Kadın olarak erkek egemen toplumda yeterince zorluklarla karşılaşmaktayız. Bunun yanına hekimlik hele ki acil hekimliği işimizi biraz daha zorlaştırabilir. Ama biz kadınlar zorluklardan hiç bir zaman korkmadık. Aksine her zorluğu en iyi şekilde yönetmeyi öğrendik ve en iyi şekilde de yönettik. Bizim için acil hekimi olmak artık bir yaşam şeklidir. Bununla övünmekten de geri kalacak değiliz elbette.
“Hekim olmak; özellikle kadın hekim olmak tabiki zordu”
Eski zamanlarda (bazen şimdiki zamanda bile) kadınların eğitim alamadığı, erkekler tarafından yok sayıldıkları bir gerçek. Ama mitoloji zamanlarından beri kadın hekimlerin varlığından ve başarısından eski kaynaklar sık sık söz etmiştir.
“Agnodice ilk kadın hekim erkek kılığına girerek mesleğini icra etmek zorunda kalmış”
Yunan kaynaklarında Agnodice’in ilk kadın hekim olduğundan bahsedilir. Özellikle kadınların tıp okullarına kabulünün yasak olduğu bir dönemde erkek kılığına girerek hekimlik mesleğini başarı ile yürütmüştür. Kimse zorlu bir doğuma yardım edene kadar kadın olduğunu anlamamıştır. Kadın olduğu anlaşıldığında ise hem yasağa uymadığı için, hem de erkek kılığında eğitim alıp eğitim kurulunu yanılttığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılmıştır. Ancak bunu duyan kadın hekimin tedavi ettiği kadınlar ayaklanması sonucu cezasından kurtulmuştur.
Roma mitolojisinde Salus, İnka mitolojisinde Cocomama, Sümer mitolojisinde Bo, Hint mitolojisinde Çriisimleriyle sağlık tanrıçaları olarak bahsedilmiştir. Türklerde ise islam öncesinde sağlık ile uğraşanlar kam hatun olarak adlandırılmıştır. İslamiyet sonrasında ise savaşlarda yeterli hekim olmamasından kaynaklı; kadınların yaralı askerlerin tedavisine yardımcı olan Tabibe Zeynepbu konuda isim yapmış bir hekimdir. Şimdilerde ise 2019 verilerinde 26.453 profesörün 8.356 (%31’i)’sının kadın hekimlerden oluştuğu görülmektedir.
Peki bu kadar zorluğun üzerine biz neden acil tıp hekimliğini seçtik?
İlk kez acil tıbba asistan hekim olarak başladığımda ne yaptığımızı, neler yapabileceğimizi bile tam bilmiyordum. Ama ortamın adrenalini, hasta takibinin olmaması, nöbet usulü çalışmanın verdiği zevk beni mest etti. Tabi bunun yanında sevimli kıdemlilerin (ki birisi sonrasında eşim oldu) var olan öğretme sevdası, girişimsel işlemlere olan tutkusu benim ateşimi körükledi. Bu zevkli süreci 14 ay yaşadıktan sonra sosyal sebeplerden asistanlık hakkından feragat edip Kadın Hastalıkları ve Doğum asistanlığına başladım. Bu sefer de asistanlığımın 8. (sekizinci) ayında gerçekte sadece acil tıbbı sevdiğime karar verip oradan da istifa ettim. Sonra şansıma çıkan asistan affından yararlanarak yeniden acil tıp camiasına büyük bir heyecan ve zevkle katıldım. Tabii ki diğer alanları da görünce; yaptığımız işin önemini ve heyecanını, mesleki tatminini daha iyi anladım.
“Anne olmak başıma gelen en iyi şeylerden biri”
Bu süre zarfında iki kez anne olma şerefine de nail oldum. Kendim gibi hiperaktif, enerji dolu, biraz da yaramaz iki oğlum oldu. Acilci mantığı safları sık da tutunca aralarındaki yaş farkı 14 ay oldu. Bu da iki erkek çocuğu büyütmek değil; evde 3 erkek ile kısmen delirmek anlamına geliyormuş zamanla anladım (ama şimdilerde iyi ki onlarla deliriyorum diyorum).
Anne olmak, eş olmak, hekim olmak, acil tıp hekimi olmak… Aslında bunların hepsi hayatta hep zoru başarmak ve bu zorluklarla baş ederken mutlu olmaktı benim için. Başta eşim (acil tıp doktor öğretim üyesi), devamında ebeveynlerim bu konuda ciddi şekilde yardımcı oldular ve kısa sürede uzun ömür yaşamışçasına yaşlanıp tükendiler. Bazen kendi ailem bile mesleğim ile ilgili yargılarda bulunsalar da özellikle eşim; hatta çocuklarım bile çok memnundu halinden. Düşseler ‘Annem halleder’, ateşleri çıksa ‘Anne ateşim var hangi şurubu alayım?’, ‘Hadi anne oyuncaklarıma kalp masajı yapmayı öğret bize’ sözleri evdeki rutinimiz olmuştu. Daha kendi isimlerini tam söyleyemez iken 112 numarasını ezbere biliyorlardı. Her gün eve gelince ‘Anne bugün nasıl hastalar geldi? Anlatır mısın?’ diye evde sözel vizit atıyorlardı. Hastaneden her gün boş koli alıp evde montessori tarzı aktiviteler yaptık. Bu aktivitelerden sadece kendi çocuklarım faydalanmadı elbette; hastaneye muayeneye gelen sakinleşmeyen çocuklara da hastane koşullarında oyuncaklar yapıp gönüllerini almayı bildik (rutin olan eldiven şişirmekten bahsetmiyorum).
Özellikle eşim ile sürekli evde konsültasyonlar yaptık birbirimize. Ben ‘Sen kıdemlisin sen bak’ diye konsülte ettim; o ise ‘Ben kadın doğum ve pediatri konusunda eksiğim sen bak’ diye konsülte etti. İşi eve taşımanın en eğlenceli yolunu bulmuştuk nihayetinde. Tabi bu akademik hayatta da devam etti neyse ki. Eşimin (Atakan SAVRUN) ilgi ve yetenekleri ile benimki farklı olduğu için akademik alanda yan dallar yaptık kendimize. İstatistik ve veri toplama işi bende iken yazım ve dergilere yükleme işi ondaydı. Bu sayede gücümüzü iki değil belki üç belki dört katına çıkardık.
“Kadın olmak multidisipliner düşünmeyi gerektiriyor”
Hasıl-ı kelam bu süreçler sancılı geçti. Yalan söylemeyeceğim. Ama her düştüğümüzde birlikte kalkmayı, acıyı kederi neşeye çevirmeyi hep birlikte öğrendik. Şimdiki nesile bazen bakıyorum; çok zorlandıklarını görüyorum. Şahsen üzülüyorum. Kadın olmak multidisipliner düşünmek demek, kadın olmak krizleri çözmek ve yönetmek demek, kadın olmak empati kurmak demek, kadın demek acil demek.. Elimizde bir ‘wonder women’ bir ‘zeyna’ gücü varsa neden kullanmayalım.
SONUÇ OLARAK İÇİMİZDEKİ GÜCÜ UYANDIRALIM!
Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Mayıs 2022 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır.