Likya yolu, Karia yolu, St Paul yolu derken 2019 yılında tarih, doğa ve kültürün izinde Truva’dan Asos’a sloganıyla ülkemize kazandırılan yürüyüş yolu Troya kültür rotasını ve deneyimlerimi sizlerle paylaşacağım.
2018 Troya Yılı kapsamında Çanakkale Tarih ve Kültür Vakfı (ÇATKAV) tarafından Çanakkale Valiliği ortaklığında oluşturulan yürüyüş ve bisiklet yollarını içeren 120 km uzunluğundaki uluslararası standartlara uygun bir yoldur. Yolun kendi mobil aplikasyonu olması ve bu aplikasyon içerisinde tarihi alanların, köylerin, yemek yenebilecek yerlerin, marketlerin tek tek işaretlenmiş olması bu yolun oluşturulmasında ne kadar büyük emeğin olduğunun göstergesi.
Hem mobil aplikasyonun hem de internet sitesinin (https://www.troycultureroute.com) İngilizce seçeneğinin olması önümüzdeki yıllarda hem yurt içi hem de yurt dışı çok daha fazla yürüyüşçünün bu yola rağbet göstereceğinin en büyük göstergesidir.
“Daha önce gördüğüm ve yürümeyi çok istediğim bir rotaydı benim için”
Geçtiğimiz haziran ayının ortasında Sakarya-Düzce’de yaylalar arası yürüyüş planları yaparken meteorolojinin arka arkaya yaptığı fırtına uyarılarından sonra aklıma bir anda düşüverdi Truva yolunu yürümek. Ancak haziran ayında sıcaklıkların artması ve doğanın kuraklaşması kafamdaki en büyük soru işaretleriydi. Bir tatil planı yapıldıysa asla vazgeçmeyen ben, kafamdaki soru işaretleriyle birlikte İstanbul’dan Assos’a kadar yürüyüşe hazır olarak geldim. Marmara ve Batı Karadeniz’i vuran fırtının etkisiyle Çanakkale Bölgesi’nde de hava sıcaklıklarının düşmüş olması kafamdaki en büyük soru işaretini bir anda siliverdi. Rota aslında Truva antik şehrinden başlayıp Assos antik şehrinde bitiyordu. Assos bölgesindeki denizin yürüyüşümü güzelleştireceğine inanarak yolun en sonundan başladım iyi ki de öyle yapmışım yolun ilk kilometrelerinde sol tarafımda sürekli eşlik eden bir deniz ve Midilli Ada’sı manzarası mevcuttu.
“Behramkale köyünden antik limana doğru inen virajları yolları hızlı adımlarla arşınladım”
Haziran ayının ortasında bir öğlen vakti Behramkale köy meydanına arabamı bıraktım. Yaklaşık 10 kg’lık sırt çantam, daha hafif olamıyordu, içerisinde çadırım, matım, uyku tulumum, yedek bir adet tişörtüm ve yüzme şortum mevcuttu. Mutfak malzemesi olarak kamp tüpüm, ultra hafif tencerem ve ocağım, kalorisi fazla ağırlığı hafif olduğu için çok sayıda noodle, kahve ve atıştırmalıklarım vardı. Son olarak köy marketinden aldığım 2,5 lt’lik su ve ekmeğimle beraber sırtımdaki yük 13 kg’ımın üzerine çıkmıştı. İlk gün Behramkale köyünden Bektaş köyüne kadar yaklaşık 15 km’lik bir yolum vardı ve ben neredeyse öğlene kadar vaktimi yolda harcamıştım, bu yüzden olabildiğince hızlı olmalıydım. Assos kazı evinin hemen aşağısında yürüyüş yolunun tabelasını gördüm. Başlangıç noktama ulaşmıştım. Yol buradan antik limanı arkasında bırakarak batı yönüne doğru ilerliyordu ve sol tarafımda bana eşlik eden çok güzel bir deniz manzarası mevcuttu. Yürüyüş yolunun internet sitesinde rotayı içeren kml uzantılı dosyayı indirip cep telefonumdaki offline çalışan maps me uygulamasına yüklemiştim ancak buna çok fazla ihtiyaç duymadım. Yol o kadar güzel işaretliydi ki kafamı her çevirdiğimde başka bir taşın, ağacın, çalının üzerinde kırmızı beyaz uluslararası yürüyüş yolu işaretini görüyordum.
“Plajlardaki kirlilik mültecilerden geriye kalan izlerdi aslında”
Rotanın ilk kilometrelerinde Assos Antik Liman’dan batıya ilerlerken sol yanımda yaklaşık 20-30 metre aşağımda ufak ufak plajlar mevcuttu. Bu ufak plajlar sadece patikayla yürünerek gelinebilmesine rağmen çok fazla kirliydiler, biraz ilerledikten sonra aklıma internette okuduğum bu plajlardan Midilli’ye mültecilerin kaçırıldığı aklıma geldi. Plajlarda çok fazla kaderine terkedilmiş eski kıyafetler, şişme can yelekleri ve ayakkabılar vardı. Bunlar mültecilerin ayak izleriydi. Bir süre daha denize yakın yürüdükten sonra yol içeriye doğru kıvrılmaya, tarlaların arasında ilerlemeye başlıyordu. Yol hızlı yürümeye müsaitti ve ben de akşamın yaklaşmasıyla beraber hızımı artırarak yoluma devam ettim.
“Yaklaşık 11 km’lik Assos kazı evi ile Kuruoba köyü arasında hiçbir su kaynağı bulmanız imkansız”
Kuruoba köyüne doğru ilerlerken bir süre antik yoldan yürüdüm. Köyün hemen altındaki ufak ormanlık alanda bir anda önüme ufak bir tilki atlıyor ancak beni görmesiyle kaçması bir oluyordu. Bu ormanlık alanda yaklaşık 200 metrelik bir irtifa kazanımı var ancak beni hiç yormadan köye ulaşıyorum ve köy meydanındaki çeşmeden sularımı yeniledim. Kuruoba köyünden Bektaş köyüne doğru yürüyüş yolu araba yolunun hemen paralelinden ilerliyor ve manzarası olmamasıyla biraz can sıkıcı ancak hızlıca 3 km’yi yürüyerek Bektaş köyüne vardım. Köy meydanındaki marketten soğuk içecek alıp, bir süre dinlendikten sonra bulduğum bir çalılık alanın içine çadırımı kurdum, akşam yemeğimi hazırlayıp, afiyetle yedim. Öğlen başladığım yolun daha ilk günden 15 km’sini yürümüş olmanın etkisiyle erkenden uykuya daldım.
“Yürüyüşün ilk etabından aklımda kalanlar manzarasının etkileyici olması, teknik gerektirmeyecek kadar kolay ve isteyen herkes için mümkün olması”
İkinci gün sabah çadırımın üzerine doğan güneşle erkenden uyanıyorum. 22 km’lik Bektaş-Gülpınar rotası var önümde. Erkenden başlıyorum yürümeye, sol tarafımda bu sefer biraz uzakta olsa da Midilli mevcut. Balabanlı köyünün biraz ilerisinde ana yolun ilk kez kuzeyine geçiyorum. Sonradan öğrendiğim rota üzerinde bu bölgede düzeltme yapıldığı ancak koordinat haritasının güncellenmediği o yüzden siz de yürümeye karar verirseniz sadece yoldaki işaretleri takip edin. Bu sırada önüme eski bir çeşme çıkıyor neredeyse sabah duşu alıyorum burada ormanın içerisinde.
Ardından Koyunevi köyüne doğru antik olduğunu düşündüğüm taş yoldan yürüyorum ve birden yukarıdan köyü görüyorum. Eğer bir şeyler yemek isterseniz veya konaklamak isterseniz Koyunevi köyünde bir taş ev ve kendine ait restaurantı mevcut. Koyunevi köyünden 1,5 km ileride Bademli köyüne varıyorum. Bu iki köy arasında aşağıdaki düzlükteki tuzla ovası gözüküyor. Bademli köyünün bitiminde aşağıdaki dere yatağına iniliyor. Benim geçtiğim dönemde derede hiç su yoktu ancak dere yatağında çok güzel ağaçlar ve gölgesi mevcut burada matımın serip kısa bir uykuya dalıyorum. Uyanınca kahvemi yudumluyorum, öğlene kadar yaklaşık 10 km yürümüşüm. Dere yatağından batıya doğru biraz irtifa kazanıp anayolu tekrar geçiyorsun. Yolun bu kısmında köylerin sık sık gelmesi ve yol kenarındaki çeşmelerin varlığıyla su konusunda pek sıkıntı çekilmiyor.
Çeşmeden sonra 3 km boyunca çam ormanının içerisinde yol alıyorum önüme bir koyun sürüsü çıkıyor. Çobanla biraz muhabbet ediyorum çok alışık değiller yürüyenlere ancak böyle bir yürüyüş yolunun olduğunu biliyorlar. Ormanın bitiminde bu sefer Kocaköy var önümde, bu köy diğer köylere göre daha küçük, çeşme bile bulamıyorum içinde. Köyden yol batı yönüne vadi boyunca aşağıya doğru alçalıyor ardından kurumuş dereyi geçiyorum ve vadinin diğer tarafına geçiyorum. Önüme Gülpınar manzarası çıkıyor. Gülpınar Babakale yolundan karşıya geçip zeytin tarlalarının arasına doğru giriyor. Burada yaklaşık 3 km’lik bir yoldan ilerledikten sonra Gülpınar’ın çıkışına yani ikinci gün rotasının sonuna geliyorum.
Buradan kısa bir yürüyüşle Gülpınar’daki Apollon Smintheion ören yerine ulaşabilmek mümkün, bu bölgenin Truva Antik Şehrinden sonraki en önemli yerini muhakkak ziyaret etmelisiniz. Gülpınar bu bölgenin en büyük yerleşim yeri, zincir marketler, konaklama ve yemek yerleri mevcut. İkinci günün rotasını tamamlamış olmama rağmen tarlaların arasında 4-5 km daha yürüyorum zaten dümdüz bir traktör yolundayım. Bir zeytin tarlasının içine giriyorum çadırımı kurup, akşam yemeğimi hazırlıyorum.
“İkinci gün ile ilgili aklımda kalanlardan Gülpınar civarında tarlaların arasındaki yolun belki de yürüyüşün en sıkıcı kısmı ve ufak tefek tepelerden dolayı biraz zorlayıcı olduğunu düşünüyorum”
Üçüncü gün, Gülpınar Kösedere arasındaki 19 km’lık yolun ilk 4-5 km’sini bir önceki günden yürümüş olduğum için önümde 14 km’lik bir mesafe mevcut. Sabah erkenden yola çıkıyorum. Tuzla ovasındaki tarlaların içinden yola devam ediyorum, tarlalarda salatalık toplayan köylülerimiz salatalık ikram ediyorlar. Burada tuzla çayına varmadan önce tarlaların arasında bir antik roma köprüsüne rastlıyorum. Tarlaların içinde olduğuna bakmayın önceden tuzla çayı buradan akıyormuş ancak zamanla çayın getirdiği alüvyonların etkisiyle çayın akış güzergahı değişince köprü tarlaların içinde kalmış.
“Kösedereliler genel olarak yürüyüşçülere karşı çok meraklılar ve yardımseverler”
Roma köprüsünün biraz ilerisinde yeni yapılmış köprüden tuzla çayını geçiyorum ve Kösedere’ye doğru traktör yolundan yürümeye devam ediyorum. Köye yaklaşık 5 km kala yanımdan geçen bir traktör duruyor ve “sıcakta yürüme gel seni köye kadar götüreyim” diyen bir amcanın traktörüne atlıyorum. Kösedere köyünün içerisinde dere kenarında birkaç market ve köy kahvehanesi mevcut buralarda karnınızı doyurabilirsiniz. Öğlen vakti köy içerisinde biraz oyalandıktan sonra köyün çıkışındaki çeşmeden suyumu doldurarak yola devam ediyorum. Kösedere’den patika kuzeye doğru ilerlerken yaklaşık 100 metrelik bir tepeye çıkartıyor, tepelerin üzerinden yaklaşık 4 km yol alıp, 250 metre yükselerek Çamoba köyüne varıyorum.
“Küçük bir market ve bir kahvehane yürüyüşçüler için bulunmaz nimetler”
Çamoba köyünün kenarından kuzey yönüne doğru yol yükselmeye devam edip, çam ormanlarının içerisine giriyor. Orman içerisinde yol Truva rotasının en yüksek irtifası olan 330 metreye çıkıyor. Yürümeye ilk başladığım güne göre hava epey ısınmış, haziran sıcaklık ortalamasına ulaşılmış durumda. Ormanın içerisinde olmamın ve biraz da yüksekliğin etkisiyle sıcaklığı çok hissetmeden Tavaklı köyüne doğru koşar adımlarla ilerliyorum. Tavaklı köy meydanındaki kahvehaneye uğrayıp kendime içecek bir şeyler söylüyorum. Yaklaşık yarım saat kadar kahvehanede tanıştığım Ceyhun Abi’den bölge hakkında güzel bilgiler öğreniyorum.
“Truva yolunun en zorlayıcı kısmı Alemşah köyüne giden patikalar”
Truva yolunu yürümeye karar verdiyseniz muhakkak köy kahvehanelerini uğrayın yöre halkının ne kadar ilgili, yardımsever ve sıcakkanlı olduğunu yakından görün. Akşamüzeri Tavaklı’dan yola çıkıyorum ve 4 km ilerideki Alemşah köyü hedefim önce bir süre tarla içerisindeki patikalarda yol aldıktan sonra bana göre yolun en zorlayıcı olan yerine geliyorum yaklaşık 20-25 metrelik vadi içerisine dik bir patikayla yavaş adımlarla iniyorum. Herhangi bir zorluğu yok aslında ama Truva yolu yürümek için çok kolay olduğundan burası biraz zor geliyor insana.
Vadinin dibinde çok ince akan bir dere var ve dereden karşıya geçip vadinin diğer tarafına geçiyorum. Alemşah köy merkezinde kısa bir mola veriyorum. Bu köydeyse maalesef market veya kahvehane mevcut değil, köy meydanında bir çeşme bulmak ise sevindirici. Yaklaşık 25 km yürümüş olmama rağmen yola devam etmeye karar veriyorum. Hava kararmadan bir sonraki köy olan Akçakeçili’ye varmam gerekiyor diye düşünüyorum. Alemşah Akçekeçili arası yaklaşık 5,5 km genel olarak tarla kenarından patika yol şeklinde ilerliyor burada tarlalar ekilmiş ve mahsuller yerde olduğu için zaman zaman işaretleri görmekte zorlandım. Köyün girişine vardığımda hava neredeyse kararmak üzereydi ve rota köyün kenarından devam ettiği için ben de rotayı takip ederek köye uğramadan yoluma devam ettim, köyü yaklaşık 1-1.5 km geçtikten sonra neredeyse kararmış havada deniz manzaralı bir yer bulup çadırımı kurdum. Önümde çok güzel bir deniz ve Bozcaada manzarası vardı. Bugün inanılmaz yorulmuştum. İlk iki güne göre hava çok daha sıcaktı ve neredeyse 30 km yol yürümüştüm. Akşam yemeği bile yapmadan ılık bir yaz akşamında uykuya daldım.
“Üçüncü günün önerileri; Gülpınar – Kösedere arası yolun en sıkıcı rotası olabilir. Gülpınar köy merkezine gelip dolmuşla Kösedere köyüne geçerseniz herhangi bir şey kaybetmiş olmazsınız. Kösedere’den Akçakeçili’ye kadar uzanan rota ise çok güzel bir doğa yürüyüşü güzergahı.”
Dördüncü günümde bir önceki gün fazla yürümüş olmamın etkisiyle bu sefer biraz daha geç uyanıyorum. Akçakeçili’de bulunduğum tepe üzerinden deniz kenarına inip hızlıca denize girmek istiyorum günlerdir yoldayım ve hiç duş almamış olmanın verdiği rahatsızlık mevcut. Burada plajda kocaman çınar ağaçları mevcut, çınar gölgesinde biraz uyuyorum denize giriyorum çünkü canım artık yürümek istemiyor. 3 günde 70 km’den fazla yol yürümüşüm, hava artık gerçek bir haziran sıcağı ve insanın adım atası bile gelmiyor. Öğlen uzunca bir süre plajda vakit geçiriyorum. Bir süre sonra tekrar yola koyuluyorum plaja paralel ağaçların altından yaklaşık 5 km kadar yürüdükten sonra Alexandria Troas antik kentinin yanından anayola varıyorum. Eğer sizin de benim gibi su sıkıntınız olursa, yaklaşık 1 km yol yürüyerek Dalyan Köyü’nün merkezine inebilirsiniz. Burada deniz kenarında birkaç adet işletme ve çay bahçesi mevcut. Bir yere oturup karnımı güzelce doyuruyorum. Su stoklarımı yenileyip Dalyan köyünden Troas antik şehrine doğru yola çıkıyorum. Troas ören yerinin girişi ücretsiz, genel olarak düzenli bir restorasyonun yapılmadığı bir antik şehir, içerisinde bir tur atıyorum ve anayolda kısa bir süre yürüdükten sonra patikayla beraber tarlaların arasına traktör yoluna doğru giriyorum.
Yaklaşık 7-8 km ileride hedef noktam Geyikli var, ancak yorgunluğumun etkisiyle o kadar yavaş yürüyorum ki, Geyikli’ye 2-3 km kala havanın kararmak üzere olması nedeniyle ağaçların arasına çadırımı kuruyorum. Gece uyurken birkaç kez çadırımın etrafında bir şeylerin yürüdüğünü hissediyorum ufak bir gürültü çıkarıyorum ve ses uzaklaşıyor. Tilki olduğunu düşünerek, uyumaya devam ediyorum.
“Rotanın belki de en zorlayıcı yeri burasıydı. Su kaynaklarının çok kısıtlı olması, özellikle yaz mevsiminde en önemli dezavantaj olabilir. Troas antik şehri ve Dalyan köyünün avantajları rotayı güzelleştiren noktalardı.”
Beşinci gün uyanmakta zorlanıyorum. Bedenimin üzerinde kümülatif birikmiş bir yorgunluk mevcut. Saat 10 gibi ancak yola çıkabiliyorum. Önümdeki 2 km’yi hızlıca yürüyüp yüksekten Geyikli manzarasıyla karşılıyorum. Köyün içerisine doğru inip ilk bulduğum camide duş alıyorum. Köy merkezinde lokantada yemeğimi yerken, yürüyüşü sonlandırmam gerektiğine karar veriyorum çünkü artık İstanbul’a dönmek zorundayım nöbetler beni bekliyor.
Geyikli’den Behramkale’ye doğru yola çıkıyorum, arabamı alıp geri dönüş yoluna koyuluyorum. Yorgunum ancak çok mutluyum, sıcağa rağmen yaklaşık 4 günde 90 km’ye yakın yol yürümüş olmanın verdiği keyif ise paha biçilemez.
Rota hakkındaki izlenimlerime gelirsek daha önce yurt içinde ve yurt dışında yüzlerce km yürümüş biri olarak bu yolun işaretlemesi harikulade güzel. Neredeyse hiç koordinat haritasına bakmadan yürüyebiliyor insan. Zorluk seviyesine gelirsek herhangi bir doğa yürüyüşü tecrübesi olmayan bir insanın bile yürüyebileceği kolaylıkta. Deniz ve doğa manzaralarının keyfiyse bambaşka.
Daha önce hiç sırt çantalı yürüyüş tecrübeniz yoksa günübirlik tek etap şeklinde veya tematik yürüyüş yapmaya uygun bir yol Troya Kültür Yolu. Aynı zamanda çeşitli tur firmaları bu yol üzerinde konaklamalı yürüyüş turları yapmakta bu turlardan herhangi birine katılarak benim gibi sırtında 12 kg yük olmadan kolayca yürüyüş yapabilirsiniz.
Biz acil tıpçılar gibi sürekli yüksek stres altında çalışan insanlar içinse uzun mesafeli doğa yürüyüşleri stres atmaya birebir. Stresten uzak doğanın içinde keyifli bir yolculuk yapmak istiyorsanız hiç düşünmeden Troya yoluna gidin…
Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Ocak 2022 tarihli 10. sayısında yayımlanmıştır.