5 Şubat akşamı her zamanki gibi güzel bir güne uyanmak üzere uykuya dalmışlardı. hayallerinin gerçekleşmesi ve sabah doğacak güneş eşliğinde sevdiği kalplere yeniden kavuşmayı diledikleri duaları eşliğinde.
Fakat bir daha uyanamadılar…
Kimileri de uyuyanların sağlığı veya güvenliği için uyumamayı tercih etmişti. Sabah olunca sevdiklerine kavuşup, görevini ifa etmenin mutluluğu ile huzur içinde uyumayı hayal ederek.
Fakat bir daha uyuyamadılar…
6 Şubat sabahı kimileri uyanamamış, uyananlar ise sevdiği kalplerin telaşına düşmüştü. Gece Uyanık yakalananların gözleri ise canlı şahidi olmuştu tüm olan bitenlere. Saniyeler saatlere dönüşmüştü o gözler için. Uzakta olan bizlerin ise bedenimiz yatağımızda, fakat kalplerimiz asrın felaketinde uyanmıştık. Gelen her yeni haber ile neler olduğunu, felaketin boyutunun ne kadar vahim olduğunu tahayyül etmeye çalışıyorduk. Nutkumuz tutulmuş, konuşmak bile istemiyorduk. Bizzat yaşamış, sevdiklerini kaybetmiş olanların içinde bulunduğu halet-i ruhiyelerini hayal etmeye çalışıyorduk. Ama nafile.
Tüm ülke tek vücut olmuş deprem bölgesine akmaya başlamıştı. ilk iş olarak gönüllü yazılmış olarak bulduk kendimizi. Felakete nöbette uyanık olarak şahit olmuş meslektaşlarımızın, güneşi nasıl karşıladıklarını, bir yandan kan ter içinde yaralılara yardım ederken diğer yandan da ayrı kaldığı çocukları, eşi, anne/babası veya diğer sevdiklerine ulaşmaya çalışırken içine düştükleri durumu hayal etmeye çalışıyor, bir an önce yanlarında olmak için can atıyorduk.
Felaketin ilk günlerinde gidememiş olsam da ilk fırsatta gidebilmek, yaraları sarabilmek, bir cana umut olabilmek için valizim hazır, beklemeye başlamıştım. Her ne kadar hazır bekliyor olsam da görevlendirildiğimi öğrendiğim an içimi anlam veremediğim garip bir duygu kaplamıştı. Anlam veremiyordum. Çünkü mutluluk, heyecan, belki de beni neyin beklediğini tahayyül edememenin verdiği korkunun iç içe girdiği garip bir duyguydu bu.
Hatay’a ulaştığımızda, her ne kadar sıcak saatler geçmiş, halk ve şehir depremin acılarını sindirmeye başlamış olsa da; enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle şehir toz duman ile kaplanmıştı. İnsanlar hayatta kalma çabası içine düşmüştü. İnsanların gözlerinde ilk gördüğüm hüzün ve sevdiklerini/hayallerini kaybetmenin verdiği acı olmuştu. Fakat herşeye rağmen konuşmak için harekete geçen dudaklarından dökülen ilk cümleler ile kalplerinin derin bir minnet ve vefa duygusu ile kaplı olduğu anlaşılıyordu.
Hatay Eğitim Araştırma Hastanesi bahçesinde konuşlanmış sahra hastanesine ulaştığımızda, resmi prosedürleri yapıp çadırlarımıza yerleşmemiz epey meşakkatli olmuştu. Bizlere yer gösterip ilk dakikalardan beri ev sahipliği görevini layıkı ile yerine getiren, başta anestezi teknisyeni Furkan kardeşim ve diğer Hatay’lı hastane personeli ile ateş başında yaptığımız hüzünlü sohbet, dakikalar içinde ortama alışmamızı sağlamıştı. Mevcut şartların beklediğimden daha iyi olduğunu görmek beni ve ekip arkadaşlarımı rahatlatmıştı. Bunun sebebi belki de çok daha kötü şartlara hazır olmamızdı.
Sahra hastanesindeki görevi devraldığımda gördüğüm tablo, hizmet verdiğimiz hasta portföyünün, depremin primer etkisinden ziyade sekonder etkilerini yaşayan ve mevcut yaşam şartlarının etkileri ile mücadele eden halk kitlesinden ibaret olduğuydu. Artık normal hasta popülasyonuna hizmet vermeye başlanmıştı. Bir nevi sağlık hizmetinde normalleşmeye başlanmıştı. Bu nedenle bizden önceki meslektaşlarımızın yaşadığı sıkıntıları yaşamıyorduk.
Mevcut tabloda verilen acil sağlık hizmetinin en önemli sıkıntısı; vatandaşların müracaat edeceği herhangi bir sağlık birimi olmadığı için tüm sistemin acil servis üzerinden işliyor olmasıydı. Doğal olarak randevu sistemi veya poliklinik hizmeti yoktu. Kontrol muayene, kronik ilaç yazımı, kronik hasta takibi, idame tedavilerin uygulanması gibi normal şartlarda acil servisin kapısının önünden bile geçmeyen hizmetler, acil servis şartlarında verilmek zorundaydı. Üstelik de sahra hastanesi (çadır) şartlarında.
Normal şartlarda acil serviste, kronik ilaç yazdırmanın teklif edilmesini bile hazmedemeyen, randevu bulamadığı için acil servisi kullanmaya çalışan vatandaş kitlesi ile muhatap bile olmak istemeyen bir acil hekimi olarak, istemediğim ot burnumun dibinde bitmişti. Herşeyin sadece bir bakış açısından ibaret olduğunu, işte o an anlamıştım. Kendime hayret ediyordum. Çünkü kendi çöplüğüm dediğim acil servisimde, teklif edilmesini bile hazmedemediğim işleri, sahra hastanesinde büyük bir huzur ve mutluluk içinde yapıyordum. Kontrole geldiğini söyleyen hastaya eşlik edip muayenesinin yapılabilmesini sağlıyor, kronik ilaç reçetelerini büyük bir hevesle yazıyor, acil tıbbı ilgilendirmeyen birçok hizmeti yapıyor ve yaptığım her işlemde ruhumun huzura erdiğini hissediyordum.
Herşey bir yana o masum insanların gözlerinden minnet duyguları okunabiliyordu. Dudaklarından dökülen dualarına nail olabilmek için, bilgisayar oyunlarında bonus toplamak için yarıştığımız gibi birbirimizle yarışıyorduk. Çalışan her bir sağlık ferdi, ister gönüllü isterse görevlendirme ile gelmiş olsun, hizmette bir biri ile yarışıyor, dinlenme zamanında bile acil çadırına gelip yardım etmek için çabalıyordu. Ben bu durumu “ruhumuz, bedenimizin önüne geçti. Yorulmak, ruhumuzun gıdası oldu.” diye tanımlıyorum.
“Tüm ekip uyum içinde çalıştık…”
Acil serviste çalıştığın ekip çok önemlidir. Ben bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü öyle bir ekibe denk geldim ki; hiçbir arkadaşımda, bir tek “of” bile duymadım. Büyük bir şevk ve ekip ruhu ile uyum içinde çalıştık. Nöbette ruhumuza yüklenen negatif enerjinin, nöbet sonrası deşarj edilip boşaltılması gerekiyordu. Bu nedenle kendimize bir sosyal alan oluşturmayı planlamıştık. Hatay’daki ilk 2-3 gün içinde, ekibimin uyumu sayesinde ilk günden son güne kadar tam bir kamp hayatı yaşamayı başardık. Tüm ekip birlik olmuş çadır hayatını güzelleştirmenin binbir yolunu bulmayı başarmıştık.
“Sağlık Cafe’de sabaha kadar süren tatlı sohbetler eşliğinde ısındık”
Hatay’ın yağmur ve rüzgar mevsimine denk gelmiştik ve soğuk ve yağmur nedeniyle sıkıntı yaşıyorduk. Fakat varilden devşirme sobalarımızda yaktığımız ateşin etrafında gerçekleştirdiğimiz sıcak sohbetler, bize tüm sıkıntılarımızı unutturuyordu. Hatta işi abartmış, çadırın bir köşesinde otantik bir şark köşesi ve yer sofrası yaptık. Odun ateşinde demlenmiş çay eşliğinde yaptığımız sohbetler ile soğuk gecelerimizi şenlendirmeyi başardık. Bir kaç gün içinde sağlık camiası arasında, bizim çadırın konumu “Sağlık Cafe” olarak anılır olmuş, uykusu kaçanların sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden sohbetleri için uğrak yeri haline gelmişti. Öyle ki; durumu, ateşte közlediğimiz patatesler ile yaptığımız çakma kumpir eşliğinde canlı maç yayını seyredecek kadar abarttık. Bu sayede şartlardan dolayı üzerimize çöken negatif duygulardan kurtulmayı başardık.
Ne kadar nahoş bir çalışma ortamında hizmet veriyor olsak da, o kadar güzel dostluklarımız oluştu ki; 14 günlük hizmet sürem bana yetmeyip ikinci bir 14 gün için görevimi uzattığımı duyan arkadaşların birçoğu “Abi, keşke bizde uzatsaydık görev süremizi” diyerek oradan ayrılmak istemediklerini dile getirmişlerdi.
“Vefalı bakışlar en büyük mutluluk…”
Sonuç olarak Hatay’da geçirmiş olduğum (14+14) bir aylık süre zarfında, insanların acı ve hüzün dolu gözlerinden okunan vefa duygularını gördükçe, onlara hizmet etmenin mutluluğu ile doldu ruhum. Onların acılarına ortak olmakla, bir nevi yüklerini hafifletmiş gibi hissediyor insan. İç duygularında esen fırtınaları hissetmemiz mümkün olamaz elbette. Fakat o masum insanlara hizmet etmek gurur verici bir duyguydu benim için. Belki çok büyük işler başarmış olmayabilirsiniz. Ama görevini bitirip geri dönerken, manevi dünyanızda kendinizi bir kahraman gibi hissetmenize neden oluyor. Ruhunuzun arındığını hissedebiliyorsunuz. O ortamda öyle bir duygu yoğunluğu ile baş başa kalıyorsunuz ki; asıl görev alanımızda bir insanın hayatını kurtardığında hissedemediğiniz kadar yoğun duyguları ve insanların minnettarlığını, deprem bölgesindeki bir masuma çok basit bir reçete yazdığında bile hissedebiliyorsunuz.
O bölgeye gidecek meslektaşlarıma naçizane tavsiyem: Yol soran bir depremzedeye hangi çadıra gideceğini anlatmak kadar basit bir olayda bile gözlerine baksın. O bir çift gözde, size karşı vefa ve minnet duygularını hissedip huzur bulabilirsiniz.
Tüm bu duygularımı tarif edebileceğimi düşündüğüm bir cümle olarak söyleyebileceğim son söz: “Bu masum insanlara hizmet etmek, bende beyin detoksu oluşturdu. Kendimi resetledim.”
Sizlere de tavsiye ederim.
Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Temmuz 2023 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.