Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Aidat Ödemesi Bağış
Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
  • Üye Girişi
Pazar, 1 Haziran, 2025
Son Yazılar
Sağlıkta Şiddet Yasası
Güzel Şehir Van
Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.
’Bilimin Işığında’ Projesi Devam Ediyor
Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre
Acil Tıp Bülteni
Acil Tıp Bülteni
Aidat Ödemesi
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Copyright 2024 - All Right Reserved
Dünya

Dış Haber: DSÖ, Küresel Acil ve Travma Bakımı Girişimini başlattı

by Mehmet Alp Akın 6 Mayıs 2019
written by Mehmet Alp Akın

Haber: Göksu BOZDERELİ BERİKOL

2003-2009 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi ve 2006-2012 Anadolu Üniversitesi İşletme 2009-2012 ODTU BTSP ve SBT programı,  2010-2014 Mersin Üniversitesi Acil Tıp AD Acil Tıp ve 2012-2014 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilişimi MSc, Halen İstanbul Bakırköy Dr Sadi Konuk EAH Acil Tıp kliniğinde Acil Tıp Uzmanı ve Akdeniz Üniversitesi Tıp bilişimi A.D’ da Tıp Bilişimi PhD’ ne devam etmektedir. Acil Tıp ve sağlık alanında veri madenciliği, makine öğrenmesi, programlama, web tabanlı eğitim gibi alanlarda çalışmalar yapmış olup; bulanık mantık ile tahminleme, biyoinformatik, derin öğrenme alanlarında da planlanan çalışmalara devam etmektedir.

Dış Haberler Editörü: Cem OKTAY

1995 yılında Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimine başlamış olup eylül 1995’ten bu yana Türkiye Acil Tıp Derneği içinde, 1999’ dan bu yana ise Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalında görev yapmaktadır. Ülkemizin Acil Tıp ihtisasını bitiren 10. uzmanı olan sayın Oktay’ ın, Acil Tıp ile ilgili ulusal ve uluslararası çok sayıda kurum, komisyon, etkinliğe katkı sağlamakla birlikte, Acil servisin ortamını yaşamak dışında tıp ve acil tıp eğitimi gibi önceliklerinin olduğu bilinmektedir.

8 Aralık 2018 tarihinde Cenevre, Davos merkezli AO Vakfı’ nın cömert desteği ile Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Küresel Acil ve Travma Bakımı Girişimi’ni başlattı.

Dünya çapında akut hastalığı olanlar ve yaralılar, zamanında bir acil bakımın olmaması nedeniyle her gün ölmektedir. Bunlar arasında yaralanma ve enfeksiyonlar, kalp krizi ve felç, astım ve gebeliğin akut komplikasyonları olan çocuklar ve yetişkinler bulunmaktadır. Birçok ülkede bir ambulans çağırmak için bir acil yardım numarası ya da eğitimli acil yardım personeli yoktur. Birçok hastanede özel acil durum birimleri bulunmamaktadır ve acil durumların tanınması ve yönetimi konusunda az sayıda eğitimli personel vardır. Bu boşluklar, her yıl milyonlarca önlenebilir ölümle sonuçlanmaktadır.

DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus,

“Evrensel sağlık kapsamının önemli bir parçası olan acil bakıma erişimin olmaması yüzünden, kimse ölmemelidir” dedi. “Yaşamları kurtaran basit, uygun fiyatlı ve kanıtlanmış müdahalelerimiz var. Bu girişim, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insanın hak ettikleri hayat kurtarıcı bakım hizmetlerine zamanında erişmelerini sağlayacak.”

DSÖ Küresel Acil ve Travma Bakımı Girişimi’nin amacı, önümüzdeki beş yıl içinde acil bakım sistemlerinde yapılan iyileştirmelerle milyonlarca hayatı kurtarmaktır. İki temel hedefi olup, bunlar; Dünya çapındaki tüm ülkelerde kaliteli acil bakım sağlamak için kapasitelerini hızla arttırmak ve hayat kurtarma potansiyeli hakkında küresel bir savunuculuk kampanyası yoluyla farkındalığı artırmak.

İlk aşamada DSÖ ve ortakları, 10 düşük ve orta gelirli ülkeyi ulusal acil bakım sistemlerini değerlendirmek, eksiklikleri tespit etmek ve bu boşlukları ele almak için kanıtlanmış müdahaleleri yerleştirmek için destekleyecektir. Ulusal düzeydeki faaliyetler şunları içermektedir: Çevredekilerin rolünü ele alan ve ödeme gücüne bakılmaksızın bakım hizmetlerine erişim için yasalar gibi ulusal planların ve anahtar politikaların geliştirilmesi ve acil bakım sistemlerinin düzenlenme ve kaynak sağlama şeklini ele alan DSÖ standartlarının uygulanması.

DSÖ ve ortakları ayrıca acil bakımın sağlanacağı şekilde düşük maliyetli iyileştirmeleri de kolaylaştıracaktır. Bunlar arasında, her hastanın bakımı için sistematik bir yaklaşım sağlayan DSÖ kontrol listeleri ve triyajın uygulanması yer almaktadır. Ek olarak, saha görevlileri DSÖ-ICRC Temel Acil Yardım ve diğer kurslar aracılığıyla eğitilecektir. Bu girişim, Uluslararası Travma ve Acil Durum Bakımı Kayıt Merkezi aracılığı ile akut hasta, yaralılar ve onların koşullarının nasıl yönetildiğine yönelik sistematik veri toplanmasını destekleyecektir.

Bu girişimin başlatılması, 100 ülkede binlerce hekimden oluşan bir ağ aracılığıyla hasta bakımındaki mükemmelliği destekleyen AO Vakfı’ndan alınan 10 milyon İsviçre Frank’lık bir hibe ile mümkün hale getirildi. DSÖ Küresel Yaralanma İttifakı’ndaki diğer ortakların da dahil olduğu DSÖ Küresel Yaralanma ve Travma Bakım Girişimi’ne katkıda bulunmaya hazır bir çok ortaktan biridir. Bu çalışma, Dünya Sağlık Meclisi WHA 60.22 tarafından acil bakım sistemlerinde belirlenen yetkiyi yerine getirmektedir.

İlişkili Linkler
DSÖ Küresel Acil Durum ve Travma Bakım Girişimihttps://www.who.int/emergencycare/en/
WHO Travma Bakım Kontrol Listesihttps://www.who.int/emergencycare/trauma-care-checklist-launch/en/ 
WHO-ICRC Temel Acil Bakım (BEC): Akut hasta ve yaralıya yaklaşımhttps://www.who.int/emergencycare/publications/Basic-Emergency-Care/en/ 
DSÖ Uluslararası Acil Durum ve Travma Bakımhttps://www.who.int/emergencycare/irtec/en/ 
Yaralıların Bakımı için DSÖ Küresel İttifakıhttps://www.who.int/emergencycare/gaci/en/
Dünya Sağlık Meclisi Çözümü WHA 60.22http://apps.who.int/gb/ebwha/pdf_files/WHASSA_WHA60-Rec1/E/reso-60-en.pdf?ua=1

KAYNAK: https://www.who.int/emergencycare/global-initiative/en/

6 Mayıs 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Hobi

Okçuluk

by Mehmet Alp Akın 4 Mayıs 2019
written by Mehmet Alp Akın

Yazar: Yasemin Delice, Klasik bir Anadolu ailesinin aslında nazlı sayılabilecek kız çocuğu iken, klasik mahalle okullarında okuyup, mahalle kültürü ile büyüyüp günden güne nazlı altyapısını mücadeleci, zorluklarla yüzleşme ve alt etme dürtüsü ile güncellediğini ifade eden Delice, tıp hayatına 2006 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladı. Fakültenin 1. Sınıfından itibaren acil serviste gerek pansuman yapma gerekse resüsitasyona destek çıkmak ile devam eden tutkusu, 1 yıllık Şile Devlet Hastanesi mecburi hizmeti sonrasında yine Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Acil Tıp ABD asistanlığı ile taçlandı. Ege Acil vizyonu ile aldığı uzmanlıkla, Patnos Devlet Hastanesinde mecburi hizmete devam etmekte.

İnsanoğlunun varlığını sürdürebilmesi için en ilkel yöntem olan avcı toplayıcı dönemlerden bu yana süren silah arayışının belki de en eski ürünü ok ve yay… En basit şeklinden aşırı gelişmiş haline kadar kullanması basit sayılabilecek fakat teknik ve tecrübe gerektiren bu “silah” sadece bir silah olarak kabul edilirse sanırım haksızlık olur. Her toplumun kendine özgü yayları, kişiselliği olan okları ve atış teknikleri göz önüne alınırsa, oldukça ruhu olan bir enstrüman olarak kabul edebiliriz.

Günümüzde bilinen şekli ile geleneksel okçuluğun tarih sayfalarında yer alışı M.S. 5. Yüzyılda Çinliler’ e dayanmaktadır. Gerçek tarihi ve mitolojiyi etkileyen, ateşli silahların icadına kadar önemli bir yere sahip olan, ateşli silahlardan sonra gözden düşse de estetik ve efsanevi yanını asla kaybetmeyen ok ve yay, Türkler arasında da farklı dönemlerde hep değerini korumuştur. Öyle ki Türkler’in bu alandaki ustalıkları Bizans tarihinde müthiş “ok yağmurları” şeklinde geçmekte, hatta orduları ile tüm zamanlarda övünen İngilizler bile Türk okçularının atış menzillerine şaşkınlıklarını gizleyememektedir.

Geleneksel türk yayı ve okun duruşu

Türk okçuluğunu tüm diğer toplumlardan ayıran belli noktalar vardır. İslamiyet sonrası etkilerin de içinde bulunduğu ok ve yayın kutsallığı başta olmakla birlikte büsbütün bir ustalık gerektiren ritüellere sahiptir. Sadece bir ok yapmak için uzun uğraşlar, ölçümler, kimyasal tepkimeler gerekirken, bir yayın kullanılabilir bir hale gelmesi için en az aylar; hatta yıllar gerekmektedir. Her ustanın yaptığı ok ve yay da birbirine benzememektedir. Her kişiye de her yay ve ok teslim edilemez. Bunları kullanacak kişilerin fiziksel özellikleri de mevzu bahistir.  Her eline yay alan kişiye ok verilmez. Aylar yıllar boyu okçu olacak kişi “kepaze” olmak zorundadır. Yayı ile bağ kurması, kas iğciklerine yapılması gereken hareketi işlemesi, nefesini kontrol etmesi için zamana ihtiyaç vardır. Uzun bir antrenman sürecinden sonra ok ile hedefi vurmak meseledir. Ama bu ilk aşama ne kadar başarılı ise hedefe oku ulaştırmak da o kadar kolaydır. Türklere özgü yayın yapısı, tutuş, çekiş ve atış teknikleri ile uzun menzillere ok fırlatmak, at sırtındaki gibi unstabil durumlarda bile konforlu ve başarılı atışlar yapmak mümkündür.

Tirkeş: okların atışa hazır durumda koyulduğu, bele ya da sırta takılan ok çantası


Zihgir: yayın gerilmesi sırasında baş parmağı koruyan ağaç, boynuz ya da metalden yapılan yüzük


Geleneksel Türk okçusu

Hayatımda var olan herkes ve her şey ile olan bağımın içgüdüsel olduğunu kabul etmem gerekir; acil tıp ile aramdaki bağ da dahil. Acil serviste çalışmak emek ister. Her ustanın farklı teknikleri vardır. Acil hastaya müdahale etmek, onu yönetmek, tanılamak ve tedavisine ulaştırmak için yıllarınızı alan ve “kepaze” olduğunuz bir eğitim sürecine dahil olmanız lazım. Ne kadar bu süreç başarılı geçerse sonrasında hedefe ulaşmak çok da zor olmuyor. Tanıdık geldi mi? Evet, aslında bir hayatta kalma mücadelesi olması ve sürekli hedefi tutturma zorunluluğu gibi birçok benzerlik acilci olmamı ve okçulukla ilgilenmemin temelini oluşturdu. İçgüdüsel olan kısmı bu.

İçgüdülerimizi bir yana bırakırsak, acil tıbba gönül vermiş olsam da koşulların zorluğunu kabul etmem gerekir. Bu süreçte bizlere yardımcı olacak faaliyetler edinmek zorunluluk diyebiliriz. Okçuluk, benim hayatıma çok sevgili dostlarımın teşviki ile aktif olarak girdi. Evet, hobi olarak başladım fakat hayatımın bir parçası olması kaçınılmaz oldu. Özellikle doğa ile baş başa kalabildiğiniz bir aktivite ile hem o çok sevdiğiniz doğada bir silah sahibi oluyorsunuz, hem de nefes egzersizlerinden tutun da üst ekstremite başka olmak üzere tüm vücut postürünüz ve kondüsyonunuza katkı sağlıyorsunuz. Bitmek bilmeyen bir motivasyon kaynağı olması da cabası. Şimdi daha uzağa, daha uzağa, daha da uzağa… Yaşadığınız stresli olayları hedefe ulaştırdığınız her okla bir bir atabiliyorsunuz.

Çalışma stresinden bunaldıysanız, şöyle bir temiz havaya ihtiyacınız varsa, yönlendiremediğiniz bir enerjiniz varsa, geçmişle bağınızı tekrar kazanmak istiyorsanız içgüdülerinizi takip edin ve kendinize bir yay edinip “kepaze” liğe adım atın derim.

Not: Hiçbir canlıya çalışmalar sırasında zarar verilmemiştir.

4 Mayıs 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Sizden GelenlerSpor

Acil Hekimleri, Masa Tenisi Turnuvası, #MASAL da Yarıştı…

by Mehmet Alp Akın 3 Mayıs 2019
written by Mehmet Alp Akın

Türkiye Acil Tıp Derneği bünyesinde faaliyet gören kendilerini genç ve dinamik hekimler olarak tanımlayan EMPACT (Emergency Medicine Physicians in ACTion) çalışma grubu ve Acil Tıp çalışanlarının bedenen, ruhen ve sosyal yönden daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmelerini amaçlayan TATD Sağlıklı Yaşam Çalışma Grubunun aktif rol aldığı Masa Tenisi Acil Ligi (MASAL) ilk turnuvası dün İstanbul da gerçekleştirildi. Turnuvaya katılan Acil Hekimlerinin büyük keyif aldığı gözlenen organizasyon öncesinde TATD YK Üyesi Doç. Dr. Serkan Emre Eroğlu ve Sağlıklı Yaşam Çalışma Grubu Başkanı Uzm. Dr. Ebru Akoğlu açılış konuşmalarını gerçekleştirdiler.

MASAL2019 a destek veren ve turnuvaya ev sahipliği yapan Fenerbahçe Veteran Masa Tenisçileri Spor Klübü Derneği’nin antrenörü Sedat Taşkın tarafından da turnuva düzeni ve kuralları hakkında bilgi verildi.

Sosyal duyarlılık politikaları kapsamında, hekimlerimizin spora olan ilgisini diri tutmak, sağlıklı yaşam destekleme çabalarına destek olmak üzere Bilim İlaç tarafından koşulsuz destek de verilen turnuvada ilk 4′ e girmeye hak kazanan hekimlerimize Türkiye Acil Tıp Derneği’nin ana paydaşlarından olduğu uluslarası kongre 2nd Southeast European Congress of Emergency and Disaster Medicine a kayıt ödülü verildi.

MASAL 2019‘un bu ilk turnuvasında ipi göğüsleyen ilk 4 hekim;

Birinci Muhammed Tahir Teken (Bağcilar EAH)
İkinci Tahir Talat Yurttaş (Samatya EAH)
Üçüncü İdris Arslan (FSM EAH)
Dördüncü Sezgin Sarıkaya (Yeditepe universitesi)


Teselli ödülleri sahipleri;
Vehbi Özaydın (Göztepe EAH)
Onur Ocakoğlu (Bayrampaşa DH)

3 Mayıs 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Acil TıpDünya

Dış Haber: EFMI ve EUSEM, Acil Servislerin dijital dönüşümünü ilerletmek için iş birliği yapıyor

by Mehmet Alp Akın 3 Mayıs 2019
written by Mehmet Alp Akın

Haber: Göksu BOZDERELİ BERİKOL

2003-2009 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi ve 2006-2012 Anadolu Üniversitesi İşletme 2009-2012 ODTU BTSP ve SBT programı,  2010-2014 Mersin Üniversitesi Acil Tıp AD Acil Tıp ve 2012-2014 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilişimi MSc, Halen İstanbul Bakırköy Dr Sadi Konuk EAH Acil Tıp kliniğinde Acil Tıp Uzmanı ve Akdeniz Üniversitesi Tıp bilişimi A.D’ da Tıp Bilişimi PhD’ ne devam etmektedir. Acil Tıp ve sağlık alanında veri madenciliği, makine öğrenmesi, programlama, web tabanlı eğitim gibi alanlarda çalışmalar yapmış olup; bulanık mantık ile tahminleme, biyoinformatik, derin öğrenme alanlarında da planlanan çalışmalara devam etmektedir.

Dış Haberler Editörü: Cem OKTAY

1995 yılında Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimine başlamış olup eylül 1995’ten bu yana Türkiye Acil Tıp Derneği içinde, 1999’ dan bu yana ise Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalında görev yapmaktadır. Ülkemizin Acil Tıp ihtisasını bitiren 10. uzmanı olan sayın Oktay’ ın, Acil Tıp ile ilgili ulusal ve uluslararası çok sayıda kurum, komisyon, etkinliğe katkı sağlamakla birlikte, Acil servisin ortamını yaşamak dışında tıp ve acil tıp eğitimi gibi önceliklerinin olduğu bilinmektedir.

EUSEM (Avrupa Acil Tıp Derneği) ve EFMI (Avrupa Tıp Bilişimi Federasyonu), araştırma ve eğitim konusunda iş birliği yapmak ve Avrupa’daki acil servislerin dijital dönüşümünü ilerletmek için bir anlaşma imzaladı.

https://eusem.org/templates/eusem/images/eusem-logo@2x.png


EUSEM ve EFMI, Acil Tıp Sistemlerinde bilgi teknolojilerinin uygulanması için öneriler ve eğitim araçları oluşturmayı planlamaktadır. Başlangıç ​​noktası, acil servis departmanları için belirlenen minimum veri seti olacaktır. Ortak çalışma, bilgi teknolojileri araçlarını ve standartlarını ele alacak ve acil servislerde “Ana şikayet”i  ele alan tanım ve formata odaklanacaktır. İş birliği çabalarının bir kısmı, mevcut müfredatı zenginleştirecek ve önerilerin uygulanmasını teşvik etmesi beklenen eğitim materyallerinin yanı sıra Avrupa genelinde acil servisleri, hastane öncesi acil sağlık hizmetlerini ve endüstrileri de dahil edecek bir fizibilite çalışmasıdır.

EFMI Başkanı Lacramioara Stoicu-Tivadar
Eusem Başkanı – Dr Luis Garcia-Castrillo Riesgo

EUSEM Başkanı Luis Garcia-Castrillo Riesgo, “Birden fazla ortakla iş birliği içinde yapılan eğitim ve araştırma faaliyetlerinin insan gücü, zaman ve ekonomik çabalarda daha iyi sonuçlar ve tasarruflar sağladığını” belirtti. EFMI Başkanı Lacramioara Stoicu-Tivadar “EFMI için sağlık profesyonelleri ile yakın iş birliğine girme hedefini desteklediği için EFMI için önemli bir adım” dedi.

Avrupa Acil Tıp Derneği (EUSEM – http://eusem.org/) Avrupa çapında Acil Tıp kavramını, felsefesini ve sanatını tanıtmak ve geliştirmek amacıyla kar amacı gütmeyen bir bilimsel organizasyondur. EUSEM’ in temel hedefi, Avrupa ülkelerinin Acil Tıp uzmanlığını uygulamalarına yardımcı olmak ve destek olmaktır. Acil Tıp konusunda çok disiplinli bir uzman grubundan 1994 yılında doğan bir bireyler topluluğu olarak dünyaya gelen EUSEM, aynı zamanda ulusal dernek üyelerini de bünyesine katmaktadır. Şu anda bünyesinde mevcut 36 Avrupa Acil Tıp topluluğu bulunmaktadır.

Avrupa Tıp Bilişimi Federasyonu (EFMI www.efmi.org), tıp bilişimi teorisini ve uygulamasını ilerletmek amacıyla, 1976’da İsviçre’de, federasyon yapısı ve Avrupa bölgesindeki 32 ülkedeki üyeleriyle kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir dernektir. EFMI, tıbbi bilişim alanındaki araştırma ve geliştirmeyi ilerletmek ve eğitimde olduğu kadar tıbbi bilişim uygulamalarında da yüksek standartları teşvik etmeyi amaçlamaktadır. EFMI ayrıca, EFMI’yi oluşturan ülkeler arasında ve ulusal birlikler içinde geliştirilen alanda da bilgi yaymakta ve Uluslararası Tıbbi Bilişim Derneği’nin otonom Avrupa Bölgesel Konseyi olarak işlev gördüğü için, Biyomedikal Bilişim ve Sağlık Bilişimi alanında eğitim ve öğretimle ilgili kılavuz ve akreditasyon sağlamaktadır (IMIA).

3 Mayıs 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Seyahat

Arzın Merkezine Yolculuk: İzlanda… Üçüncü Bölüm

by Mehmet Alp Akın 2 Mayıs 2019
written by Mehmet Alp Akın

Yazar: Sevilay Karaduman,1990-1996 yıllarında DEÜTF de üniversite eğitimini tamamlayıp, arkasından aynı üniversitede Acil Tıp ihtisası yaptı. Halen İzmir Özel Kent Hastanesinde Acil Tıp uzmanı olarak çalışıyor. İş hayatı dışında farklı rotalara ve kültürlere seyahat, spiritüel eğitimler, spor, sağlıklı ve doğal ürünlerle beslenme ile mutfak atölyelerine vakit ayırıyor.

İzlanda yazı dizisinin “İkinci bölüm” ü için lütfen tıklayınız.

Seydisfjordur manzarası güzel olan ufak bir kasaba fakat burası için rotadan biraz çıkmamız gerekiyor. Gidilmeli mi? Evet, bence gidilmeli görülmeli. Daha doğrusu fiyortlarda olabildiğince fazla gezilmeli. Sahil şeridinden ayrılıp, içeri girince manzara birden değişiyor, biraz sanki sıradanlaşıyor. Eğilsstadir kırsalda bir kasaba. 2400 kişilik nüfusu ile bugün karşılaştığımız köylerden sonra bize dev bir metropol gibi geldi. Aslında pek bir özelliği yok. Yalnızca dinlenmek, belki bir şeyler atıştırmak için ufak bir mola vermek yeterli.   

Uzun bir yolculuktan sonra yeşilin her tonundan mahrum gri volkanik kayalıklarla çevrili bir arazide yer alan Dettifoss’ a geliyoruz. Bu dünyaya ait değilmiş izlenimi yaratan gri ıssız arazide gezinirken kendinizi ayın yüzeyine ışınlanmış gibi hissetmenize engel olamayacaksınız. Bu ürkütücü doğada karşılaşacağınız Avrupa’nın debisi en yüksek şelalesi ise tek kelime ile nefesinizi kesecek. Vaktiniz varsa biraz daha yürüyerek aynı nehir üzerindeki diğer bir şelale olan Selfoss’ u da görebilirsiniz.   

Buraya gelirken geçtiğimiz stabilize yola devam ederek ormanlık bir alana ve gölete sahip, yürüyüş yapabileceğiniz Asbyrgi Kanyon’ unu ziyaret edebilirsiniz. Sonra da gördüğüm tüm fotoğrafları harika olan küçük sahil kasabası Hüsavik’ e gidebilirsiniz. Ekip çok yorulduğu için maalesef biz ikisini de yapamadık. Balina turlarının da yapıldığı Hüsavik kasabasını adını bir dahaki sefere diyerek hafızama kazıyarak, Myvatn gölüne yakın Stöng kasabasındaki bungalov evimize doğru rotamızı çevirdik. Bu kasabayı ertesi gün tüm günü göl çevresinde geçireceğimiz için özellikle seçmiştik. Amacımız yemeğimizi yiyip, hemen yatmaktı. Ama benim yatış saatim 03.00’ü buldu yine. Bugüne kadar hiç görmediğim bir gökyüzü vardı. Nefesinizi kesen bir kırmızı turuncu… Resim olsa amma abartmışlar, fotoğraf olsa photoshop yapmışlar derdim. Durum böyle olunca burayı da Mars’a benzetmekten kendimi alamadım. Tabi ki Mars’ da uyuyarak anı ve gökyüzünü kaçırmak istemedim.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\A823CB1D-D757-44ED-B4D8-865A24599AB9.JPG

Dördüncü günümüzde Myvatan Gölü çevresinde olacağız. Bugün tatilimiz boyunca en az araba kullandığımız doğal olarak en az yorulduğumuz gün oldu. Bu bölge ülkenin çamur ve kükürt havuzlarının olduğu yer. Tüten buhar kaynaklarının fotoğraflarda etkili görüntü yarattığını söylemeden geçemeyeceğim. Ayrıca Myvatan gölünde kuş gözlem alanları, şelaleler, volkanik kraterlerde mevcut. Game of Thrones’ un pek çok bölümünün de çekildiği bölge olduğunu unutmayalım.

İsterseniz Blue Logon’ a alternatif natürel banyolarda dinlenebilirsiniz. Biz Blue Logon’ a gittiğimiz için tercih etmedik. İlk durağımız Viti krater gölü oldu. Araçla yanına kadar gidip, kısa bir yokuş yürüyerek ulaşıp, 30-45 dakikada kraterin etrafını dolaşabiliyorsunuz. Manzara çok güzel, mutlaka panoramik fotoğraf alın. Kraterin etrafında dolaşmak İzlanda’ da yaptığım, gördüğüm pek çok ilklerden biri oldu. Mutlaka görün ve çevresini turlayın derim. İkinci durağımız Grjotagja kaplıca mağarası. Burası küçük, özelliği az, ziyaretçisi çok olan bir yer. Sebebi ise malum dizide John Snow’ un çarpıcı sahnelerinden birinin burada çekilmiş olması. Arkadaşlarımdan biri dar mağaradan çıkarken kafasını çarpıp skalp ta 1.5 cm lik bir kesi oluşunca ciddi panik yaşadı. Acilci olarak tabi ki iş bana düştü. Saç bağlama yöntemi ile yarayı kapatıp, selpak ve bandana kullanarak yaraya tampon yaptım. Zaruri moladan ve herkes rahatladıktan sonra gezmeye devam ettik. Gölün etrafında dikkatinizi çekecek kadar büyük patlamış bir yanardağ olan Hverfjall’ i göreceksiniz. Aracınızı bırakıp yürüyerek 30 dakikada tepesine kadar çıkabiliyorsunuz. Etrafını dolaşmak ve manzarayı izlemek 1 saati aşacaktır. Pek çok insanı kutsal bir görevi yerine getirir gibi, bu ritüeli yaparken uzaktan izlemek bile güzeldi. Biz yapamadık çünkü yaşanan ufak kafa travması sonrası hastamız çok keyifsizdi. Efor gerektiren bu yürüyüş yerine kuş gözlem yeri olan ormanlık bir alana ve içindeki sevimli kafeye gitmeyi tercih etti. Sırada birbirine çok yakın olan Dimmuborgir lav tarlası ve Höfoi-skutustaayigar kayalık lav oluşumları var. Oldukça etkileyici ve gene Dünya değil. Mutlaka görün. Her ikisi de 30- 45 dakikada gezilebiliyor.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_2185.jpg
C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\d55548ce-3820-4eee-aebc-389d26a83ab7.JPG

Myvatan bölgesini arkada bırakıp Akureyri’ ye doğru yol alırken manzarasıyla etkileyici bir şelale olan Godafoss karşınıza çıkıyor. 30 dakikalık kısa bir mola burası için oldukça yeterli bir süreç. Akureyri’ ye erken gitmek ve bu şehirde vakit geçirmek istiyoruz. Çünkü burası İzlanda’ nın ikinci büyük şehri ve biz daha bu güzel ada ülkesinde hiç büyük şehir görmedik. Okyanus kıyısında olan şehre girerken etkileyici manzara bizi bayağı heyecanlandırdı. Sevimli mimarisi, şirin restoran ve kafeleri ile çok beğendik Akureyri’ yi. Akureyri’ nin en önemli etkinliklerinden biri balina izleme turları. En az yarım gün ayırmamız gerekeceği için başka bahara bıraktık. Buraya büyük şehir dediğime bakmayın siz. Standart bir Avrupa şehrinin mahallesi kadar büyüklükte haberiniz olsun. Şehri pardon mahalleyi gezdikten sonra meşhur balina etini (balina yemekleri soyu tükenme tehlikesi bulunmayan minke balinası etinden yapılıyor ve her yıl belirli miktarda avlanıyor) tattık. Ciğer tadındaki balina etinin tadını hiç böyle beklemiyordum. Nede olsa balık yani. Karnımız doyduktan sonra büyük şehirde olmanın getirdiği heyecanla sosyalleşmek adına kafe, bar, pastane ne bulduysak denedik. Gece 01.00 gibi odama gittim ve halen gözlerimi öğlen güneşi gibi kamaştıran güneşi engellemek için siyah kalın perdeyi çekerek uyudum.

Sabah erkenden gene düştük yollara. Varmahlid köyüne kadar mola vermeden ilerledik. Burası sevimli bir köy ve hemen çok yakınında Glaumbaer kasabası var. İngilizlerin ‘turf houses’ dediği çatıları çim kaplı evlerden oluşan bu kasaba Unesco Dünya Miras listesinde. Volkanik bir ada olan İzlanda’ da odun sağlayacak büyük ağaçların az olması ahşap binaların yapılabilmesine en gel olmuş ve soğuk, yağmur, rüzgar gibi hava koşullarına karşı izolasyon sağlamak amacı ile çim evler Demir Çağ’ın dan itibaren yapılmaya başlanmış. Zamanla bu çim evler ada ülkesinin mimarisini belirleyen ana yapıları oluşturmaya başlamış. Bu köy ve kasaba, ada mimarisinin en güzel ve tipik örnekleri.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\f20382de-9c18-4d43-8a9f-d83206050de8.JPG

Adanın kuzeyinden batısına doğru yol alırken rotadan biraz çıkarak Hvitserkur kayasına geliyoruz. Okyanusun içinden yükselen 15 metre büyüklüğündeki ortası oyuk doğal oluşum fotojenik bir nokta ve ciddi ziyaretçi alıyor. Hayal gücü sayesinde fil, gergedan hatta ejderhaya benzetilerek ün salmış kayayı yukarıdan görebilir, isterseniz aşağı sahile de inebilirsiniz.

Yollarda çok sevimli, başka hiçbir ülkede göremeyeceğiniz atları seyretmeye doyamayacaksınız. Hatta bir at çiftliğine uğrayabilir, yakından görüp binebilirsiniz. Dünyadaki en saf at ırkı İzlanda’ daymış. Irkın saflığını korumak için adayı terk eden bir atın bir daha adaya dönmesinin yasaklandığını ve dört kişiye bir at düşmesi nedeniyle kişi başına düşen at sayısı bakımından İzlanda’nın dünyada birinci olduğunu öğrendik. Hazır hayvanlara girmişken ülkenin koyunları da çok güzel. Yumoş yumoş yastık yapıp yatasın geliyor. Çok uykusuz olduğum için tatil boyunca her koyun görüşümde yastık, yatak, uyku diziminden kurtulamadım. Ek bir bilgi kutba yakın olduğu için akla gelebilir ama İzlanda’ da hiç kutup ayısı yok.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\61f87bf8-7eb8-4e7f-8420-ce839fe63782.JPG

Hedefimiz Snaefells yarımadası’ nda adını sürekli unuttuğum Stykkisholmur kasabası. Burada öğlen yemek molası veririz diye düşünmüştük. Uzun bir yolumuz var ve yolda bakım çalışmaları var. Çakıl yol hızımızı kestiği gibi konforumuzu da bozuyor. Acıkan ekip iyice huzursuzlanmaya başladı. Yol muhalefetinden dolayı ikindi saatlerinde kasabaya varıyoruz. Kafeleri ve restoranları ile sevimli bir kasaba çok da küçük değil. Dünyanın en ilginç mimarili kiliseleri arasında gösterilen Stykkisholmskirkja’ yı ziyaret ettikten sonra hoş bir restoranda enfes bir yemek yiyoruz. Dışarıda çok fazla insan olmamasına rağmen restoranlar tıklım tıklım dolu. İkinci girdiğimiz restoranda dört kişilik yer bulunca hemen oturup sipariş veriyoruz. Buralara kadar gelip İzlanda somonundan yemeden dönülmez tabi. Restoranın adını hatırlayamıyorum ama yemekler çok lezizdi ve porsiyonlar oldukça büyüktü. Epey oyalandıktan sonra akşam saatlerinde kasabadan ayrılarak geceyi geçireceğimiz Grundarfjördur kasabası ulaştık ve kendimizi yeni odamıza ve yataklarımıza bıraktık.

Güne minyatür İzlanda olarak bilinen Snaefells yarımadasında uyanıyoruz. Kraterleri, mağaraları, şelaleleri, siyah kumsalları, buzulları ile Ring Road yapamayanların uğrak noktası. Ring Road yaptıktan sonra bu bölgede gördüklerimiz bizi çok şaşırtmıyor tabi. Grundarfjördur kasabasının tam karşısında yer alan Kirkjufell Dağ’ ı ve hemen yanında Kirkjufellsfoss’ un, İzlanda’ nın en çok fotoğrafı çekilen noktalarından biri olduğunu ve nefes kesen güzelliğini belirtmezsek haksızlık etmiş oluruz. Sırf bu manzarayı doyasıya izlemek için Stykkisholmskirkja’ da değil Grundarfjördur kasabasında konaklamayı tercih etmiştik. Şelalenin yanından Kirkjufell Dağ’ ı muhteşem gözüküyor. En iyi fotoğraf karesi buradan alınıyor. Eğer bu güzel manzaraya yeteri kadar vakit ayırma imkanınız varsa konaklama şehri olarak Grundarfjördur değil de Stykkisholmskirkja’ yı seçmek daha eğlenceli olabilir.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_2391.jpg

Olasvik ve Hellnar gibi küçük kasabalardan geçip, Hellnar’ a çok yakın okyanus dalgaları ile ortadan delinmiş gibi duran kaya kütlesini görüyoruz. Berserkjahraun lav tarlasından geçiyoruz ve Arnastapi kasabasındaki fotojenik noktalardan biri olan aynı zamanda pek çok turistin nikah tazelediği yer olan ıssız siyah Budir Kilise’ sini buluyoruz. Çok eğlenceli pozlar verip, fotoğraflar çekiyoruz, Atlantik okyanusu’ nu seyredip güçlü dalgaların şekillendirdiği ilginç kayaları izliyoruz. Yarımada’ da ki son durağımız olan Ytri Tunga Plajı’ nda fok balıklarını yakından gördükten sonra zamanlama açısından ilk kez tahmini plana göre çok ileride olduğumuzu fark edip seviniyoruz. Yarımada’ nın küçük ve her yerin birbirine yakın olmasa bize epey vakit kazandırdı.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_2414.jpg

Reykjavik’ e çok yakın Borgarnes şehrine doğru yola çıkıyoruz. Şehre yaklaştıkça yollar kalabalıklaşıyor, araba sayısı artıyor ve sessizlik bitiyor. Büyük şehre geldiğimizi anlıyoruz.  3-4 mahalleden oluşan şehir için 1 saat ayırmak yeterli oluyor. Reykjavik yolundan saparak Golden Circle bölgesinde göl kenarındaki Golden Circle Apartments (konum, kalite ve fiyat oranı başarılı) yerleşiyoruz. Güzel bir yemek yiyoruz, hoş sohbet ve göl kenarında yürüyüş yaparak günü tamamlıyoruz. Biz tercih etmesek de burada da hoş bir termal havuz vardı. Konaklama için bu lokalizasyonu seçme sebebime gelince yarın meşhur Golden Circle turunu yapacağız ve Reykjavik’ den buraya git, gel vakit kaybetmeyelim diye düşünmüştüm. Hem zaman tasarrufu hem de lokalizasyon açısından mantıklı bir karar vermişim.  

İzlanda’ ya gelen turistlerin hemen hepsi Golden Circle denilen ülkenin doğal güzelliklerinin kısa bir özeti diyebileceğimiz bu rotayı bir gün gibi kısa bir sürede tamamlayabilir. Şahsi aracınız yoksa Reykjavik’ den bu bölge için turda satın alabilirsiniz. Tabi ki en güzeli kendi aracınızla istediğiniz kadar vakit ayırarak gezmek. Üstelik hiç de karmaşık bir rota değil. Bu rota genellikle Reykjavik’ den başlayıp yine aynı yere dönecek şekilde yapılır (yani tam bir çember). Nihayetinde görülecek noktalar belli ve bizim gibi kendi aracınız varsa çemberi esnetebilme şansınız var.  

Rotanın etkileyici yerlerinden biri yaklaşık 3000 yaşındaki Kerid Krater Gölü. Göl yatağı farklı renklerdeki toprak çeşitliliği ve turkuaz renkteki suyuyla fotoğraf çekmek için harika bir yer. Çevresini 20-25 dakikada dolaşıp sonra patika bir yol ve merdiven kullanarak gölün kenarına kadar inebiliyorsunuz. Girişi şaşırtıcı bir şekilde ücretli, çünkü İzlanda’ da başka hiçbir yere giriş için ücret ödemiyorsunuz. Değer mi derseniz? Kesinlikle diye cevap veririm.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_2552.jpg

Benim en çok etkilendiğim yer ise Strokkur Geysir’ i. Sanırım böyle bir doğa olayını dünya üzerinde başka bir yerde görmemiz pek kolay değil. Benim de ilk geysir tanışmam oldu. Her 8-10 dakikada bir kaynağından basıncın etkisi ile ortalama 20 metre yukarı püsküren sıcak suyu beklemek, o anı yakalamaya çalışmak heyecanlıydı doğrusu. Su oldukça sıcak dikkat edin, videoya alacağım derken yanmayın. Aslında burada birbirine yakın üç tane geysir var ancak aktif olanı Strokkur.

Rotanın ve İzlanda’ nın en popüler şelalesi Gullfoss. Dev bir yarıktan aşağıya akıyor gibi duruyor. Aracı park ettikten sonra 5 dakikalık bir yürüme ile buraya ulaşılıyor. Gullfoss’ un bire bir çevirisi Altın Şelale imiş. Golden Circle turundaki altın kelimesinin bu şelaleden geldiği söylenmekte. Gullfoss’ un devamında rotanın olmazsa olmazı değil ancak yol üzerinde olduğundan uğramanızda fayda olan Faxi şelalesine geliyoruz. İzlanda gezinizde bundan daha etkileyici şelaleler göreceğiniz kesin. Yine de durup soluklanın ve manzaranın tadını çıkarın.

Son durağımız Thingvellir Milli Parkı.  Vadileri, dağları ve gölleri ile burası doğa aşıkları için bir cennet. Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik levhalarının buluştuğu yer olduğundan, jeolojik süreç burada adeta doğal bir tiyatro yaratmış. Buraya en az 3 saat ayırmalısınız. Birbirine yakın olsa da görülecek çok yer var ve yürüyüş yapması da keyifli oluyor. Öxararfoss şelalesi, Lögberg (eski parlamento binasının yeri), Thingvellir Kilisesi gezebileceğiniz yerlerden. Ayrıca scuba yapıyorsanız Silfra Diving yarığında (iki kıta arasında yüzme deneyimi) dalış yaparak tatilinize eşsiz bir tecrübe katabilirsiniz. Ben vakit kısıtlılığından dolayı değil buz gibi suya girmeye cesaret edemediğim için bu tecrübeyi deneyimleyemedim. Ama dalış yapanların heyecanını izlemek bile çok güzeldi. Otoparkı nadir ücretli olan yerlerden biri bu milli park. Bilet makinesinden fişinizi alıp, aracınızın önüne koymayı unutmayın.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_2586.jpg

Golden Circle ve Ring Road yaparak kilometrelerce yol kat ettik. Yollarla ilgili ufak tüyolar paylaşmak şart bence. İzlanda okyanus üzerinde kurulu bir ada olduğundan bulutlar nispeten hızlı hareket ediyor. Bu, güzel fotoğraf karelerinin çıkmasına sebebiyet verse de hava çabuk değişiyor. Hava günlük güneşlikken 10 dakika içinde tüm gökyüzünü bulutlar kaplayabiliyor.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\c1355ba4-f6eb-42bd-8a96-3a959ba704e4.JPG

Yolların çoğu tek şerit olarak akıyor ve bildiğimiz standart genişliğe sahip değil biraz daha dar. Ucu bucağı olmayan dümdüz bir lav tarlasında gidiyorsunuz ama arabayı kenara çekmek ya da dönmek isteseniz manevra yapabileceğiniz bir emniyet şeridi asla yok. Yol, nasıl bir amaç güderek bilemiyorum ama tarla zeminden ya da toprak zeminden 30 cm kadar yukarıda seyrediyor. Bu kadar boş alan varken, bu kadar refah ve medeni bir ülkenin emniyet şeridi olmadan, dar ve yerden yukarıda yol yapmalarını anlamakta gerçekten zorlandım.  Polis veya radar yok, sadece speedcamlar var. 90 km/h hızı geçmemeniz gerekiyor. Ben App Store’ den indirdiğim Sygic diye bir navigasyonu yurtdışında çok kullanıyorum. İnternet yokken de kullanılabilmesi en güzel özelliği. Ayrıca hız kameralarını, benzin istasyonu, tamircileri, cafe ve restoranları da gene internet yokken gösteriyor. Ücretsiz olan en temel Sygic’ i kullanmama rağmen çok memnunum. Yalnızca gitmeden önce gideceğiniz ülkenin haritasını programa indirmeniz yeterli oluyor.

Günü dolu dolu geçirdikten sonra İzlanda’ nın Başkenti ve ülke nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı, Reykjavik’ e geldik. Türkçe ‘dumanlı körfez’ manasına gelen Reykjavik aynı zamanda Kuzey Kutbuna en yakın başkent ünvanını da taşıyor. Hemen çok merkezi, güzel manzaralı, temiz ve güvenli bir hostel olan Central Guesthouse yerleştik. Gene konum-kalite-fiyat olarak iyi bir konaklama adresi seçmişiz. İzlanda için plan yapanlara tavsiye ederim. Plansız programsız sokaklara dalıyoruz. Sevimli kafeler, restoranlar, barlar, rengarenk evler, hediyelik eşya satan dükkanlar ve ciddi sayıda turist dikkat çekiyor. Günlerdir yollarda neredeyse tek araba seyahat eden bizler birden kalabalığın içine girince metropole gelmiş gibi hissediyoruz. Aslına bakarsanız trafiğe kapalı üç popüler caddesi var o kadar. Bir tam gün Reykjavik için yeterli olur bence. Bu İzlanda’ da ki son gecemiz ve Reykjavik’ deyiz desek de günlerin yorgunluğunu üzerimizde taşıdığımız için geç saatlere kalmadan yatıyoruz. Yatmadan önce internette Reykjavik şehir sitesinde bulduğumuz parasız 3 saatlik bir tura adımızı kaydetmeyi unutmuyoruz.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_2689.jpg

Sabah tur rehberimizle gezerken İzlanda, Vikinkler ve Reykjavik ile ilgili bilgi alıyoruz. İzlanda’ da ilk insan yerleşimi 10. yy da başlamış ve ilk gelip yerleşenler Vikinkler olmuş. Reykjavik’ de olduğu gibi pek çok şehir isminde geçen ‘vik’ koy demekmiş. Dolayısı ile Vikinkler ‘koydan gelenler’ anlamını taşıyormuş. İzlanda’ nın diğer İskandinav ülkelerinden farkı, kıta Avrupası’ na uzak olmalarından dolayı nispeten izole yaşam sürmüşler ve Vikinkler’ den kalan kültür mirasını daha fazla korumuşlar. O kadar izole bir yaşam varmış ki rehberimiz ‘Biz İzlandalılar çoğumuz akrabayız. İzlanda’ da gece biri ile tanışıp, takılırsan, sabah soy ağacı programına girip akraba mıyız? diye kontrol etmen gerekir’ diye espri yapıyor. Vikinkler’ den kalan ve İskandinav ülkeleri arasında bir tek İzlanda’ da uygulanan Nordic isim geleneği halen kullanılıyormuş. Bildiğimiz anlamda soyadı kullanımı yokmuş. İnsanlar ‘A kızı B’ veya ‘B oğlu C’ şeklinde isimlendiriliyormuş. Dolayısı ile aynı anne babadan doğan kız ve erkek çocuklar farklı soyadları alıyormuş. Yani aynı aileye üye olan kişiler farklı soyadı taşıyorlarmış ve bundan dolayı İzlanda’ da telefon rehberi soyada göre değil ada göre sıralanırmış.

Diğer enteresan bilgi; Vikinklerin bir millet olmadığı, işsiz güçsüz, hırsız, yağmacı grupların kendilerini Vikink olarak isimlendirmesi. Vikink çizgi filmlerine hayran büyüyen ben, bir anda bu bilgi ile ciddi bocaladım. Yanlış anladığımı düşünüp yanımdaki arkadaşlardan sağlamasını yapma ihtiyacı hissettim. Ne ironidir ki İzlanda şu an dünyanın en güvenilir ülkesi. Polisi silah taşımıyor ve tarih boyunca yalnızca bir kez polis silah kullanmak zorunda kalmış; o da zihinsel engelli, iletişime açık olmayan bir kişinin yanlış anlaşılması sonucu olmuş. Ülkede demir parmaklı bir hapishane yokmuş. Snaefells Yarımada’sında belirli bir bölgeyi aşmadan elektronik kelepçe ile serbest dolaşarak cezalarını çekiyorlarmış. 2017 de tutuklu mahküm sayısı 124 ve bu sayının çoğu da göçmenmiş. Devletin ordusu ve tek bir askeri bile yokmuş.

Üç saatlik tur boyunca Old Harbour, Reykjavikurtjörn gölü, renkli evlerden oluşan sokaklarda gezindikten sonra gruptan ayrılarak farklı mimarisi ile Hallgrimskiekja Kilise’ sine gidiyoruz. Mimarisi kimine göre İzlanda’ nın pek çok yerinde karşılaştığımız bazalt sütunlarından, kimine göre ise okyanus dalgalarından esinlenerek yapılmış. Bana göre ise uzay mekiğine benzeyen şekli ile bugüne kadar gördüğüm en farklı kilise. Şehrin en yüksek binası ve üst katına çıkarak tüm şehri panoramik olarak ta görebilirsiniz. Harpa konser salonu da mimarisi ile oldukça ilginç bir bina ve görülmeyi hak ediyor.

Gece uçağı ile İzlanda’ dan ayrılacağız. Son saatlerimizi sokaklarda gezerek geçirirken içerisi kalabalık salaş bir balıkçı buluyoruz. Yemeklerinin lezzetli olduğu kapıdaki sıradan belli. Hemen sıraya girip ıstakoz çorbası ve deniztarağı gibi çok sevdiğim, ülkemde bulması zor, bulsan da yemesi pahalı, lezzeti sınırlı olan bu tatları test ediyorum. Zihnimde güzel anılar, gözlerimde hoş kareler ve nihayet damağımda enfes bir tat ile Arzın Merkezi İzlanda’dan tekrar gelmek üzere ayrılıyorum.   

Seyahat/Gezi yazılarımız farklı rotalarda devam edecek, Takipte kalın…

2 Mayıs 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Seyahat

Arzın Merkezine Yolculuk: İzlanda… İkinci Bölüm

by Mehmet Alp Akın 1 Mayıs 2019
written by Mehmet Alp Akın

Yazar: Sevilay Karaduman,1990-1996 yıllarında DEÜTF de üniversite eğitimini tamamlayıp, arkasından aynı üniversitede Acil Tıp ihtisası yaptı. Halen İzmir Özel Kent Hastanesinde Acil Tıp uzmanı olarak çalışıyor. İş hayatı dışında farklı rotalara ve kültürlere seyahat, spiritüel eğitimler, spor, sağlıklı ve doğal ürünlerle beslenme ile mutfak atölyelerine vakit ayırıyor.

İzlanda yazı dizisinin “Birinci bölüm” ü için lütfen tıklayınız.

Islak ama keyifli kısa bir yolculukla adını bir türlü söyleyemediğim Eyjafjallajokull volkanına geleceksiniz. 14 Nisan 2010 tarihinde faaliyete geçen ve uzun süre hava trafiğini gasp eden volkan yaklaşık 10 milyon yolcuyu etkilemiş, günlerce havaalanlarına insanları hapis etmişti. Ziyaretçiler için ufak bir ev ve fotoğraflar var. Biz ziyaret etmedik. Uzaktan volkanı görmek yeterli geldi.

Diğer önemli bir durak Skogafoss… 30 metre genişliğinde, 69 metre yüksekliği ile oldukça heybetli görünüyor. Her daim gökkuşağının eşlik ettiği şelalenin yanından merdivenlerle üstüne çıkabiliyorsunuz. Merdivenler yorucu değil ve yukarıdan manzarada müthiş. Herkes gibi merdivenlerle yukarı çıkıp hemen aşağı inmeyin. Şelalenin kaynağına doğru çok güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz. Aşağıdaki kalabalık yerine burada yürüyüş yapan çok az kişi oluyor. Doğa, huzur, mutluluk… Kaynağa ulaşmak gibi bir hedef yok tabi, biz 30-40 dk yürüyüp, çektiğimiz güzel karelerle geri döndük.


Sırada Solheimasandur Plane Wreek var. Burası daha çok fotoğrafçıların hayalini süsleyen bir yer. 1973 yılında bir kargo uçağı İzlanda’nın ıssız güney kıyılarına acil bir iniş yapmak zorunda kalıyor. Mürettebatın tamamının kurtulmayı başardığı kazanın sebebi bulunamıyor. Kazadan sonra enkazı kaldırma maliyeti çok yüksek bulunuyor ve olduğu yerde bırakılıyor. Volkanik parçalarla kaplı uçsuz bucaksız kumsalda sessizce yatan enkaz hem ürkütücü hem de etkileyici görüntüsü ile dünyanın dört bir yanından fotoğrafçıları çekmeye başlıyor ve en nihayetinde ülkenin en turistik yerlerinden biri haline geliyor. Buraya gidebilmek için aracınızı park ettikten sonra rüzgarla haşır neşir bir şekilde 45 dk yürümek gerekiyor. Birde dönüşün olduğunu da hatırlatalım. Arkadaşlarım yolu biraz zahmetli buldular. Benim için ise bir yığın insanın konuşmadan, sessiz bir şekilde, görünmeyen bir hedefe doğru, volkan taşlarının üzerinde yürümesi biraz mistikti açıkçası. Aracımıza döndükten sonra herkes çektiği neşeli fotoğraf karelerine bakarken yorgunluk çoktan unutulmuştu ve iyi ki vazgeçmedik nidaları yükseliyordu.

Vik kasabasına yaklaşırken beni büyüleyen Dyrholaey yarımadasına geliyoruz. Metrelerce yükseklikteki lavlardan meydana gelen bu yarımada, Atlantis Okyanusunun dev dalgalarının oluşturduğu 120 metrelik delik bir kaya görünümünde kemer ile sonlanıyor. Ve simsiyah bu delikli kemer şeklindeki doğal yapıyı izlerken hem ürküyor hem de büyüleniyorsunuz. Bu kemeri en iyi deniz fenerinin olduğu tepeye çıkarak görebilirsiniz.  Be tepeye çıkmadan Dyrholaey’ den ayrılmayın. Tepeye çıkmadan yola devam ederseniz nutkunuzun tutulacağı sanki sonsuza uzanan simsiyah bir plajı kuşbakışı göreceksiniz. Ben ne seyretmeye ne de fotoğraflarını çekmeye doyamadım. Yönünüzü doğuya çevirdiğinizde ise okyanusun ne kadar yetenekli bir heykel tıraş olduğunu düşündürecek lav kayalarına rastlayacaksınız. Buradaki siyah plaj ise çok ince lav kumlarından oluştuğu için sanki ‘ben bu gezegene ait değilim, sen Dünya’da değilsin’ diye bağırıyor. Bu yarım ada aynı zamanda İzlanda’nın sembollerinden olan Puffin denilen kutup martılarının konaklama yeri. Puffinler yazın burada yumurtladıkları için yarımada kuş gözlemcilerinin ziyaret noktalarından biriymiş. Bizde gezerken bu sevimli puffinleri görme şansını yakaladık.

Yarımadadan 20 km sonra Reynisfjara Black Sand Beach’  e geliyoruz. Game of Thrones’ un bölümlerinin çekildiği turistik noktalardan biri. Siyah volkanik çakıllardan oluşan plajı okyanus dalgaları adeta dövüyor. Her yerde tabelalar var. Sırtınızı okyanusa dönmeyin, dalgalara yaklaşmayın diye. Geçmişte dalgalara kapılarak ölmüş turist vakaları var. Bu plajı özel yapan oluşumlardan biri de Reynisfjall dağının eteklerindeki bazalt sütunlar. Soğuyan lavlar sayesinde oluşan ve gökyüzüne doğru yükselen merdivenleri andırması sebebiyle insanı hayrete düşüren bu doğal oluşuma Gardar deniliyor. Tabi ki bizde tüm turistlerin yaptığı gibi bu bazalt sütün merdivenlere çıkarak fotoğrafımızı çekiyoruz. Bazalt sütunların altında görmeden geçemeyeceğiniz oldukça geniş bir mağara da yer alıyor.

Sırada plaja çok yakın güneyin sevimli kasabası Vik var. Yaz başında lavantalarla süslü, oldukça keyifli bir kasaba. Biz burada gezip kısa bir mola verdik. Aslında ideal olan geziyi planlarken geceyi bu kasabada geçirmekmiş. Saat 17.00 suları biz Vik’ den ayrıldık. Halen mis gibi güneş var ve gün daha çok uzun.

Kasabadan çıkıp, adanın doğusuna doğru yol almaya başladık. İzlanda’ ya ateşin ve buzun ülkesi denmesinin sebebi işte tamda bu lokalizasyon. İlk olarak Eldhraun – Laufskalavvarda lav tarlalarını görüyoruz. Patlamalarla oluşan zehirli gazlar ve asit yağmuru, lavların ulaşabildiği alandan çok daha geniş bir çevreyi etkileyerek, bitki örtüsünü yok etmiş. Büyümesi yüzyılı bulan yosunlar cansız lav tabakası ile örtülü araziyi kaplayarak belki de gezegenimizde başka hiçbir yerde göremeyeceğimiz büyüleyici bir tablo ortaya çıkarmış. Gene nutkum tutuldu, gene şaşırdım. Nihayetinde hayatımda ilk kez böyle bir tarla görüyorum. Ziyarete gelen turistler lav taşlarını üst üste koyarak pek çok taş yığını yapmışlar. Zamanla bu bir geleneğe dönüşmüş ve enteresan fotoğraf kareleri ortaya çıkmış. Biz de turist olarak görevimizi yerine getirmeyi unutmadık.

Güzergahımız üzerinde görmeyi çok istediğim Fjadronyljüfur kanyonu var. Fakat güvenlik sebebi ile kanyon kapatıldığı için gezemedik. Görsellerde fotoğrafları etkileyici idi. Tuhaf şekillerle dolu kayalıklar ve ortasından geçen akarsu ile film setlerine ev sahipliği yapacak kadar muhteşem bir estetiğe sahip olduğu söyleniyor. 30-35 dk lık bir kanyon yürüyüşü ve sonunda şelale varmış. Ana yola geri dönüp buzullara doğru ilerlemeye devam ettik. Yol üzerinde Kirkjugolf ve Duerghamrar denilen bazalt sütunlarını gördük. Buralarda çok vakit harcamaya gerek yok açıkçası. Hatta vakit sorunu varsa, lokalizasyonu pas da geçebilirsiniz.

Gün içerisinde gördüğümüz bazalt sütunlar bir şelaleye yataklık etmiş ve ortaya güzel bir manzara çıkmış. Svartifoss’ a ulaşmak için aracı park ettikten sonra 45 dk kadar yürümemiz gerekti. Ekip olarak uzun bir gün geçirdiğimiz için bu yürüyüş kolay olmasına rağmen biraz bizi zorladı. Neyse ki manzara yorgunluğumuzu unutturacak, söylenmemizi bitirecek kadar güzeldi.

Skaftafell Buz Dağ’ ı ve Skaftafell Buz Mağarası’ da burada. Kasım ve mart ayları arasında özel kıyafetler ve ekipman ile rehber eşliğinde buz mağarası turları yapılıyormuş. Bu dönemler dışında buzullar eridiği için mağaralar çok tehlikeli olabiliyormuş. Kışla birlikte tekrar donan ve yapısı değişen mağaralar her sene rehber ile keşifler sonrası tura açılıyormuş. Avrupa’ nın en büyük buzulu ünvanını taşıyan Vatnajökull Buzulu’ nu da uzaktan görüp fotoğrafını çektikten sonra ‘tekrar gelmelisin, buz mağarasını görmelisin’ diye bana bağıran zihnimi susturmaya çalışarak yola koyuldum.

Sıcak bir çorba içip biraz soluklanacak kadar Hof kasabasında durduk. Kasabaya girme ve çıkma süresi artık tahmin edebileceğiniz gibi çok kısa. Sıra Jökulsarlon Buzul Göl’ ünde… Burada yürüyüş yaparak su üzerindeki buz parçalarını izleyebilir ve güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Tur satın alarak tekne ile göl üzerinde gezebilirsiniz. Ama benim gibi unutmayın; acil servisler gibi her yer 24 saat çalışmıyor. Saat 22.00 (gün hala aydınlık) olduğu ve tur firmaları kapandığı için biz maalesef yapamadık. Gölün yanı başındaki Diamond Beach’ e de uğramak bence iyi bir fikir.  Siyah kumsala vuran küçük büyük buz parçalarını kesinlikle görün derim.  

Nihayet konaklayacağımız Höfn kasabasına geldik. Bu bölgenin en büyük kasabası. Burası için iki güzel restoran önerisi vardı fakat saat gece yarısını geçtiği için restoranlar kapanmıştı. Temizliği yapılan restoranlar yorgun ve aç olan bize çok da hoş göründü. O saatte açık olan hangardan bozma bir bara girip bir şeyler atıştırıp, içerken günün kritiğini yaptık. Gün ne kadar uzun olursa olsun tüm bu güzellikleri bir güne sıkıştırmak mantıklı değil ayrıca insan bedeni yoruluyor ve mekanlar kapanıyor diye sohbeti bağladık. Siz siz olun Vik kasabasında kalarak bu günü ikiye bölün.

Sabah erkenden hostelde kahvaltı yapıp, yol için kahve ve çay hazırlıklarımızı yapıp güne başlıyoruz. Bugün dönüşümlü araba kullanarak en uzun yolu yapacağız. Doğu fiyortlarında çok turistik yer yok. Sık sık fotoğraf molası vermemizi gerektiren kartpostal gibi manzaralar ise cabası. Yollarda çoğu zaman tek araba seyahat ediyoruz. Neredeyse kasaba bile yok. Okyanus, bulutlar, şelaleler, lav tarlaları ve karlı dağlar bize poz veren seyahat arkadaşlarımız.

İzlanda rotamızı anlatmaya yarınki yazımızda devam edeceğiz… Takipte kalın…

1 Mayıs 2019 1 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Sizden Gelenler

Acil Tıp Günü, yurt genelindeki Acil Tıp kliniklerinde coşku ile kutlandı…

by Mehmet Alp Akın 30 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın

Bilindiği üzere, “30 Nisan” Acil Tıp Uzmanlığı’nın ‘İlk ve Acil Tıp Uzmanlığı’ adı ile 26 yıl önce Resmi Gazete’de yayınlanarak yeni bir uzmanlık dalının ilan edildiği gün idi.

Türkiye’de Acil Tıbbın gelişimi için bir milat günü kabul edilen “ACİL TIP GÜNÜ” bugün yurt genelindeki Acil Tıp Kliniklerinde coşku ile kutlandı.

Ülkemizde Acil Tıp uzmanlığının gelişmesinde, ilerlemesinde emeği geçen ve gece-gündüz acil servislerde en iyi acil sağlık hizmetini sunan Acil Tıp Ailesinin bu önemli gününü Bülten ekibi olarak kutlarız.

İyi ki varsınız…

30 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Seyahat

Arzın Merkezine Yolculuk: İzlanda… Birinci Bölüm

by Mehmet Alp Akın 30 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın

Yazar: Sevilay Karaduman,1990-1996 yıllarında DEÜTF de üniversite eğitimini tamamlayıp, arkasından aynı üniversitede Acil Tıp ihtisası yaptı. Halen İzmir Özel Kent Hastanesinde Acil Tıp uzmanı olarak çalışıyor. İş hayatı dışında farklı rotalara ve kültürlere seyahat, spiritüel eğitimler, spor, sağlıklı ve doğal ürünlerle beslenme ile mutfak atölyelerine vakit ayırıyor.

İtiraf etmeliyim ki, İzlanda hakkında yazı yazmak; daha doğrusu, gördüğüm olağanüstü manzaraları tasvir edecek doğru kelimeleri bulmak pek kolay olmadı. Bu küçük ada ülkesine boşu boşuna arzın merkezi dememişler. Sanki burası Dünya değil, başka bir gezegen. Lav tarlaları, simsiyah plajlar, buzullar, kraterler, her sene şekil değiştiren buz mağaraları, yerden fışkıran jeotermal sular, yere inen bulutlar, hiçbir yerde göremeyeceğiniz kadar güzel atlar ve tabi ki şelaleler… İnsan neredeyse yok bu gezegende. Bir başınıza kalmışlık hissi hep yanınızda. Öyle ki kasaba dedikleri yerler üç ev, bir kilise ve bir şelaleden oluşuyor. İnanın hiç abartmıyorum. Bu büyülü toprakları daha da özel yapan şey ise kış aylarındaki kuzey ışıkları (Aurora Borealis).

İzlanda’nın en popüler seyahat rotası ‘Ring Road’. Bu rotayı izleyerek tüm adayı bizim de yaptığımız gibi baştan sona gezebilirsiniz. Eğer Ring Road yapacaksanız havanın daha sıcak, karlardan yolların kapanmadığı, uzun yol yapabilmek için gündüzün daha uzun olduğu yaz mevsimini tercih etmeniz gerekli. Durum böyle olunca mayıs sonu dört arkadaş, Ring Road rotasına biraz ilave güzergahlar koyarak düştük yollara ve 2000 km ye yakın yol yaptık. Buralara yazın gelmek demek kuzey ışıklarından ve buz mağaralarından feragat etmek demek. Yani illaki tekrar geleceğim diyorum.

http://www.thezeal.net/wp-content/uploads/2016/05/iceland_ring_road_map.png

Gece saat 02.00 gibi Keflavik havaalanına ulaştık. Pasaport işlemlerinden sonra daha önce internetten ayarladığımız arabamızı teslim aldık. Havaalanı, İzlanda’nın başkenti Reykjavik’e araçla 25 dk mesafede ama İzlanda’nın olmazsa olmazı turkuaz jeotermal kaplıcası Blue Lagon’ a daha da yakın. Termal havuz için önceden rezervasyon yaptırmanız şart. Rezervasyonsuz maalesef giremiyorsunuz. Saat başı içeriye rezervasyona göre belirli sayıda kişi alıyorlar. Hem yolculuğun yorgunluğunu sıcak havuzda dinlenerek atabilmek hem de zamanı ekonomik kullanmak için Reykjavik’e uğramadan doğru Blue Lagon’a gittik. Sabah ilk saate rezervasyon yaptırmıştık. Çok erken bir saat olduğu için arabada uyuyarak kaplıcanın açılmasını bekledik. Bizim gibi 10-15 uyuyan araba daha vardı. İzlanda Kuzey Amerika ve Avrasya fay hatlarının tam üstünde olduğu için tektonik hareketlerin fazlaca yaşandığı aktif bir bölge. Bunun nimetlerinden biri de kaplıcalar ve jeotermal santraller. Ülkemizde pek çok kaplıca kapalı ortamda hizmet verdiği için kükürt kokusu biraz yorucu olabiliyor. Blue Lagon’ un açık havada olması, temiz hava, güneş ve dumanlar harika bir atmosfer yaratıyor. Dışarısı çok soğuk olsa da üşümüyorsunuz, bir taraftan da sıcaktan bunalma gibi bir durumda yok. Suyu cilt için oldukça yararlı olsa da, saçınız ve mayolarınız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Geri kalan tatilinizi keçe gibi saçlarla gezerek geçirmek istemiyorsanız havuza girmeden önce saçınıza saç kremini mutlaka boca edin ve bone takın derim. Burası için dört saat fazlası ile yeterli bir süre. İçeride restoran ve barda var ama oldukça tuzlu.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\fb1d4472-b1d9-4237-9f13-7789f4b6fee0.JPG

Adayı güneyden doğuya doğru ilerleyerek bir çember şeklinde gezmeyi planlıyoruz. Yolumuz üzerinde Hveragerdi kasabası var. Çiçek köyü diye geçen ufacık bir kasaba. Bolca sera var. Arkasından Selfoss kasabasına geliyoruz. Burasıda oldukça küçük. Kasabaya girmemizle, çıkmamız bir oluyor. Çok yorgun ve uykusuzuz diye mi, yoksa üç ev, bir kilise formatındaki kasabalara henüz alışamadığımız için mi kasabanın bittiğini pek anlayamıyoruz.  Günü erken bitirip, Hella bölgesinde konaklayacağımız çiftlik evini bulmaya koyuluyoruz. Yakınında ev ya da tesis bulunmayan bu çiftlik evini özellikle seçmiştik. Issızlıkta olmak, klasik bir İzlanda çiftlik evinde kalmaktı amacımız. Ev sahibini hiç görmedik bile. Bizim için anahtarı posta kutusuna bırakmıştı. Muhteşem bir doğanın içinde, çok hoş bir evde kaldık ama evi buluncaya kadar bayağı bir sabır çektik. Ertesi günkü programımız çok yoğun olacağı için hafif bir şeyler atıştırıp, erkenden uyuduk.

Ring Road boyunca her gün farklı otellerde kalıp, uzun süre yol yapacağımız için arabadaki zamanımızı konforlu hale getirmeyi önceden planlamıştık. Her daim kahvemiz, çayımız, kurabiyemiz ve antioksidan kuruyemişlerimiz olsun demiştik. O yüzden french press, termos, matara bu tatilin olmazsa olmazları idi. Sabah yola çıkmadan kahvemizi, çayımızı hazırlayıp yola çıkıyorduk. Çoğu zaman kırsalda kahve alabileceğimiz mekan bulmakta zorlanacağımızı biliyorduk. Tabi ki tek sebep konfor değildi. İzlanda’nın çok pahalı bir ülke olduğunu bloklardan öğrenmiştik. Japonya’ya pahalı diyenler yanılıyor. Gelin bir de İzlanda’yı görün. Ben gittiğim zaman Euro bu kadar artmamıştı gene de fiyatlar pek abartılıydı. Bir kahveye 10-15 euro ödeyince hazırlıklı gelmekle ne iyi yaptığımızı gördük. Ülkedeki en ekonomik şey su idi. Buzullardan gelen mis gibi, tertemiz çeşme suyu. Avrupa’da suya para vermemek de çok güzel doğrusu.  

İzlanda’da ki ikinci günümüz bence tatilin en güzel günüydü. Birbirinden özel, pek çok güzel yer gördük. Hava gece bire kadar aydınlık olduğu için bu günü çok yoğun planlamıştım. Gün uzun bundan faydalanalım demiştim ama bedenin yorulacağını hesaba katamamıştım. Klasik acilci mantığı ‘bana bir şey olmaz’… Ekipteki diğer üç kişi bayağı zorlandı. Ben şahsen beden yorgunluğu çok yaşamasam da buralarda daha uzun kalmak, mümkün mü bilmiyorum ama bu coğrafyaya doymak isterdim. Siz siz olun bu günü, iki güne yayın. Adanın güney kıyıları görülmesi gereken yerlerin bolluğu açısından, kısa İzlanda gezisinde yer alan Altın Çember ’den kalır yanı yok. Hatta bence çok daha özel yerler.

İzlanda’da olup da güne şelalesiz başlamak olmaz. İlk durak Seljalandsfoss… Bu şelale İzlanda’nın en popüler ve 61 metrelik yükseklikle en büyük şelalelerinden. Şahsen ben en güzel ve en fotojenik şelale olarak seçtim kendilerini. Islanmayı göze alıp şelalenin yanına kadar yaklaşın hatta üşenmeyip dar patika yolu takip ederek şelalenin arkasından dolaşıp diğer taraftan çıkın. Hem çok eğlenip, hem de çok güzel fotoğraflar çekeceğinize eminim. Biraz yürüyünce ileride çok büyük olmayan Gluggafoss’ u göreceksiniz. Burada çok vakit harcamanıza gerek yok. Kısa bir yürüme mesafesi olduğu için görmeniz uygun. Yaklaşık 1 saat burası için yeterli bir süre.

C:\Users\skaraduman.KENT\Desktop\IMG_1353.jpg

İzlanda rotamızı anlatmaya yarınki yazımızda devam edeceğiz… Takipte kalın…

30 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Haber ve Duyuru

Ve yayındayız… Hayırlı olsun

by Mehmet Alp Akın 29 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın

Değerli meslektaşlarımız,
Türkiye Acil Tıp Derneği resmi yayınlarından olan ve ilk yayınlanma tarihi 90 lı yılların sonuna denk gelen, ancak günümüzün ihtiyaçları gözetilerek farklılaşıp, güncellenen yenilenmiş yayın politikası ile 2018 yılında tekrar aktiflenen “Bülten” dergimiz için yeni döneme girmiş bulunuyoruz. 

Bugünden itibaren, dergimiz’in; E-DERGİ ve ONLİNE MEDYA PORTALI olarak hizmet vermeye başlamış olduğunu sizlere memnuniyetle duyurmak isteriz.Web adresimiz: http://acilbulten.net
issuu: https://issuu.com/acilbulten


Derneğimizin, Kültür, Magazin ve Haber dergiciliğine geçiş yayını olarak öne çıkan  Bültenin, sadece Acil tıp Klinik branşının değil, sadece diğer Tıp Klinik branşlarının değil tüm sağlık sektörünün gururu olacağımızdan şüphemiz yok.Yola çıkış amacı itibari ile, tüm vatandaşlarımızın okuyabileceği, zaman ayırabileceği bu dergi ve web sitesini sosyal medya araçlarından da takip edebileceksiniz.

Saygılarımızla,

Türkiye Acil Tıp Derneği Adına,

Doç. Dr. Serkan Emre Eroğlu

ATB Genel Yayın Direktörü


Twitter için:@BULTEN_AcilTp

facebook sayfası: https://www.facebook.com/AcilTpBulteni/

Linked in: acil tıp bülten

Instagram: bultenaciltip

29 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
E-Dergi

Bülten Nisan 2019 sayısı, e-Dergi olarak da yayında…

by Mehmet Alp Akın 28 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın

Nisan 2019 da dağıtıma giren Bülten dergisinin e-Dergi formatı için tıklayınız…

28 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Newer Posts
Older Posts

Hakkımızda

  • Üyelik Başvuru Formu
  • Kurumsal Kimliğimiz
  • Gizlilik Politikası

Bize Ulaşın

  • Mustafa Kemal Mahallesi Dumlupınar Blv. No:274 Mahall E Blok Daire:18 Ankara
  • Telefon: (0312) 438 12 66
  • Email: bilgi@tatd.org.tr
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis
Facebook Twitter Instagram Linkedin Youtube Email
Acil Tıp Bülteni
  • Home
Giriş

Çıkış yapana kadar oturumumu açık tut

Şifrenizi mi unuttunuz?

Password Recovery

A new password will be emailed to you.

Have received a new password? Login here