Doktorluk ve Sanat


Yazar: Vahide Aslıhan DURAK

Bursa’da doğmuş. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdikten sonra bitmek tükenmek bilmeyen enerjisine en uygun uzmanlık dalı olarak Acil Tıbbı belirlemiş ve memleketi Bursa’ya dönerek Uludağ Üniversitesi’nde uzmanlık eğitimini tamamlamıştır. 8 yaşında bir kızı vardır. Resim, heykel, konser, tiyatro, roman yani sanatın her türüne olan sevgisi, her fırsatta bir etkinlik kapısında kendini bulmasına neden olmaktadır. Ayrıca yemek yapmayı, sağlıklı ve farklı tarifler denemeyi sever.

Tıp ve sanatı birbirinden ayrı düşünmek imkansızdır. Zaten bu yüzden de tarihin çeşitli kısımlarında ressamlar eserlerinde hep doktorlara yer vermemişler midir?

Anatomiyi ve bilhassa cerrahiyi merak eden ressamların yaptıkları eserler yıllarca büyük galerilerde sergilenmiş ve bir hayli de merak uyandırmıştır.

Tıp ve sanat birbirine bu kadar bağlı ise o zaman biz doktorlar neden gündelik hayatımızın her alanına sanatı adapte etmeyelim. İşte benim anlatmak istediklerimin çıkış noktası da bu aslında. Bizim işimiz acil ve acil servisler çok yoğun. Bu konuda hemfikiriz. Nöbet usulü çalışıyoruz ve evet çıkınca uyumak dışında hiçbir şey yapmayı istemiyoruz. Ama bahaneler üretmekte üstümüze yok.

“Benim zamanım yok. Çocuğum var onla ilgilenmem lazım. Eşim doktor değil ve kalan zamanımı eşimle ve evimle ilgilenerek geçirmeliyim. Müze gezip de ne olacak sanki?

Çoğu zaman şehrimizde olan kültürel aktivitelerden haberimiz bile olmuyor. Oysa bugün en küçük şehirlerde bile o kadar çok tiyatro festival ya da konser yapılmakta ki.

Demek ki sorun bizde …

Peki acaba hiç düşündünüz mü sabah uyandığımız andan itibaren aynaya baktığımızda, kendimiz için yaptığımız her şey aslında sanatın yansıması olabilir. Saçınızı farklı yapmaktan tutun da alıştığınız tarzın dışında bir şeyler giymek bile aslında bilinçaltınızda estetikle yani aslında sanatla ilgili bir hareketlenme olduğunu gösterir.

Sabah kahvaltısı için hazırladığınız sofrada bir özen olması da aslında bir sanattır. Sevdiğiniz bir fincanla kahve içmek ya da tabaktaki yiyeceklerin renkleri bile aslında siz fark etmeden sizi mutlu etmektedir.

Gelelim işe gitme kısmına. Yolda ağaçlara ya da gökyüzüne bakmak da pekâlâ hayranlık uyandırıcı bir manzara olabilir ve bu da güzel bir tabloya bakmakla aynı hissi yaratabilir.

Buraya kadar her şey tamam da acilin kapısından girdiğimizde o karmaşada aynı şeyleri nasıl hissedeceğiz. İşte o kısımda da en önemli ve bizi biz yapan özelliğimiz devreye giriyor. İnsanlara olan sevgimiz ve olaylara tolerans gösterebilme becerimiz. İnanın ki, yukarıda anlattığım şekilde bir güne başlangıç yaptığınızda sabrınızın ve hoşgörünüzün nasıl arttığına şaşıracaksınız.

Bir gün deneyin…

Son 5 yıldır sanat faaliyetlerini takip etmeyi ve hatta ailemi ve arkadaşlarımı da dahil etmeyi alışkanlık haline getirdim. Sanırım düzenli yapabildiğim tek hobim bu ve ben de çok şey değiştirdiğini gözlemledim.

35 yıldır Bursa’da olan biri olarak açıkça söylemek gerekirse, son yıllarda şehrimiz çok yol kat etti. Festivaller, konserler, sergiler ve zaten var olan müzeler ve tarihi eserler Türkiye’nin ve hatta Dünya’nın her yerinden ziyaretçi toplamakta. Çok mutluyuz ve hepsini takip ediyoruz. Daha da önemlisi benim gözümden kaçanları hatırlatacak hocalarım var. Ne mutlu bana 🙂 Demek ki acilin hocaları sanatı her an takipte.

Yakın olması ve ulaşımın kolay olması sebebi ile İstanbul şahane bir alternatif. Bu sene geçen sene de katılma fırsatı bulduğum Contemporary Istanbul ve Art Week Akaretler’i gezerken yukarıda bahsettiğim kavramın yani gündelik hayatın sanata adapte edilebilirliği dikkatimi çekti. Bu şekilde gördüm ki aslında kişilerin gündelik rutinlerinde bir farkındalık yaratmak ve etrafındaki güzellikleri fark etmesi amaçlanmıştı. Eğer biz doktorlar, olaya bir de bu açıdan bakabilmeyi başarabilirse eminim çok daha mutlu olabiliriz.

Sanırım sergi küratörlerinin amacı, bu güzel bakabilen ve güzellikleri gören bireylerin sayısının artmasını sağlamak.

Tam da bu noktada yine büyük usta Ara Güler’in fotoğrafları aklıma geldi. O da zaten İstanbul’u ve aslında belki de her gün yanından geçtiğimiz insanları ve yerleri fotoğraflayarak bizim bu güzellikleri fark etmemizi hedeflememiş miydi? [Bu arada dip not; İstanbul Modern’de yer alan Ara Güler fotoğraf sergisi de devam ediyorsa mutlaka gezilmesi gereken yerler arasında]

Bu yıl içinde gittiğim ve sanırım beni en çok etkileyen sergilerden biri de Ömer Koç’un kişisel koleksiyonundan oluşturulan “İçimdeki Çocuk” adlı sergi. Dev heykeller bilhassa bahçedekiler muhteşem. Tek problem sergideki tüm heykellerle resim çektirmek ve sosyal medyada paylaşmak isteyenler. Kapının önündeki metrelerce kuyruğun tek sebebi bu J Ama tabi ki yılmadan bekleyip gezdik ve kızımla bayıldık (8 yaşındaki bir çocuk şikayet etmeden saatlerce kuyrukta bekliyorsa ve bunda annesinin zorlaması yoksa, bu da aslında bir farkındalığın gelişmeye başladığını gösterir. İşte mutlu edici bir durum daha).

Sonuç olarak dediğim gibi sanat festivalleri, sergiler, müzeler, konserler hep olacak, ve biz yine katılma fırsatı bulamamaktan yakınırken bulacağız kendimizi. İyisi mi önce yakın çevremizdeki güzelliklerden başlayalım. Sonbaharın bu güzel günlerinde ağaçların yapraklarının o kızılımsı turuncu rengi bile tek başına birçok sergiye bedel…

Bahane bulmadan geçireceğimiz ve tüm güzellikleri fark edeceğimiz günlere

Güzel bakın, güzel görün ve hep sanatla kalın…

Galeri


Paylaş Paylaş