Birçoğumuzun olduğu gibi, benim de çalıştığım klinikte sıkça gördüğüm ve takibini yaptığım zehirlenme vakalarından olan parasetamol zehirlenmeleri ile ilgili “Acetylcysteine in paracetamol poisoning; a perspective of 45 years of use1 isimli makalenin konu başlıkları ile Parasetamol Zehirlenmesinde Asetilsistein kullanımını tartışmak isteğindeyim.

Parasetamol Zehirlenmelerinde Asetilsistein: 45 Yıllık Kullanım

Parasetamol klinik kullanıma ilk olarak 1950’lerde antipiretik, analjezik olarak girmiş. O yıllarda Avrupa’da bilinçli olarak veya kazayla zehirlenme yaygın değil, ancak bu durum sonraki 40 yılda oldukça değişiyor. Parasetamole bağlı organ toksisitesi, ilk olarak 1966’da İskoçya’da bildirilmiş ve o tarihte biyokimyasal mekanizmalar henüz tam anlaşılamadığı için tedavi tamamen semptomatik yapılmaktaymış.

70’lerde serbest radikallerin keşfedilmesiyle mekanizmalar yavaş yavaş çözülmeye başlanmış; hayvan deneyleri normalde glutatyon tarafından nötralize edilen reaktif ara maddelerin karaciğer hasarına sebep olan bazı molekülleri hem aktive hem inhibe edebildiğini göstermiş. Parasetamol toksisitenin glutatyon bağımlı olduğunun bulunması, bu zehirlenmenin daha iyi anlaşılması sebep olmuştur.

Yine 70’lerde Edinburgh merkezli çalışmada parasetamol zehirlenmesinde doz yanıt grafiği oluşturulmuş (Grafik 1). Bundan sonra ise antidot çalışmaları üzerine yoğunlaşılmış ve bu tarihlerden beri N-asetilsistein (NAC) antidot olarak kullanılmış.

Bu yazı; Parasetamol-NAC-zehirlenme üçgeninde gidip gelmekte…

Tıpta Parasetamol Zehirlenmesi

İntihar amaçlı, yanlışlıkla veya geçmeyen ağrılar nedeniyle, alınması gereken dozdan fazla alarak zehirlenmek mümkün. Parasetamolün 24 saatlik dozu, ağırlığa bağlı olarak değişmekte olup zehirlenme dozunun da kişiden kişiye değişmesi tedavi kararındaki majör karar olarak görülüyor.

Antidot olarak NAC

70’lerde toksisite mekanizmasının çözülmeye başlamasıyla antidot geliştirme çalışmaları da başlamış. İlk olarak sisteamin, metionin ve NAC hayvanlar üzerinde denenmiş ancak Birleşik Krallık’ta yalnızca NAC’ın sıvı formu insan üzerinde kullanılmaya onam almış ve Avrupa’ya yayılmış. Daha sonrasında Amerika’da FDA 3 günlük oral NAC kullanımını önermiş ancak bu da 90’larda IV NAC’a kaymış.

Prescott yönteminde; 300 mg/kg IV NAC’ı 3’e bölerek kullanılmış. Yükleme dozu olan 150 mg/kg 15 dakikada, 50 mg/kg 4 saatte, 100 mg/kg 16 saatte verilmiş. Bu yöntem Birleşik Krallık’ta 2012’ye kadar kullanılmış daha sonra 15 dakikada yükleme yerine yalnızca bu doz 1 saat olarak değiştirilmiş.

Antidot Kullanımındaki Gelişmeler

Tedavi uygulanmayan parasematol alımlarındaki dozlar ve etkilenim makaleden alınan bu tabloda mevcut (Tablo 1).

Parasetamol oral alımlarda absorbsiyonunu 4 saatte tamamlanıyor ancak bazı ilaç etkileşimleri bu zamanı etkileyebiliyor. Terapötik dozlarda yarı ömrü 90 dk-2 saat arasında ancak karaciğer hasarı olan olgularda bu süre daha uzun (>10 saat). NAC tedavisindeki temel amaç ise glutatyon salınımını artırarak karaciğer hasarını nötralize etmek.

Orijinal NAC dozu hayvan deneyleriyle belirlenmiş olup, erken tedaviye başlamak önemliydi ancak klinik çalışmalar optimum NAC dozunu belirlemek için yeterli olmuyor, bazı vaka serileri çok fazla parasetamol alan hastaların NAC ile hızlı tedaviye rağmen karaciğer hasarı gelişme olasılığının yüksek olduğunu belirtiyor.

Birleşik Krallık’ta tedavi sınırı 4. saatte 200mg L ⁻ ¹ olarak belirlenmişken Amerika’da bu değer 150mg L ⁻ ¹ olarak belirlenmiş. Bu değerler o zaman ölüme neden olan limit değerin %50’siymiş. Ancak tabi bazı hastalar bu limit değerin üzerinde veya altında olmasına rağmen karaciğer hasarı tersi yönde gelişmedi veya gelişti. Günümüzde standart tedavi de bu veriler kullanılarak yapılıyor ve 4. saat parasetamol düzeyine göre karar veriliyor.

Ancak hepatotoksisite dozla ilişkili olduğu kadar süreyle de ilişkili olduğu için ve hızlı bir antidot gerektiği için 10-12 saat arasında başvuran hastaların aldığı miktar önemli oluyor.

Nomogramlar ölüm veya karaciğer hasarı (ALT değerinin 1000 IU L⁻ ¹ üzerinde olması) ile belirlenmiştir. Karaciğer hasarını gösteren bir başka değer ise INR. Klinisyenler için ana problem olan hepatotoksisiteyi belirleyen değerlerden ALT en erken 10. saatte, INR ise en erken 24. saatte değişmeye başlıyor. Ayrıca antidot olarak kullanılan NAC’ın kendisi de INR yükseltebiliyor ancak çoğu hastada bu değerler 1,2-1,7 arasında sınırlanıyor.

Geçtiğimiz yıllarda karaciğer hasarı olduğunda hepatositlerden dolaşıma Keratin-18 (K18) gibi bazı moleküller salgılandığı bulundu. Hastanın başvurusunda alınan kanda çalışılan K18 düzeyinin ALT piki ile ilişkili olduğu bulunmuş ve hatta daha sensitif olduğu görülmüş. Ayrıca microRNA-122 molekülü (miRNA-122) aynı K18 gibi karaciğer hasarını öngörmede kullanılan yeni bir molekül.

NAC İstenmeyen Etkileri

IV NAC kullanımı arttıkça istenmeyen etkiler de göz önüne geldi. Flushing, anaflaksi, bronkospazm, hipotansiyon bildirilen istenmeyen etkiler arasında ve bu etkilerin bazofillerden salgılanan histamin kaynaklı olduğu biliniyor. Bu belirtilerin ortaya çıktığı ilk vaka ilginç olarak az miktarda parasetamol almış ve neredeyse tedaviye gerek bile yokmuş.

Pratik klinik yaklaşımlarda düşük parasetamol seviyesi olan hastalar ya az alım olduğundan dolayı ya da hastaneye geç başvurduklarından dolayı yüksek doz NAC aldıklarında daha yüksek risk altında bulunmuşlar.

NAC Dozunun Etkileri; Yeni Uygulamalar

Önceden NAC dozu ampirik olup teorik hesaplamalara dayanıyordu. Lisanslı sıvı NAC olmadığı için Kuzey Amerika’da önceden oral NAC kullanılmaktaydı. Dozu ise 140 mg/kg yüklemeyi takiben her 4 saatte 1, 70 mg/kg şeklinde totalde 17 defa uygulanmaktaydı. Bu uygulama Birleşik Krallık’ta hastalar 24 saatte taburcu edilirken, Amerika’da hastaların 3 güne kadar hastanede kalmasına sebep oluyordu.

Kuzey Amerika’da yapılan çalışmalarda iv ve oral NAC’ın karaciğer hasarı önlemede fark bulunmadığı gösterilmiş. Ölüm oranları ise düşük olduğu için ölen vakalar üzerinde veriliş yolunun etkinliği belirlenememiş. Bir önemli fark ise oral verilen NAC’da anaflaksi dozu çok daha az görülmüş.

Birleşik Krallık’ta yapılmış bir çalışmayla 200 mg/kg 4 saatte IV ve takiben 100 mg/kg 8 saatte IV NAC totalde 12 saatte verilmiş ve hepatik hasar üzerinde normal NAC dozuyla fark bulunamamış. Günümüzde 12 saatlik NAC uygulaması İngiltere’de birçok hastanede kullanılmaya başlanmış ve bu rejimin istenmeyen etki oranını azalttığı bulunmuş.

Gelecekteki Gelişmeler

Makale, gelecekte birçok şeyin değişeceği gibi NAC-parasetamol ilişkisinin de değişeceğinin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Parasetamole bağlı karaciğer hasarı riski altında olan hastaları daha iyi tanımlamak gerektiğini öneriyor. Yeni microRNA ve biyobelirteçlerin bu konuda geleneksel yöntemlerin yerini alacağı düşünülüyor.

İkincil olarak da artık 3 nedenden dolayı yavaş NAC infüzyonu öneriliyor. Bu nedenler, kullanım kolaylığı, daha az istenmeyen etki görülmesi ve hastanede geçen sürenin daha az olması.

Son olarak; karaciğer hasarını önlemek için yeni ajanlar geliştirilmeye çalışılıyor ancak bu ajanların çoğu potansiyel olarak toksik ve pahalı. Calmangafodipir isimli yeni, potansiyel olarak güvenli karaciğer koruyucu bir ajan faz 1 çalışmalarını tamamlamış ve gelecek 10 yılda NAC ile birlikte kullanılması beklenmektedir.

Kaynaklar:

1.         Bateman DN, Dear JW. Acetylcysteine in paracetamol poisoning: a perspective of 45 years of use. Toxicology research. 2019;8(4):489-498.

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Fare modeli ile yapılan bu çalışmada, yoğunlaştırılmış sigara dumanı (YSD) kullanılmış. Çalışmadaki dişi ve/veya erkek fareler YSD ile beslenmiş. Erkek farelere spermatogenez zamanı aşamasında, dişi farelere fetusun intrauterin gelişimi aşamasında verilmiş.

Fare gelişimindeki 4. ve 8. haftalar insanlardaki adolesan ve erişkin evrelerini temsil etmektedir. Ebeveynlerin YSD maruziyeti ile yavrunun diyabete duyarlılığı arasındaki ilişki doğum sonrası 4. ve 8. haftalarda değerlendirilmiş. Analiz için büyüme eğrisi, lipid ve glukoz metabolizması ve oral glukoz toleransı incelenmiş.

Çalışma grupları, dişi farenin YSD ile beslendiği YSD♂×♀, erkek farenin YSD ile beslendiği ♂×YSD♀, hem dişi hem erkek farenin YSD ile beslendiği YSD♂×YSD♀ olarak kodlanmış. Kontrol grubu ♂×♀ ile belirtilmiş.

Kontrol grubuna kıyasla, farelerin yavru sayısında ve gebelikte kilo alımında her 3 grupta da anlamlı farklılık gözlenmemiş. YSD♂×YSD♀ ve ♂×YSD♀ gruplarında doğum ağırlığı düşük olmakla birlikte, izlemdeki süreçte kontrol grubunu yakalamış, YSD♂×♀ grubunda ise anlamlı derecede düşük ağırlığın sonraki süreçte de devam ettiği görülmüş.

Kontrol grubuna kıyasla, doğum sonrası 4. ve 8. haftalarda yapılan glukoz tolerans testinde 30., 60., 90. ve 120. dakikada glukoz düzeyleri YSD♂×YSD♀ grubunda anlamlı olarak yüksek ve diyabet için tanısal kriterleri karşılayacak düzeyde bulunmuş. Yine 4. ve 8. Haftada bakılan serum lipid düzeyleri YSD♂×YSD♀ ve ♂×YSD♀ grubunda kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede yüksek ve hiperlipidemi tanı kriterlerini karşılayacak seviyede bulunmuş. YSD♂×♀ grubunda anlamlı farklılık saptanmamış.

İntestinal mikrobiyotanın da metabolik hastalıkların gelişimde önemli rol oynadığı bilinmektedir. İntestinal mikrobiyotalar 4. ve 8. haftalarda incelenmiş ve tüm çalışma gruplarında kontrol grubuna kıyasla anlamlı değişiklikler bulunmuş.

Çalışma sonuçları ebeveynlerde sigara maruziyetinin fetal büyüme kısıtlılığı ve düşük doğum ağırlığına yol açabileceğini gösterir niteliktedir. Glukoz tolerans testinde diyabet kriterlerini karşılayacak düzeyde yükseklik olması, intrauterin gelişim döneminde annenin sigara maruziyetinin erişkinlikte diyabet gelişimi için yüksek risk oluşturduğunu göstermektedir. Her iki ebeveynin sigara maruziyetinin ise daha ciddi metabolik bozukluklara yol açtığını, adolesan diyabetiyle birlikte hiperlipidemiye de yol açabildiği görülmektedir. Olumsuz çevresel faktörlere hayatın erken döneminde maruz kalmak, uzun dönemde metabolik bozukluklara yatkınlık yaratmaktadır.

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

COVID-19 enfeksiyonlarında; tek başına Hidroksiklorokin veya Hidroksiklorokin-Azitromisin kombinasyon tedavilerinin etkili olduğu in-vitro ve preliminer klinik araştırmalarda gösterildi. İlk kez olumlu ve başarılı bir tedavi bulunduğu varsayımı ile çeşitli randomize klinik çalışmalar da başlatıldı. Ama klorokin, hidroksiklorokin ve azitromisin gibi COVID-19 enfeksiyonlarının tedavisinde umut veren ilaçların hepsi; EKG’ de QT aralığını uzamasına ve aritmiye neden olmaktadır. American College of Cardiology bu konudaki önerilerini en son şöyle özetledi;

Bu ilaçların kullanımı hakkında endişeler mevcut olsa da bu olumsuzlukları azaltıcı bazı faktörler var;

  1. Bu ilaç tedavileri COVID-19 enfeksiyonları için kullanılıyorsa sadece 5- 10 gün gibi kısa bir süre için kullanılmaktadır. Uzun dönem kullanımlara göre yan etki riski daha azdır.
  2. QT aralığını uzatan ilaçlar mortalite artırıcı olarak bilinmekle beraber ölüm riskine mutlak çoğunluk bakıldığı zaman enfeksiyon riskine göre daha azdır (70 yaş üzerindeki ayaktan tedavi edilenler ve yoğun bakım hastalarının olduğu alt grup analizlerine göre).
  3. Toplumun viral yükünün azaltılmasında, bu ilaçların önemli ölçüde faydalı oldukları gösterilmiştir.

ACC bu tedavi protokolleri konularında daha fazla klinik çalışma yapılmasını öneriyor (1)

İlaçla indüklenen QT uzaması; torsades de pointes (TdP), ve dolayısıyla VT için bir ön belirteç. Ancak QT uzaması ve TdP riski arasındaki matematiksel ilişki çok net değil çünkü QT süresini uzatan bazı ilaçlarda ani aritmik ölümler olmayabiliyor.  Ancak ilaç güvenirliği açısından QT uzaması hala günümüzde aritmi olsun veya olmasın önemli kardiyotoksisite belirteci olarak kabul ediliyor.

Klorokin ve hidroksiklorokin uzun yıllardır kullanımda olan sıtma, lupus ve romatoid artritte kullanılan ilaçlar ve yan etkilerini çok iyi biliyoruz. QT uzatma etkisi bilindiği ve yaygın kullanıldığı halde kardiyotoksite ACC’ ye göre çok bildirilen bir durum değildir. WHO tarafından yayınlanan survelans sonuçlarında ilaç hakkında olumsuz raporlar çok yoktur.  Azitromisin sık kullanılan makrolid ajan ve azitromisine sekonder kardiyovasküler ölümlerin oranı 47/ 1,000,000 hasta olarak bildirilmiştir. Her ne kadar hidroksiklorokin ve azitromisin tedavisinin sinerjik kardiyotoksik olduğu düşünülse de bu konuda yeterli kanıt yok diye kabul edilmektedir. İlaçların tek başlarına kullanımlarıı ile kombine kullanımı arasındaki fark, şu anda net değildir.

İlaca bağlı TdP riskini artıran faktörler; kadın cinsiyet, yapısal kalp hastalıkları, konjenital uzun QT sendromları, elektrolit bozuklukları, hepatik/ renal yetmezlik, QT uzatan ilaçların kullanılmasıdır. Aşağıda Tablo 1’ de Tisdale tarafından hazırlanmış ve ilaca bağlı QT uzaması riski olan hastaları öngördürmede kullanılan bir sınıflama mevcut. Tisdale skor ≤ 6 düşük risk,  7-10 orta risk ve skor ≥ 11 ise yüksek risk olarak sınıflanmıştır (2).

Tablo 1. İlaç ilişkili QTc uzamasında Risk skorları

ACC tarafından yayınlanan makale (1)  ve atıfta bulunduğu Tisdale (2013) makaleleri (2) ektedir. Özellikle yukarıdaki risk gruplarının validasyonu ilginizi çekebilir. ACC önerilerini ayaktan veya yatarak tedavi gören hastalar için EKG bulguları ve Tisdale risk skorlamalarına göre düzenlemiş ve makalede detaylı olarak belirtmiş. Önemli bulduğum bir cümlede ise kaynakların yetersiz olduğu durumlarda risk skoru ≤6 ise ve ulaşılabilir EKG, telemetri de yoksa bile başlanabileceğini makalede belirtmiş ki pandemi durumunda bunun önemli bir öneri olduğunu kabul edebiliriz.

İyi okumalar dilerim.

Kaynaklar:

1. https://www.acc.org/latest-in-cardiology/articles/2020/03/27/14/00/ventricular-arrhythmia-risk-due-to-hydroxychloroquine-azithromycin-treatment-for-covid-19

2. Tisdale JE, Jaynes HA, Kingery JR, et al. Development and validation of a risk score to predict QT interval prolongation in hospitalized patients [published correction appears in Circ Cardiovasc Qual Outcomes. 2013 Nov;6(6):e57]. Circ Cardiovasc Qual Outcomes. 2013;6(4):479–487. doi:10.1161/CIRCOUTCOMES.113.000152

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Critical Reviews in Toxicology’de 2019 sonunda yayınlanmış olan Gonçalvez ve ark.’nın bir yazısı üzerinden, Sentetik Katinon’ları sizlerle tartışmak isteğindeyim.

Bilindiği üzere son dekatta, “yeni jenerasyon” psikoaktif maddeler, yasadışı ilaç piyasasında yerini edinmeye başladı. Kötüye kullanımı olan klasik maddelerle karşılaştırıldığında, bunlar internet satışıyla ya da özel marketler aracılığıyla daha kolay erişilebilen, daha ucuz maddelerdir.

Psikoaktif maddeler, psikofarmakolojik etkilerine göre; stimulanlar, sentetik kanabimimetikler, halüsinojenler, dissosiyatifler, sentetik opiyatlar ve sedatif/hipnotikler olarak altı gruba ayrılırlar. Sentetik Katinonların (SKat); kokain, MDMA ve amfetaminler gibi psikostimulan ve halüsinojenik etkileri vardır. Banyo tuzu veya gübre olarak satılırlar ve üzerinde “insan kullanımı için değildir” ibaresi yer alır. SKat’ın kimyasal bileşimi, khat bitkisi (yemen otu) içerisinde yer alan doğal bir stimulandır. MDMA ve kokain gibi, SKat’lar da (monoamin membran transporterları aracılığıyla) dopamin, noradrenalin ve seratonin konsantrasyonunu artırarak etki gösterir.

Birkaç SKat potansiyel klinik kullanım amacıyla test edilmişse de; klinikte günümüzde sadece bupropion, sigara bırakma ve depresyon tedavisinde kullanılmaktadır. Diğer SKat türevleri ciddi yan etkileri sebebiyle başarısız olmuşlardır.

SKat’lar piyasada genellikle beyaz, sarımsı veya kahverengi toz olarak, ya da ince kristaller olarak bulunur. Daha nadiren tablet ya da kapsül olarak da bulunur. Sıvı, sigara karışımı veya bitkisel karışımlar olarak da farklı formları mevcuttur. Paketler genellikle birden çok çeşit SKat’ı bir arada bulundurur ve diğer maddelerle (kafein, topikal anestezikler, diğer yasadışı maddeler) karıştırılarak hazırlanır.

En sık kullanım şekli burundan çekme veya ağız yoluyla yutmadır. İnhalasyon, intramuskuler ya da intravenöz enjeksiyon, rektal uygulama ve gingival alım da daha nadir de olsa bildirilmiştir. Kullanım dozu ise birkaç miligram ile 1 gram toz arasında değişmektedir. İstenen etkileri ise öfori, artmış sosyalleşme, duyuların yoğunlaşması ve seksüel uyarılmadır.

Genellikle keton grubu SKat’ların polaritesini artırır ve hidrofilitesini artırır. Bu da amfetaminlerle karşılaştırıldığında kan-beyin bariyerinden geçişini zorlaştırır. Eşdeğer etkiyi oluşturmak için SKat’ların daha yüksek dozda ve daha sık uygulanması gerekir.

Dopamin, noradrenalin ve seratonin gerialım inhibisyonları ve salınımlarına bakılarak, SKat’lar 3 gruba ayrılır. Birinci grubun etkileri kokain ve MDMA’ya benzer ve “kokain-MDMA-karışık katinonlar” olarak adlandırılır. Gerialımı nonselektiftir ve MDMA’ya benzer şekilde seratonin salınımını artırırlar. İkinci grup “metamfetamin-benzeri katinonlar” olarak adlandırılır ve tercihen dopamin ve noradrenalin gerialımını inhibe ederler ve dopamin salınımını artırırlar. Üçüncü grup ise “pyrovaleron-katinonlar” olarak adlandırılır ve güçlü ve selektif bir şekilde sadece gerialımı inhibe ederler. Salınım üzerine etkisizdirler.

Yan etkilerine bakacak olursak en sık kardiyak, psikiyatrik ve nörolojik etkileri rapor edilmiştir. SKat intoksikasyonunda hastalar, agresif, saldırgan, sesli ve görsel halüsinasyonlar gören, tremoru olan, yüksek anksiyeteli ve paranoyası olan hastalardır. Ayrıca başağrısı, bulantı, çarpıntı, periferal vazokonstüksiyon ve konvülsiyon şikayetleri olur. Taşikardi, miyokardial infarktüs riski olan hipertansiyon, inme ve uzun süreli kullanım sonrasında dilate kardiyomiyopati oluşur. Hiponatremi görülür. Seratonin aktivitesine bağlı olarak, hipertermi, metabolik asidoz ve uzamış rabdomiyoliz gözlenir. SKat intoksikasyonunda ölümün önemli sebeplerinden biri de hipertermidir. Yüksek sıcaklıklar metabolik asidoz, rabdomiyoliz, böbrek yetmezliği, dissemine intravasküler koagülasyon, koma ve ölüme sebep olur. Rabdomiyolizin en ciddi komplikasyonu akut böbrek yetmezliğidir. Akut böbrek yetmezliğinin bir başka sebebi de periferik vazokonstrükiyonun sebep olduğu renal hipoperfüzyon ve sebep olduğu akut tübüler nekrozdur. Akut karaciğer yetmezliği de diğer bir komplikasyondur. Kaşıntı ve çok terleme ile belirti verir. SKat’lar ayrıca kullanılan maddenin çeşidi, kullanım süresi, sıklığı ve dozuna bağlı olarak nörokognitif disfonksiyona ve sitotoksisiteye sebep olur. SKat’lar nöronlarda oksidatif stres, otofaji ve apopitoza sebep olurlar. Katinonların spesifik bulgularını her zaman gözlemlemek mümkün olmayabilir çünkü genellikle alkol, tütün, MDMA, kanabis gibi diğer maddelerle birlikte kullanılırlar.

Günümüzde SKat’lar için bir antidot bulunmamaktadır. Bu nedenle klinik yaklaşım, semptomatik ve destek tedavi olmalıdır. Hipertermi için intravenöz hidrasyon; hiponatremi için hipertonik salin ve su kısıtlaması yapılabilir. Ajitasyon, agresyon, nöbetler ve hipertansiyon ve taşikardi için benzodiazepinler kullanılabilir. Ajitasyon ve agresyon gerilemezse antipsikotikler devreye sokulabilir. Hipertansiyon için sodyum nitroprussid veya nitrogliserin gibi vazodilatörler önerilir. Beta blokörler, istenmeyen alfa adrenerjik stimulasyona sebep olabilecekleri için tercih edilmezler. Orta ve ciddi seviyedeki hastaların kardiyak monitörizasyonu ve vücut ısısı takibi gereklidir. Kas hasarı, elektrolit, renal ve hepatik fonksiyon, kardiyak enzimler açısından biyokimyasal tetkik yapılmalıdır.

SKat kullanımı birçok ülkede ciddi problemler oluşturmaktadır. Yapısal benzerlikleri göz önüne alındığında, amfetamin benzeri etkileri olması beklenir. Kognitif bozulma ve nörotoksik etkiler görülür. Bu maddelerin farmakolojik ve toksikolojik olarak daha iyi anlaşılabilmesi ve bunlarla intoksikasyonu olan hastaların daha iyi tanınıp tedavi edilebilmesi için daha geniş çaplı araştırmaların yapılması gerekmektedir.

Kaynaklar

  1. João L. Gonçalves, Vera L. Alves, Joselin Aguiar, Helena M. Teixeira & José S. Câmara (2019) Synthetic cathinones: an evolving class of new psychoactive substances, Critical Reviews in Toxicology, 49:7, 549-566, DOI: 10.1080/10408444.2019.1679087
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Çamaşır suyu yani “Sodyum hipoklorit” genellikle yüzey antiseptiği olarak kullanılmaktadır. Sodyum hipoklorit; ağartıcı ve dezenfekte edici olarak kullanılabilir. Hem ucuz olması hem de güvenlikli ambalajlar içinde satılması nedeniyle özellikle yaygın enfeksiyon veya salgın dönemlerinde daha da ön plana çıkıyor.

Halk arasında çamaşır suyu olarak bilinen Sodyum hipokloritte kimyasal olarak etkin klor oranı % 15 -16 civarındadır. Sodyum hipokloritte; çamaşır suyu imalatında, suların klorlanması ve arıtma sistemlerinde, dezenfektan olarak ve tekstilde ağartıcı olarak kullanılmaktadır.  Sodyum Hipoklorit sıvı veya yarı akışkan olarak çamaşır suyu adıyla piyasada satılmaktadır.

Kullanım Alanları

·       Evlerde ve diğer pek çok alanda zemin temizliğinde antiseptik amaçlı en yaygın kullanılan kimyasal ajandır.

·       Sodyum Hipoklorit sıklıkla, sularda dezenfektan olarak ve farklı sektörlerde (tekstil) ağartıcı madde olarak kullanılmaktadır.

·       En yaygın olarak kullanılan alanlardan biri de şebeke ve içme suyunun mikrobiyolojik arıtmasıdır.

·       Havuz ve içme sularının dezenfeksiyonunda kullanılan kimyasalların başında Sodyum Hipoklorit gelir.

Toksisite ve Zehirlenme

Hipoklorik asit; sodyum hipoklorit suda eridiği zaman salınan en önemli aktif ajandır. Sudaki ayrışma pH- bağımlı ve zayıf asidik ortamda daha optimal olan bir reaksiyondur.

Şekil 1.

(a) Sodyum hipoklorit ile suyun kimyasal reaksiyonu.

(b)  Sodyum hipoklorit ile amin’ in   kimyasal reaksiyonu, sonuçta kloramin oluşur

(c) Sodyum hipoklorit ile bir asidin kimyasal reaksiyonu. Örneğin buradaki gibi hidroklorik asit ile birleşirse klor gazı oluşur.

Sodyum Hipoklorit, oksidan ajandır ve toksik etki oluşturması oksidan kapasitesine ve etkileştiği sıvının PH’ sına göre değişir. Etkileştiği sıvıya göre salınan gaz ile toksik etki görülebilir. Öte yandan lokal toksik etkileri cilt üzerinde ve mukus membranlarda korrozyon ile ortaya çıkar. Ortaya çıkabilecek hasarlar;

1.     Sodyum Hipoklorit oksidan ajan olarak su ile hemen reaksiyona girebilir. Ağız, özefagus, mide ve solunum yollarında bu reaksiyon sonucunda hipoklorik asit oluşur. Asit ve oluşan serbest oksijen radikalleri hücresel proteinler parçalanarak sitotoksik hasar yaparlar.

2.     Sodyum Hipoklorit ammonium bazlı ürünler ile reaksiyona girebilir. Örneğin temizlikte kullanılan ajanlar, yüzme havuzu dezenfektanları ammonium bazlıdır. Bu reaksiyon sonucunda kloramin gazı açığa çıkar. İnhale edilen kloramin solunum yollarındaki nem ile etkileşir. Solunum yollarında amonyak, hidroklorik asit ve serbest radikaller açığa çıkar. Solunum yollarındaki akut irritasyon ve astma benzeri tablonun nedeni bu gazlardır. Yüksek konsantrasyonlara ulaşıldığı zaman bu ajanlar kimyasal pnömonit, bronşiyal yanıklar ve ödeme neden olabilir.

3.     Sodyum Hipoklorit bir asit ile reaksiyona girdiği zaman ise Klor gazı açığa çıkar. Bu asidik ürünler en çok temizleme amaçlı kullanılan asit bazlı solüsyonlardır. Klor gazının salınımı ve dağılımı pH’ ya ve hipoklorit konsantrasyonuna bağlıdır. Özellikle pH 2.4 altında olan güçlü asitler ile reaksiyon olduğu zaman hasar daha fazla olur. Klor gazı açığa çıkınca su ile reaksiyona girip hidroklorik ve hipoklorik asitleri oluşturur. Sonuçta solunum yollarında hücreler haraplanır, nekrotize olur. Klor gazı etkisi distal bronşlara kadar ilerleyebildiği için tüm solunum sisteminde yaygın nekroz gelişebilir.

4.     Bir diğer patoloji de Sodyum Hipoklorit etkisi ile metabolik ve elektrolit bozuklukların görülmesi, metabolik asidoz ve hiperkloremi tablosudur.

Sodyum Hipoklorit ile zehirlenmeler; oral, inhalasyon ve deri veya mukozalardan temas ile olabilir. Ulaşılabilir deri ve mukoza temas noktaları bol su ile temizlenmelidir.

Oral Yoldan Alım

Zehirlenmeler, en sık bu yoldan alım ile görülür. Kokusu ve tadından ötürü fazla hacimli almak zordur. Sık ve az hacimli alımlarda minor gastrointestinal semptomlar görülür. Bulantı, kusma, ağız içinde ağrı, hematemez, ishal ve karın ağrısı oluşabilir. Az miktarda alınan sodyum hipoklorit ile striktür oluşması pek beklenmez. Ancak tanı ve tedavide endoskopik işlemler mutlaka yapılmalıdır. Oral yoldan alım sonrasında aspirasyon, solunum yollarında ödem, dispne ve solunum arresti de bildirilmiştir. Metabolik asidoz, hipernatremi ve hiperkloremi bazı nadir vakalarda bildirilmiştir.

Oral yoldan alım sonrası gastrik dekontaminasyon yapılamamalıdır. Aktif kömür tedavisi ise endoskopik görüntüyü bozar ve aktif kömür hipokloriti absorbe edemez. Gastrik lavajın erken saatlerde başvurularda bile kontrendike olduğunu unutmamak gerekir. Ağızdan sıvı alımı da durdurulmalıdır.

İnhalasyon Yoluyla Alım

İnhalasyon yoluyla sodyum hipoklorit zehirlenmesi hakkında daha az bilgi mevcut. En çok bildirilen semptomlar; üst hava yollarında irritasyon, bulantı veya kusma, gözlerde yanma, halsizlik, dispne, baş ağrısı ve burunda irritasyon hissi olarak tanımlanmıştır. Uzun dönem çamaşır suyu ile temizlik yapanlarda ise astım benzeri klinik bildirilmiştir. Burada esas problem farklı yüzey temizleyiciler ile karıştığı için klor gazı veya kloramin gazının salınmış olmasıdır. Hipoksi, pnömonit, trakeobronşit, pulmoner ödem ve solunum yetmezliği gibi daha ciddi etkiler de görülebilir. Ortam havalandırılarak temizlik yapılması bu yolla zehirlenmelere karşı en iyi önlemdir.

Genel Destek Tedavisi

Hastada korrozif hasar bulguları varsa; ağız içi yanıklar, orofaringeal veya abdominal ağrı, kusma, dispne, respiratuar distres, disfaji, salyada artış veya stridor varsa hastada fiberoptik endoskopi ve BT yapılmalıdır. BT intramural hasarın derinliğini anlamak için önemlidir.

Semptomatik tedavide respiratuar ve kardiyovaskuler takip önemlidir. Eğer belirgin solunum yetmezliği varsa erken entübasyon gerekebilir. Asid baz dengesi, nabız oksimetre, serum elektrolit takibi yapılmalıdır. Metabolik asidoz tablosunda sodyum bikarbonat tedavisi önerilmiştir ancak bu tedavinin hipernatremiyi artırma riski vardır. Temizlikte çamaşır suyu ile dezenfektan karışması sonucunda olan inhalasyon zehirlenmelerinde akciğer fonksiyonları kontrol edilmeli ve görüntüleme yapılmalıdır.

Sodyum Hipoklorit Kullanımı ve Zehirlenmesi Hakkında Genel Öneriler

  1. Özellikle Coronavirus salgını döneminde olduğu gibi pek çok salgın ve bulaş riski olan dönemde halk arasında çamaşır suyu olarak bilinen Sodyum Hipoklorit yüzey dezefeksiyonu için önerilmektedir.
  2. Çamaşır suyu doğru kullanıldığı zaman en güvenilir yüzey dezenfektanıdır.
  3. kaza ile ağızdan Sodyum Hipoklorit alanlarda kusturma yapılmamalı ve tıbbi destek verilmelidir.
  4. Sodyum Hipoklorit ile temizlik ve dezenfeksiyon yapıldığı zaman ortamın havalandırması yeterli olmadır ve başka temizlik ajanları ile karıştırılmamalıdır.
  5. Sodyum Hipoklorit zehirlenmesinde, eğer cilt ve mukozadan bulaş varsa, yıkama ve dekontaminasyon yapılmalıdır. Ancak oral yolla alımda esas tedavi endoskopik girişimlerdir.

Kaynaklar:

  1. Robin J. Slaughter, Martin Watts, J. Allister Vale, Jacob R. Grieve & Leo J. Schep The clinical toxicology of sodium hypochlorite, Clinical Toxicology, 2019; 57:5, 303-311, DOI: 10.1080/15563650.2018.1543889
  2. Gummin DD, Mowry JB, Spyker DA, et al. 2016 Annual Report of the American Association of Poison Control Centers’ National Poison Data System (NPDS): 34th Annual Report. Clin Toxicol (Phila). 2017;55:1072–1252.
  3. Satar S, Topal M, Kozaci N. Ingestion of caustic substances by adults. Am J Ther. 2004;11:258–261.
0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Reçetesiz satılan ilaçlar içerisinde, salisilatlar, önemli bir orana sahiptir. Orta ve hafif şiddetli ağrılarda analjezik olarak kullanılmalarının yanı sıra antipiretik, antienflamatuar ve antitrombosit etkilerinden de faydalanılmaktadır. Salisilatlar; reçetesiz satılır ve neredeyse her evde bulunur. Bu anlamda sıradan ilaçlar gibi düşünülse de; akut koroner sendrom ve koroner arter hastalık tedavisinde, santral sinir sistemine ait iskemik patolojilerin önlenmesinde en çok kullanılan ilaç grubudur. Kronik enflamatuar hastalıkların tedavisinde protokol ilaçlardır. Son dönemde popüler olan alternatif tıp yöntemlerinden, herbal tedavilerinin içerisinde de asetil salisilik asite rastlandığı, literatürde sıkça belirtilmiştir. Ve maalesef bu herbal tedavilerde asetil salisilik asit içeriği standardize edilememektedir.

Asetil salisilik asit moleküler olarak, renksiz kristalize toz halinde bulunur ve suda tamamen eriyebilir. Salisilat içeren ilaçlar, piyasada; tablet, kapsül veya sıvı formlarda bulunabildiği gibi, topikal olarak kullanılan krem veya merhem formlarında da bulunmaktadır. Sıklıkla toksisite sebebi, salisilatın kazara veya kasten aşırı dozda alınmasıdır. İlaç kutularında emniyetli kapakların kullanılması ile birlikte, çocukluk çağında salisilat toksisitesi belirgin olarak azalmıştır.

Farmakolojik Özellikler

Salisilat emilimi alınan preparata göre erken, geç veya düzensiz olabilir. Yüksek miktarda salisilat alımı sonrasında, gastrik pH değişir. Bunu takiben gastrik boşalma yavaşlar ve salisilatın absorpsiyonu gecikir. Bu durum salisilatın asidik formu ile ilişkilidir ve ilaca spesifik bir özelliktir. Pik serum düzeyine ulaşması 18-24 saat sürse de; toksik etkileri ilk 6 saatte görmeye başlıyoruz. Metil salisilatın sıvı formları ise pik düzeye daha kısa sürede ulaşır. Uzun etkili tabletlerde ise bu süre 10-60 saate kadar uzayabilir.

Toksisite şiddeti, hücre içi salisilat konsantrasyonu ile ilişkilidir. Salisilatların çok az miktarı proteinlere bağlanır, %90’ı serbest moleküller halindedir. Fizyolojik pH düştüğünde salisilat non-iyonize hale döner. Non-iyonize salisilat molekülleri tüm hücre membranlarından ve kan beyin barierinden kolaylıkla geçebilir. Salisilatların yaygın sistemik etkilerinin temelinde bu özellikleri yatar ve nörotoksik etkilerini bu sayede oluşturur.

Şekil: Aspirin 2-(asetiloksi) benzoik asit

Salisilatlar sitrik asit siklusunu ve oksidatif fosforilasyonu inhibe ederler. Fosforik asit ve sülfürik asid birikir. Bu durum böbrek yetmezliği ile sonuçlanır. İntoksikasyonla birlikte, yağ asit metabolizması artar ve keton cisimleri oluşur. Tüm bunlar; intoksikasyona sekonder artmış anyon açıklı metabolik asidoza yol açarlar.

Akut Salisilat Zehirlenmesinde Biyokimyasal Değişiklikler

Akut zehirlenmelerde en sık karşılaşılan klinik bulgular; bulantı ve kusmadır. Bulantı ve kusma; gastrik irritasyon yanında santral sinir sisteminde “kemoreseptör trigger zone” uyarılması ile gelişir. Şiddetli kusma; hipovolemiye, azalmış renal perfüzyona, oligüriye, anüriye ve elektrolit imbalansına yol açabilir. Bu bozulma, tamponlama mekanizmalarında aksama ile birlikte salisilat eliminasyonunu azaltarak, toksisitenin daha da derinleşmesine neden olmaktadır.

Salisilat zehirlenmelerinde; santral sinir sisteminde direkt etkiyle solunum hızlanmaktadır. Zehirlenmenin ileri evrelerinde ise solunum merkezi baskılanmaktadır. Solunum hızının artması; metabolizmayı artırarak, O2 kullanımını ve CO2 oluşumunu arttırmaktadır. Santral ve periferik glikoliz, glikojenoliz ve glikojenez dengesinin etkilenmesi sonucunda glukojen depoları boşalır. Salisilat intoksikasyonunda kan şekeri normal de olsa; nöronlarda ve glial hücrelerde “Glukoz uptake”’i bozulmaktadır.  Tipik olarak “respiratuar alkaloz” gelişir. Respiratuar alkaloz; hem metabolik değişikliklere, hem de solunum merkezindeki direkt etkilere bağlı olarak gelişir. Bu durum oluşması beklenen metabolik asidozu dengeler ancak ventilatuar kompansasyon CO2 miktarını dengeleyemezse “metabolik asidoz” tablosu görülür. Alkaloz döneminde böbreklerden HCO3¯ ve K+ atılımı başlar, respiratuar tamponlama durunca metabolik asidoz derinleşir. Ancak böbrek kompansasyonu geç reaksiyon verdiğinden asidozu dengelemeye yeterli HCO3¯ kalmayabilir ve klinik ağırlaşır.

Hücresel Krebs siklus enzimlerini inhibe olması sonucunda;

  1. Katabolizma ile birlikte CO2,
  2. Vücut ısısı,
  3. Glikoliz nedeniyle periferik glukoz ihtiyacı,
  4. Yıkım nedeniyle laktat, piruvat ve keton cisimleri artmaktadırlar.

Sonuç olarak respiratuar alkaloz ile başlayan “mikst geniş anyon açıklı metabolik asidoz” ortaya çıkar.

Şekil: Salisilat; mitokondriyal depolarizasyona sebep olur ve böylece mitokondriyal Ca2+ alımını engellenmesine sebep olur.

Akut Salisilat Zehirlenmesinde Klinik Bulgular 

Akut zehirlenmede kliniğinde; alınan salisilat miktarı, alımın üzerinden geçen süre ve hastanın yaşı etkilidir.  Klinikte daha çok “geleneksel” olarak alınan doza göre şöyle bir derecelendirme yapılmakta idi;

  1. Hafif intoksikasyonlar; alınan miktar 150 mg/dl altındadır. Klinikte bulantı, kusma, gastrointestinal irritasyon bulguları vardır.
  2. Orta intoksikasyonlar; alınan miktar 150-300 mg/dl arasındadır. Klinikte kusma, hiperpne, diaforez, tinnitus ve asit-baz dengesizliği tespit edilir.
  3. Ağır intoksikasyonlar; alınan miktar 300- 500 mg/dl arasındadır. Klinikte şok tablosu gözlenir.
  4. Letal intoksikasyonlar; alınan miktar 500 mg/dl üzerindedir. Koma ve ölüm tablosu beklenir.

Bu sınıflama, güncel uygulamada geri planda kalmıştır. Çünkü kan düzeyinin klinikle direkt ilişkili olduğu gösterilememiştir. Hastalarda yukarıda anlatılan fizyolojik bilgiler ışında klinikte en önemli parametre hastanın oluşan metabolik dengesizliği  “tamponlama” kapasitesidir.

Günümüzde kullanılan klinik sınıflama asit baz dengesi ve elektrolit imbalansı üzerinden açıklanır.

  1. Faz 1. Direkt Santral Sinir Sistemi etkisiyle hiperventilasyon fazıdır.  Respiratuar alkaloz ve kompansatuar alkalüri mevcut. İdrarda K+ ve HCO3 atılır. Yaklaşık 12 saat sürer.
  2. Faz 2. Respiratuar alkaloz devam etmektedir. K+ kaybı devam etmektedir. İdrarda paradoksik asidüri saptanır. Bu faz alımdan birkaç saat sonra başlar ve 12-24 saat sürebilir.
  3. Faz 3. Dehidrasyon, hipokalemi, progresif metabolik asidoz fazıdır. Alımdan sonra çocuklarda 4-6 saat sonra, adolesan ve erişkinlerde ise 24 saat sonra başlar.

Bulantı, kusma, tinnitus, diaforez her fazla mevcut olabilir. Toksisite derinleşip metabolik tablo bozuldukça; ajitasyon, delirium, konvulziyonlar, letarji ve stupor gözlenir. Hipertermi ciddi toksisite bulgusudur.

Pediatrik Yaş Grubunda Salisilat İntoksikasyonun Özellikleri  

Çocukların klinik seyri erişkinlerinkinden farklıdır. Çocuklarda akut zehirlenmeleri daha iyi tolere edilir. Pediatrik grupta asit-baz durumu hastanın yaşına bağlı olarak değişiklik gösterir. Sıklıkla; 4 yaş ve üzerindeki astalard metabolik asidoz, 4 yaş altındakilerde ise daha çok respiratuar alkaloz ve artmış anyon açıklı asidoz beklenir. Kronik salisilat intoksikasyonları ise, çocuklarda daha ciddi ve fatal seyreder. Çocuklarda görülen; hiperventilasyon, hipovolemi, asidoz, hipokalemi ve santral sinir sistemi bulguları, kliniğin infeksiyöz etyolojilerle karıştırılmasına neden olabilir. Küçük çocuklarda ateş yüksekliği görülebilir ve kötü prognozu göstergesidir. Yine bu yaş grubunda, Reye sendromu; salisilat toksisitesine bağlı oluşur.

Erişkin Yaş Grubunda Salisilat İntoksikasyonun Özellikleri 

Erişkin hastaların maruz kaldığı miktarın tespiti, herzaman hastanın kliniği ile alakalı bilgi sağlamayabilir. Bulantı, kusma, tinnitus, terleme, hiperventilasyon sık görülen bulgular arasındadır. Çoğu hastada mikst tipte asit-baz dengesizliği yani respiratuar alkaloz ve metabolik asidoz vardır. Birlikte sedatif hipnotik bir ilaç alınmışsa, hiperpne baskılanacağı için respiratuar asidoz oluşur. Hastaların yaklaşık yarısında normal anyon açığı saptanır. Salisilat zehirlenmesine bağlı nadir vakalarda nonkardiak pulmoner ödem ve nefropati görülebilir. Erişkin dönemde; rabdomiyoliz ve gastrik perforasyon daha sık görülen komplikasyonlardır.

Kronik salisilat zehirlenmesi, erişkinlerde; çocuklara kıyasla, daha sık görülür.  Nörolojik bulgular ön plandadır. Kronik zehirlenmelerde; tremor, papil ödem, ajitasyon, tuhaf davranışlar, paranoya, hafıza bozuklukları, konfüzyon ve stupor gibi nörotoksisite bulguları saptanır.

Done Nomogramı Kullanımı

Salisilat intoksikasyonda hızlı tanı ve müdahale için kullanılırdı. Klinik bulgular, nomogram göstergelerinden önceliklidir. Genellikle yanlış kullanılır olduğu için günümüzde Dome nomogramı kullanılmıyor.

Konvansiyonel Tedavi

Salisilat zehirlenmesinin pesifik antidotu yoktur. Tedavide amaç primer stabilizasyon, volüm replasmanı, metabolik düzeltme, uygun vakalarda dekontaminasyon ve salisilatın vücuttan atılmasıdır. İlk adım; klinik olarak belirgin salisilat toksisite varlığını ortaya koymaktır. Bunu; sık aralıklarla muayene yaparak ve seri serum salisilat düzeyi ölçerek yapabiliriz. Aktif kömür; 1-2 g/kg, tek doz olarak önerilir. Literatürde, tekrarlayan dozların etkinliğini gösteren çalışma yoktur. Aktif kömür, ilaç alımını takiben ilk 4 saat içinde verilebilir. Ayrıca, laksatif olarak polietilen glikol verilen vakalar da literatürde mevcuttur.

Salisilatın idrarla eliminasyonu, idrar akımıyla ilişkili olsa da, idrar pH’sı ile doğru orantılıdır. İdrar yoluyla salisilat atılımını sağlamak için hedef olarak idrarda pH > 7.5 olacak şekilde alkalinizasyon sağlanmalıdır. Serumda K+ düzeyinin normal veya > 4.5 mEq/L olması şartıyla, hastaya sodyum bikarbonat infuzyonu yapılması idrar alkalinizasyon tedavisinin temelini oluşturur. Eğer K+ düzeyi <4.5 mEq/L altında ise idrarda bikarbonat iyonlarını takiben K+ iyonları yerine H+ atılır. O zaman idrar hedeflenenin tam tersine daha asidik olur ve salisilatlar için iyon tuzağı tedavisi yapılamaz.

Ekstrakorporal Tedaviler 

Ekstrakorporal tedaviler (EKT), alkali diüreze ve destek tedaviye rağmen; böbrek yetmezliği, ağır asit–baz dengesizliği, elektrolit imbalansı, bilinç değişiklikleri ve ARDS gelişmiş olan hastalarda önerilmektedir.

EXTRIP Önerileri:

  1. Salisilatlar diyalize edilebilen moleküllerdir (Kanıt B)
  2. Ciddi salisilat zehirlenmelerinde EKT uygulanabilir (1D)
    1. Mental durum değişikliği (1D)
    2. ARDS (1D)
    3. Standart tedaviye dirençli olanlar (1D)
  3.  Bulgulara bakmaksınızın yüksek salisilat konsantrasyonu olanlar;
    1. Böbrek fonksiyonu normal olanlarda
      1. >7.2 mmol/L (100 mg/dL) için kanıt düzey (1D);
      2. >6.5 mmol/L (90 mg/dL) için kanıt düzeyi (2D)
    2. Böbrek yetmezliği olanlarda
      1. >6.5 mmol/L (90 mg/dL) için kanıt düzeyi (1D);
      2. >5.8 mmol/L  (80 mg/dL) için kanıt düzeyi (2D).
  4. Ciddi asidemisi olanlar pH ≤ 7.20 (2D)
  5. Önerilen EKT yöntemi intermittan hemodiyaliz (1D)
  6. Hemoperfüzyon (1D) ve renal replasman tedavileri (3D) uygulanabilir.
  7. Yenidoğan grubunda exchange transfuzyon yapılabilr. Kanıt düzeyi (1D)

Salisilat Zehirlenmelerinde Prognoz

Literatürde; akut salisilat zehirlenmelerine bağlı mortalite %1-16 olarak bildirilmiştir. Kronik zehirlenmelerde ise bu oran %16-25’lere kadar ulaşır. American Association of Poison Control Centers (AAPCC) verilerine göre analjezik ilişkili ölümlerin %24’ünden aspirinin sorumlu; tek başına veya kombine alındığı durumlarda.

Taburculuk kararı verirken, hastaların; hem klinik olarak hem de biyokimyasal olarak normalleştiğinin konfirme edilmesi gerekmektedir.

Kaynaklar

1.    Gummin DD, Mowry JB, Spyker DA, Brooks DE, Osterthaler KM, Banner W. 2017 Annual Report of the American Association of Poison Control Centers’ National Poison Data System (NPDS): 35th Annual Report. Clin Toxicol (Phila). 2018 Dec. 56 (12):1213-1415.

2.    Pearlman BL, Gambhir R. Salicylate intoxication: a clinical review. Postgrad Med. 2009 Jul. 121(4):162-8.

3.    Mund ME, Gyo C, Brüggmann D, Quarcoo D, Groneberg DA. Acetylsalicylic acid as a potential pediatric health hazard: legislative aspects concerning accidental intoxications in the European Union. J Occup Med Toxicol. 2016. 11:32.

4.    Greene T, Rogers S, Franzen A, Gentry R. A critical review of the literature to conduct a toxicity assessment for oral exposure to methyl salicylate. Crit Rev Toxicol. 2016 Nov 11. 1-23.

5.    Rauschka H, Aboul-Enein F, Bauer J, Nobis H, Lassmann H, Schmidbauer M. Acute cerebral white matter damage in lethal salicylate intoxication. Neurotoxicology. 2007 Jan. 28(1):33-7.

6.    [Guideline] Chyka PA, Erdman AR, Christianson G, Wax PM, Booze LL, Manoguerra AS, et al. Salicylate poisoning: an evidence-based consensus guideline for out-of-hospital management. Clin Toxicol (Phila). 2007. 45(2):95-131.

7.    McCabe DJ, Lu JJ. The association of hemodialysis and survival in intubated salicylate-poisoned patients. Am J Emerg Med. 2017 Jun. 35 (6):899-903.

8.    Ong GY. A simple modified bicarbonate regimen for urine alkalinization in moderate pediatric salicylate poisoning in the emergency department. Pediatr Emerg Care. 2011 Apr. 27(4):306-8.

9.    Juurlink DN, Gosselin S, Kielstein JT, Ghannoum M, Lavergne V, Nolin TD, et al. Extracorporeal Treatment for Salicylate Poisoning: Systematic Review and Recommendations From the EXTRIP Workgroup. Ann Emerg Med. 2015 Aug. 66 (2):165-81.

0 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis