Yoğun, stresli ve kaygılı bir yılı geride bırakırken, 2021’in ülkemize ve tüm dünyaya sağlık, barış ve mutluluk getirmesini dileriz. Hoş geldin 2021! Mutluluk, sağlık ve başarılarla dolu bir yıl olsun!
Yazar: Vahide Aslıhan DURAK
Bursa’da doğmuş. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdikten sonra bitmek tükenmek bilmeyen enerjisine en uygun uzmanlık dalı olarak Acil Tıbbı belirlemiş ve memleketi Bursa’ya dönerek Uludağ Üniversitesi’nde uzmanlık eğitimini tamamlamıştır. 8 yaşında bir kızı vardır. Resim, heykel, konser, tiyatro, roman yani sanatın her türüne olan sevgisi, her fırsatta bir etkinlik kapısında kendini bulmasına neden olmaktadır. Ayrıca yemek yapmayı, sağlıklı ve farklı tarifler denemeyi sever.
Tıp ve sanatı birbirinden ayrı düşünmek imkansızdır. Zaten bu yüzden de tarihin çeşitli kısımlarında ressamlar eserlerinde hep doktorlara yer vermemişler midir?
Anatomiyi ve bilhassa cerrahiyi merak eden ressamların yaptıkları eserler yıllarca büyük galerilerde sergilenmiş ve bir hayli de merak uyandırmıştır.
Tıp ve sanat birbirine bu kadar bağlı ise o zaman biz doktorlar neden gündelik hayatımızın her alanına sanatı adapte etmeyelim. İşte benim anlatmak istediklerimin çıkış noktası da bu aslında. Bizim işimiz acil ve acil servisler çok yoğun. Bu konuda hemfikiriz. Nöbet usulü çalışıyoruz ve evet çıkınca uyumak dışında hiçbir şey yapmayı istemiyoruz. Ama bahaneler üretmekte üstümüze yok.
“Benim zamanım yok. Çocuğum var onla ilgilenmem lazım. Eşim doktor değil ve kalan zamanımı eşimle ve evimle ilgilenerek geçirmeliyim. Müze gezip de ne olacak sanki?”
Çoğu zaman şehrimizde olan kültürel aktivitelerden haberimiz bile olmuyor. Oysa bugün en küçük şehirlerde bile o kadar çok tiyatro festival ya da konser yapılmakta ki.
Demek ki sorun bizde …
Peki acaba hiç düşündünüz mü sabah uyandığımız andan itibaren aynaya baktığımızda, kendimiz için yaptığımız her şey aslında sanatın yansıması olabilir. Saçınızı farklı yapmaktan tutun da alıştığınız tarzın dışında bir şeyler giymek bile aslında bilinçaltınızda estetikle yani aslında sanatla ilgili bir hareketlenme olduğunu gösterir.
Sabah kahvaltısı için hazırladığınız sofrada bir özen olması da aslında bir sanattır. Sevdiğiniz bir fincanla kahve içmek ya da tabaktaki yiyeceklerin renkleri bile aslında siz fark etmeden sizi mutlu etmektedir.
Gelelim işe gitme kısmına. Yolda ağaçlara ya da gökyüzüne bakmak da pekâlâ hayranlık uyandırıcı bir manzara olabilir ve bu da güzel bir tabloya bakmakla aynı hissi yaratabilir.
Buraya kadar her şey tamam da acilin kapısından girdiğimizde o karmaşada aynı şeyleri nasıl hissedeceğiz. İşte o kısımda da en önemli ve bizi biz yapan özelliğimiz devreye giriyor. İnsanlara olan sevgimiz ve olaylara tolerans gösterebilme becerimiz. İnanın ki, yukarıda anlattığım şekilde bir güne başlangıç yaptığınızda sabrınızın ve hoşgörünüzün nasıl arttığına şaşıracaksınız.
Türkiye Acil Tıp Derneğinin magazin kültür ve haber dergisi BÜLTEN’in 6. sayısı, 1 Kasım 2020 tarihi itibari ile okuyucularının beğenisine sunuldu. Sevilen derginin kısaltılmış e-dergi formunu sitemizde görebileceksiniz.
Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp kliniğinde hizmet veren tüm sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddet olayını kınıyoruz ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde fedakarca görevlerini yerine getirmeye çalışan sağlık çalışanlarına karşı yapılan şiddetin her türlüsünün artık bitmesini diliyoruz.
Şiddet sonrası görevine devam eden meslektaşlarımıza her türlü hukuki destegi vermeye hazır ve her zaman yanlarında olduğumuzu kamuoyuna saygıyla duyururuz.
Türkiye Acil Tıp Derneği
Yönetim Kurulu
DÜNYA ÇAPINDA DEZAVANTAJLI BÖLGELERE SAĞLIK HİZMETLERİNE ERİŞİMİ SAĞLAYAN PHILIPS VAKFI, PHILIPS TÜRKİYE İŞBİRLİĞİ İLE TÜRKİYE’NİN COVID-19 MÜCADELESİ KAPSAMINDA TÜRKİYE ACİL TIP DERNEĞİ YÖNLENDİRMESİYLE SAĞLIK ÇALIŞANLARINA TIBBİ CİHAZ BAĞIŞI DESTEĞİNDE BULUNDUĞUNU DUYURDU.
Bu süreçte dünya genelinde pek çok ülkeye yardımlarını ulaştıran Philips Vakfı, Philips Türkiye iş birliği ve Türkiye Acil Tıp Derneği’nin yönlendirmesiyle hastanelerin acil servislerine mobil ultrason ürünlerini bağışladı. Ultrason cihazları ambulanslar, hastaneler ve acil servisler de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda, akciğerde COVID-19’dan kaynaklanan görüntü değişikliklerinin tespit edilebilmesi veya olası kardiyak komplikasyonlar için tarama yapmak, hastalığın sürecini tespit etmek ve izlemek için kullanılıyor. Bu sayede, sağlık çalışanları virüse maruz kalan hastaları daha kolay bir şekilde izleyerek, hastalara daha iyi bakım sağlayabiliyor.
Philips Türkiye CEO’su Haluk Karabatak: “İnsanı işin merkezine alan lider bir sağlık teknoloji şirketi olarak, geliştirdiğimiz inovatif ürün ve hizmetlerimiz ile tüketicilerimizin her zaman yanındayız. Tüm dünyanın da savaştığı COVID-19 ile mücadele kapsamında sağlık profesyonellerini desteklemek bizi gururlandırdı. Sağlık sistemini desteklemenin ne kadar önemli olduğu biliyoruz ve bu konudaki sorumluluğumuzun farkındayız. Türkiye Acil Tıp Derneği’nin iş birliği ile ihtiyaç duyan hastanelere mobil ultrason ürünümüzü ulaştırarak, COVID-19 mücadelesine desteğimizi sürdürüyoruz. Bu doğrultuda iş birlikleri için hem Philips Vakfı’na hem de Türkiye Acil Tıp Derneği’ne çok teşekkür ederim” dedi.
Türkiye Acil Tıp Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Bülent Erbil: “Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de mücadele ettiğimiz COVID-19 için en başından beri tüm sağlık çalışanları ile omuz omuza çalışıyoruz. Biliyoruz ki her hastanenin kapasitesi, insan kaynağı ve teknik olanakları birbirinden farklı. Philips Vakfı ve Philips Türkiye tarafından yapılan teknolojik tıbbi cihaz bağışı bu noktada değerli olmuştur. Hastanelerin acil servislerine destek olan Philips Vakfı ve Philips’e teşekkür ediyorum” dedi.
Ulusal dergimiz Turkish Journal of Emergency Medicine, 2019 yılı için açıklanan ölçeklere göre bir önceki yıl 0,81 olan citescore impact faktörünü 1.6’ya çıkararak Q2 dergiler arasındaki yükselişini sürdürdü. Acil Tıp alanında indekslenen dergiler sıralamasında Türkiye, Doğu Avrupa, Afrika ve Orta Doğu ve Asya’da da 1. oldu.
Yine Dünya genelinde APC ve submission fee almadan Open Access olarak yayınlanan Acil Tıp dergileri içinde en yüksek impact faktöre sahip dergi ünvanını da aldı.
Açık bilim anlayışıyla, büyük bir özveri ile yayın hayatını sürdüren Turkish Journal of Emergency Medicine’ı ve derginin Editörler Kurulu başta olmak üzere bu başarıda emeği olan herkesi tebrik ediyoruz.
Ülkemizde yaşanmakta olan pandeminin ilk aşaması olan hastanelerin ve acil servislerin normal hasta bakımından pandemi yönetimine geçiş süreci, farklı il ve hastanelerde sorunlarla ilerlemiş olsa da başarı ile gerçekleştirilmiştir.
Ülkemizde pandemi süreci, İtalya ve İran örneklerinde olduğu gibi ağır seyretmemiş, başarılı bir şekilde yönetilerek yeni normale dönüş hazırlıkları aşamasına gelinmiştir.
Önümüzdeki süreçte hazırlandığımız ve hatta kısmen giriş yaptığımız normalleşme sürecine verilecek tepkinin acil servisler ve hastanelerin diğer birimlerinde nasıl olması gerektiğine yönelik TATD öngörü ve önerilerimizi paylaşmak üzere bu rapor hazırlanmıştır.
Yazar: Mustafa Ferudun Çelikmen
Afet Tıbbı, büyük bölümü ile, hemen her gün, afet ortamlarını aratmayan acillerde çalışan Acil Tıp hekimlerinin işidir. 13 Mart 1992 depreminde, memleketim Erzincan da hastane enkazı altından çıkarttığımız depremzedelerden biri, Cerrahpaşa da okurken tanıdığım, genel cerrahide çalışan bir ağabeyimizin, yine sağlık çalışanı olan eşiydi.
Havayolu ile, o zaman çalıştığım İstanbul’daki hastaneye getirilmesine rağmen, “ezilme yaralanması-crush” dan ötürü kaybettik. Bu olay benim hayatımdaki başlıca dönüm noktalarından biridir. Erzincan’ın efsane valisi Recep Yazıcıoğlu ile tanışmama vesile olan, “Ferudun, hemşire hanımı bıraktıktan sonra hemen dön, burada insanların hekimlere ihtiyacı var” sözü üzerine Erzincan’a geri döndüğümde ilk günler fark edemediğim facianın boyutları, ülkemizde özellikle afetlerden ders çıkarma konusundaki duyarsızlığımızı iyice beynime işlemişti.
Gencecik Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, 26-27 Aralık 1939’da 7.2 şiddetindeki depremle yerle bir olan, 33 bin vatandaşımızın yaşamını yitirdiği, 100 binin üzerinde insanımızın yaralandığı Erzincan, aynı yere KAF’ın tam ortasına, hastaneleri ile, diğer kamu binaları ile uygunsuzca, duyarsızca inşa edilmiş ve yarım asır sonra, 652 insanımızı daha yitirdiğimiz, binlerce vatandaşımızın yaralandığı felakete davetiye çıkarılmıştı. (Her iki depremin merkez üssü yakındır!)
Hastaların, büyük ölçüde, bir yerlere kaçma gibi bir kurtuluşlarının olmadığı hastane vb. mekanlar da depreme karşı tek şansları, bu binaların sağlam olmasıdır. Okullar, AVM ler, cami, kapalı spor salonu gibi toplu bulunulan yerlerin, çok sağlam yapılmasından başka çare yoktur. Ülkemizde o yıllar da, dağ kazalarına, afetlere yönelik, özellikle ilk anlarda hızla hareket edecek bir arama–kurtarma ekibi, yapısı yoktu. İkisi de hekim olan, iki dağcılık federasyonu başkanımızı, dağ kazalarında kaybettik. Özellikle Dağ arama-kurtarması ile ilgili hiçbir örgütlenmenin olmadığını çaresizlik içinde gördük.
Yine o yıllarda Dokuz Eylül Üniversitesi’nde ilk Acil Tıp ve ATT eğitim programları açıldı. Acillere, işinin ehli Acil Tıp Uzmanlarının, hastane öncesi acillere paramediklerin yetişeceği yeni bir dönem başlıyordu…
Doksanların başından itibaren, 18 yıl boyunca çalıştığım hastanemde, ülke çapında afet haline gelen trafik kazaları başta olmak üzere, olağandışı durumlara karşı, Dokuz Eylül ün ilk ATT lerini de işe alarak, İnternational acil ekibinden, Cerrahpaşa’dan arkadaşlarla, DMAT (afetlerde tıbbi yardım ekipleri) benzeri ekip oluşturduk. Bu ekiple uçak kazasında, otobüs devrilmesinde, Dinar depreminde, çalıştık. Bu alanda ülkemizde çok büyük bir ihtiyaç vardı ve ilk yardımı, tıbbi tedaviyi bilen, soğukkanlılıkla müdahale eden Acilcilerin ön cephede olması gerekiyordu!
Doksanların başında ülkemizde de birçok arama – kurtarma operasyonuna gerek bireysel olarak, gerek oluşturduğumuz bu mini ekiple, gerekse Dağcılık Federasyonu bünyesinde katıldım. Onlarca dağcı, kayakçı, snowbord’cu, avcı, gezgini kaybolduktan ya da kaza geçirdikten sonra kurtardık.
Kuyudaki köpeği çıkardık, ağaçtan inemeyen kediyi, kayalıklar da sıkışan keçileri indirdik. Basına yansıyan büyük kurtarma operasyonları arasında Onno Tunç-Hasan Kanık ın yaşamlarını yitirdikleri uçak kazası sonrası Taz dağında, canlı yayın yapmak üzere gidip, etekle, takım elbise ile mahsur kalan, 2. gün biterken donmak üzere olan, 30 aşkın basın mensubunun kurtarılması, yine hızla bürokrasiden uzak hareket edebilmenin yararını gösterdi. Önce basın helikopteriyle, sonra arazi aracı ile Taz dağında mahsur kalanlara ulaşmaya çalışıp, tüm araçla ulaşım imkanlarının tükendiği yerde, çok kötü kar tipi, olumsuz hava koşullarında, ancak tur kayakları ile insanlara ulaşıp, onları donmak üzere iken kurtarmıştık.
1994’den itibaren çok yoğun yurt içi ve dışı eğitimlere, tatbikatlara katıldım. İskoçya’da Glencoe ve Fort William’da muhtelif defalar kış arama-kurtarması, RAF la gece arama-kurtarması eğitimleri ve gerçek operasyonlarda bulundum. Almanya da THW (Technisches Hilfswerk –Alman Federal Yönetimine bağlı, gönüllülerle afet benzeri durumlarda çalışmalar yürüten bir yapı) den eğitim aldım. Alaska’da Ulusal Park Rangerleri ile Denali NP da yüksek irtifa arama-kurtarma operasyonlarına katıldım.
Resmen kurulmadan önce, 90’ların ortalarında, AKUT un ilk yıllarında da, birçok dağ kazasına, uçak-helikopter kazalarına, depremlere, sel baskınlarına gittik. Hipotermiden, donmalara, çığ altında ezilme yaralanmalarına müdahale ettik. Arama Kurtarma Derneğine, kurucularından olarak, tıbbı bir deyim olan ve “hızlı, ivegen” olalım, koşalım, yetişelim, ”canları kurtaralım” anlamında, AKUT ismini verdim. Din, milliyet, etnik figürler içermeyen, yalnızca zor durumda, yardım isteyen “insan” ı temsil eden, “el” e, güçlü bir insiyatifle, yukardan gelip bileğine yapışıp, kurtaran AKUT logosunu çizdim. Derneğin resmen kuruluş öncesinden başlayarak, 3 yılı aşkın ilk başkanlığını yaptım. Türkiye depremlerinden, Yunanistan’a, Taiwan’a bir çok uluslararası afete koşan ekibin içinde yer aldım. 1999 da ülkemizin en güvenilen kuruluşu olduk(yalnızca STK olarak değil, kamu ve özel tüm kurumlar arasında, 3 kamuoyu araştırması sonuçları ile!).
Nobel barış ödülü adaylığımız gündeme geldi, ilk iken yüzlerce arama-kurtarma derneğinin kurulmasına ilham olduk.
Yaşam kurtarmanın, umutsuzluk içinde kurtarılmayı bekleyenlere el uzatmanın tarifsiz onurunu yaşadık.
Acil ve Afet ortamından vakit buldukça da, 10 yılı aşkın süre küresel iklim değişikliğinin etkisi ile yok olan Kuzey Kutup bölgesine gittim. “Kaybolan Kuzey” kitabımda bize uzak ama aslında bir o kadar yakın coğrafyaları ve birbiri ile akraba halkları, kaybolan kültürlerini ve kutup canlılarının büyük ölçüde bizim sebep olduğumuz hazin yok oluşlarını yazdım.2019 da bastırabilmeyi umuyorum.
35. yılına girdiğim meslek hayatımda geriye dönüp baktığımda, onca sıkıntıya rağmen, nerelerden nerelere geldiğimizi, Acil Tıp da müthiş bir jenerasyonun geldiğini görüyorum. Ülkemizde sağlık sisteminin gerek poliklinik sayısı, gerek hasta çeşitliliği ve direkt yaşama çekip kurtardığı insan sayısı ile en önde geleni olan, gerekse de afetlerde sahaya ilk koşan ekiplerin başında gelen Acil Tıp ailesinin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum…
Klinisyenin İyilik Halinin Anlatımları
Yazar: Tanju Taşyürek Bursa’da doğsa da kökleri Ege’ye dayanır. Bornova Anadolu Lisesi ve Ege Tıp mezunudur. Askerliğini Kara Harp Okulu revirinde yaptıktan sonra Ankara’da kalmıştır. Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlaması Genel Müdürlüğü’nde çalıştığı yıllar siyasete, devlete ve tababete bakışında köklü değişiklikler yaratmıştır. Ankara 112’de başladığı acil serüvenini uçak ambulans ile göklere taşıdıktan sonra, İstanbul’a acil tıp uzmanlığı için iniş yapmış, Marmara Üniversitesi’nde uzmanlık eğitimini tamamlamıştır. Tarihte medeniyetlerin izlerini kovalamayı, Platon’un Akademia’lısını, Roma’nın Sezar’lısını, zeybeğin Aydın’lısını, tarihin İlber’lisini sever. Soyadınız gibi değilsiniz diyenleri tebessümle seyreder.
Yirmi yıl kadar önce yeni milenyuma hazırlanılırken sağlık alanında dönüşüm hedefleri içerisinde hastaların daha iyi bir hizmet alabilmeleri için yeni kurumlar ve kurallar dizisi inşa ediliyordu. Öncesinde uzun yıllar hazırlık çalışmaları yürütülen bu dönüşümün esas fikir merkezi Amerika Birleşik Devletleri idi. “Hiçbir ülke, hatta Amerika bile, sağlık harcamalarında bu yükü kaldıracak kadar zengin değildir” söylemiyle yürütülen çalışmaların merkezinde hizmet sunan ile hizmet alanın arasına hizmeti finanse eden bir kuruluş, SGK yerleşiyordu. Maliyetin ön plana çıkmaya başladığı bu yeni ufukta olması istenen etkiler için stratejiler geliştirilirken, bu etkilerin öngörülemeyen başka sonuçları henüz pratikte gün yüzüne çıkmamıştı.
Bugün gerek ABD’de gerek ülkemizde sağlık sisteminin değişen manzarası, klinik pratik ve klinisyen, öğrenci, hasta ve hasta yakınları üzerinde derin etkilere neden olmaktadır. Milenyum başında bir devlet politikası olarak planlanan projeler, Türkiye yakın siyasi tarihinde siyasi istikrar ve güç ile birleşerek ülke sağlık hizmet pratiğini dönüştürürken; artan iş yükü ve baskısı, klinisyenler için ezici bir iş talebi ve yetersiz kaynakların dengesizliğine katkıda bulunmuştur. Bu talep artışı ve kaynak yetersizliğinin yarattığı baskı, çalışanlar üzerinde fiziksel, psikolojik ve duygusal strese yol açmaktadır.
Bugün üzerinde pek çok çalışma yapılan ve tüm boyutları çok iyi bilinen tükenmişlik (burn-out) bir iş yeri sendromu olarak artık hasta güvenliğini ve sağlık hizmeti kalitesini tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır. Duygusal tükenmişlik, yüksek depersonalizasyon (örn: sinizm) ve işyerinde düşük kişisel başarı hissi klinisyen, öğrenci, eğitmen, hasta ve hasta yakınlarını etkileyen, giderek büyümekte olan bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Yazar: Cemile Üstün 1988 yılında Trakya topraklarında doğmuş, 2006-2012 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi yıllarında gözlerini dünyaya Smryna’da açmıştır. 2013 yılında başladığı Ege Acil’de halen asistanlığını eli kulağında uzman tadında devam ettirmektedir. İzmir UMKE ekibinin bir parçası, çiçeği burnunda eğitmenidir. Yolda olmayı, müziğin peşinde koşmayı, yoga yapmayı, yeni kitap kokusunu sever. “Lotusun içindeki cevher”in peşinde, an’da kalma çabasında, Asya’sıyla birlikte yolculuğu devam etmektedir. (instagram @reshekimi)
Bunu anlamak için biraz özne’ye bakalım. Özne “Afet”…
“Afet” kelimesinin mecazi anlamı dışında Türkçe Sözlük’te üç anlamı var;
- Çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkım,
- Kıran
- Çok kötü
Daha kapsamlı tanımına bakarsak;
“Birçok kurum ve kuruluşun koordineli bir biçimde görev almasını gerektiren ve insan hakları için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar meydana getiren, normal yaşamı ve insan aktivitelerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplumları veya insan topluluklarını etkileyen doğal, teknolojik ve insan kökenli olaylara” AFET diyoruz.
Peki acil servislerde çalışan bizlere çok uzak mı bu kavram?
Sizce de her nöbet sanki bir afeti yönetir gibi geçmiyor mu?