yavaşlama gözlenir.

MRI görüntülemelerde prefrontal korteks, anterior cingulate korteks, insula, talamus ve cerebellumda pek çok odakta gri madde yoğunluğunda bozulmalar tespit edilmiştir. Bu bölgesel bozulmalara sigara içmenin yıkımsal etkilerine ve/veya altta yatan nörobiyolojik, nörokognitif veya kişisel faktörlerin sigara  ile açığa çıkmasına bağlı olabilir. Ancak MRI çalışmalarında çıkan bu sonuçlar hakkındaki yorumlar da karmaşık olabiliyor. Örneğin sigara içenlerde insula gri maddesinde azalma veya artma olduğu şeklinde farklı raporlar olmakta. Ayrıca ventromedial kortekste veya talamusta sigaraya bağlı yapısal değişiklik gösteren çalışmalar var iken bazı araştırmacılar ise aynı bulguları görmemişlerdir. Bu farklı sonuçlar çalışmanın örneklem büyüklüğüne, çalışmalar arasındaki katılan hastaların özelliklerine göre değişim olmaktadır. Yaş, sigara öyküsü, cinsiyet oranları veya diğer sosyodemografik özellikler, MRI verilerinde değerlendirme yöntemi değişik sonuçlar yaratmaktadır.

Nöro- yapısal olarak gri maddede dejenerasyon olması davranışsal ve fonksiyonel olarak  yol açmakta ise de bunun mekanizması net değildir. Akut olarak nikotin alan bir insanda beynin etkilenen lokasyonu ile kronik bağımlı olup da beyninde hasar oluşan insanlar kıyaslandığı zaman ortak etkilenen yerlerin aynı olduğu görülecektir. Yani bir tesadüf  ile hasar yerleri açıklanamaz. Bir görüşe göre uzun süre sigara içenlerin  spesifik  beyin bölgelerinde nikotin maruziyetinin tekrarlayarak devam etmesi sonucunda defansif  nöroadaptasyon sonucunda gri maddede değişiklik oluşur. Bir diğer görüşe göre altta yatan yapısal gri madde değişikliği olan insanlarda akut farmakolojik nikotin etkilerine duyarlılık fazladır ve hatta bu insanlarda nikotin bağımlılığı gerçekleşir.

Şekil 1. Kronik sigara içenlerde yapısal değişiklikler. Konverjan gri maddede azalma prefrontal korteks, sol insula, talamus ve cerebellumda gözleniyor. Bu azalmada anlamlı olma değerlendirmesinde P değerlerine göre sıralanmış. P değerleri sigara içmeyenlerde içenlere göre daha yüksek. Yani sigara içenlerde yüksek anlamlı etkilenme var. Numaraların gösterdiği koordinatlar ise alttaki Tablo 1’ de  açıklanmış (1) 

Tablo 1. Konverjan gri maddede azalması olan kronik sigara içenlerdeki koordinatlar. Beyin bölümlerinde etkilenen hacimler listelenmiş. Hacimler mm3 olarak sıralanmışlar (1)

Kronik sigara içenlerde görüldüğü üzere duman veya diğer maddelerden bağımsız direkt nikotine bağlı toksik etkiler ve yapısal hasar oluşmaktadır. Akut Nikotin zehirlenmesi olarak tanımlanan klinik durumda ise alınan dozdan bağımsız olarak bu maddeye maruz kalanlarda ortaya çıkan patolojik klinik bulgular kastedilir. Bu zehirlenme konvansiyonel sigara tüketiminden başka son dönem elektronik sigara (e- sigara) kullanımının yaygınlaşmasının da sonucudur.  ABD’ de e- sigara kullanımı nedeniyle nikotin zehirlenmesi %300 oranında artmıştır. Bunun sonucunda AAPCC (Amerikan Zehir Kontrol Merkezi) e- sigara kullanımını sıkı takibe almış ve akabinde bazı eyaletlerde ise yasaklanmıştır. Türkiye’ de  e- sigara erişiminde kısıtlama yoktur. ABD’ de e- sigara sıvılarından 1414 kişi 2013 yılında ve 1721 kişi 2014 yılında zehirlenerek hastaneye kaldırılmıştır. ABD’ de 2015 yılında ortalama her ay 200 çocuğun bu zehirlenmeye maruz kaldığı varsayılmaktadır. Bu hastaların yarısından çoğu 6 yaştan küçük çocuklardır ve bu sıvıların çocukları cezbedeci tatları yüzünden daha da tehlikeli olduğunu unutmamak gerekir.  E- sigaranın tipik 5 ml vialinde nikotin konsantrasyonu 20 mg/ ml’ dir. Çocuklarda ölümcül doz 10 mg olarak kabul edilir (2)

E- sigara sıvısı ile zehirlenmiş çocuklarda ortaya çıkan en sık bulgular kolinerjik etkilerden dolayı kusma, bulantı, letarji, taşikardi ve gözde irritasyondur. Yaklaşık 2 saat içinde bu bulgular ortaya çıkar. Bazı daha nadir durumlarda ise hayatı tehdit eden nöbetler, koma, solunum arresti ve kardiyak arrest görülür (3). Ölüm vakaları da bildirilmiştir. Atropin tedavisi muskarinik bulgular (kusma, diyare, bronkore, salivasyon ve wheezing) ortaya çıkınca hemen başlanmalıdır.  Atropin 0.02 mg/kg IV (minimum ilk doz 0.1 mg, maksimum doz 1 mg) başlanır. Antikolinerjik toksite bulguları çıkmadan önce yani atropinin santral sinir sistemi etkisi başlayana dek (delirium veya hipertermi oluşturmadan) her 5- 15 dakikada bir kez tedavi dozu tekrarlanır.

Ağır nikotin zehirlenmesinde ortaya çıkan nöbetlerde ve status epileptikusta benzodiazepin tedavisi; solunum yetmezliğinde hızlı zincirli entübasyon ve ventilasyon uygulamaları ve rabdomiyoliz oluşması durumunda destek tedavisi gerekir. Bu tedaviler için yoğun bakım takibi gerekmektedir.

E- sigaraların özellikle çocukluk çağındaki zararlı etkisi sıvıdaki nikotin sülfatın özellikle nörotoksik etkileri yüzündendir. Çok hızlı emilen bu nikotin dozu sigaranın bilinen zararlı etkilerine yeni bir boyut katmıştır. Belki de bu madde üretiminin  kalkması ve aslında sadece temelde bir İNSEKTİSİT olarak kullanılması gereken  nikotin solusyonlarının sigara gibi tüketilmemesi  çocuk ve erişkinde direkt nikotin nörotoksitesine karşı en önemli çözüm olarak görünüyor.

Kaynaklar:

1. M.T. Sutherland, M.C. Riedel, et. Al. Chronic cigarette smoking is linked with structural alterations in brain regions showing acute nicotinic drug‑induced functional modulations. Sutherland et al. Behav Brain Funct (2016) 12:16

2. Brian Bates. Uptodate. Toxic plant ingestions and nicotine poisoning in children: Management

3. A. Kamboj, H.A. Spiller. Pediatric exposure to e- cigarettes, nicotine, tobacco products in the US. Pediatrics 2016, 137

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Karbamazepin

Genel :

  • Yapısal olarak trisiklik antidepresanlara (TCA) benzer
  • Bipolar bozukluk, nöropatik ağrı, hiperaktivite ve nöbet
  • SSS’de presinaptik voltaj kapılı sodyum kanallarını bloke ederek glutamat ve benzeri nörotransmitterlerin salınımını inhibe eder.
  • NMDA ve adenozin reseptörleri üzerine de etkilidir.
  • Moleküler ağırlığı 236 Da
  • Albümin ve alfa 1 glikoproteinlere yüksek oranda bağlanır
  • Lipofiliktir ve hızlı ve dağılım hacmi 0.8 ila 1.4 L/kg arasında değişir.
  • Metabolizma : Yüksek çoğunluğu karaciğerde sit P450 sistemi ile, %1-3’ü değişmeden idrar ile.
  • Metaboliti = karbamazepin-10,11-epoksit : %50 oranında proteine bağlanır ve etkileri karbamazepine benzer.
  • Karbamazepinin indüklediği nöbet = epoksit metabolit birikimine bağlı.
  • Kronik kullanımda kendi metabolizmasını indükler.
  • Bu nedenle tedavi başlangıcında yarı ömrü 25-65 saat iken, doz tekrarı ve tedavinin devamında bu süre 12-17 saate düşer.

Toksisite :

  • Serum karbamazepin düzeyi gösterilebilir.
  • Terapötik konsantrasyon aralığı : 4-12 mg/L (17-51 mmol/L)
  • Zehirlenme kliniğine yol açan konsantrasyon : > 40 mg/L (169mmol/L)
  • Nörolojik semptomlar : Hareket bozuklukları, bilinç düzeyi değişiklikleri, nöbet (kötü prognoz), solunum depresyonu – aspirasyon.
  • Kardiyovasküler semptomlar : Sinüs taşikardisi, hipotansiyon, miyokard depresyonu, ileti bozuklukları (QRS genişlemesi, dal bloğu, Brugada, AV blok, prematür ventriküler kontraksiyon).
  • Yüksek konsantrasyonlarda => antikolinerjik özellik => gastrointestinal motiliteyi yavaşlatır ve absorbsiyon/pik süresi 100 saate kadar gecikebilir.
  • Ciddi zehirlenmelerde başlangıçtaki klinik iyileşmeyi klinik kötüleşme takip edebilir.
  • Mortalite nadir olmakla birlikte, 427 hastalık bir kohortta bu oran %13 olarak bulunmuş (ölenlerin aldığı karbamazepin ortalama 23.6 gram)

Yönetim :

  • Destek tedavisi : havayolunun korunması, entübasyon, nöbet için benzodiazepin, hipotansiyonun tedavisi.
  • Kontrendikasyonu bulunmayanlarda gastrointestinal dekontaminasyon (tek doz aktif kömür)
  • EKG’de sodyum kanal blokaj bulguları var ise hipertonik sodyum bikarbonat.
  • Çok yüksek doz alımda => multi doz aktif kömür (MDAC) (havayolu ve motilite problemlerine dikkat).
  • Kardiyovasküler toksisite için lipid resüsitasyon tedavisinin başarılı olduğu bildirilen vakalar mevcut.
  • Ekstrakorporeal tedaviler (ECTR) için veriler kısıtlı.

Literatür tarama:

  • Medline, Embase, Cochrane systematic Reviews ve Cochrane Central.
  • Veritabanlarında Karbamazepin’e ek olarak; diyaliz veya hemodiyaliz veya hemoperfüzyon veya plazmaferez veya plazma değişimi, değişim transfüzyon veya hemofiltrasyon veya hemodiyafiltrasyon veya ekstrakorporeal tedavi veta CRRT tarandı.
  • European Association of Poison Control Centres (EAPCCT) ve North American Congress of Clinical Toxicology (NACCT) yıllık toplantı tutanakları (2012’ye kadar) manuel olarak tarandı.
  • Google scholar ve erişilen makalelerin kaynakçaları tarandı.
  • 1 Ekim 2014’te literatür tarama güncellendi.

Sonuç :  

74 makale dahil edildi : 2 gözlemsel çalışma, 65 vaka bildirimi veya vaka serisi, 4 farmakokinetik çalışması, 1 betimsel kohort ve 2 in-vitro çalışma.

Öneriler :

1- Genel : ciddi karbamazepin zehirlenmesinde ECTR önerilir (2D).

Karbamazepin konsantrasyonunun hızlıca düşürülmesi ile mortalitenin azaldığına dair veri yok, ancak multi doz aktif kömür (MDAC) ile ilgili verilerden bu çıkarım yapılabilir.

Karbamazepin nedenli ölüm veya geri dönüşümsüz hasar sık görülmüyor bu yüzden ECTR’nin mortalite üzerine etkisi kısıtlı ancak kısa dönem morbiditeyi (hipotansiyon, nöbet, mekanik ventilasyon komplikasyonları) azalttığı için bu açıdan faydalı.

2- ECTR endikasyonları :

Aşağıdaki durumlardan herhangi birinin varlığında ECTR önerilir :

  1. İnatçı nöbetler gelişirse (1D)
  2. Hayatı tehdit eden disritmiler gelişirse (1D)

Aşağıdaki durumlardan herhangi birinin varlığında ECTR tavsiye edilir :

  1. Mekanik ventilasyon gerektirecek uzamış koma veya solunum depresyonu varsa veya bekleniyorsa (2D).
  2. MDAC’a ve diğer destek tedavilere rağmen belirgin toksisite sebat ediyor, özellikle karbamazepin düzeyleri artıyor veya yüksekliğini koruyor ise (2D).
  • ECTR için endikasyonu bulunmayan, akut alım sonrası başvuran hastaların uygun toksikasyon yönetimi yapılarak kan karbamazepin düzeyleri beklenebilir.
  • Ancak hastanın ilaç alım öyküsü kesin ise ve >100 mg/kg (özellikle >20 g) alımdan şüpheleniyorsa ECTR için erkenden ilgili bölümlerle iletişime geçilmelidir.
  • Her ne kadar çalışma grubu, asemptomatik hastada izole karbamazepin konsantrasyon yüksekliğinin ECTR için endikasyon oluşturmadığında hemfikir olsa da, birçok katılımcı 45 mg/L (190 mmol/L) üzerindeki düzeyler için ECTR’nin göz önünde bulundurulmasını önerşyor.
  • Ataksi, ileus, konfüzyon, nistagmus ve hafif kardiyak ileti bozuklukları daha iyi prognoza işaret ettiğinden ECTR için endikasyon oluşturmaz.

3- ECTR’nin kesilmesi : ECTR, belirgin klinik iyileşme görülene kadar (1D) veya KBZ serum konsantrasyonu 10 mg/L’(42 mmol/L)’nin altına düşene kadar (2D) endikedir.

4- ECTR seçimi : Karbamazepin zehirlenmesi için tercih edilen ECTR aralıklı hemodiyalizdir (IHD) (1D). Aralıklı hemodiyaliz imkanı yok ise aralıklı hemoperfüzyon (1D) ve sürekli renal replasman tedavi yöntemleri (3D) kullanılabilir.

Hemoperfüzyon proteine bağlanan maddeleri temizlemede daha avantajlı olarak bilinse de, yeni yüksek akım ve yüksek etkinlikli membranlar sayesinde hemodiyaliz hemofiltrasyon kadar etkili.

5- Diğer : ECTR süresince MDAC tedavisine devam edilmeli (1D).

Gerekçe : ECTR ile additif etkisi nedeniyle.

Kaynaklar :

  1. Ghannoum, M., Yates, C., Galvao, T. F., Sowinski, K. M., Vo, T. H. V., Coogan, A., et al. (2014). Extracorporeal treatment for carbamazepine poisoning: Systematic review and recommendations from the EXTRIP workgroup. Clinical Toxicology, 52(10), 993–1004. http://doi.org/10.3109/15563650.2014.973572
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Hastanın vital değerleri normal ve stabil, kan şekeri normal sınırlarda idi. Yapılan tüm sistematik fizik muayenesinde herhangi bir patoloji saptanmadı. Fizik muayene süresince hasta ajite idi, sürekli öğürüyordu ve sıcak duş almak istediğini başka türlü rahatlayamayacağını söylüyordu. Anamnezi derinleştirildiğinde, hastanın bulantısı olduğunda sıcak duşa girdiğini bu şekilde kısmen rahatladığını başka türlü rahatlamadığı öğrenildi.

Bu yazımda, yukarıdaki vaka üzerinden 5 soru ile konuyu detaylı bir şekilde tartışmayı hedefliyoum.

1- TANINIZ NEDİR?

KANNABİNOİD HİPEREMEZİS SENDROMU

Kannabinoid hiperemezis sendromu acil servislerde çok sık rastlamadığımız, bazen de gözden kaçırdığımız bir hastalıktır. Uzun süre ve yüksek doz kannabis kullamına bağlı gelişen, kusma atakları, öğürme ve kramp tarzı karın ağrıları ile karakterize bir klinik tablodur. Hastalar tipik olarak sıcak su ile duş aldıklarında rahatladıkları ifade ederler.

Bu sendromun patofizyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır. Olası teoriler şunlardır:

  • Hastalar uzun yıllar süren kannabinoid maruziyeti sonrasında hipersensitivite geliştirmiş olabilir
  • Kannabinoidin vucütta haftalar hatta aylar süresince kalabildiğini bilmekteyiz. Yüksek olmayan dozlarda olan rutin alımlarda da birikme etkisi ile hipersensitif kişilerde yüksek toksite görülebilir
  • Kannabinoid gastrik boşalmayı geciktirmektedir. Bu durum toksik hastalarda gastrik staza ve dolayısıyla hiperemezise sebep olabilir
  • Beyindeki limbik sistemde kannabinoid reseptörleri bulunmaktadır. Toksite hipotalamustaki termoregülatör sistemi bozuyor olabilir ve bu sebeple hastalar sürekli sıcak su ile duş alma ihtiyacı hissediyor olabilirler

2- TANIYI NASIL KOYARSINIZ?

Bu hastaların tanıları tamamen klinik olarak koyulmaktadır. Herhangi bir tanı testi bulunmamaktadır. Bu sebeple hastanın anamnezi dikkatlice alınmalıdır. Her ne kadar kannabinoidlerin aktif bileşeni olan delta-9-tetrahidrokannabinol’ün CB1 reseptörlerini etkilemesi sonucu oluşan bir antiemetik etkisinin olduğu belirtilse de bu konu ile alakalı hayvan ve insan çalışmaları çok kısıtlı. Kannabinoid hiperemezis sendromunda tipik olarak, hastanın öyküsünde yıllardır olan, düzenli kannabis kullanımı ve sonrasında gelişen hiperemezis atakları dikkat çekicidir. Bu ataklar tipik olarak siklik karakterdedir. Kannabinoid kullanımı devam ettiği sürece birkaç haftada veya ayda bir düzenli olarak tekrar eder. Kannabinoid kullanımı kesildikten ve idrar paneli negatifleştikten sonra tekrarlamaz. Ancak hasta kannabinoid kullanımına yeniden başlarsa hiperemezis atakları yineler. Bu hastaların tipik olarak gün boyunca sıcak su ile yıkandıklarını ve başka türlü semptomlarının gerilemediğini de akılda tutmak önemlidir.

3- SİKLİK KUSMANIN AYIRICI TANISINDA HANGİ ÖNEMLİ DURUMLAR VARDIR?

  • Hiperemezis gravidarum (b-HCG bakınız)
  • Metabolik hastalıklar (Addison, Porfori vs.)
  • Pediyatrik siklik kusma
  • Migren varyantları
  • Geri çekilme sendromu
  • Bulumia ve Anoreksia nevroza

4- HANGİ TETKİKLERİ YAPMALIYIZ?

  • Tam kan sayımı, kan glukoz düzeyi, venöz kan gazı (asit-baz değerlendirlmesi için), kan laktat düzeyi, elektrolitler, b-HCG ve idrar analizi
  • Üre, elektrolitler, renal ve karaciğer fonksiyon testleri ve lipazında içinde olduğu biyokimya analizi
  • Bunların yanı sıra, özellikle şüphe duyduğumuz kannabinoid kullanımını ısrarla reddeden hastalarda şüphemizi kuvvetlendirmesi için toksik panel görüntülemesi de yapılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki bu tetkik tam anlamıyla güvenilir değildir. Kesin tanı koydurmaz ve kesin olarak ekarte ettirmez. Yanlış pozitiflikler görülebilir.

5- BU HASTALARIN YÖNETİMİ NASIL OLMALIDIR?

Bu hastaların yönetimi; destek tedavisi ve semptomatik tedaviden oluşmaktadır.

Öncelikle hayatı tehtid edici durumlar yönetilmelidir. Havayolu, solunum ve dolaşım kontrol edilmeli ve uygun şekilde müdahale edilmelidir. Kan şekeri kontrol edilmelidir ve gerekirse müdahale edilmelidir. Hasta dehidrate ise IV hidrasyon başlanmalıdır. Elektrolit imbalansı var ise tedavi edilmelidir. Hastalara antiemetik tedavi olarak;10-20 mg Metoklopromid IV, 4-8 mg ondansetron IV veya 12.5 mg proklorperazin IV verilmelidir. Bunlara antispazmotik tedavi olarak 10-20 mg buscopan IV eklenebilir. Eğer bu tedavilere rağmen hastanın ajitasyonu, bulantısı ve kusması devam ediyorsa düşük doz benzodiazepin ve antipsikotiklerin yararı olacaktır. Bunun için1-2.5 mg Droperidol IV ve 0.5-1 mg Midazolam IV kullanılabilir. Ancak kesin tedavi hastanın kannabinoid kullanımını sonlandırmasıdır.

ÖZETLE

Her ne kadar acil servislerde kannabinoid intoksikasyonu vakaları sık karşılaştığımız vakalar arasında olsa da, kronik kullanıma bağlı gelişen ‘Kannabinod Hiperemezis Sendromu’ acil servislerde sıklıkla tanı koymakta zorlandığımız vaka grupları arasında gelmektedir. Bu hastaların tanı süreci; klinisyenin şüphesi, bilinçli ve detaylı anamnez alması ile tamamlanmaktadır. Bu hastalarda tipik olarak kronik kannabis kullanımı, siklik bulantı-kusma atakları ve sürekli sıcak su ile duş alma ihtiyacı dikkat çekicidir. Klinik şüphe oluştuktan sonra ayırıcı tanılar ekarte edilmelidir. Acil servislerde uygulanacak tedavi, destek tedavisidir. Bu sendromun kesin tedavisi kannabinoid kullanımının kesilmesidir.

REFERANSLAR

  1. Allen, J. et.al. (2004). Cannabinoid Hyperemesis: cyclical hyperemesis in association with chronic cannabis abuse. Gut.
  2. Allan, J. (2001). Cannabiniod Hyperemesis or “Marijuana Morning Sickness”. Clinical Medicine and Health Research.
  3. Donnino, M. et.al. (2009). Cannabiniod Hyperemesis: A Case Series. The Journal of Emergency Medicine.
  4. Murray L, Daly FFS, Little M, and Cadogan M. Toxicology Handbook (2nd edition), Elsevier Australia 2011.
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Değerli Acil Tıp Hekimleri

Türkiye Acil Tıp Derneği Yönetim Kurulu adına Prof. Dr. Yıldıray ÇETE, Prof. Dr. Ersin AKSAY ve Doç. Dr. Bülent ERBİL, Sağlık Bakanı Müsteşarı ve Tıpta Uzmanlık Kurulu Başkanı Prof. Dr. Eyüp GÜMÜŞ ile 06.09.2017 tarihinde makamında çok önemli ve olumlu bir görüşme gerçekleştirdi. 

Görüşmede, acil sağlık hizmetlerinin günümüzdeki durumu, hasta bakım kalitesinde son yıllarda yaşanan gelişme, acil sağlık hizmetlerinde karşılaşılan sorunlar, acil servislerin fiziki alt yapı eksiklikleri, acil tıpta yan dallar ve yıpranma payı başta olmak üzere acil tıp uzmanlarının özlük hakları konuları ele alındı. Yapılan görüşmede;

1. Klinik toksikolojinin bir uzmanlık ana dalı olarak değil “yan dal” uzmanlık eğitimi şeklinde verilmesi gerektiği konusundaki düşüncelerimizi ve nedenlerini paylaştık. Sayın Müsteşar, Klinik Toksikolojinin bir yan dal uzmanlık eğitimi şeklinde planlanmasının daha uygun bir yaklaşım olduğunu ve bizim bu konudaki görüşlerimizi paylaştığını ifade ettiler. Yapılacak Tıpta Uzmanlık Kurulu toplantılarında konunun bu şekilde ele alınacağı konusunda bize desteklerini ilettiler. 

2. Sizlerin de bildiği gibi Yan Dal Uzmanlık Sınavı ile girilen yan dal uzmanlık eğitimi alanlarından birisi de “Yoğun Bakım” yan dal uzmanlık eğitimidir. Bu sınava İç Hastalıkları, Nöroloji, Enfeksiyon Hastalıkları ve Göğüs Hastalıkları gibi uzmanlık alanlarından mezun olmuş hekimlerin girme hakkı varken Acil Tıp Uzmanlarına bu hak tanınmamış durumdadır. Türkiye Acil Tıp Derneği olarak, kritik hasta takip etmeyi bilen, monitörizasyon, kateterizasyon, hava yolu yönetimi gibi konularda son derece yetkin bilgi ve beceriye sahip acil tıp uzmanlarına da bu sınava girme ve Yoğun Bakım yan dal uzmanlığı eğitimi alma hakkının uzmanlık alanımıza da tanınması ile ilgili görüşlerimizi paylaştık. Sayın Prof. Dr. Eyüp GÜMÜŞ, bu konuda da olumlu düşünceleri bulunduğunu ve Tıpta Uzmanlık Kurulu toplantısında gündeme alınarak tartışılmasını sağlayacağını ve desteklerini ifade ettiler. 

3. Acil servislerin fiziki alt yapısının iyileştirilmesi, yan dal uzmanlık alanları gibi konularda ortak hareket edilmesi ve her birisinin projelendirilip bakanlığa sunulması konularında karar aldık. 

4. Sayın Prof. Dr. Eyüp GÜMÜŞ, acil tıp uzmanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi ile ilgili yapılacak çalışmalara büyük desteğini sundu. Acil Tıp Uzmanlarının yıpranma payı alması gereken hekim gruplarından birisi olduğunu ve zaten bu konuda çalışma yaptıklarını, önümüzdeki sürede yıpranma payı konusunun yasalaşacağı müjdesini verdi. 

Saygılarımızla,

Türkiye Acil Tıp Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Yıldıray ÇETE

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Aralıklı hemofiltrasyon (IHF) ve hemodiyafiltrasyon (IHDF)

  • IHF : konveksiyon tekniği
  • IHDF : konveksiyon ve difüzyon teknikleri bir arada
  • Konveksiyon => solvent ve solütlerin basınç farkı ile hareketi (solvent sürüklenmesi)
  • Konveksiyonda sıvı hemostazının sağlanması için hastaya özel bir replasman sıvısı verilir.
  • Konveksiyon tekniği ile en az IHD kadar hızlı kan akımı sağlanabilir (400 ml/dk).
  • Filtre edilebilecek toksin özellikleri IHD ile benzer ancak daha büyük moleküllerin de geçişine olanak verebilir.
  • Teknik gereksinimleri çok, yaygın değil.

Sürekli renal replasman tedavisi (CRRT) ve yavaş düşük etkinlikli diyaliz (SLED)

Sürekli renal replasman tedavisi (CRRT) :

–   Sürekli venovenöz hemodiyaliz (CVVHD)

–   Sürekli venovenöz hemofiltrasyon (CVVH)

–   Sürekli venovenöz hemodiyafiltrasyon (CVVHDF)’den oluşur.

  • Sürekli venovenöz teknikler, daha güvenli olması nedeniyle yerini arteriovenöz tekniklere bırakmıştır.
  • Sürekli tekniklerin avantajı sıvı ve solütleri uzunca süre zarfında uzaklaştırmasıdır.
  • IHD, IHF ve IHDF’de kullanılan teknik sürekli replasman tekniğine uygulanabilir ancak akım hızı düşüktür ve klirens daha yavaş olmaktadır.

Sürekli düşük verimli diyaliz (SLED)

  • CRRT’den daha kısa süreli.
  • Diyalizat akım hızı CRRT’den daha hızlı.
  • Standart IHD ekipmanları kullanılarak uygulanabilir.

Hemoperfüzyon (HP):

  • Kandaki toksik maddelerin bir kartuştan geçerek filtrelenmesi esasına dayalı.
  • Lipofilik ve proteine yüksek oranda bağlanan bileşiklerin kandan uzaklaştırılması daha kolay.
  • Kartuşlar doygunluğa ulaştığından 4-6 saatte bir değiştirilmesi gerekmekte.
  • Hemodiyaliz filtre teknolojisinin gelişmesi ile birlikte kullanım azalmış.
  • Öyle ki, kartuşları birçok merkezde mevcut değil.

Terapötik plazma değişimi (TPE)

  • Plazmanın vücut dışında santrifüj veya filtrasyon ile kanın hücresel bileşenlerinden ayrıştırılması.
  • Plazmadan protein dahil tüm maddeleri ayrıştırdığı için büyük ve proteine bağlanan toksik maddelerin de uzaklaştırılmasında faydalıdır.
  • Ancak genellikle toksik maddeler küçük ve orta büyüklükte olduğundan, zehirlenmelerde nadiren kullanılır.
  • Amanita phalloides mantarı, tiroksin, vinkristin ve cisplatin için kullanımını destekleyen yayınlar mevcuttur.

Albümin diyalizi

  • Fulminan hepatit veya ciddi sirozda karaciğer nakli öncesi karaciğer fonksiyonlarını destekleme amaçlı kullanılır.
  • Diyalizatında albümin bulunur (proteine bağlanan maddeler için).
  • Klirens hızı tüm diğer diyaliz yöntemlerinden daha yavaştır.
  • Zehirlenmelerde kullanımı yok. Üstünlüğü gösterilmemiş.

Periton diyalizi

  • Diyalizatın periton kavitesine verilerek solütlerin konsantrasyon farkına göre kandan diyalizata geçmesi (veya tam tersi) prensibine dayanır.
  • Kapasitesi zehirlenmeler için kısıtlı.

Değişim transfüzyonu

  • Hastanın kırmızı kan hücrelerinin diğer kan bileşenlerinden ayrılarak bunun yerine donör kırmızı kan hücresi verilmesi esasına dayanır.
  • Toksikolojide kullanımı : eristrosite bağlanan bileşikler (siklosporin, takrolimus) veya toksik maruziyet (propranil, dapson, anilin, sodyum nitrat) sonrası gelişen methemoglobinemi.

Yavaş devamlı ultrafiltrasyon (SCUF)

  • Diüretiğe yanıtsız akut konjestif kalp yetmezliği veya karaciğer yetmezliği nedeniyle sıvı yüklenmesi için.
  • Sadece sıvı fazlasını alır. Zehirlenmelerde yeri yok.

Serebrospinal sıvı değişimi

  • İntratekal ilaç verilmesini (ör. metotreksat) takiben gelişen nörolojik semptomlarda.

Yazı dizisinin devamında, ERCP kullanımı ile ilgili literatür verilerinin kısıtlı ve mevcut çalışma sonuçlarının yorumlanması güç olan ilaçlar ve maddeler için mevcut verilerle ortak bir konsensus geliştirmek üzere kurulmuş The EXtracorporeal TReatments In Poisoning (EXTRIP) çalışma grubunun önerilerine yer vereceğiz.

Kaynaklar :

  1. Ghannoum, M., Bouchard, J., Nolin, T. D., Ouellet, G., & Roberts, D. M. (2014). Hemoperfusion for the Treatment of Poisoning: Technology, Determinants of Poison Clearance, and Application in Clinical Practice. Seminars in Dialysis, 27(4), 350–361. http://doi.org/10.1111/sdi.12246
  2. Ouellet, G., Bouchard, J., Ghannoum, M., & Decker, B. S. (2014). Available Extracorporeal Treatments for Poisoning: Overview and Limitations. Seminars in Dialysis, 27(4), 342–349. http://doi.org/10.1111/sdi.12238
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Çok kahve tüketen birisi olarak kafeinin zararlı etkileri hakkında bilgilerimi güncellemek isterim. En son 2017 yılında çıkan yazılar aslında kafein zehirlenmesinin çok nadir olabilecek bir senaryo olduğunu kanıtlıyor.

Kafein (1,3,7-trimetilksantin) santral sinir sistemini uyaran alkaloid yapıda bir maddedir. En bilinen hali ile kahve ve kakao çekirdeklerinde, çayda, guarana çekirdeklerinde ve kola bitkisinde bulunur. Bu doğal halindan başka gıda katkısı olarak gıda katkılarında, bazı ilaçlarda sentetik halinde de bulunabilir.

Tüm dünyada en fazla tüketilen ve farmakolojik etkisi olan gıda maddesi olarak bilinir (IOM, 2014).  Genelde kafein ve türevlerinin insan sağlığına zararlı olduğu ve istenmeyen yan etkileri nedeniyle ölüm ile sonuçlanan zehirlenmeler olduğu gibi söylemler mevcuttur.

Genel yazılı literatür tarandığı zaman  erişkinlerde günde 400 mg tüketimi normal sağlıklı bireylerde kardiyovasküler toksite, kemik veya kalsiyum metabolizmasında yan etkiler veya erkek fertilitesinde yan etkiler gibi olaylara neden olmadığı kabul görmektedir. En son yayınlanan kılavuzlar ise bu literatürlerin taranması ile kafein zehirlenmesi denen klinik tablolara daha net bir yaklaşım getirmektedir (USDHHS & USDA, 2015).

Turnbull ve arkadaşları (2017) tarafından yayınlan bir meta-analiz (tıklayınız) ise gerçekten anlamlı ve önemli bir bilgi bankası halinde yayınlanmış  kafein dosyasıdır. Prestiji bir dergi olan Regulatory Toxicology and Pharmacology ‘ de yayınlanan makalede kafein ve türevlerinin sorumlu tutulduğu yan etkiler ve zehirlenmeler hakkında çok önemli bilgiler mevcut. Kolay okunması için bunları maddeler halinde sıralamak isterim.

  1. Bu toplam 21 sayfadan oluşan makale için Mayıs 2014- Mayıs 2016 arasında basılı 300 den fazla makale incelenmiş. Veri olarak incelemek üzere özellikle kafein kullanımı, dozu, maruziyeti, yan etkilerin ciddiyeti gibi tarama yapılmış. Kafein kullanımı kahve dışında gazlı kolalı içecekler, çay, çikolata, kakao gibi kullanımını da ilgilendirir. ABD’ de nüfusun %85 günde en az bir kez bu kafeinli içeceklerden tüketmektedir. Ortalama tüm yaşlar için 165 ± 1 mg kafein alımı hesaplanmıştır. 2003-2012 NHAES verilerine göre 56. Yaşta kullanım 600 mg/ gün ile zirve yapmaktadır.
  2. Kafein etkileri bireysel olarak değişkenlik göstermektedir. Bireyler çoğunlukla kronik kullanımda yan etkilerine alışarak tolerans geliştirirler. Bazı bireylerde ise tolerans gelişimi mümkün olmadığı için kafein tüketimine bağlı istenmeyen etkiler sürekli meydana gelebilir. Hatta düşük alımda bile bu bireylerde kardiyovasküler etkiler çıkabilir. Bunun nedeni genetik polimorfizm olup değişkenlik nedeni ya kafein metabolizmasına ya da reseptör aracılıklı etkenlere bağlıdır.
  3. Bireysel olarak CYP1A2 aktivitesi farklılık gösterir. Cinsiyet, yaş, eksersiz ve gebelik bile bu etkiyi değiştirir. Kafein metabolizmasında etkili olanlar CYP1A2’ nin CYP1A2*1A, CYP1A2*1D, CYP1A2*1F, CYP1A2*1L, CYP1A2*1V ve  CYP1A2*1W formlardır.
  4. Kafein yarılanma ömrü 2.5- 4.5 saattir. Ancak alınan doz 2 mg/kg aştığı zaman yarılanma ömrü uzar. Altı aylıktan itibaren klerens düzeyi erişkin değerlerine ulaşır yani bebekte birikime uğramaz. Karaciğer hastalarında yarılanma ömrü 50- 160 saate uzar. Aslında akut kafein zehirlemesinin pratik hayatta zor olduğunu da anlıyoruz.
  5. Alışma veya tolerans geliştirme tekrarlayan ve düzenli alımlardan sonra olduğunu biliyoruz. Tolerans hem kardiyovasküler etkilere (hipertansiyon, taşikardi) hem de gerilim, anksiyete ve tremor gibi nörolojik bulgulara karşı gelişir. Tolerans gelişimi de bireysel farklılık gösterir.
  6. Araştırıcıların taradıkları 158 deneysel ve 113 gözlemsel çalışmaya göre ortalama olarak kafein miktarları için kabul edilen değerler bir bardak kahve 95 mg kafein, bir bardak çay 45 mg  olduğu ve erişkin ağırlığı 70 kg kabul edilmiş. Sonuçlara bakarsak tüm kardiyovasküler hastalıklar için yan etkiler aranmıştır. Kardiyovasküler hastalık veya miyokard enfarktüsü riskinde istatistiksel olarak anlamlı bir artma veya azalma saptanmamıştır. Günde 10 bardak kahve alanlar   (950 mg kafein) için de bu sonuç geçerlidir. İlginç bir şekilde günde 100 mg ve 100- 400 mg kafein alanlarda daha yüksek kafein alanlara göre miyokard enfarktüsü riski azalmaktadır.
  7. Üç ayrı  kohort çalışmada günde 400- 600 mg kafein alanlarda aritmi riskinin azaldığı belirtilmiştir. Prospektif kohort çalışmalarda 600 mg/ gün alanlar için de aritmi riskinde artış saptanmamıştır.
  8. Ani kardiyak arrest nedeni ile ölüm için analiz yapıldığında aritmiye bağlı ölümler dışında kardiyomiyopati, kalp yetmezliği ve uzun QT sendromu gibi patolojiler de incelenmiştir. Ani kardiyak arrest olan 362 hasta ve 581 kontrol kıyaslanmış ve günde bir bardak kahveden az içenlerde risk artışı (diğer sigara gibi kardiyovasküler risk faktörleri arındırıldıktan sonra) olmadığı kanıtlanmıştır.
  9. Günde ortalama 368 mg kafein alan 50- 79 yaşındaki bireylerde ölüm riski artışı yoktur. Enteresan olarak günde 380 mg ( 4 bardak kahve)  üzerinde kafein tüketenlerde önemli ölçüde ventriküler fibrilasyon riski azalmaktadır.
  10. Şu andaki literatüre göre 400- 600 mg arasında (4- 6 bardak kahve) ortalama kafein tüketen bireylerde total kardiyovasküler risk artmamaktadır. Aritmi, kalp yetmezliği, hipertansiyon riskinde  normal populasyona göre fark yoktur.
  11. Ortalama bu miktardan daha düşük (200- 400 mg kafein) alanlarda kardiyovasküler hastalık riski azalmaktadır. Kafein kalp hızı, kardiyak output, EKG parametreleri veya kalp hızı değişkenliği üzerinde normal insanlarda  etkisizdir. Ancak bu kişilerde serum kolesterol düzeyleri yüksek ise, endotell veya  trombosit fonksiyonlarında bozukluk varsa, plazma veya idrar katekolaminleri anormal ise yani kardiyovasküler risk faktörleri varsa kafein kullanımından bağımsız olarak istenmeyen yan etkiler oluşur.
  12. Hipertansiyon riski altında olan populasyonda kafein duyralılığı fazladır. Örneğin 100- 400 mg/ gün  kafein alanlarda altta yatan hipertansiyon varsa kan basınacında dalgalanama olma olasılığı normal kişilerden yüksektir.
  13. Serebral kan akımı  kafein tüketiminin dozuna göre değişmek üzere azalır. Serebral kan akımındaki azalma kahveye alışık olmayanlarda daha fazladır. Kafein tüketimi ile plazma homosistein düzeyleri arasında ilişki olduğuna bazı kanıtlar öne sürülmüştür.

Acaba akut kafein zehirlenmesi vakalarında öldüren doz nedir?  

Kronik olarak kafein kullanımı yukarıda özetlediğim gibi zararsız ve  hatta faydalı olabilir görünmekte. Ancak akut olarak yüksek dozda kafein alıp ölen vakalar da yok değil. Daha çok enerji içecekleri kullanımının artmasına bağlı olarak son zamanlarda bu vakaları   görmekteyiz ve özellikle kardiyovasküler nedenler ile bu hastaları kaybediyoruz. Hangi dozda hangi cevabın ortaya çıkacağı bilinmediği için ve hastanın özelliklerine göre mortalite değiştiği için yorum zorlaşmaktadır.  Aşağıda Jones AW (2017 yılında) nin postmortem 51 hastada yapılan analizlere göre (tıklayınız); akut kafein zehirlenmesinden ölenlerde ortalama kan kafein düzeyi medyan 180 mg/l olarak ölçülmüştür.

Kafein zehirlenmesi vakalarında öldüren ekstrem doz nedir?

Vaka olarak bakıldığında ise Aknouche ve arkadaşlarının (2017) taramasına göre  (tıklayınız) aşağıdaki ekstrem örnekleri görüyoruz.

Sonuç olarak; kafein hem akut hem de kronik alımlarda olarak farklı etkileri olan bir maddedir. Ayrıca  hastanın  kafein düzeyinin yüksek veya düşük saptanmasının klinik anlamda önemli olmadığını görüyoruz. Çünkü kafein hem faydalı hem de zararlı etkileri olan bir ajan olarak kabul edilmelidir. Akut alınan doz hastayı öldürürken kronik kahve kullanan kişide aynı doz faydalı olabiliyor.

Acil Tıp’ta yalnız kafein zehirlenmesi örneği üzerinden gidilse bile  anlaşılan odur ki klinik değerlendirme ve risk analizi çok  önemlidir ve işte bu yüzden Acil Tıp Anabilim Dalında Klinik Toksikoloji Yan Dal eğitimi olması gereklidir. Çünkü klinik toksikoloji biliminde düzeylere değil klinik parametrelere göre hastaya müdahale edilir.

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis