Home Mercek Sosyal Medya Şirketiniz Hazır mı?

Sosyal Medya Şirketiniz Hazır mı?

by İBRAHİM SARBAY
0 comments

“Öncelikle bir sosyal medya şirketisiniz.”

Sosyal medya hesaplarıyla yüz binlerce takipçisi için adeta bir kanaat önderine dönüşen başarılı girişimci Gary Vaynerchuk, geçtiğimiz günlerde takipçilerine böyle seslenmişti. Abartılı ve sert uslubuna alışkın olanlar için şaşırtıcı olmasa da, birçoğumuz için vurucu bir cümle sayılabilir.

Sosyal medya şirketi mi? Nasıl yani?

Dünyanın her yerinde hekimlere biçilen bir kalıp var. Bu kalıbın dışına çıkanların garipsenmesi alışıldık bir durum. İster futbol, isterse sanat olsun; “alanı dışında” konuşan bir hekime ad hominem yüklemenin en kolay yolu, “Doktorluğunu yap!” oluyor. Mesleğin sürekli güncellenme gerektiren yoğun tempolu doğası ile bu toplumsal kalıplar bir araya geldiğinde, mesleği dışındaki alanlarda biraz çekingen davranmak meslektaşlarımız arasında yaygınlaşıyor.

Hal böyle olunca, Gary Vaynerchuk’ın iddialı cümlesi, bize bir beyaz yakalı esprisi gibi görünebilir. Ayın çoğunu çalışarak geçiren bir hekim, sosyal medyaya ayıracak vakti nereden bulsun? Hele bir de Acil Tıp gibi “hasta portföyü” gerektirmeyen alanlarda, “sosyal medya görünürlüğünü artırmak” ne gibi bir önem taşıyabilir ki?

İsterseniz, önce “Neden sosyal medyada olmalıyız?” kısmından başlayalım.

#FOAMed Akımı nedir?

Bu sorunun cevabı, “FOAMed” kelimesinde saklı. Sosyal medya kullanıp da #FOAMed akımını duymamışsanız, bir şeyler yolunda gitmiyor demektir. Mazisi 10 yıllık bile olmayan bu akım; “Free, Open Access, Medical Education (Serbest, Açık Erişimli, Tıp Eğitimi) anlamına geliyor. Bir kaynak kitabın güncellenmesi ana dilinde bile yıllar alırken, özellikle COVID-19 salgınında gördüğümüz gibi yeni ortaya çıkan bir durumla ilgili en güncel bilgilere ulaşmanın yolu, tartışmasız FOAMed oluyor. Twitter’da her gün bu hashtag ile binlerce paylaşım yapılıyor. Elbette kişilerin kendi reklamlarını yapabildikleri veya bilimsel gücü tartışmalı içerikleri paylaşabildikleri su götürmez bir gerçek. Ancak konu güncele ulaşmaksa, çare tartışmasız #FOAMed. Slovenyalı Acil Tıp Uzmanı Gregor Prosen’ın önerisini uygulamak belki de bu noktada büyük önem taşıyor: “2. yılını tamamlamamış asistanımın #FOAMed içeriklerini takip etmesi yasak” diyor Prosen. “Önce temelini sağlam oturtacak, sonra güncel tartışmaları takip edecek.” Hani ne derler, altına imza.

Peki sosyal medyayı takip etmemiz gerektiğini kabul ettik diyelim. Takip etmenin ötesinde, gerçekten de bireysel olarak bir sosyal medya görünürlüğüne ihtiyacımız var mı? Varsa da nasıl “Bir sosyal medya şirketi” gibi olacağız? Bu satırları okurken, ücretli tanıtımlar, sosyal medya reklamları ve sansasyonel hareketler ile popüler olma telaşındaki isimler hızla aklınızdan geçmiş, mideniz de bulanmaya başlamıştır eminim. Elbette “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” felsefesi ile yapmacık ve boş bir görünürlük kazanmaktan bahsetmiyor Vaynerchuk. Felsefesi basit: “Bir şeyi iyi yapıyorsan, izin ver de (isteyen) herkesin haberi olsun”.

Bu yazıda, sosyal medya görünürlüğümüzü artırmak için bazı ipuçlarına yer vereceğim. Her şeyden önce, bunları uygulamak bir “influencer” veya “fenomen” olmanıza yol açmayacak elbette. Böyle bir amacı olanın bu yazıyı okuyacağından şüpheliyim zaten. Amacım, alanında tanınmış isimlerin, sosyal medyayı kullanma “taktiklerinden” bir parça esinti sunarak dikkatinizi çekmekten fazlası değil.

İsterseniz başlayalım.

“Kritik soru: Benim amacım ne?”

Sosyal medya profilinize profesyonel bir bakışla bakmaya karar verdiğinizde, sormanız gereken en kritik soru “Benim amacım ne?” olacaktır. “Beğeni” ve ya “takipçi” kazanmak mı, yoksa tanınırlığını artırmak mı? Sosyal medya platformlarının en popülerlerinden biri olan Twitter üzerinden konuşacak olursak, daha fazla ‘Beğeni’ kazanmanın en önemli yolunun espriler ve aforizmalar paylaşmak, ‘tespitlerde’ bulunmak olduğunu kolayca anlayabiliriz. Bu şekilde hızla popüler bir Twitter profiline ulaşabilecek olsak da, bir tıp doktoru olarak profesyonel tanınırlığını artırmak için bu durumun en azından yararlı olmayacağını (hatta büyük ihtimalle de zararlı olacağını) anlamamız zor değil. Öyleyse ne yapalım?

“Ne ile tanınmak istiyorsak, o konuda paylaşımlar yapmaya başlamak güzel bir adım olabilir.”

Bugün işe alım süreçlerinde bile adayların sosyal medya hesaplarına ve isimleri arandığında arama motorlarında çıkan sonuçlara bakıldığını hepimiz biliyoruz. Arkadaşlarıma zaman zaman verdiğim bir örnek var: Mattu’nun Rezaie’nin vs… hekimlikleri hakkında çok olumlu fikirlerimiz var. Bu fikirlerin kaynağı ne? Hastalarının geri bildirimleri mi? Mesleki başarı raporları mı? Bir tanıdığımızdan mı duyduk? İnterneti etkin kullanmaya karar vermeselerdi, mesela Mattu o “whiteboard” vizitlerini sosyal medyada paylaşmasaydı, ünleri bulundukları şehrin dışına çıkacak mıydı?

Sosyal medya öyle bir güç ki, ABD’den, Avustralya’dan, hatta bir 3. Dünya ülkesinden birinin çıkıp yeteneklerini sergileyebilmesine ve bütün dünyada yankılar oluşturabilmesine yol açıyor.

“İnsanlar beni nasıl tanımalı?” Bu basit sorunun etrafında şekillendirdiğiniz bir sosyal medya hesabı karşınıza inanılmaz fırsatlar çıkmasına yol açacaktır şüphesiz.

Bedava Olsun, Bizim Olsun

Günümüzde herkes, her şeyi bedava elde etmek istiyor. Özellikle de bilgiyi ve tecrübeyi. Ama bir yanda da, iki üç cafcaflı kelimeyi bir araya getirip yüksek yüksek ücretlerle, bilgi ve tecrübe “tüccarlığı” yapan yığınla insan var. Öyleyse “bir delilik” yapsak ve kendi alanımızdan değerli bilgi ve tecrübeleri ücretsiz olarak taliplilerine sunsak, insanların ilgisini çekmez mi? Çeker elbette. Böylece sizinle aynı alanda ilgili takipçiler edinmeniz ve “kulaktan kulağa” yayılarak ağınızı genişletmeniz mümkün olacaktır.

Amal Mattu’nun meşhur EKG videolarını bu konuda bir örnek olarak görebiliriz. Paylaşımlarınızla güçlü bir kitle oluşturduktan ve bir markaya dönüştükten sonra, içeriklerinizden gelir etme etmeniz de mümkün.

Hangi Mecralar?

“Sosyal Medya” dediğimizde aklınıza hangi platformlar geliyor? En “Bu işlerden anlamayan” bile en az 5 tanesini sayabilir muhtemelen. Ancak bu sorunun gerçek cevabı belki de yüzlerce. Peki biz hangi platformları tercih etmeliyiz?

“Kontrolünüzden çıkmayacak kadar çok platformu etkin kullanın”

Sosyal medyayı etkin kullanan isimler, ”Mümkün olduğu kadar çok platformu” diyor. Özel sosyal medya ekipleri olan isimler için bu sayı bir elin parmaklarını elbette geçecektir, ancak bizim gibi kendi profillerini yönetmek durumunda olanlar için bu sayının “kontrolünüzden çıkmayacak kadar çok” olarak güncellenmesi yerinde olabilir. Kişisel tecrübelerim 5 platformu aşmamanın doğru olacağını söylüyor. Peki hangileri? Bu sorunun cevabı, içeriklerinizi nasıl ürettiğinizde gizli.

Güçlü Yanın Hangisi?

Bazı insanlar kamera karşısında çok rahattır, bazısı ise eline kalemi aldı mı yazar da yazar… Hangi iletişim şeklinde güçlüyseniz, o tarzda içerik üretmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Örnek olarak, video çekerek içerik üretmek kolay geliyorsa videolu içerikler üretebilir; sesinize güveniyorsanız podcastler hazırlayabilirsiniz.

“Yeteneklerinizi geliştirmek için tek gereken biraz cesaret olabilir.”

Elbette hedef kitlenizin yer aldığı mecraları da göz önünde bulundurmalı, içeriklerinizi oralara uyacak halde sunmalısınız. Üstelik içerik üretirken, zayıf gördüğünüz yönlerinizi de kuvvetlendirmeniz mümkün. Hiç kimse kamera karşısında konuşma yetisi ile doğmuyor.

 “Aynı içeriği bütün platformlarda paylaşmak mümkün”

Mecranı İyi Tanı

Twitter’da “patlayacak” bir paylaşım, LinkedIn’de hiçbir şey ifade etmeyebilir. YouTube’da popüler olacak bir video, Instagram’da kaybolup gidebilir. Her mecranın kendine has bir tarzı var.  Ürettiklerinizin daha çok tüketilmesini istiyorsanız, içeriğinizi mecraya uydurmak durumundasınız. 10 dakikalık bir video çektiyseniz, kırpıp kırpıp bir Twitter kolajı, bir Instagram hikayesi, bir Instagram paylaşımı, bir blog yazısı çıkarabilirsiniz pekala. Ama bu mecraların kendine has nüanslarını atlamadan. Yoksa bir tuşla aynı içeriği bütün platformlarda paylaşmak zaten mümkün. Bunun adına hak arasında “Buffer” diyorlar. Bununla yetinmeyin. Bir içerik farklı bin mecrada olabilir ancak bini de kendine özel olmak kaydıyla…

Sabırla Koruk Helva Olur

Türkiye şartlarında erken sayılabilecek bir tarihte, 2010’da, kişisel bir Twitter hesabı açmışım. İlk günden beri aynı hesaptayım. 9 yılda 350 takipçiye ancak ulaştım. Son bir yıl içerisinde takipçi sayım 5.000’i geçti. Daha da önemlisi alanında tanınmış bir çok isimle tanışma fırsatı buldum. Bana sorarsanız, ilk 9 yılda paylaştıklarımla, son bir yılda paylaştıklarım arasında pek de bir fark yok. Peki ne değişti?

“Her şeyin bir zamanı var”

Bir mecraya bir gün içinde bin içerik yüklediğinizi düşünelim. Sonra bir yıl boyunca içerik paylaşmayın. Ne olur? İlk günden spam hesap olarak işaretlenmediğinizi varsayarsak, istediğiniz tanınırlığa ulaşamayacağınızı tahmin etmek zor değil. Bunun yerine o bin paylaşımı bir yıla yayarak yapsanız? Mutlaka bir geri dönüş alacaksınız. Bir yıl sonra olmadı mı? Siz devam edin. Zamanla mecrayı da daha iyi tanıyacaksınız, mecra da sizi daha iyi tanıyacak. Pes etmek yok.

Hangi İçeriklerim Popüler Olacak?

Bu soru, sorabileceğiniz en ilgisiz sorulardan biri ve tek bir cevabı var: Bilemezsiniz! Sosyal medyanın keyifli tarafı da bu. Bir içerik paylaşırsınız, yüksek takipçili hesaplar paylaşmaya başlar ve bir kar topu gibi büyür gider. “10 kişi beğenmez” dediğim ama binlerce beğeni alan paylaşımlarım da oldu, “Çok tutacak” dediğim ama umduğumu bulamadığım binlerce paylaşımım da. Kardeşimle zaman zaman hatırlar güleriz: En çok emek verdiğimiz çalışmalarımız, en az tüketilen çalışmalarımız olmuştur her zaman. Dolayısıyla aklınızdan bu soruyu atın.

“Viral olan içeriklerinizin uzun vadede hedefinize ulaşmanıza çok da bir katkısı olmayacak”

Viral bir içerik üretmenin insana keyif verdiğini inkar etmeyeceğim elbette. Ancak bir çok kullanıcı; bir kere başarılı bir içerik paylaştıktan sonra, hep aynı başarıyı elde etmesi gerektiğini düşünerek kendini fazlasıyla yoruyor ve sonuçta içerik üretmekten soğuyor. Halbuki “Twitter fenomeni” olmayı amaçlamıyorsanız; viral olan bir içeriğiniz, daha fazla trolün dikkatini çekmenizden ve hedef kitleniz dışındaki alanlardan bir çok “anlık takipçi” gelmesinden başka bir amaca hizmet etmeyecektir. İş ağınızı genişletmenin yolu, sürekli ve daima yüksek kalitede içerik paylaşmaktan geçiyor.

“Bu işin bir kısa yolu, bir hilesi yok”

Etik

Sosyal medyayı bir “vahşi batı deneyimi” tadında görmek alışıldık bir durum. İnternetin ortaya çıktığı ilk günlerden beri pompalanan bu anlayış, kuralsız bir dünya vaat edildiğini düşünen kitlelerin internette gerçek dünyanın kalıplarından kurtularak bir anlamda “akıllarına eseni” yapabileceklerini zannetmelerine yol açtı. Elbette “özgürlük”, ABD ordusunun hızlı iletişim amacıyla geliştirdiği ve “amme hizmeti” (!) olarak halkın kullanımına açtığı bu teknoloji için yapılabilecek en yanlış tanımlardan biriydi. İnternetten atılan her mesajın, gönderilen her sesin yüzlerce yerde kaydedildiğini ve internette gizlilik ve özgürlüğün olmadığını artık hepimiz biliyoruz.

Gerçek hayatta ağzınızdan çıkan bir kelimeyi geri almanız mümkün olmasa da, muhatabınızdan özür dileyebilir veya ne demek istediğinizi uzun uzun anlatabilirsiniz. Ancak sosyal medyada paylaştığınız herhangi bir içerik, göz açıp kapayana kadar dünyanın öbür ucundaki kullanıcılara kadar ulaşır ve çoğunlukla da okuyanların bir bölümü paylaşımınıza aklınızın ucundan bile geçmeyen anlamları yükleyebilir. Önüne geleni linç etmek için parmak uçları kaşınan trollere istediklerini vermemek, bir başka ifadeyle “Trolleri beslememek“ için, paylaştıklarınızı tekrar tekrar düşünmeli ve hakkınızda yanlış bir algı oluşturabilecek tartışmalı ifadelerden mümkün olduğunca kaçınmalısınız.

Dünyanın birçok yerinde, sağlık profesyonellerinin sosyal medya kullanımında uygulanması gereken kurallar tanımlanmış. Burada AMA’nın (American Medical Association) İnternette Tıp Etiği üzerine yayınladığı kuralları özetlemek yeterli olacaktır sanırım:

  1. Doktorlar, internette de hasta mahremiyeti ve gizlilik standartlarının bilincinde olmalı ve tanımlanabilir hasta bilgilerini çevrimiçi paylaşmaktan kaçınmalıdır.
  2. Sosyal medyayı eğitim amaçlı kullanırken veya diğer hekimlerle profesyonel olarak bilgi alışverişinde bulunurken; mahremiyet, gizlilik ve bilgilendirilmiş onam ile ilgili etik rehberler uygulanmalıdır.
  3. Doktorlar, sosyal ağları kullanırken, paylaştıkları içeriğin kalıcı olarak orada olduğunun bilincinde olmalıdır. Bu nedenle, kendi sitelerindeki bilgilerin ve (mümkünse) kendileriyle ilgili bütün içeriklerin doğru olmasını sağlamak için rutin olarak internet varlıklarını izlemelidir.
  4. Doktorlar, eğer internette hastalarla etkileşime giriyor ise, tıpkı diğer ortamlarda olduğu gibi mesleki etik kurallara uygun olarak hasta-hekim ilişkisinin uygun sınırlarını korumalıdır.
  5. Sınırları korumak için kişisel ve profesyonel içeriği ayırmak düşünülmelidir.
  6. Doktorlar, meslektaşları tarafından yayınlanan uygunsuz bir içeriği gördüklerinde, bu konuyu kişinin dikkatine sunmak ile yükümlüdürler. Davranış mesleki normları önemli ölçüde ihlal ediyorsa ve kişi durumu çözmek için uygun önlem almıyorsa, konu uygun yetkililere bildirilmelidir.
  7. Doktorlar, paylaştıkları içeriğin hastalar ve meslektaşları arasındaki itibarlarını olumsuz etkileyebileceğini, tıbbi kariyerleri için (özellikle eğitimleri sürüyorsa) sonuçları olabileceğini ve halkın tıp mesleğine olan güvenini zayıflatabileceğini kabul etmelidir.

Daha detaylı bilgi edinmek isterseniz, AMA web sitesindeki “Professionalism in the Use of Social Media” başlığına erişebilirsiniz.

Özetlersek…

Eliniz sosyal medya hesabınızın “Gönder” tuşuna her yaklaştığında, bu cümleyi tekrar hatırlayın:

“Öncelikle bir sosyal medya şirketisiniz.”

Paylaştıklarınızla (ve bazen de paylaşmadıklarınızla) sizi izleyen binlerce kişiye hayatınıza dair doneler vereceksiniz.

Sosyal medya, yıllarca uğraşsanız bile dikkatini çekme fırsatı bulamayacağınız “usta”lara kendinizi gösterme fırsatı bulabileceğiniz eşsiz bir yer.

Özenli bir çalışma, kariyerinizde hak ettiğiniz yere ulaşmada diğer her şeyden daha önemli olabilir.

Sosyal medya, asla “sadece sosyal medya” değildir.

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Haziran 2021 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.

You may also like

Leave a Comment