İlaç etkileşimleri her hekimin korkulu rüyası. “Hasta hangi ilaçları kullanıyor? Kullandığı ilaçlar bu yazdığım ilaç ile etkileşime girer mi? Bunun sonucunda hasta düşük ya da yüksek doza maruz kalır mı?” gibi sorularla kafamızı yorup duruyoruz. Bu istemediğimiz etkileşimler ise bazen de işimize yarıyor. İntoksikasyon durumlarında toksik maddeye maruziyeti azaltmak ya da eliminasyonu arttırmak için farklı ilaçlar kullanılıyor. Bu yazımızda Journal of Clinical Pharmacy and Therapeutics dergisinde 2018 yılı içerisinde yayınlanan ve karbapenem grubu antibiyotiklerin valproik asitle (VPA) etkileşiminden faydalanılan bir VPA toksikasyonundan bahsedeceğiz [1].

Valproik Asit

Valproik asit toksikasyonları sık görülen toksikoloji acillerindendir. ABD’de ortalama olarak yılda 3000 vaka bildirilmektedir [2]. VPA toksikasyonları sıklıkla ölümcül olmamakla birlikte; ensefalopati, solunum depresyonu, hepatotoksisite ve hiperamonyemiye sebep olabilir. Yüksek dozda alımlarda kardiyopulmoner arrest görülebilir. Hava yolunun korunması ve destekleyici tedavi bu tür toksik vakalarda tedavinin temel kısmını oluşturmaktadır. Eğer ilaç alımından sonra ilk bir saat içinde hastaneye başvuruldu ise gastrik dekontaminasyon ve/veya aktif kömür tedavisi denenmektedir. VPA metabolizması sırasında karnitin depoları hızlıca tükendiği için intoksikasyon tablosunda gelişen hiperamonyemiyi düzeltmek amaçlı levokarnitin kullanılabilmekte ise de, hala bu konuda kesin öneri bulunmamaktadır [3]. Ağır VPA intoksikasyon vakalarında ise hemodiyaliz düşünülmelidir.

VPA için spesifik antidot bulunmamaktadır. Fakat karbapenem grubu antibiyotikler ile VPA arasındaki etkileşim epileptik nöbet öyküsü olmayan ağır VPA zehirlenmelerinde kullanılabilmektedir. VPA ile karbapenem grubu antibiyotikler arasındaki etkileşimin mekanizması net olarak bilinmemekle birlikte, VPA’nın emilimi, dağılımı ve metabolizmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir [4]. Karbapenemlerin sebep olduğu beta glukuronidaz inhibisyonu ile VPA’nın aktif formuna geçişinin önlendiği, VPA’nın eritrositlerin içine dağılımını arttırarak serum konsantrasyonunu düşürdüğü ve hepatik glukuronidasyonu da arttırarak VPA-glucuronide formasyonunda eliminasyonunu da arttırdığı düşünülmektedir [5]. Bu ilaç etkileşimi sonucu VPA seviyesinin hızlıca düşmesiyle birlikte epilepsisi olan hastalarda epileptik nöbetin tetiklenebildiği gösterilmiştir. Bu yüzden epilepsisi olan hastalarda bu etkileşimden yararlanılması uygun görülmemektedir.

Bir Vaka…

Bilinen bipolar bozukluk tanılı 45 yaşındaki bir erkek hasta tahmini olarak 10 gram uzun salınımlı VPA alımı sonucu evde yanıtsız olarak bulunmuş, ilacın ne zaman alındığı belirsizmiş. Acil sağlık ekibi tarafından intramuskuler naloksan denenmiş ve yanıt alınamaması üzerine hasta entübe edilerek hastaneye nakledilmiş. Hastanede bakılan VPA düzeyi 396,2 mcg/mL (normal 50-100 mcg/mL) saptanmış. Beş buçuk saat sonra kontrol edilen düzey ise 415 mcg/mL saptanmış. Serum amonyak seviyesi 24 mcgmol/L (normal 18-72 mcgmol/L saptanmış. Hastaya nazogastrik tüp aracılığı ile aktif kömür verilerek tek doz intravenöz (iv) levocarnitin verilmiş. Hastada olası aspirasyon pnömonisi açısından da sefepim ve metronidazol tedavisi başlanmış. Daha sonrasında hem VPA toksisitesi için hem de aspirasyon pnömonisi için ortak bir tedavi olması amacıyla kısa süreli meropenem tedavisi verilmesi kararlaştırılmış. Bu süreç içerisinde ilk doz meropenem sonrası 14. saatte VPA düzeyi 36,5 mcg/mL’ye düşerken, amonyak seviyesi ise 115 mcgmol/L’ye çıkmış. Amonyak seviyesinin artmasına rağmen hastanın bilinci düzelmiş ve emirleri takip edebilir hale gelmiş. Hasta 26 saat sonrasında ekstübe edilmiş. Hasta toplamda 8 doz olmak üzere meropenem tedavisi almış. (her 6 saatte bir 500 mg). Hasta yatışının 5. gününde psikiyatri servisine devredilmiş.

Bu hastanın tıbbi kayıtları incelendiğinde daha önce de VPA toksikasyonu yaşadığı gözlenmiş. O zamanki toksikasyon sırasında karbapenem grubu antibiyotik kullanılmadığı için VPA’nın atılımı açısından karşılaştırma yapma şansları olmuş. Hastanın ilk zehirlenmesine bakıldığında alınan VPA dozu bilinmemekteymiş. Başlangıçta bakılan VPA düzeyi 377,1 mcg/mL saptanmış. Serum amonyak düzeyi değerlendirilmemiş. Hastanın bilinci bulanıkmış ama basit komutları yerine getirebilmekteymiş. Hasta sadece iv sıvılarla tedavi edilmiş. Hastanın 40 saat sonunda VPA seviyesi 17,7 mcg/mL’ye düşmüş. VPA seviyesi terapotik aralığa düşmesine rağmen hastanın bilinci 24 saat daha bozuk seyretmiş. Hasta yatışının 3. gününde psikiyatri kontrolü ile taburcu edilmiş. Bu iki başvuruya bakacak olursak; meropenem verilen ve verilmeyen durumda, VPA’nın ortalama yarı ömürleri sırasıyla 4 ve 9.06 saat olarak saptanmış. Bu meropenem kullanımının VPA yarı ömründe %56’lık bir düşüş saptandığını düşündürtmektedir. Ayrıca meropenem tedavisinden sonra hastanın nörolojik durumu hızlıca toparlamıştır.

Ağır VPA toksikasyon vakaları için karbapenem grubu antibiyotiklerin kullanımının rutin VPA toksikasyon tedavisine ek olarak hem ucuz hem de etkili bir tedavi olabileceğinden bahsedilmiş. Örneğin hemodiyalizin hem invaziv girişim gerektiren hem de deneyimli personel ve ekipmana gereksinim duyulan, aynı zamanda pahalı bir modalite olduğundan bahsedilmiş, bundan önce karbapenem grubu antibiyotiklerin kullanılabileceği önerilmiştir. İlacın hızlı etki etmesinin ve VPA seviyesini kısa sürede düşürmesinin ise antibiyotiğin düşük dozlarda kullanılabilmesine olanak sağladığı, böylece ilaca dirençli mikroorganizmaların artması konusunda belirgin etkilerinin olmayacağı ön görülmüş.

VPA’nın beklenen yarı ömrü 9-16 saattir, fakat toksikasyon zeminine bakıldığında atılım mekanizmalarının doyması sonucu normalde VPA’nın eliminasyonunda beklenen birinci dereceden kinetiğin, sıfırıncı dereceden kinetiğe dönüşmesi ile bu yarı ömür 30 saate kadar uzayabilmektedir [6]. Buna bağlı olarak da VPA’ya bağlı semptom ve bulguların süresi de uzamaktadır. Bu tür hasta grubunda karbapenem grubunun faydası daha fazla öne çıkmakta ve olası ilaca karşı direnç mekanizmasına fayda/zarar yönünden daha ağır basacağı vurgulanmıştır.

Çalışmanın kısıtlılığı olarak ilk toksikasyon durumundaki verilerin eksik olması ve hastanın özellikle bilinç durumu olmak üzere genel durumunun VPA kan düzeyi ile korele olmamasından bahsedilmiş. Ayrıca VPA düzeylerinin sık kontrol edilmesine rağmen VPA düzeyinin maksimum değere ne zaman ulaştığının bilinememesinden bahsedilmiştir.

Sonuç Olarak…

VPA’nın toksik alımlarında hastanın bilinen epilepsi öyküsü yok ise karbapenemin birkaç doz uygulanmasının etkili olabileceği vurgulanmıştır. VPA’nın yarı ömrünün azalması ve nörolojik durumda hızlı düzelme ile hastanede kalış süresinin kısalabileceği ön görülmektedir. İlacın bu endikasyonla kullanımının güvenliği ve efikasitesinin belirlenebilmesi için iyi dizayn edilmiş, geniş ölçekli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Kaynaklar

1.         Khobrani, M., et al., Intentional use of carbapenem antibiotics for valproic acid toxicity: A case report. Journal of Clinical Pharmacy and Therapeutics, 2018.

2.         Mowry, J.B., et al., 2014 annual report of the american association of poison control centers’ national poison data system (NPDS): 32nd annual report. Clinical toxicology, 2015. 53(10): p. 962-1147.

3.         Mock, C.M. and K.H. Schwetschenau, Levocarnitine for valproic-acid-induced hyperammonemic encephalopathy. American Journal of Health-System Pharmacy, 2012. 69(1): p. 35-39.

4.         Mori, H., K. Takahashi, and T. Mizutani, Interaction between valproic acid and carbapenem antibiotics. Drug metabolism reviews, 2007. 39(4): p. 647-657.

5.         Omoda, K., et al., Increased erythrocyte distribution of valproic acid in pharmacokinetic interaction with carbapenem antibiotics in rat and human. Journal of pharmaceutical sciences, 2005. 94(8): p. 1685-1693.

6.         Wilimowska, J., E. Florek, and W. Piekoszewski, Disposition of valproic acid in self‐poisoned adults. Basic & clinical pharmacology & toxicology, 2006. 99(1): p. 22-26.

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Son yıllarda E-sigara kullanımının artması, geleneksel sigaranın yerine tercih edilmesi, kullananların E-sigaranın geleneksel sigara içiminden zararsız olduğu görüşleri beni biraz bu konuya yönlendirmiş oldu. Bu yazımda, sigaranın ve E-sigaranın fetüs üzerindeki etkilerini oldukça detaylı bir derleme üzerinden tartışmayı hedefliyorum. 2018 yılında yayınlanmış olan bu derlemede, Australya’lı araştımacılar E-sigara ve geleneksel sigara içiminin fetüs gelişimine etkilerini incelemişler.

E-sigara Nedir? Zararlı mıdır?

Sigara içerisinde 4000 üzerinde kimyasal madde vardır, bunların 93 tanesinin FDA (Food and Drug Administration) tarafınca zararlı olduğu bildirilmiştir. Sigara nikotin içerdiğinden bağımlılığa yol açar bu nedenle kronik kullanıcılarda sigarayı bırakmak geri-çekilme belirtilerinin oluşmasına neden olur. Elektronik sigara (E-sigara), ilk olarak az kimyasal içeriğe sahip olması nedeniyle sigarayı bırakmak için tasarlanmıştır. E-sigara bataryalı püskürtücü kullanır, tankın içindeki e-sıvıları ısıtır ve nikotini ve tatlandırıcıları dağıtarak aerosol üretir. E-sıvılar, nikotin, propilen glikol, gliserol ve tatlandırıcılar içerir. Tatlandırıcı bileşenleri yiyeceklerdeki katkı maddesi kadar güvenilir olduğu FDA tarafınca belirtilmiştir, fakat ısıtıldığında toksik ve karsinojenik ürünlere dönüşmektedir. Tatlandırıcı bileşenlerinin çoğu aromatik aldehit içerir. Yüksek sıcaklıklarda e-sıvıların ısınması formaldehit gibi birçok toksin üretir. E-sigara, krom, kadmiyum, kurşun, nikel, kalay ve bakır gibi ağır metaller içermektedir. Bu metallerin bazılarının konsantrasyonu geleneksel sigaraya oranla daha yüksek miktarlarda bulunmuştur.  Tütün yapraklarını sigaraya göre düşük sıcaklıkta ısıtır ve diğer kimyasallar ile beraber nikotin açığa çıkarır. Aslında E-sigara ile geleneksel sigaranın etkileri birbirlerine benzerdir. Bu arada E-sigara 2004’te ortaya çıktığından beri piyasalara hızla sızmaktadır. 2012’de 3.5 milyon aygıt satıldığı tahmin edilmektedir. Patofizyolojik etkilerinin yeterli bilimsel verileri olmamasına rağmen geleneksel sigaradan ucuz ve güvenli olması nedenli sigara içenler arasında E-sigaranın popülaritesi yükselmektedir. E-sigara, geleneksel sigara içimini bıraktırmak için tasarlanmış olsa da, eğlence amaçlı kullanımı nedeniyle yayılmıştır. Üretim tasarımı, reklamcılığı gençleri hedef almaktadır. E-sigara içimi, sigarayı bırakmada etkili ve kullanımının güvenli olduğu anlaşılması üzere gebe kadınlar arasındaki kullanımı artmaktadır. Ayrıca, üreme çağındaki kadınlar arasında planlanmamış gebeliklerin sayısındaki artışın gebeleri kaygılandırması sonucunda E-sigara kullanımını arttırmıştır. 2016 yılında cochrane derlemesinde nikotin içeren E-sigaraların nikotin içermeyenlerden daha etkili olduğu, fakat uzun süreli sigara içmeyi bırakmada ise nikotin bandı ile benzer etkileri olduğu bulunmuştur. E-sigaranın sigarayı bıraktırmada kullanılan bupropion, vareniklin, NRT (nikotin reseptör türevi) gibi farmakoterapik ajanlara karşı yapılmış herhangi bir çalışma yoktur. Ayrıca E-sigaranın NRT türevlerinden daha fazla toksin ürettiği ve daha zararlı olduğu belirtilmiştir. E-sigara maruziyeti hayvanlarda solunumsal inflamasyonu ve oksidatif stresi arttırdığı gösterilmiştir. E-sigara geleneksel sigaradan düşük düzeylerde ROT (reaktif oksijen türleri)(1.2-8.9 nmol H₂O₂eq./puff.) içermektedir. İnsanlarda yapılan tek kör çalışmada akut E-sigara kullanımının kanda oksidatif stres biyomarkerlarını arttırdığı bulunmuştur. Farelerin bronkoalveolar lavajında IL-6, IL1α ve IL13 düzeylerinin arttığı, glutatyon düzeyinin ise azaldığı gösterilmiştir. Bir başka çalışmada kısa dönem E-sigara maruziyeti farelerin BAL sıvısında granülositleri arttırdığı gösterilmiştir. E-sigara kullanımının uzun dönem etkileri ise yeni olduğu için halen bilinmemektedir.

Anneye ve Fetüse Etkileri

Gebelik esnasında sigara içimi gestasyonel komplikasyonlar ve fetüste beyin ve solunumsal inflamasyon, böbrek hastalığı, obezite, hiperlipidemi, insülin rezistansı, tip 2 diyabet gibi organ bozuklukları geliştirir. Hayvan çalışmalarında nikotinin fetüsün beyin ve akciğerindeki nikotinik asetilkolin reseptör (nAChRs) aktivasyonunu arttırdığı ve böylece organ gelişimini bozduğu gösterilmiştir. Gebelik esnasında sigara içimi yaklaşık olarak % 20 oranında düşük doğum ağırlığı, böbrek, karaciğer gibi organlarda gelişim geriliği oluşturmakta ve doza bağımlı olarak preterm doğumlara yol açmaktadır. Düşük doğum ağırlığı 2 mekanizma ile açıklanmaktadır. Birincisi, karbonmonoksit hipoksiye yol açabilir, böylece fetal dokulara az oksijen ulaşmış olur. İkincisi, nikotin uteroplasental damarlarda vazokontriksiyon oluşturabilir ve bunun sonucunda fetüse besin ve oksijen ulaşımı azalır. Sonuç olarak beslenmede beyin, kalp gibi hayati organlara öncelik verilir. Daha az hayati organlar olan karaciğer, böbrekler, adrenal bezler ve pankreasta gelişim geriliği ve fonksiyonel bozukluklar oluşur. Fakat sigara maruziyetine kalan farenin yavrusunun doğumundaki beyin ağırlığı kontrol grubundakilere göre küçük bulunmuştur. Aslında üçüncü bir mekanizma da vardır, artmış oksidatif stres. Gebelikte sigara içimi birçok organda artmış oksidatif stres oluşturabilir ve etkileri çocuk yetişkin dönemine kadar sürebilir. İlginç şekilde, önceki çalışmalar yalnızca hava kirliliğinin düşük doğum ağırlığına yol açabileceğini öngörürlerdi. Her ne kadar literatürde iyi yapılmış çalışma olmasa da hava kirliliğindeki belirli bileşenlerin (tanecikli madde çapı ≤ 2.5 µm) plasentada okidatif strese neden olduğu gösterilmiştir. Hayvan çalışmalarının aksine gebelerde NRT düşük doğum ağırlığıyla bağdaştırılmamıştır. Gebelik esnasında NRT kullananlar ile sigara içmeyen gebelerin çocuklarının doğum ağırlığı arasında fark bulunmamıştır. İntrauterin dönemde sigaraya maruz kalan yenidoğanlarda yapılan epidemiyolojik çalışmalarda akciğer fonksiyonlarının azalmış olduğu bulunmuş ve etkilerinin çocuk yetişkin döneme kadar sürebileceği belirtilmiştir. Gebelikte sigara içmiş annelerin çocuklarında wheezing, astım, bronşit ve solunum yolu enfeksiyonlar nedenli hastane başvurularının artmış olduğu bulunmuştur. Hayvan çalışmalarında sigara içen annelerin çocuklarında kronik oksidatif stres ve inflamasyonun gösterilmesi akciğer gelişiminde zararlı etkiler oluşturmuştur. Aynı yan etkiler akciğer fonksiyonlarında da bulunmuştur. Gebe annelerde direkt sigara maruziyeti RAGE (receptors for advanced glycation end products) reseptörünü aktifleştirir. RAGE çoğunlukla akciğerde bulunan multipl ligand reseptörüdür ve oksidatif stres esnasında ya da pro-inflamatuvar yanıt olan ROT ürünlerine karşılık verir. RAGE sigara ile ilişkili akciğer hastalıklarında anahtar rol oynamaktadır. Primatlarda prenatal nikotin maruziyeti sonucu akciğer volümü ve ağırlığı azalmış, akciğer parankiminde tip 1 ve 3 kollajen sentezi artmış, elastin azalmış, alveolar volüm artmış ve havayolları sahası artmış bulunmaktadır. Bu etki epigenetik mekanizmanın rol oynadığı düşünülerek ikinci jenerasyon çocuklara kadar ulaşmakta olduğu bulunmuştur. Gestasyon ve laktasyon dönemindeki annelerin sigara maruziyeti sonucunda yağ dokusu ve iskelet kası gibi glukoz depolayan organlarda sistemik insülin rezistans için risk faktörü olan trigliserid miktarı dolaşımda artmış bulunmaktadır. Hayvan araştırmalarında anneye nikotin maruziyeti pankreasın endokrin bez sayısında azalmaya yol açmakta ve böylece direkt olarak pankreas gelişiminde kötü etki oluşturmaktadır. İnsan çalışmaları, anne sigara kullanımının fetüs beyninin fonksiyonel ve yapısal gelişiminde ve kognitif bozukluklara öncülük etmede uzun dönem yan etkileri olduğunu göstermektedir. 13 – 16 yaşlarındaki çocuklarda verbal ve görsel hafızada belirgin farklılıklar göstermiştir. Gebelik esnasında yoğun sigara içenlerde (> 20 paket/yıl) 1.5 – 3 yaş aralığındaki çocuklarda anksiyete, korku, ani durum değişiklikleri gibi davranışsal bozuklukların görülmesi artmaktadır. Ek olarak, doza bağımlı olarak dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu oluşmaktadır ve depresyon, agresif kişilik gibi psikolojik değişiklikler ile bağlantılı bulunmuştur. Sigara içenlerde oluşan ROT myeloid ve lenfoid hücrelerinde inflamasyonun aktifleşmesine öncülük eder. ROT makrofajın aktifleşmesini sağlar. Sigaraya maruz kalan annelerin yetişkin erkek çocuklarında beyin inflamasyonu (IL-6, IL-1α reseptörü ve Toll-like reseptör (TLR)4 ekspresyonu artmıştır. TLR aktivasyonu monositteki IL-1β ve IL-6 üretimini uyarır ve TLR ekspresyonu pozitif-feedback ile artmaya devam etmektedir. Nöroinflamasyon nörodejenerasyon oluşumunda kritik öneme sahiptir. TLR4 ve IL-1 her ikisinin de artışı ile Alzheimer hastalığına yol açan β-amiloid birikimi oluşturabilmektedir. Beyindeki IL-6 artışı anksiyete, otizm ve nörodejeneratif hastalıkların artışı ile ilişkilidir. Şizofren ve otizm, sigara içen annelerin çocuklarının dolaşımlarındaki inflamatuvar sitokin artışı ile ilişkili bulunmuştur. Eski çalışmalar sigaraya maruz kalan makak maymunu annesinin fetüsünde hipoksiye neden olduğu gösterilmiştir. Günde 10 adet veya daha fazla sigara maruziyeti gebelerde hipoksik-iskemik ensefalopati nedeniyle oluşan serebral palsi riskinin arttığı gösterilmiştir. Hayvan modellerinde nikotin, beynin nAChR’de bulunduğu gösterilmiştir. Gebeliğin ilk trimesterindeki nikotin maruziyetinin 2 mg/kg/gün olması sıçanların hipokampüs ve somatosensöriyel korteksinde yapısal değişikliklere yol açtığı gösterilmiştir. Fakat istenmeyen etkiler 3.7 – 67.1 mg/gün aralığında öngörülmektedir. Nikotin dozu 1.5 mg/kg/gün’e azaltıldığında çocuğun beyninde değişiklik gözlenmez, yalnız doğumda beynin büyüklüğü küçülmüş bulunmuştur. NRT ya da e-sigara kullanımının beyin büyüklüğünde değişikliğe yol açmadığı ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğundaki riski değiştirmediği bulunmuştur. Gebeliğin ilk trimesterinde sigara içimi kronik böbrek hastalığı gelişme riskini arttırmaktadır. Son yapılan insan çalışmalarında 3 yaşındaki çocuklarda, gebelikte sigara içimi ile albüminüri arasında ilişki bulunmuştur ve hayatın sonraki kısımlarında kronik böbrek hastalığı riski öngörülmüştür. Bu durum farelerde yapılan çalışmalar ile benzerlik göstermektedir. Fetüs ve yenidoğan böbrek hacmi, glomerülus sayısı doğum ağırlığı ile ilişkilidir. Düşük doğum ağırlığına sahip yenidoğanlarda % 30 daha az nefrona sahiptirler ve glomerülus boyutu artmış ve fonksiyonunu korumaktadır. Eğer glomerülus aşırı derecede genişlemişse, glomerüler hipertansiyon ve hiperfiltrasyon oluşacaktır, böylece nefron kaybının hızlanmasına yol açacaktır. Bu durum glomerüloskleroza ilerleyecek ve sonuç olarak kronik böbrek hastalığı ve hipertansiyona neden olacaktır.

Sonuç Olarak

Anne sigara içiminin etkileri sonucunda solunumsal, metabolik ve nörolojik komplikasyonlar oluşturduğu belgelenmiştir. Nikotin, vücutta oksidatif stres ve inflamasyonu arttırmasından dolayı sorumlu tutulmuştur. E-sigara kullanımı yaygınlaşmakta olup henüz perinatal üzerine etkileri tam anlamıyla araştırılamamıştır. Bu nedenle gebelikte E-sigara kullanımı teşvik edilmemelidir. Ayrıca gebelikte E-sigara kullanımı ile ilgili ek çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Akut zehirlenme vakaların sıklığı ve bazılarının ölümle sonlanması; acil servise başvuran hastaların değerlendirilmesi sırasında sonlanımlarını tahmin etmek için kullanılabilecek belirteçler ve bunları saptamak için yapılan çalışmalar önemli bir yere sahiptir.

Bu alanda yapılan çalışmalardan bazıları serum kreatin fosfokinaz (CPK) seviyesinin, zehirlenme şiddeti ve sonlanımının tahmininde yol gösterici olabileceği konusunda vurguda bulunmuştur. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim çalışma, bu konu ile ilgili kısa bir rapor olarak Pajoumand ve arkadaşları tarafından yayınlanmış Rhabdomyolysis and Acute Poisoning; a Brief Report (1) makalesini özetlemek istiyorum.

Yapılan çalışmalarda, zehirlenme ile başvuran hastalarda serum CPK düzeyinin 10000 IU/L üzerinde saptanması daha fazla komplikasyon ile ilişkili olabileceği gösterilmiş (2, 3). Serum CPK düzeyinin artışı akut kas nekrozu ve rabdomiyoliz olgularında görülür. Zehirlenme ile başvuran hastalarda serum CPK düzeyinin artışı için bazı olası mekanizmalar vardır.

Rabdomiyoliz, kas nekrozu ve hücre içi kas bileşenlerinin dolaşıma salınması ile karakterize bir sendromdur. Kreatin kinaz (CK) seviyeleri tipik olarak belirgin şekilde yükselir ve kas ağrısı ve miyoglobinüri olabilir. Hastalığın şiddeti, serum kas enzimlerinde asemptomatik yükselmelerden – aşırı enzim yükselmeleri, elektrolit dengesizlikleri ve akut böbrek hasarı (AKI) ile ilişkili hayatı tehdit eden tablolara kadar değişiklik gösterebilir.

Rabdomiyolizin birçok potansiyel nedeni vardır; bunlar genel olarak üç kategoriye ayrılabilir:

  1. Travmatik veya kas sıkışması (örn. Ezilme (Crush) sendromu veya uzun süreli hareketsizlik)
  2. Travmatik olmayan – efor ilişkili(örn. Eğitimsiz bireylerde belirgin efor, hipertermi veya metabolik miyopatiler)
  3. Travmatik olmayan – efor ilişkisiz (örn. İlaçlar veya toksinler, enfeksiyonlar veya elektrolit bozuklukları)

İlaçlar:

  • Hem reçeteli ilaçlar hem de istismar amaçlı kullanılan ilaçlar/maddeler rabdomiyolizde rol oynamaktadır. Alkole ek olarak, rabdomiyolize neden olan maddeler arasında eroin, kokain, amfetaminler, metadon ve D-lizerjik asit dietilamid (LSD) bulunur.
  • Reçeteli ilaçlar arasında rabdomiyolize neden olan ilaçlar arasında en yaygın sebep statinler olarak bildirilmiştir. Statinler ve kolşisin dahil olmak üzere bazı ilaçlar doğrudan miyotoksindir.
  • Kilo kaybı veya tipik olarak birden fazla bileşen içeren gelişmiş fiziksel performans için kullanılan diyet takviyeleri, muhtemelen metabolik stresin bir sonucu olarak rabdomiyolize yol açabilir.

Toksinler:

  • Rabdomiyoliz, ilaçlar dışındaki toksinlere maruz kalmaktan kaynaklanabilir.
  • Karbon monoksit gibi metabolik zehirler,
  • Yılan zehirleri, yaban arısı ve arı sokmaları dahil böcek zehirleri,
  • Mantar zehirlenmesinde görülebilir.

Zehirlenme ile başvuran hastalarda serum CPK yüsekliğinin olası nedenleri; herhangi bir ilacın toksik serum seviyesi, madde aşırı doz alımını takiben kas nekrozu, nöbet, serotonerjik ve nöroleptik sendromlar olabilir.

Bu çalışmada, ilk 24 saatteki serum CPK düzeyi ile zehirlenme ile başvuran hastaların sonlanımı arasındaki ilişki değerlendirilmiş.

Method ve Çalışma Protokolü:

  • Retrospektif Kesitsel Çalışma olarak dizayn edilmiş
  • Acil servise başvuran, 13 yaş ve üzeri, çalışma için gerekli verileri bulunan (örneğin: ilk 24 saatte serum CPK düzeyi), akut zehirlenme vakaları sayım örneklemesi kullanılarak dahil edilmiş
  • Son travma, miyokard enfarktüsü (MI), serebrovasküler olay (svo), kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) veya son 6 ay içinde cerrahi geçiren hastalar, hamilelik veya emzirme, böbrek veya karaciğer hastalıkları ve madde veya fitness ilaç kullanım öyküsü olan vakalar hariç tutulmuş
  • Kreatinin: 1.8 mg / dl akut böbrek hasarı (AKI) olarak kabul edilmiş
  • Veri toplama:
    • Veriler, deneyimli bir toksikoloji uzmanı tarafından hasta dosyalarından toplanmış
    • Değerlendirilen veriler,
      • Demografik değişkenler
      • Glasgow koma skalasına (GKS) dayalı bilinç düzeyi,
      • Hematüri ve nöbet öyküsü,
      • İdrar çıkışı,
      • Serum CPK düzeyi,
      • Kan üre azotu (BUN),
      • Başvurunun ilk 24 saatindeki kreatinin düzeyi
    • Sonlanım noktası:
      • Hastanın acil servisteki sonlanımı (taburculuk, servis yatışı, ybü yatış, ölüm),
      • Diyaliz ihtiyacı,
      • Akut böbrek hasarı (AKI),
      • Entübasyon ihtiyacı ve YBÜ’ne kabul ihtiyacı.

Sonuçlar:

  • Çalışmaya toplam 318 hasta dahil edilmiş, bunların 243’ü (% 77.1) erkek,
  • Yaş ortalaması 34.9±14.5 (13-85) yıl,
  • Çalışmaya alınan hastalarda, en sık zehirlenme nedeni sırasıyla benzodiazepinler (%24.6) ve asetaminofen (%22.1) (Tablo 1).

Tablo 1: Çalışmaya dahil edilen hastaların zehirlenme nedenleri

  • Çalışmaya dahil edilen hastaların serum CPK düzeyi ort. 4693.1 ± 10303.8 (35-89480) IU/L
  • Serum CPK düzeyi ile zehirlenmenin nedeni arasında anlamlı bir ilişki yok (r = 0.16; p = 0.51),
  • Serum CPK düzeyi ile yaş arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış (r = -0.021; p = 0.651),
  • Serum CPK düzeyi ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış (r = 0.131; p = 0.281),
  • Serum CPK düzeyi ile nöbet geçirme arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış (r = -0.022; p = 0.193),
  • Serum CPK düzeyi ile bilinç düzeyi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış (r = -0.138; p = 0.167)
  • Serum CPK düzeyi ile hastanedeki kalış süresi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış (r = 0.242, p = 0.437).
  • Sonlanım:
    • 37 (% 11.6) olgu yoğun bakım ünitesine (YBÜ) kabul edilmiş
    • 83’ü (% 26.1) ölmüş
    • 198’i (% 62.3) hastaneden taburcu edilmiş
    • AKI, 79 (% 26.5) olguda gelişmiş, bunların 14’ünde (% 17.7) diyaliz ihtiyacı olmuş
  • Serum CPK düzeyi ortalaması YBÜ’ne yatan hastalarda anlamlı olarak daha yüksek saptanmış (p<0.0001),
  • Serum CPK düzeyi ortalaması AKI saptanan hastalarda anlamlı olarak daha yüksek saptanmış (p<0.0001),
  • Serum CPK düzeyi ortalaması hiperkalemi saptanan hastalarda anlamlı olarak daha yüksek saptanmış (p<0.0001),
  • Serum CPK düzeyi ortalaması hipofosfatemi saptanan hastalarda anlamlı olarak daha yüksek saptanmış (p=0.045),
  • Serum CPK düzeyi ortalaması hipokalsemi hastalarda anlamlı olarak daha yüksek saptanmış (p=0.008),
  • Şekil 1, birinci gün serum CPK seviyesinin AKI tahmininde ROC eğrisi altındaki alanı göstermektedir (AUC = 0.752,% 95 CI: 0.688-0.815; p <0.0001). Bu çalışmaya göre, ROC eğrisi analizine dayanarak,  serum CPK seviyesinin en iyi kesme noktasının 10000 IU / L olduğu tahmin edilmiş (duyarlılık =% 83.8 ve özgüllük =% 68.8).

Tartışma:

Bu çalışmanın bulgularından çıkarılabilecek sonuç, serum seviyesi 10000 IU / L ve daha yüksek olan zehirlenme vakalarında, hastaların önemli bir nefrotoksisite ve AKI riski taşıması.

Eizadi ve diğ. (2012) çalışması, daha yüksek serum CPK seviyelerinin daha yüksek komplikasyon gelişme riski, artmış diyaliz ihtiyacı ve mortalite ile ilişkili olduğunu göstermiş (4).

Bu çalışmada CPK düzeyi ile diyaliz ihtiyacı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamasına rağmen, Dadpour ve diğ. (2017) serum CPK düzeyi> 10000 IU / L olan hastaların yaklaşık % 80’inin diyalize ihtiyaç duyduğunu göstermiş (5).

Sonuç olarak:

  • Bu çalışmanın sonuçlarına dayanarak, zehirlenme ile başvuran hastaların serum CPK düzeyi ile YBÜ’ne kabul ihtiyacı ve AKI gelişimi arasında anlamlı bir korelasyon bulunmuş.
  • AKI tahmininde en iyi CPK cut-off değeri 10000 IU / L saptanmış (duyarlılık =% 83.8 ve özgüllük =% 68.8).
  • Serum CPK düzeyi ile yaş, cinsiyet, bilinç düzeyi, nöbet geçirme, entübasyon ihtiyacı, hastanede kalış süresi ve mortalite arasında anlamlı bir ilişki saptanmamış.

Kaynaklar

1. Pajoumand A, Fahim F, Akhlaghdoust M, Zamani N, Amirfirooz Z, Dehdehasti M. Rhabdomyolysis and Acute Poisoning; a Brief Report. Archives of Academic Emergency Medicine, [S.l.], v. 6, n. 1, p. e56, aug. 2018. ISSN 2645-4904.

Available at: <http://journals.sbmu.ac.ir/aaem/index.php/AAEM/article/view/100/103>. Date accessed: 03 june 2020.

2. Babak K, Mohammad A, Mazaher G, Samaneh A, Fatemeh T. Clinical and laboratory findings of rhabdomyolysis in opioid overdose patients in the intensive care unit of a poisoning center in 2014 in Iran. Epidemiology and health. 2017;39.

3. Bhattacharyya K, Phaujdar S, Sarkar R,Mullick OS. Serum creatine phosphokinase: A probable marker of severity in organophosphorus poisoning. Toxicology international. 2011;18(2):117.

4. Eizadi-Mood N, Sabzghabaee AM, Gheshlaghi F, Mehrzad F, Fallah Z. Admission creatine phosphokinase in acute poisoning: is it a predictive factor for the treatment outcome. J Pakistan Med Assoc. 2012;62(3 Suppl 2):S67-70.

5. Dadpour B, Tajoddini S, Shaarbaf Eidgahi E, Shokouhizadeh M, Shafahi A. Role of Serum Creatinine Phosphokinase inOutcome Prediction of Intoxicated Patients; a Brief Report. Emergency. 2017;5(1):e63.

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Yazar: Dr. Öğr. Üyesi Dr. Melih İmamoğlu

Oda parfümleri hastanelerde, ofislerde, okullarda, otellerde, tuvaletlerde ve hatta evimizde sıkça kullandığımız ürünlerdir. Aerosol sprey, tütsü, kokulu mum, yağ, disk, jel gibi birçok farklı formda olan bu ürünlerde çeşitli kimyasal maddeler bulunmaktadır. Ancak bu kimyasal maddelerin tamamının, ürün içeriğinde yazmadığı bilinmektedir. ALshaer ve arkadaşlarının 2019 yılında ‘Journal of Environmental and Public Health’ dergisinde yayınlanan ‘Qualitative Analysis of Air Freshener Spray’ başlıklı yazısı üzerinden sprey oda parfümlerinin kimyasal içeriklerini sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Oda Parfümlerinin Gerçek Yüzü

Oda parfümlerinin asıl kullanım amacı, kapalı ortamlardaki rahatsız edici kokuları maskelemektir ve bu ürünler birçok alanda gelişigüzel şekilde kullanılmaktadır. İçeriklerindeki maddeler hoş bir ortam sağlayabildiği gibi aşırı kullanımları nedeniyle birtakım dezavantajlara da sebebiyet verebilirler. Bu ürünlerin içerdiği kimyasalların bir kısmı ürün etiketlerinde yazmamaktadır ve bazı kimyasal maddeler allerjen, irritan ve hatta toksik etkilere neden olabilmektedir.

Oda parfümlerinin ürün etiketlerinde bulunmayan asetaldehit, benzaldehit gibi aldehitler, aseton, benzen deriveleri, pinen, limonen ve cresol gibi farklı kimyasallar içerdiği ve bu maddelerin ciddi tıbbi etkilere neden olabileceği bildirilmiştir. Ayrıca oda kokularının içeriklerindeki benzil alkol, toluen, mirsen, ftalatlar, yapay misk, lilial ve linalol gibi volatil organik bileşenler nedeniyle astım atakları, mukozal semptomlar, infant hastalıkları, solunum problemleri ve migren baş ağrısı gibi çeşitli sağlık sorunlarına da neden olabileceği bilinmektedir.

Çalışma Dizaynı ve Sonuçlar

Niteliksel, kesitsel bir çalışma olan bu çalışmada, oda kokularının içeriğindeki toksik maddelerin tespit edilmesi amaçlanmış. Dört farklı markanın sprey formdaki oda kokuları yerel bir mağazadan alınmış, seçilen oda kokularının ikisi orta-yüksek fiyatta iken ikisi ise düşük fiyatlı olarak seçilmiş.

Oda kokularından elde edilen örneklerdeki volatil bileşenlerin ayrım ve analizi için gaz kromatografi/kütle spektrometri (GC/MS) üst katman tekniği kullanılmış. Analiz sonucunda elde edilen kütle spektrum pikleri, Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü 05 (NIST) kütle spektral kütüphanesi kullanılarak tanımlanmış.

Her bir sprey oda kokusu örneğinin analizi sonucu elde edilen kimyasallar arasında galaxolid, lilial, benzenmetanol, misk ketonu, butillenmiş hidroksitoluen (BHT) ve linalol izlenmiş. Tespit edilen her bir kimyasalın ayrı ayrı kromatogramları ve kütle spektrum pikleri figürler halinde sunulmuş (Figür 1, Figür 2). Ayrı bir tabloda da her bir sprey oda kokusu örneğinden elde edilen kimyasalların ürün etiketlerinde bulunup bulunmadığı gösterilmiş (Tablo 1).

Figür 1: Bir numaralı oda spreyinde bulunan galaxolidin kromatogramı

Figür 2: Bir numaralı oda spreyinde bulunan galaxolidin kütle spektrometrisi

(a) Oda sprey analizi (b) NIST11 kütüphane veri tabanı

Tablo: Sprey oda kokusu ürün etiketleri ve kimyasallar

Yorumlar

Oda kokuları içerisinde bulunan kimyasalların tamamı ürün etiketlerinde yazmamaktadır ve bu ürünlerde bulunan kimyasal maddelerin tam konsantrasyonları bilinmemektedir. Sentetik kimyasal maddeler içeren oda kokularının kontrolsüz ve sık kullanımı uzun dönemde sağlık problemlerine neden olabilir. Bu çalışmadaki asıl amaç oda kokularında bulunan kimyasal bileşenlerin tespit edilmesi olduğu için oda kokularının olası tıbbi etkilerinin değerlendirilmesi amacı ile herhangi bir test veya değerlendirme yapılmamış.

Değerlendirilen dört sprey oda kokusunun ikisinde tespit edilen lilial, duyarlı bireylerde allerjen etki gösterebilmekte ve kontakt dermatite neden olabilmektedir. Değerlendirilen dört oda kokusundan orta-yüksek fiyatta olan iki tanesinin içeriğinde tespit edilen galaxolid, bazı hormonlar ve kimyasal sinyallerle etkileşerek gelişimsel, reprodüktif, metabolik ve davranışsal problemlere neden olabilmektedir. Hem orta-yüksek hem de düşük fiyatlı oda kokularında tespit edilen benzil alkol olarak da bilinen benzometanol, kozmetik ürünlerde kullanıldığında irritan olabilen ve çeşitli problemlere neden olabilen bir kimyasaldır. Düşük fiyatlı oda kokularında tespit edilen BHT ve misk ketonunun östrojenik etkileri olduğu bilinmektedir. Düşük fiyatlı oda kokularında tespit edilen bir diğer kimyasal linalool, oksitlenmiş formda cilt reaksiyonlarına neden olabilen, oksitlenmiş formda değilse güvenilir olduğu kabul edilen bir kimyasaldır.

Son Söz

Bu çalışmada sprey formdaki oda kokularının ürün etiketlerinde yazmayan ancak ürün içeriğinde bulunan farklı kimyasallar olduğu gösterilmiştir. Üreticilerin oda kokularında bulunan bütün bileşenleri yazma zorunluluğu olmadığı için bu maddeler ürün etiketlerinde ‘parfüm’ veya ‘güzel koku’ olarak yazılmaktadır. İnsanlar oda kokularının istenmeyen ve belki de görünmez riskler içerdiğinin farkında olmalıdır; bu nedenle, hoş kokulu bir ortam sağlamak için doğal uygulamaların tercih edilmesi önerilmektedir.

Sanırım bu yazıyı okuduktan sonra hepimiz oda spreyi alırken bir kez daha düşüneceğiz.

Kaynaklar:

1.Ibrahim ALshaer F, Fuad ALBaharna D, Ahmed HO, Ghiyath Anas M, Mohammed ALJassmi J. Qualitative Analysis of Air Freshener Spray. J Environ Public Health. 2019;2019:9316707. Published 2019 Nov 5. doi:10.1155/2019/9316707

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Arsenik zehir olarak tanımlanmış en eski maddelerden biridir. Özellikle arsenik kullanımı sonucunda kaza ile veya öldürme amaçlı zehirlenmeler hakkında pek çok tarihi vaka veya anekdot olduğunu görüyoruz. Aslında pek bilinmeyen çevremizde pek çok arsenik içeren tehdit olduğu endüstriyel olarak kullanıldığı ve bazı tıbbi kullanımı da olduğudur. Arsenik bu kayıtlarda bakıldığı zaman hem metal hem de nonmetal özellikleri olarak bir metalloid olarak gösterilmekte. Çevre ve maruziyet olarak bakıldığı zaman hem inorganik hem de organik arsenik formları mevcut. Arsenik trivalan veya pentavalan oksidasyon değerli olarak bulunabiliyor. Bu valans elektronlarının 3 veya 5 olmasına göre tanımlanmış bir oksidasyon durumu demektir. Trivalan yani -3 değerli olan arsenit veya arsenik trioksit ile Pentavalan yani -5 oksidasyon   değerli olan arsenat en bilinen arsenik türevleridir. En güçlü toksik etki trivalan değerli olan arsenik bileşikleridir. Bunun nedeni sülfur içeren maddeler ile hızlı reaksiyona girmeleridir. Bunun sonucunda reaktif oksijen türleri (ROS) açığa çıkmaktadır. İnsanlar hem trivalan hem de pentavalan arseniğe maruz kalabilirler. Klinik olarak her iki tip toksisite benzer akut veya kronik seyir yaratabilir.

Aşağıdaki şemada her iki forma ait arsenik bileşikleri listelenmekte.

Arsenik doğal olarak oluşabilen bir element olup, gıda, toprak, hava ve suda bulunabilir. Endüstriyel kullanım alanlarının başında alaşım, cam, pigment, tekstil, kağıt, metal yapışkanı, ahşap koruyucu ve askeri teçhizat üretimi gelir. Arsenik ayrıca deri ta­baklama işleminde, pestisidlerde, yem katkı madde­lerinde ve ilaçlarda da kullanılır. Arsenik maruziye­tinde en önemli kaynak arsenikle kontamine su ve besinlerin kullanılması olmakla birlikte endüstriyel maruziyetlerde oldukça sıktır. Çevrede ve insan vücudunda esansiyel miktarda Arsenik bulunması da bir teori olarak düşünülmüştür.

Şekil: Kaynak için tıklayınız.

Arseniğin İnsan Sağlığına Etkisi

Arsenik inorganik ve organik formlarda bu­lunur. Organik arsenik bileşikleri sağlığa daha az zararlıyken, inorganik arsenik bileşikleri yüksek oranda toksiktir. Arsenik maruziyeti sonucu oluşan reaktif oksijen türleri özellikle DNA, protein ve yağ asitleri başta olmak üzere hücresel komponentler­de oksidatif hasara neden olur. Arsenik pro/antiok­sidan dengeyi bozup çeşitli hücresel yolaklarda değişiklikler meydana getirerek karsinojenite, ge­notoksisite, diabet, kardiyovasküler ve sinir sistemi hastalıklarına neden olur. Bu yaygın sistematik etki her türlü semptom ile oluşabilir. Bu zehirlenmeye yönelik spesifik bir bulgu tariflenmemiş olup ayırıcı tanıda akla gelmelidir. Vücuda alınan inorganik arseniğin nonenzimatik olarak pentavalan formdan trivalan forma indirgenmesinde glutatyonun elekt­ron vericisi olarak kullanılması, inorganik arseniği direkt olarak glutatyona bağlanması veya glutatyo­nun arseniğin oluşturduğu reaktif oksijen türleri ile okside olması gibi nedenlerden dolayı inorganik ar­senik hücresel glutatyon seviyesini değiştirir.

Şekil: Deniz ürünleri; insanlarda Arsenik maruziyetinin önemli sebepleri arasındadır. Bunların başında kabuklu deniz hayvanları, balıklar ve deniz yosunu gelmektedir.

Çalışmalarda ar­senik entoksikasyonunun serum bilirubin, üre, ürik asit ve kreatinin düzeylerini arttırdığını ayrıca sü­peroksit dismutaz, katalaz, glutatyon peroksidaz ve glutatyon-S-transferaz gibi antioksidan enzimlerin aktivitelerini düşürdüğünü bulmuşlardır. Bu testler dolaylı olarak arsenik zehirlenmesini destekleyebilir. Ürik asit düzeyi ise arsenik zehirlenmelerinde yüksek bulunmaktadır. Ürik asit insan pürin metabolizmasının son ürünüdür ve oksidatif strese karşı koruyucu bir anti­oksidan olarak kabul edilir. Ürik asidin normal dü­zeylerde toksik reaktanları temizlediği ve oksidatif strese karşı koruyucu olduğu rapor edilmektedir. Organizmada oksidatif stres durumunda ürik asit düzeyleri artmaktadır. Ancak normal düzeylerden 1/3 kat veya daha fazla artacak olursa bir pro-oksi­dan olarak rol oynadığı rapor edilmektedir.

Arsenik maruziyeti sonucunda oluşan biyokimyasal süreçler ve gelişen toksisiteler aşağıdaki tabloda görülüyor.

İçme Suyunda Arsenik Bulaşı

İçme suyunda arsenik inorganik formdadır ve hem trivalan hem de pentavalan haldedir. Ortalama olarak yer altı suyundaki konsantrasyonu 1 mcg/L olarak kabul edilir. Ancak ABD’ nin bazı eyaletlerinde bu miktar 1000 mcg/L ye dek yükselmektedir. Kronik maruziyet sonucunda akciğer, mesane, cilt, böbrek, karaciğer ve prostat kanserleri oluşmaktadır. Kanser dışında oluşan kardiyovaskuler, nörolojik hastalıklar kadar diyabet de önemli sağlık sorunları yaratmaktadır. Aşağıdaki tabloda arsenik ve içme sularında miktarları ve bu konuda farklı ülkelerde yapılan çalışmalar görünüyor. Bulgular kısmında göreceğiniz gibi farklı kanser türleri, QT uzaması gibi kardiyak bulgular listelenmiş.

Gıdalarda Arsenik Bulaşma Riski

Gıdalarımıza arsenik sulardan, yetiştirme ve üretim sırasında çevreden veya ambalajlama esnasında bulaşabilir. Çünkü yaygın bulunan bir maddedir. Yediklerimiz içinde inorganik ve organik formda bulunabilir. Ortalama olarak gıda yoluyla bireyler 1–20 mcg/ gün almaktalar.  Gıda ile alınan arsenik miktarı genelde toksik düzeyin çok altındadır. Önemli olan analizler ile bu miktarı toksik olan inorganik formlardan ayırabilmektir. Gıdalarda tespit edilebilen arsenik bileşikleri monomethylarsonik asit (MMAsV), DMAsV, arsenobetain, arsenokolin, arseno- şekerler ve arsenolipidlerdir. Sıklıkla deniz ve su ürünlerinde tespit edilirler. Arsenobetain arsenik olarak su ürünlerinde en çok bulunan formdur. Normalde non-toksik olarak kabul edilir. Arsenobetain ise az çalışma olmakla beraber mutajenik,  immunotoksik veya embryotoksik değildir. Arsenokolin özellikle karideste saptanır ama esansiyel olarak bulunduğu için non- toksik kabul edilir. Bu arada şunu da tekrar etmek isterim bazı kaynaklara göre arsenik esansiyel bir metal olarak kabul edilmişse de bu tamamen kanıtlanmamış bir teoridir. İn vitro çalışmalarda arseno- şekerler DMAsV’ ye metabolize olarak toksik etki gösteren arsenik bileşikleri olarak kabul edilmektedirler.

Arsenik zehirlenmesi akut dönemde Acil Tıpta çok gördüğümüz hastalar değil. Tarihte bazı ünlü siyasetçi ve düşünürlerin ölümünden Arsenik zehirlenmesi sorumlu tutuluyor. Günümüzde ise kronik maruziyete sekonder göreceğimiz klinik tablolara yol açıyor ve Acil Tıpta ayırıcı tanı olarak düşünmemiz gereken bir grup hastayı kapsıyor.

Kaynaklar

  1. Hughes MF et al. Arsenic Exposure and Toxicology: A Historical Perspective. Toxicological Sciences 123(2), 305–332 (2011) doi: 10.1093/toxsci/kfr184.
  2. Druwe, I. L., and Vaillancourt, R. R. Influence of arsenate and arsenite on signal transduction pathways: an update. Arch. Toxicol. (2010) 84, 585–596.
  3. Mundy SW. Arsenic. In: Goldfrank’s Toxicologic Emergencies, 10th ed, Hoffman RS, Lewin NA, Howland MA, et al (Eds), Mcgraw-Hill Education, New York (2015) p.1169.
  4. Orloff K, Mistry K, Metcalf S. Biomonitoring for environmental exposures to arsenic. J Toxicol Environ Health B Crit Rev (2009) 12:509 .
0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Toksikolojide konuşulan toksinler yer ve zaman olarak çok değişkenlikler göstermekte. O yüzden en önemli yaklaşım doğru veri toplamak ve yayınlamaktan geçiyor. Yıllar sonra geriye bakıldığı zaman  hangi toksinlerin insanları nasıl etkilediğini, ortaya çıkan klinik tablolarını, yaşamsal süreçlere etkilerini, yan etkilerini  ve fataliteyi görebiliyoruz. Günümüzde  yabancı ülkelerdeki toksikoloji veri tabanlarına kolay ulaşmak mümkün. Türkiye’deki vakalara ve dağılımlarına da abone olunan veri tabanları ile girebiliyoruz. Hazırlanmış kodeksler ile de ulusal ve uluslar arsı yayınlara hızlıca ulaşabiliyoruz. Ayrıca Toksikoloji insanlık tarihinde çok eski vakaları içeren bir bilim dalı. O yüzden bundan çok önceleri yaşayan insanlarda da akut veya kronik toksik maruziyetler oluyordu.  Bu vakalarda neden olan ajanlar günümüz toksinlerinden doğal olarak farklıdır. Bu konularda yazılmış eski makaleler olduğu gibi günümüz araştırmacıları tarafından yayınlanan derlemeler de mevcuttur. Bugün size tanıtacağım makale  “İSTANBUL’DA ZEHİRLER VE ZEHİRLENME VAKALARI (1846-1917)”. Bu yazı Eyüp Talha Kocacık ve  Afife Mat tarafından yazılmış Osmanlı Bilimi Araştırmaları dergisinde yayınlanmış. 1846-1917 yılları arasında İstanbul’da kimyasal ya da bitkisel maddelere bağlı olan görülen zehirlenmeler incelenmiş. Osmanlı Arşivi’nde ve İstanbul’da yayımlanan Gazette Médicale d’Orient adlı tıp dergisinde çıkan yazılar derlenmiş. Zevkle okunan ilginç bir derleme olmuş. İyi okumalar dilerim.

Makaleyi okumak için lütfen tıklayınız.

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Eğitim öğretim yıllarının başlangıçlarında sık konuşulan konulardan birisi okula giden çocukların kullandığı kırtasiye ürünleri, okul giysileri, araç ve gereçlerde mevcut olan kimyasal maddelerin çocuklara zararlı olması riskidir. Çocuklara yönelik alışverişin arttığı bu zamanlarda satın alınan ürünlerin içerdiği kimyasal maddeler toksik riskler açısından her zaman önem kazanıyor. Özellikle dikkat çekilen azo boyar maddeler endüstride çok kullanılan Petro- kimya ürünü maddelerdir. Azo boyaları, tekstil endüstrisinde sık kullanılan, bileşikleri içerisinde azo grubu bulunduran, 1862’den itibaren sentezi yapılabilen, sentetik organik bileşiklerdir. Tercih edilme nedenleri ucuz ve ekonomik olmasıdır. Dünya’da yaklaşık 3500 kadar azo boya maddesi bulunmakta olup, dünyadaki boyar maddelerin %65’ini oluşturmaktadır. Bunlarda en çok bilinen sulfanilamid ve prontosildir.

Azo boyaları R–N = N-R olarak molekülde sıralanır; –N = N olarak görünen azo grubu ve R veya  R’ olan ise ya aril veya alkil grubunu temsil eder. The International  Union of Pure and Applied Chemistry tanımına göre;  “bir diazene (HN = NH) türevi olup hidrojen atomları hidrokarbil grupları ile yer değiştirmiştir”. Azo kelimesi Fransızca azot kelimesinden gelmektedir. Kimya endüstrisinin gelişmesinde ve ilerlemesinde önemli maddelerdir. Azo boyaların esansiyel öncüleri aromatik aminlerdir. Azo boyar maddeler, kumaş, deri vb. ürünlerle kimyasal veya fizikokimyasal etkileşime girer ve ürünün renkli hale gelmesini sağlar. Azo boyaları uygulandığı ürüne rengin tam oturmasını sağlamaktadır. Azo boyar maddelerin kolay bulunması ve maliyetinin düşük olması sebebi ile üretici firmalar tarafından çokça tercih edilmektedirler. Renk seçeneklerinin fazla olması ve ürüne parlaklık sağlaması gibi özelliklerinden ötürü sıklıkla kullanılırlar. Çocuklara yönelik renkli, albenisi olan ürünlerde renk spektrumunun geniş olması nedeniyle kullanılır. Azo boyar maddelere tekstil ürünleri dışında kağıt ürünler, çanta gibi deri ürünler, mobilya endüstrisi ve daha önemlisi oyuncak üretiminde kullanıldıkları için neredeyse kaçınmak imkansızdır.

Azo Boyalarının Toksisitesi

Azo boya maddelerin kullanımı ile akut toksisite vakaları kronik maruziyet vakalarına göre daha azdır. Üretilmiş ürünlerin zararlarını konu alan bilimsel çalışmalar sonucunda, bu ürünlerin direk temaslı ve uzun süreli kullanımı halinde cilt yoluyla vücuda emilebildiği görülmüştür.  Ayrıca gastrointestinal, solunum yollarından da vücuda girebilir. Azo boyaları vücuda girince biyotransformasyona uğrar intestinal mikrofloradaki azo reduktaz enzimleri ile aromatik aminlere parçalanır. Bu aromatik aminler zararlı etkilerden sorumludurlar.

Mikrofloradaki Acidaminonococcus fermentans, Acerobacter aerogenes, Bacteriodes türleri, Citrobacter türleri,  Clostridium türleri, Escherichia coli, Lactobacillus catenaforme, Peptostreptococcus productus, Pneumococcus türleri, Proteus vulgaris, Proteus türleri, Pseudomonas aeruginosa, Pseudomonas pyocyanea, Salmonella paratyphi, Salmonella typhimurium, Shigella dysenteriae, Staphylococcus aureus, Streptococcus faecalis, Streptococcus haemolyticus” gibi bakteriler bu kimyasal reaksiyonlardan sorumludur. İlginç olan bir diğer bilgi diyette alınan selüloz, protein, lifler, antibiyotikler ve destek ilaçların mikroflorayı etkileyerek azo boyaların toksisitesini artırması veya azaltmasıdır. Azo boyalarının benzidine veya p-phenylenediamine (p-PDA) içerenleri bu eklerin mutajenik olması yüzünden kanserojenik kabul edilmiş ve özellikle yasaklanmışlardır.

Öte yandan mikroflorada reaksiyona girmeyen direkt karsinojenik etkileri olan azo boyaları da mevcuttur. Aşağıdaki listede bu direkt karsinojenik boyaların en bilinenleri listelenmişlerdir (kaynak için tıklayınız).

  • 4-Aminoazobenzene,
  • o-Aminoazotoluene,
  • 3’-Methyl-4-monomethylaminoazobenzene,
  • Methyl Yellow,
  • 3’-Methyl-4-dimethylaminoazobenzene,
  • 4 ethylmethylaminoazobenzene,
  • Sudan I, Sudan II, Sudan III, Sudan IV,
  • Para Red, Ponceau 3R Orasol Navy Blue 2RB,
  • 6-(p-Dimethylaminophenyl)azobenzothiazole3’-Nitro-4- dimethylaminoazo benzene,
  • 2’-Nitro-4-dimethylaminoazobenzene,
  • 4_-Chloro-4- dimethylaminoazo benzene,
  • 3-Chloro-4-dimethylaminoazobenzene,
  • Thiodiphenyl-4,4_-diazobissalicyclic Acid

Akut toksik alerjen etkilerden sorumlu olan m-PDA ise gözde irritasyon, ciltte eritem, dermatiti, bronşiyal astma, alerjik deri döküntüleri, öksürük, boğaz ağrısı methemoglobinemi, siyanoz, başağrısı, konfuzyon, pulmoner ödem, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği , ensefalit gibi SSS tabloları ve konjunktivit oluşturur. En kötü senaryo bronşiyal ağacın reaksiyonu ile solunum yetmezliği tablosu gelişmesidir.

Azo boyaların farklı çeşitlerine maruziyet sonucunda uzun dönemde oluşmuş kanser türleri ile yayınlanmış vakalar mevcut. Karaciğer tümörleri, intestinal adenokarsinomalar,  bazal hücreli karsinomalar, akciğer tümörü, mesane tümörü, lökemia, kemik tümörleri gibi bildirilmiş türler mevcut. Dimethyl-benzidine metaboliti insan için kesin olarak karsinojen olarak tanımlanmıştır. Dichlorobenzidine ile mesane kanseri arasında kesin ilişki vardır.

Sonuç olarak azo boyaları üretim sırasında kontrol aşamaları düzenli ve etkin olmaz ise insan sağlığı ve özellikle çocuklar üzerinde geri dönüşümsüz sağlık sorunları yaratmaktadır. Bu madde maruziyetleri konusunda akut zehirlenme gibi davranmak zor olsa da endüstriyel toksikoloji alanında bizlerin de bilgi sahibi olması önemli.

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

Pandemi sürecinde yazın da gelmesiyle insanların nefes almak için doğaya daha fazla zaman ayıracağı aşikar. Üretken doğanın meyveleri dalından koparılan bir erik gibi her zaman masum olamayabiliyor. Mantar toplayarak büyük heyecanla evinde leziz yemekler yapan insanların şansı hiç de yaver gitmeyebilir.

Sizlere paylaşacağım, çevirip derlemeye çalıştığım bu çalışma geçen sene Toxicon ‘da yayınlandı. White ve arkadaşları bu yazılarında; klinik hayatımızda sıklıkla karşılaştığımız ve önemli bir sorun olan mantar zehirlenmesini bugüne kadar yapılmış çalışmaları derleyerek klinisyenlerin kullanabileceği bir algoritmayla doğru hedeflere yönlendirerek tedavi edip yönetmeyi planlıyor.

Algoritmalar sayesinde olası etken belirlenip tedavi seçenekleri hızla hayata geçirilebiliyor.

Keyifli okumalar diliyorum.

Giriş

Mantarlar küfün meyve veren kısımlarıdır ve besin kaynağının önemli bir kısmını oluştururlar. Yaban veya tarla mantarları bazı kültür ve ülkelerde enfes lezzetler olarak düşünülür. Buna rağmen yenildiğinde zehirleyen ve “yenilebilir” bir tür mü yoksa zehirli bir tür mü olduğunu ayırt etmenin oldukça zor olduğu pek çok mantar vardır. Ek olarak bazı yenilebilir türlerin tahmin edilemeyen bazı özel durumlarda kimi insanlarda zehir etkisi gösterdiği kanıtlanabilir.

Mantar yeme sonucunda meydana gelen zehirlenmeler pek çok ülkede hastalık ve ölümle sonuçlanan bir sağlık sorunudur. Mantar yemeden kaynaklanan ölümlerin yıllık küresel fatalite hızı bilinmiyor fakat spekülatif olarak yılda en az 100 ölüm olduğunu söylemek eksik değerlendirme olacaktır nitekim sadece Avrupa’daki oran yılda yaklaşık 50-100 ölümdür (Dadpour et al., 2017; Diaz, 2005).

Bazı ülkelerde özel bir mantar zehirlenmesi olan ve hepatoselüler hasara neden olan amatoksin zehirlenmesi, sağlık sistemi üzerinde önemli bir yüke neden olur ve karaciğer transplantasyonunun sık nedenleri arasındadır. Global data mevcut olmasa da yerel ölçekli çalışmalar kesin sayıların ve mantar zehirlenmesi insidansının yükseldiğini göstermektedir (Diaz, 2005; Latha et al., 2018; Schenk-Jager et al., 2016; Vo et al., 2017). Avrupa’da meydana gelen mantar zehirlenmesi riski, düşük ekonomik şartlardan dolayı yiyecek için bir alt küme olan bilmedikleri mantarları yiyen göçmenlerin etkisi altındadır. Bu mantarların bazıları zehirli olabilir ve Avrupa’ya yakın zamanda yapılan kitlesel göçün ardından kaydedilen amatoksin tipi mantar zehirlenmesi insidansı yükselebilir (European Association of Poisons Control and Clinical Toxicology Congress, Basel, Switzerland, May 2017’de pek çok rapor sunulmuştur fakat henüz özetleri hariç yayınlanmamıştır. (Carlvik and Lindeman, 2017; Frimlova et al., 2017; Golob et al., 2017)).

Çoğu mantar türünün toksinolojisi bilinmemektedir ve yeni zehirlenme sendromları ortaya çıkmaya devam etmektedir (Saviuc ve Danel, 2006), bilinen sendromlar daha önce bilinen insidans bölgelerinin dışında bildirilmektedir.

Spoerke ve Rumack’ın çalışmaları (1994) gibi mantar zehirlenmelerinin geçmiş sınıflamaları bu yeni sendromları dahil etmemiştir ve bu durum tanısal karışıklığa neden olabilir (Tablo 1).

Yeni bir klasifikasyon şemasının verilebileceğini düşündük ve klinisyenleri uygun bir tanıya yönlendirmek için, daha sonra en uygun tedavi yolunun belirlenmesine yardımcı olabilmesi için klinisyenlere tanısal bir algoritma ile birlikte önerilen bir şema sunuyoruz.

Metod

Scopus tarafından desteklenen Pubmed aracılığıyla tüm mantar zehirlenmesi ve tedavileri için “mantar” ve “zehirlenme” terimlerini kullanarak tüm ayrıntılı klinik sendromlar üzerine bir literatür çalışması gerçekleştirdik. İngilizceden başka dillerde yayımlanan bir kaç dergi dışında mümkün olduğunca orijinal raporlar elde edildi. Ayrıca mantar zehirlenmesi bölümleri içeren seçilmiş ders kitaplarını yeniden gözden geçirdik. Özellikle mantar zehirlenmesinde yeni sendromları tarif eden Spoerke ve Rumack’ın temel raporundan sonra yayımlanmış çalışmalara odaklandık. Mantarların kimliği ve klinik profili ve epidemiyoloji de dahil olmak üzere nedensellik hakkında daha önce belgelenmiş sendromlardan açıkça farklı olarak sınıflandırmamızı sağlayan yeni sendromlar varsa sınıflandırma sistemine dahil edilmesi gerektiği düşünülmüştür. Eğer “yeni” bir sendrom, klinik tablo hakkındaki mevcut bilgilere dayanarak diğer sendromlardan açıkça farklıysa, nedensellik belirsiz kalsa da, önerilen sınıflandırma sistemine dahil edilmesi gerektiği düşünülmüştür; örneğin, mantar zehirlenmesinin Morel Mantarı Nörolojik Sendromu (önerilen sınıflamada 2D alt grubu), mantar zehirlenmesinin Ensefalopati Sendromu (önerilen sınıflamada 6D altgrubu). Açıkçası bu kriterleri karşılamayan yeni zehirlenme sendromları sınıflama aşamasına dahil edilmedi ve bu tezin/raporun farklı yerlerinde yeniden gözden geçirildi. Daha sonra kriterlerimizi karşılayan zehirlenme olaylarının raporlarını tablo haline getirdik ve onları başlı başına bir zehirlenme sendromu olarak yerleştirdik. Sonra bu sendromları klinik etki prensiplerine dayanarak geniş gruplar olarak organize ettik (Tablo2). Teşhis algoritmasının gelişimi için klinik etkisi raporlanmış her bir sendrom karşısında, fizyolojik sistem tarafından alt gruba ayrılan, “tüm sendromlar için bir matris ürettik. En yüksek riske sahip oldukları ve en acil tedaviyi gerektirdikleri için önceden zaten adlandırılmış yüksek riskli zehirlenme sendromlarına odaklandık. Semptomların/belirtilerin başlangıç zamanı anahtar etmendi (Tablo 3).

Tablo 2: Mantar zehirlenmesi klinik tipleri için önerilen sınıflandırma

Not: Şüpheli toksin sadece seçilen bir toksini temsil eder, ancak bazı gruplar için birkaç farklı toksin söz konusu olabilir. Benzer şekilde, gösterge niteliğindeki türler, mevcut bilgilere dayanarak seçilen bir türü temsil eder, ancak bazı gruplar için birçok tür söz konusu olabilir.

Tablo 3: Her mantar zehirlenmesi türü için semptomların / bulguların başlama zamanı.

Grup / alt grup önerilen yeni sınıflandırmaya dayanmaktadır (bakınız Tablo 3). Başlıca toksinler ya bilinen toksindir ya da sadece bilinen birkaç toksinden seçilenlerden biridir. Sadece temel klinik etkiler listelenmiştir; bazı gruplar / alt gruplar için oldukça geniş bir semptom / bulgu listesi mümkün olabilir. Başlangıç zamanı, yutmadan semptomların / belirtilerin başlamasına kadar geçen süredir. ( GİS: gastrointestinal sistem, b: bulantı, k: kusma, i: ishal, ka: karın ağrısı, KCFT: karaciğer fonksiyon testleri, DİC: dissemine intravasküler koagülopati)

Bulgular

1927 – 2018 yılları arasında yapılan 1923 çalışmadan 858 ‘i 1995’ten sonra yayınlandı. (1994’teki Spoerke ve Rumack’ın araştırmasından beri). Kriterlerimizi karşılayan 21 farklı zehirlenme sendromu tanımladık. Bunları 6 geniş grupta sınıflandırdık (Tablo 2). Bu şema mantar zehirlenmesi için önerilen yeni sınıflandırmayı toksin tipine göre değil klinik tabloya dayanarak sunmaktadır.

1: Sitotoksik Mantar Zehirlenmesi

Bu geniş grup, primer hepatotoksisite veya primer nefrotoksisiteye neden olan, spesifik majör iç organ patolojisinin olduğu zehirlenme tiplerini kapsar. Bu geçmiş sınıflandırma şemalarıyla tutarlıdır. Çoğu mantar toksininin belirli hücresel hedeflere sahip olduğu iddia edilebilir, ancak bu yaklaşımı benimsemek sınırlı yararın farklılaşmamış bir sınıflandırmasına neden olabilir.

Primer Hepatoksisite

Bu alt grup, potansiyel olarak ölümcül hepatotoksisiteye neden olan amatoksinler gibi klinik özellikleri spesifik bir belirli topluluğu içeren toksinleri kapsar. Birkaç mantar türü önemli toksisiteye neden olmaya yetecek miktarda amatoksin içerir. (Diaz, 2018). Belgelenmiş örnekler arasında Amanita phalloides, A. virosa, A.verna, A. exitialis (Guangdong Eyaleti, Çin) (Hu ve diğerleri, 2012; Sun ve ark., 2018), A. fuliginea (Tayland) (Parnmen ve ark., 2016), A. ocreata(NorthEast USA) (Bonacini ve diğerleri, 2017), A. bisporigera (NorthEast ABD) (Madhok, 2007; Madhok ve diğerleri, 2006; Ramirez ve diğerleri, 1993; Yarze ve Tulloss, 2012), A. brunnescens (Diaz, 2018), A. elliptosperma (Kuzey-Doğu ABD), Bir magnivelaris (Kuzeydoğu ABD) ve Lepiota spp. (küresel dağıtım) L. helveola dahil (Diaz, 2018; Ramirez vd., 1993), L. Brunneoincarnata (Ben Khelil ve ark., 2010; Diaz, 2018; Kervegant ve ark., 2013; Roux ve diğerleri, 2008; Ward ve diğerleri, 2013), L. subincarnata (Diaz, 2018; Mottram ve diğerleri, 2010), L. bruneolilacea (Diaz, 2018), L. castanea (Diaz, 2018), Macrolepiota neomastoidea (Kore) (Kim ve diğerleri, 2018), Galerina marginata (Diaz, 2018), G. sulciceps (Xiang ve diğerleri, 2017), G. Autumnalis (Diaz, 2018; Yin ve Yang, 1993) ve diğer birkaç Galerina spp. (Klan, 1993) bulunmaktadır.

Klinik olarak bu zehirlenme türü gecikmiş başlangıçlı pre-hepatotoksik semptomlar ile prezente olur, genellikle şiddetli GİS etkiler ile (bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, sekonder dehidratasyon) alındıktan yaklaşık 9 – 12 saat sonra başlar, bazen 6 saatte erken gelişiyor olsa da 36 saate kadar gelişebilir. Bunu, yaklaşık 3. gün, anormal laboratuvar testleri (KCFT, koagülasyon), ciddi vakalarda tam karaciğer yetmezliğine ilerleyen, sıklıkla böbrek yetmezliği ile ilişkili, hepatotoksisite geliştiğine dair açık kanıtlar takip eder, iyileştirici önlemler başarılı olmadıkça, 7. günde karaciğer yetmezliğinden ölümle sonuçlanır. Böbrek yetmezliği ciddi düzeyde olabilir ve diyaliz gerektirebilir.

Mantar veya mantar ürünü alımı ile hepatotoksisite veya karaciğer yetmezliği gelişimi arasında başka ilişkiler vardır. Rogart ve diğ. (2008), uzun zamandır yabani mantar alım öyküsü olan 63 yaşında yaşlı bir kadının otoimmün hepatite atfedilen akut karaciğer yetmezliği geliştirdiği ölümcül bir vaka bildirdi. Biyopsi histopatolojisi tanı ile uyumluydu, amatoksin hepatotoksisitesi ile uyumlu değildi (santrilobüler hemorajik nekroz veya fatty dejenerasyon yoktu). Otoimmün hepatit gelişiminde kronik mantar alımının rolü spekülatiftir, ancak şiddetli amatoksin zehirlenmesinden kurtulanların yaklaşık % 80’inin anti- düz kas antikoru (ASMA) geliştirmesi bazı raporlarda öne sürülmüş olup bu da bir dereceye kadar otoimmün karaciğer hastalığı geliştirdiğini gösterebilir (Fantozzi ve diğerleri, 1986; Rogart ve diğerleri, 2008). Wanmuang ve diğ. (2007), patofizyolojik mekanizma belirsiz olmasına rağmen, Lingzhi mantar tozu (Ganoderma lucidum) içeren bir bitkisel ilacın kronik alımı ile ilişkili ölümcül hepatotoksisite bildirmiştir.

Primer Nefrotoksisite

Erken Primer Nefrotoksisite

Bu alt grup, akut etki olarak doğrudan renal hasara neden olan mantarları kapsar. Bu, Amanita smithiana ve Amanita pseudoporphyria gibi aminoheksadienoik asit (AHDA) içeren mantarlarla ilişkilidir (West ve diğerleri, 2009). Fransa’dan tarif edilen ve A. proxima ile ilişkili proksimien sendromunun bu sınıflandırma grubuna dahil edilebilmesi mümkündür. Benzer bir şekilde A. boudieri, A. gracilior ve A. echinocephala’nın da akut başlangıçlı böbrek yetmezliği ile ilişkili olduğu yakın tarihli bir bildiride öne sürüldü (Kirchmair ve diğerleri, 2012). Kore’den bir başka vaka, genellikle “yenilebilir” olarak kabul edilen bir tür olan Amanita punctata’nın tüketilmesinden sonra benzer başlangıçlı böbrek yetmezliğini tarif etmektedir (Kang ve ark., 2015).

Kuzeybatı ABD’den A. smithiana zehirlenmesi konusundaki deneyime dayanarak söyleyebiliriz ki, klinik olarak bu tip zehirlenme alımdan 30 dakika ila 12 saat sonra başlayan bir dizi yapısal (prerenal) semptomlar (bulantı, kusma, ishal, karın krampları, baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk, miyalji, döküntü) ile ortaya çıkar. Bu birkaç gün sürebilir, alımdan 2-5 gün sonra akut böbrek yetmezliği başlayabilir. Diyaliz gerektiren böbrek yetmezliği süresi 9 ila 180 gün arasında değişmektedir (West ve ark., 2009). Karaciğer fonksiyon enzimlerinde (KCFT) erken fakat tutarsız bir artış olabilir, daha sonra hızla normale döner. Hepatotoksisite gelişmesi amatoksin zehirlenmesi ile tanısal karışıklığa neden olabilir.

Gecikmiş Primer Nefrotoksisite

Bu alt grup, gecikmiş böbrek yetmezliğine neden olan mantarları kapsar. Orellanin içeren mantarlarla, özellikle de bazı Cortinarius spp. (C.orellanus, C. rubellus (önceden C. speciosissimus veya C. orellanoides)) ile ilişkilidir (Dinis-Olivera ve ark., 2016).

Klinik olarak bu tip zehirlenme, alımdan 4-15 gün sonra (ortalama 8.5 gün) ortaya çıkan gecikmiş başlangıçlı böbrek yetmezliği ile kendini gösterir (Bouget ve ark., 1990; Danel ve ark., 2001; Dinis-Olivera ve ark., 2016; Frank et al., 2009; Grebe ve diğerleri, 2013; Horn ve diğerleri, 1997). Alımdan sonra 12 saatten 14 güne kadar (ortalama 3 gün) prerenal semptomlar (bulantı, kusma, ishal, susuzluk, anoreksi, baş ağrısı, titreme, parastezi, uyuşukluk, terleme, döküntü, dispne, bel ağrısı) gelişebilir (Danel vd., 2001; Dinis-Olivera vd., 2016). Böbrek yetmezliğinin başlangıcı ne kadar hızlı olursa, prognoz o kadar ciddi olur; 2-3 günde başlarsa şiddetli akut böbrek hasarı gelişir; >10 gün başlangıç olursa genellikle hafif akut böbrek hasarı gelişir (Danel ve ark., 2001). Böbrek yetmezliği genelikle poliüri ile başlar takibinde oligüri ve anüri gelişir. Böbrek fonksiyonunun iyileşmesi yavaş olabilir ve kronik böbrek yetmezliği meydana gelebilir.

2: Nörotoksik Mantar Zehirlenmesi

Bu geniş grup, primer nörotoksisiteye neden olan klasik mantar zehirlenmesi tiplerini içerir.

Hallüsinojenik Mantarlar

Bu alt grup, birincil başvuru semptomu olarak halüsinasyonlara veya ilişkili psikoaktif etkilere neden olan mantarları kapsar. Seçilmiş Psilocybe türleri, Conocybe türleri, Gymnopilus türleri, Panaeolus türleri, Copelandia türleri, Pluteus türleri ve muhtemelen Stropharia türleri dahil olmak üzere ilgili toksinler içeren mantarlarla ilişkilidir.

Klinik olarak bu tür zehirlenme, sindirimden 10-30 dakika sonra ortaya çıkan semptomlar / bulgular ile hızlı bir şekilde ortaya çıkar (ticari likitlerle alındığında daha hızlı, merkezi sinir sistemi (CNS) etkileri, yanılsamalar (görsel, işitsel veya dokunsal), gerçek halüsinasyonlar ( Olguların <% 50’si), değişen zaman ve mekan hissi ve sinaestezi ve öfori duyguları, genellikle uzun süreli olabilen mistik bir deneyim olarak tanımlanmaktadır (Griffiths vd., 2006, 2008, 2011). Özellikle daha büyük miktarlarda yemiş olan bazı hastalar agresif olabilir. Kendine veya başkalarına zarar verme potansiyelleri vardır. Anksiyete, ataksi, pupil dilatasyonu, bulantı, kusma, karın ağrısı, parestezi, hiperrefleksi, taşikardi, hipertansiyon, kardiyak aritmiler, miyokardiyal iskemi olabilir. Baş ağrıları doza bağlı bir şekilde ortaya çıkabilir (Johnson vd., 2012). SSS etkileri azaldıkça çoğunlukla alımdan 24-36 saat ile sınırlı olmak üzere hastalar depresyona girmiş, tükenmiş hissederek bilişsel zorluklar yaşayabilirler, bu durum bazen birkaç gün sürebilir. Psikotik ataklar bildirilmiştir, ancak nadir görülür (Satora ve ark., 2005). Konvülsiyonlar nadirdir ve çocuklarda daha olasıdır.

Bu tür mantarların, özellikle Hollanda başta olmak üzere, bazı ülkelerde halüsinojenik özellikleri nedeniyle yasal olarak satıldığı bilinmektedir. Yakın tarihli bir çalışmada, çoğu kullanıcı için yasal ulaşılabilirliğin önemli tıbbi sorunlara neden olmadığı, ancak ara sıra ciddi zehirlenmelerin hala meydana gelmesinin “endişe noktası” olduğu sonucuna varılmıştır (van Amsterdam ve ark., 2011).

Otonom Toksik Mantarlar

Bu alt grup, doğrudan otonomik etkilere neden olan mantarları kapsar. Muskarinler ve ilişkili toksinleri içeren mantarlar (en azından I. fastigiata, I. geophylla, I. erubescens (patouillardii) (De Haro vd., 1999; Lurie vd., 2009), Clitocybe spp., Mycena spp., Rubinoboletus spp. (Pauli ve Foot, 2005) ) ile ilişkilidir.

Klinik olarak bu tip zehirlenme hızlı başlangıç (15 dakika ila 2 saat) ve klasik parasempatik stimülasyon triadı terleme, salivasyon ve lakrimasyonda artış ile ortaya çıkar. Diğer semptomlar şunları içerebilir: pupil daralması, bulanık görme, acil veya ağrılı işeme, burun akıntısı veya tıkanıklığı, astım bronkokonstriksiyon, hipotansiyon, bradikardi, cilt kızarıklığı, sulu ishal, kusma, karın ağrısı / kolik. Genellikle, başlangıç ​​ne kadar hızlı olursa, zehirlenme o kadar şiddetlidir. Şiddetli zehirlenme potansiyel olarak öldürücüdür, ancak atropin ile uygun şekilde tedavi edilirse nadir olarak ölümle sonuçlanır.

Santral Sinir Sistemi Nöroeksitatör Etkili Mantarlar

Bu alt grup, bazen halüsinasyonları da içeren nöroeksitatör etkilere neden olan mantarları kapsar.
Toksinler muscimol ve ibotenik asittir. Amanita muscaria, A. patherina, A. ibotengutak dahil çeşitli mantarlar tanımlanmıştır (Hiroshima ve ark., 2010).

Klinik olarak bu tip zehirlenme alımdan dakikalar içinde 3 saate kadar hızlı bir şekilde prezente olur, başlangıç olarak özellikle çocuklarda uyuşukluk, takibinde manik uyarılma (görsel hallüsinasyonlar (yanlış algılama), tuhaf davranış, ajitasyon, sevinç, disoryantasyon, depersonalizasyon, konfüzyon içerebilir.) ve mide bulantısı, kusma, ishal, karın ağrısı, döküntü, terleme, ataksi, koordinasyon bozukluğu, baş dönmesi, midriyazis, miyoklonus, kas fasikülasyonu / titreme, hiporefleksi, koma, konvülsiyonlar (özellikle çocuklarda) gibi diğer semptomlar görülebilir. Bu semptomlar / bulgular uyuşukluğun son aşamasıyla (genellikle derin uyku) 48 saate kadar sürebilir. İntoksikasyon döneminde amnezi olabilir. Hızlı koma gelişimi (GKS 4) ve nöbetler görülebilir (Mikaszewska-Sokolewicz ve ark., 2016). Şiddetli zehirlenme potansiyel olarak lethaldir. Yakın tarihli bir çalışmada, A. muscaria zehirlenmesi (konfüzyon ve ajitasyon daha belirgin) ile A. pantherina zehirlenmesi(koma oluşumu daha belirgin) arasında iki ayrı klinik alt gruba bölünmeyi gerektiren klinik farklılıklar olduğu öne sürülmüştür (Vendramin ve Brvar, 2014). Bu retrospektif çalışmada yazarlar, her iki grupta da az sayıda kişide görülmesine rağmen A. muscaria tarafından zehirlenen hastaların A. pantherina tarafından zehirlenen hastalardan daha karışık ve ajite olduklarını, A. Pantherina zehirlenmesinde koma oluşumunun daha sık olduğunu bildirmiştir (32 hasta A. muscaria için, A. pantherina için 17 hasta) (Vendramin ve Brvar, 2014). Bu çalışmanın tanı sürecini daha karmaşık hale getirebileceğini ve bu çalışmada bildirilen vakaların sayısının az olduğunu, bulguların bağımsız çalışmalarla doğrulanmamış olduğu düşünülmüştür.

Morel Nörolojik Sendrom

Bu alt grup çeşitli morel mantarlarının tüketimini takiben gelişen kötü GIS ve nörolojik etkileriyle tanımlanmış sendromu içerir. Henüz hiçbir toksin neden olan ajan olarak tanımlanmamıştır ve bu tip zehirlenmelerin durumu belirsizdir, ancak 1889’da ilk kez bahsedildiğinden beri zaman zaman bildirilmiştir. Neredeyse tüm olgular Morchella spp. ile ilişkilidir.

Klinik olarak bu tip zehirlenme, büyük miktarlarda morel mantarının (Morchella spp.) tüketimi ile ilişkilidir. Semptomların başlama zamanı belirsizdir. Olguların çoğunda değişken nörolojik etkilere ek olarak GİS etkileri de (bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı) vardır. Bazı belirleyici etkiler baş dönmesi ve ataksidir. Daha az görülen diğer etkiler asteni, terleme, bayılma, hipertermi veya hipotermi ve salivasyon iken görme bozuklukları, baş ağrısı, parestezi, trismus, kas spazmları, uyuşukluk, konfüzyon ve dizartri daha az yaygın olarak görülür. Nadiren bildirilen etkiler şunları içerir: nistagmus, miyozis, midriyaz, disfaji, halüsinasyonlar, ajitasyon ve konvülsiyonlar. Şimdiye kadar böbrek veya karaciğer tutulumu bildirilmemiştir. Şu ana kadar belgelenen tüm vakalar kendiliğinden düzelmiştir.

3: Miyotoksik Mantar Zehirlenmesi

Adından da anlaşılacağı gibi, bu grup birincil özellik olarak rabdomiyoliz olan zehirlenmeleri kapsamaktadır.

Hızlı Başlangıçlı Miyotoksisite

Bu alt grup, hızlı başlangıçlı miyotoksisiteye neden olan mantarları kapsar. Etken toksinin siklopropen karboksilik asit olduğu bildirilmiştir (Matsuura ve diğerleri, 2009). Russula spp. (R. subnigrans) alımı ile ilişkilidir. (Cho ve Han, 2016; Lin ve diğerleri, 2015; Matsuura ve diğerleri, 2009). Siklopropilasetil- (R) -karnitin, bu tür için benzersiz bir marker olarak tanımlanmıştır (Matsuura ve ark., 2016).

Klinik olarak bu tip zehirlenmede etki, geç başlangıçlı vakalar nadir olarak bildirilmesine rağmen genellikle alımdan sonra 2 saat içinde GİS etkilerin (potansiyel olarak şiddetli bulantı, kusma, ishal) başlamasıyla ortaya çıkar (Lin ve ark., 2015). Çoğu vaka, rabdomiyoliz olmadan, 24 saat içinde düzelir. Daha az vakada GİS etkileri daha şiddetlidir ve bunu rabdomiyoliz (CK piki> 200.000 IU / l), miyalji, hipertansiyon, böbrek yetmezliği, hiperkalemi ve kardiyovasküler kollaps takip eder. Ölümler rapor edilmiştir (Cho ve Han, 2016).

Gecikmiş Başlangıçlı Miyotoksisite

Bu alt grup gecikmiş başlangıçlı miyotoksisiteye neden olan mantarları kapsamaktadır. Etken toksinler tam olarak anlaşılmamıştır, ancak son araştırmalar, saponaceolide B ve M’nin bazı durumlarda potansiyel olarak birincil toksinler olabileceğini göstermektedir, ancak deney hayvanlarındaki bu bulgu insan patolojisinde belirsizdir. T. terreum genellikle güvenli bir şekilde yenilebilir olarak kabul edilen yaygın bir küçük mantardır. T. equestre’deki toksinlerin T. terreumdakinden oldukça farklı olabileceği görülmektedir (Bédry R, pers. Comm. 2014). Bu nedenle rabdomiyoliz mekanizması, mantar türü ve toksin türüne bağlı olarak farklı olabilir, ancak klinik görünüm çok benzer olabilir. Tricholoma spp., T. equestre (Anand ve diğerleri, 2009; Bedry ve diğerleri, 2001; Laubner ve Mikuleviciene, 2016), muhtemelen T. terreum (Yin ve diğerleri, 2014), T. auratum (Bedry ve Gromb, 2009) alımı ile ilişkilidir. Benzer bir prezentasyon yakın zamanda Leccinum spp. ve Boletus spp. alımı sonrası Polonya’da bildirildi.(Chwaluk, 2013).

Klinik olarak bu tür zehirlenme, art arda birkaç mantar yemeğinin tüketiminden 1-3 gün sonra gecikmiş başlangıçlı yorgunluk ve miyalji ile kendini gösterir. Bir dizi öğünde tüketilen mantar miktarı ile ilgili olabilir (Anand ve diğerleri, 2009). Bunu, bazen yüz kızarıklığı, hafif bulantı (kusma değil) ve aşırı terleme ile ilişkili artan halsizlik, bacak sertliği, koyu idrar (miyoglobinüri) takip eder. Plazma CK’da (> 200.000 IU / l) masif artış olabilir, ancak genellikle normal böbrek fonksiyonu, serum potasyumu, pıhtılaşma ve karaciğer fonksiyonu vardır. Çoğu vakada yaklaşık 15 günde iyileşme olur, ancak vakaların az bir kısmında dispne, hipertermi, akut miyokardit, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, hiperkalemi ve ölümcül kardiyak kollaps ilerlemesi vardır.

4: Metabolik Endokrin ve Toksisite ilişkili Mantar Zehirlenmesi

Bu geniş grup çok çeşitli zehirlenme sendromlarını ve klinik prezantasyonları içerir. Bu nedenle klinik benzerlikleri yansıtmaktan ziyade, kolaylık sağlamak amacıyla toplanan bir gruplama olduğu düşünülebilir.

GABA Bloke Edeci Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup GABA sentezinin bloke edilmesine ikincil, çoklu organ etkilerine yol açan metabolik temelli patolojiye neden olan mantarları kapsar. Gyromitrin içeren mantarlarla, özellikle Gyromitra spp. (G. esculenta, G. ambigua, G. gigas, G. infula; Cudonia circinians) ile ilişkilidir (Trestrail, 1994). Gyromitrinler midede, piridoksin sentezini inhibe eden, böylece GABA sentezini azaltan ve glutatyon tükenmesine neden olan metil-formil-hidrazin ve monometil-hidrazine ayrışır (Trestrail, 1994).

Klinik olarak, bu tür zehirlenme, alımdan 5 – 12 saat sonra GİS etkileriyle (bulantı, kusma, şişkinlik, kanlı ishal, karın ağrısı, dehidrasyon) ortaya çıkar. Daha şiddetli zehirlenmelerde vertigo, terleme, diplopi, baş ağrısı, dizartri, koordinasyon bozukluğu, ataksi, hemoliz, hipoglisemi, metamoglobinemi, hepatik hasar (genellikle ilk 48 saatte gelişir); nadiren konvülsiyonlar ve koma gelişebilir. Bununla birlikte, gyromitrin zehirlenmesine verilen yanıt, hastanın asetilatör durumu ile modifiye edilmesiyle ortaya çıkar; nörotoksisitenin klinik tabloya hakim olduğu normal asetilatör durumu olan hastaların aksine “Hızlı asetilatörler” (yüksek asetalhidrazin seviyesi), genellikle hepatotoksisite (hafif transaminaz yüksekliği, ancak yüksek bilirubin seviyeleri) ve daha az belirgin nörotoksisite geliştirir (Trestrail, 1994). Şiddetli zehirlenme potansiyel olarak lethaldir.

Disülfiram Benzeri Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup, mantar alımından sonra alkol tüketimine müteakip gelişen disülfiram benzeri reaksiyona neden olan mantarları kapsar. Koprin içeren mantarlarla, özellikle belirli Coprinus spp. (özellikle C. atramentarius) ile ilişkilidir. Lepiota aspera alımı ardından da tarif edilmiştir, ancak bu vakalarda koprinin dahil olup olmadığı belirsizdir, ancak klinik prezantasyon benzerdir (Haberl ve ark., 2011). İsviçre ve Finlandiya’da bildirilen önceki yayınlarda, bazı diğer mantarların (L. aspera, Coprinus clavipes, Boletus luridus) benzer etkilere sahip olabileceği düşünülmüş, ancak doğrulanmamıştır (Budmiger ve Kocher, 1982; Nummela-Salo ve Salo, 2005).

Klinik olarak bu tip zehirlenme, mantar alımından önce veya daha sonra alkol alımına yanıt olarak ortaya çıkar. Mantar yeme ve alkol tüketimi arasında 2 saatten birkaç güne kadar değişen gecikme olabileceği bildirilmiştir. Alkol aldıktan birkaç dakika içinde hastada, fasiyal flashing ile gövde ve uzuvları içeren lekeli eritematöz bir döküntü gelişir. Baş ağrısı, dispne, terleme, bulantı, kusma, taşikardi, erken ventriküler kasılmalar, atriyal fibrilasyon, vertigo, konfüzyon ve metalik bir tat olabilir. Hipotansiyon disülfiramdan daha az görülür ve koma nadir görülür. Semptomların süresi genellikle kısadır, 30dk civarında ancak zaman zaman 24 saate kadar uzayabilir.

Poliporik Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup nörolojik etkilere ek olarak multi-organ etkileri olan mantarları kapsar. Poliporik asit içeren mantarlar özellikle Hapalopilus rutilans ile ilişkilidir (Villa ve diğerleri, 2013).

Klinik olarak, bu tip zehirlenme geç başlangıçlı (yaklaşık 12 saat) GİS etkiler (karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal), nörolojik etkiler (diplopi, bulanık görme, denge bozukluğu, nistagmus, bazı durumlarda görsel halüsinasyonlar), hafif akut böbrek hasarı, hafif hepatotoksisite, proteinüri, lökositüri ve mor idrar (diagnostik) ile prezente olur. Sendrom 2 – 7 gün içinde düzelir.

Trichothecene Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup, özellikle kemik iliği yetmezliği ve avuç içi, ayak tabanı ve yüzün lamellar deskuamasyonu gibi spesifik bir çoklu organ yetmezliği sendromuna neden olan mantarları kapsar. Trichothecenes, özellikle Podostroma cornu-damae içeren mantarlarla ilişkilidir. Vakalar şimdiye kadar Japonya ve Kore ile sınırlıdır (Ahn ve diğerleri, 2013; Jang ve diğerleri, 2013; Kim ve diğerleri, 2016; Suzuki ve diğerleri, 2002).

Klinik olarak bu tip bir zehirlenme, yutulduktan hemen sonra veya sadece gün / hafta boyunca uzun süreli mantar tüketiminden sonra başlayabilen, genellikle ölümcül olan multi-organ etkili bir hastalık ile ortaya çıkar. GİS etkiler (bulantı, kusma, ishal, dehidratasyon) ile başlar, daha sonra hipotansiyon, oligürik böbrek yetmezliği, bilinç durum değişikliği, kemik iliği yetmezliği (pansitopeni), avuç içinde ayak tabanında ve yüzde lamellar deskuamasyon ve genel saç dökülmesi olabilir. Birçok durumda nihai sonuç, çoklu organ yetmezliğinden ölümdür.

Hipoglisemik Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup, hızlı hipoglisemiye neden olan mantarları kapsar. Sendrom potansiyel olarak ölümcüldür ve en az bildirilmiş 300 ölüm mevcuttur (Huang ve diğerleri, 2007; Shi ve diğerleri, 2006, 2012b; Yang ve diğerleri, 2008, 2012). Özellikle Çin’in Yunnan bölgesinden Trogia venenata ile ilişkilidir (Shi ve diğerleri, 2012a; Zhou ve diğerleri, 2012). Etken toksinlerin, muhtemelen hipoglisin A ve B’ye benzer şekilde hareket eden alışılmadık amino asitler (2R-amino-4S-hidroksi-5-heksinoik asit ve 2R-amino-5-heksinoik asit) olduğu bildirilmektedir (ackee meyvesinde, Melicoccus bijugatus , Sapindaceae de bulunur), yağ asitlerinin beta oksidasyonunu ve glukoneogenezi bloke ederek glikozda hızlı bir düşüşe neden olur (Yang ve arkadaşları, 2012; Zhou ve arkadaşları, 2012).

Klinik olarak bu tür zehirlenme, çarpıntı, baş dönmesi, göğüs sıkıntısı, nefes darlığı, karın ağrısı ve senkop gibi semptomların hızlı başlangıcı ile ortaya çıkar. Şiddetli vakalarda ölüm, alımdan birkaç saat sonra (yaklaşık 2 saatte) ortaya çıkabilir.

Hiperprokalsitoninemik Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup, 7 hastanın Boletus satanas (şeytanın boleti veya şeytanın mantarı) tüketimi ile ilişkili olarak hiperprokalsitoninemi geliştirdiği izole bir küçük vaka serisinden oluşmaktadır (Merlet ve ark., 2012).

Klinik olarak, bu tip zehirlenme alımdan yaklaşık 2 saat sonra düşük ateş (38.5 ° C) ve erken GİS etkileri (kusma, ishal) ile ortaya çıkar. Alımdan sonraki 12 saat içinde, normal hepatik ve böbrek fonksiyonu ile beraber yüksek plazma prokalsitonin (ProCT) ve C-reaktif protein (CRP) seviyeleri tespit edilebilir. Tüm semptomlar hızla düzelir ve ProCT ve CRP seviyeleri 24 saat sonra azalır.

Pansitopenik Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup, Ganoderma neojaponicum’dan (yaygın olarak kullanılan G. lucidum ile karıştırılan imazeki mantarları) yapılan bitkisel tıbbi karışımının uzun süreli tüketimini (birkaç gün boyunca) takiben Japonya’da sadece 2 vakada tarif edilen nadir bir zehirlenmeyi kapsar (Yoon ve ark., 2011). Toksik ajan belirsizdir.

Klinik olarak, bu tür zehirlenme diğer organ sistemi tutulumu olmadan (özellikle karaciğer ve böbrek fonksiyonu normaldir; ellerin, ayakların deskuamasyonu yoktur, böylece Grup 4D zehirlenmesinden ayırt edilir) açıklanamayan ateş ve pansitopeni (anemi, trombositopeni, lökopeni) ile ortaya çıkar. Enfeksiyon için destekleyici tedavi ile her iki olgu da 1-2 hafta boyunca sekel olmadan kendiliğinden düzelmiştir.

Gastrointestinal İrritant Mantar Zehirlenmesi

Bu, mevcut alt grupları olmayan büyük bir gruptur ve diğer önemli etkilere neden olmadan gastrointestinal etkilere neden olan çok çeşitli mantarları içerir. Bu son ayrım klinik olarak önemlidir, çünkü birçok mantar zehirlenmesi, birincil toksisite etkilerine ek olarak GİS etkilerine neden olur.

Klinik olarak, bu tip zehirlenme bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı / krampları ve ciddi vakalarda GİS’ten sıvı kaybına sekonder dehidrasyon gibi değişken GİS etkileri ile ortaya çıkar. GİS etkilerinin şiddeti değişir, ancak bazı mantarlar yaygın olarak ciddi GİS etkileri ile ilişkilidir (Chlorophyllum molybdites, Entoloma sinuatum, Tricholoma pardalotum; T Zilker, pers. Com.2014). Başlangıç zamanı çoğu vakada akut olsa da alımdan 1 – 3 saat arasında değişiklik gösterir.  Dehidrate olan hastalarda semptomatoloji değişkenlik gösterir. Eğer bu hastalar lityum, digoksin, anti-aritmik ilaçlar gibi ilaçlar aldıysa ilaç zehirlenmesi belirtileri gösterebilir (Bédry ve Saviuc, 2002).

Grup 5 içinde belirlenmiş alt gruplar tanımlanabilir ancak henüz açık bir şekilde tanımlama yapılmamıştır. Japonya’da Omphalotus guepiniformis alımından sonra bildirilen ve Shiitake mantarlarıyla karıştırılan hemorajik enterit buna örnek olarak verilebilir (Hori ve ark., 2008). Bu vakada akut karın ağrısı gelişmesi dışında GİS bulguları bildirilmedi, hasta 7 günde iyileşmiştir. GİS etkilerinin mutlaka bir toksin nedeniyle değil de çeşitli nedenleri olabileceğinin farkında olmak önemlidir. Bazı mantarlardan özellikle fazla miktarda tüketilmesiyle sindirim güçlüğü olması GİS disstrese ve zehirlemenin erken dönem semptom ve bulgularının görülmesine neden olabilir. Polonya’da yapılan retrospektif bir çalışmada, yenilebilir mantar türlerinin tüketiminden 30 dk – 4 saat içinde vakaların % 87’sinde kusma, mide bulantısı, karın ağrısı ve ishal gibi semptomlar geliştiği bildirilmiştir. Çok çeşitli yenilebilir türlerin dahil edildiği çalışmada yazarlar zehirlenmenin nedenini; uygunsuz toplama sonrası uzun süre saklanması, saklama için plastik kapların kullanılması ve mantar yemeklerinin çok uzun süre bekletilmesi ve tekrar kullanılması olarak açıklamıştır (Gawlikowski ve ark., 2015). Pratik olarak gastrointestinal irritant içeren Grup 5 mantarlarının ve toplama sonrası uygun olmayan bir şekilde depolanmış yenilebilir mantarların klinik sunumları arasında ayrım yapmak zor olabilir.

Mantarlar ile Gelişen Advers Reaksiyonlar

Bu grup, önceki 5 gruba uymayan mantar zehirlenmesi türlerini içerir. Hepsi spesifik “zehirlenme” reaksiyonlarından kaynaklanmamaktadır ancak klinik açıdan pratik olması nedeniyle bu sınıflandırma şemasına dahil edilmiştir.

Shiitake Mantar Dermatiti

Bu alt grup, alımdan sonra akut dermatite neden olan mantarları kapsar. Shiitake mantarları (Lentinola edodes) ile ilişkilidir. Patofizyoloji belirsizdir, ancak alerjik olmadığı ve büyük olasılıkla bu mantarlarda bulunan termolabil bir polisakkarit, lentinan ile ilişkili olduğu görülmektedir (Chu ve diğerleri, 2013; Wang ve diğerleri, 2013).

Klinik olarak, bu tür zehirlenme çiğ veya pişmiş Shiitake mantarlarının alımından 1-2 gün sonra ani başlangıçlı uzuvlar ve/veya gövde ve/veya yüz, boyun üzerinde oluşan lineer kırbaç izi şeklinde lezyonlarla prezente olur. Kaşıntılı olabilir. Lezyonlar genellikle sekel bırakmadan günler veya haftalar içinde düzelir. Benzer bir prezantasyon Yahudi kulağı mantarı -Auricularia auricular-judae- alımından sonra Almanya’da tek vaka olarak bildirilmiştir (Lang ve ark., 2016).

Eritromelalji Benzeri Mantar Zehirlenmesi

Bu alt grup, eritromelalji benzeri bir sendroma neden olan mantarları kapsar. Özellikle Paralepistopsis (Clitocybe) akromelalga / amoenolenler (zehir cüce bambu mantarı / felç hunisi) ile ilişkilidir (Nakajima ve diğerleri, 2013). Akromelik asit, ACRO-A izomeri sıçan iskelet kası modelinde mekanik duyarlı miyelinsiz afferent lifler üzerinde güçlü bir uyarıcı etkiye neden olan toksin olarak kabul edilir (Minami vd., 2009; Taguchi vd., 2009).

Klinik olarak, bu tür zehirlenme alımdan birkaç gün sonra, sonraki haftalarda kendiliğinden iyileşebilen ekstremitelerde kızarıklık, şişme ve yangı dahil eritromelalji benzeri bir sendromun başlangıcı ile ortaya çıkar.

Paxillus Sendromu

Bu alt grup, tekrarlanan maruziyetten sonra otoimmün hemolitik anemiye neden olan mantarları kapsar. Kahverengi rulo kenarlı mantarlarla, özellikle Paxillus spp (P. involutus) ile ilişkilidir.

Klinik olarak, bu tip zehirlenme nadir görülür ve sadece mantarın tekrarlanan alımlarından sonra ortaya çıkar. Mantar hızlı başlangıçlı GİS etkileri (mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, ishal) ardından intravasküler hemoliz, anemi, potansiyel sekonder böbrek yetmezliği, şok, DIC ve akut solunum yetmezliği ile otoimmün reaksiyonu uyarır. Paxillus sendromundaki hemoliz yüksek bilirubin seviyelerine ve transaminazların yükselmesine neden olabileceğinden, Grup 1A (amatoksin hepatotoksisite) ile tanı karışıklığı yaşanabilir. Şiddetli zehirlenme ölümcül olabilir.

Ensefelopati Sendromu

Japonya’da tanımlanan (Gejyo ve diğerleri, 2005; Kato ve diğerleri, 2004; Nishizawa, 2005; Nomoto ve diğerleri, 2007; Obara ve diğerleri, 2008) bu alt grup zehirlenme sendromunun, yüksek HCN seviyeleri içeren mantarların tüketimini takiben HydroCyanicAcid (HCN) zehirlenmesinin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Bu tip zehirlenmelere neden olan mantarlar arasında Pleurocybella porrigens (melek kanadı), Grifola frondosa (orman tavuğu, koç başı, koyun başı, maitake, signorina), Pleurotus eringii (kral trompet mantarı, Fransız horn mantarı, kral istiridye mantarı, kral kahverengi mantarı, bozkır çağı, trompet royal) bulunmaktadır (Gonmori ve Yokoyama, 2009). Bildirilen vakaların çoğu önceden kronik böbrek yetmezliği olan hastaları kapsamaktadır.

Klinik olarak bu tür zehirlenme gecikmiş başlangıçlı (alımdan sonraki günler ve haftalar içinde) kramp ve koma ile prezente olur. Bu sendrom daha fazla doğrulama ve tanımlama gerektirmektedir. Sendromun yapısını belirlemek için yeterli ayrıntıya sahip olmayan bildirilen başka mantar zehirlenmesi prezentasyonları buraya dahil edilmemiştir. Huang ve diğ. (2009), Çin’in Jiangxi Eyaletindeki sınırlı bir kırsal alandan mantar tüketimi ile ilişkili yetişkinlerde ortaya çıkan 10 ölümcül vaka bildirmiştir. Bu vakalarda, hızlı başlangıçlı GİS etkileri (bulantı, kusma, karın ağrısı) ve takibinde net bir nedeni olmayan ani ölüm olduğu bildirildi. Yazarlar geçici olarak zehirlenmeye neden olan mantarları Amanita franchetii (Franchet’s Amanita) ve Ramaria rufescens (mercan mantarı) olarak düşünmüşlerdir, ancak zehirlenme ile belirlenen bu mantarlar arasında bağlantı olup olmadığı belirsizdir, çünkü diğer mantar türleri de tüketilmiştir. Yazarlar sonrasında vaka görülmediğini belirtmiştir. 10 hastanın tümü 5 günlük süre içinde mantarları yemiştir. Akut zehirlenmeden önceki yıllar boyunca hastalar tarafından zararsız olduğu düşünülerek yenen “weeping milk cap” olarak bilinen Lactarius volemus’un alımından sonra biri orta biri şiddetli ancak fatal olmayan 2 tane akut pankreatit vakası görülmüştür. Bu nedenle pankreatitin nedeni belirsizdir ve mantar alımına bağlı olduğu kesin olarak atfedilemez.

Ren ve diğ. (2007) Çin’den (3466 vaka) 191 Çin makalesinin gözden geçirilmesinden elde edilmiş çok geniş bir dizi mantar zehirlenmesi bildirmiş, bu 5 sendrom “Gastroenterit”, “akut böbrek yetmezliği”, “toksik hepatit”, “psikonörolojik” ve “eritroliz” olarak belirtilmiştir, sonuncusu yeni bir sendromdur. Eritroliz için ikisi ölümcül toplam 73 vaka olduğu bildirilmiştir. Ne yazık ki sadece İngilizce özetine erişilebildiği için önerilen sınıflamamıza dahil etmek için “eritroliz” sendromu hakkında daha fazla yeterli ayrıntı olup olmadığı belirsizdir. Benzer şekilde, neden olan mantar türleri hakkında da bilgi mevcut değildir.

Önceden var olan ve eşzamanlı tıbbi sorunların mantar zehirlenmesi ile ilişkili olağandışı prezentasyonlara neden olabileceğini belirtmek önemlidir. Özellikle hasta ilaç kullanıyorsa mantar alımı şüpheli bir neden olduğunda ancak daha dikkatli bir değerlendirme mantarlarla ilgisi olmayan diğer nedenleri ortaya çıkarabilir. Fransa’da, mantar alımına müteakip GİS semptomları ile ilişkili olarak kardiyak aritmilere neden olan lityum veya digoksin toksisitesine bir örnek bildirilmiştir, burada dehidrasyon, lityum veya digoksin toksisitesine yol açan böbrek fonksiyon bozukluğuna neden olmuştur (Bédry, R; pers. com. 2014).

Tanısal Algoritma

Tanısal algoritmanın gelişimi hem her tür zehirlenmenin neden olduğu seçilmiş klinik etkilerin hem de özel tür bir zehirlenmenin etkilerini düşünmeyi gerektirir. Her tür zehirlenme için acil tanımlanmış ve acil yönetim gerektiren türleri sağlama almak amacıyla rölatif şiddet ve prognoz değerlendirilmiştir.

GİS etkileri zehirlenmelerin önemli klinik özelliklerindendir fakat pek çok zehirlenme türlerinde farklı bir şekilde meydana geldiği için potansiyel olarak kafa karıştırıcıdır. GİS etkilerinin başlangıcı ve evrimi teşhis için en kullanışlı özelliklerdir. Bununla birlikte, “zararsız” bir yemek olarak “yenilebilir” mantarların alımının, bir dizi farklı toksik tür içerebilmesi riski vardır, bu yüzden zehirlenme tablosu teşhis aşamasını şaşırtarak karıştırılabilir. Spesifik olarak, Grup 5 mantarlarının Grup 1A mantarları ile birlikte yutulması hızlı başlangıçlı GİS etkilerine neden olabilir, böylece Grup 1A mantarlarının (amatoksinler) diagnostik olarak önemli geç başlangıçlı GİS etkilerini maskeleyebilir (Ren ve ark., 2007). Bu da potansiyel olarak uygun ve hayat kurtaran tedaviye başlamayı erteler. Grup 5’ten kaynaklanan mantar zehirlenmelerinin çoğunun destekleyici tedavi gerektirdiğini bilmek önemlidir.

Majör organ patolojisi çeşitli mantar zehirlenmeleri ile ortaya çıkar, sekonder organ tutulumunu, özellikle böbrek yetmezliğini içerebilir. Teşhis süreci bu sunumlar arasındaki farklılıkları ayırt etmelidir. Bazı mantar zehirlenmelerinin genel özelliklere ek olarak oldukça spesifik ve nadiren benzersiz etkileri vardır ve bu tanıda yardımcı olabilir.

Klinik etkilerin başlama zamanı önemli bir tanısal değerlendirmedir, ancak birçok zehirlenme türü için diğer zehirlenme türleriyle çakışabilecek önemli bir başlangıç zamanı aralığı olabilir.

Son olarak her olası klinik sunuma uygulanabilen bir algoritmanın olmadığını ve de bunun önceden bilinmeyen bir mantar zehirlenmesi türüne cevap vermeyeceğini belirtmek önemlidir. Üstelik önceden var olan tıbbi şartlar veya bireysel olarak hastalarda kullanılan ilaçlar tarafından sebep olunan sunumdaki değişiklikler teşhiste daha fazla karışıklığa sebep olabilir. Bu yüzden algoritma teşhise yardımcı olacak bir rehber olarak kullanılmalıdır. Klinisyenler daima varolan algoritmaya uymayan sunumlar için tetikte olmalıdır çünkü bunlar şimdiye kadar rapor edilmemiş zehirlenme sendromlarını temsil edebilir.

Sonuç

Mantar zehirlenmesinin artabileceğine ve bu egzotik türlerin yeni alan/ülkelere girdiğine yönelik bazı kanıtlar vardır, dolayısıyla hasta sunumunda gözlenen mantar zehirlenmesi sendromları yelpazesi genişlemektedir (Flammer ve Schenk-Jäger, 2009).

Tanı aşamasındaki tecrübemiz, şüpheli mantar zehirlenmelerinde teşhis sürecinin zor olabileceği ve zehirlenmenin türünün belirsiz olabileceğidir. Özellikle bu tanısal zorlukla en çok sunumdan sonraki kritik “altın saatler” esnasında karşılaşılır. Karmaşık zehirlenme tablosu ile sonuçlanabilecek oldukça farklı klinik etkilerdeki birkaç farklı türdeki mantarın yenilmesiyle bu karıştırılabilir. Bizim yaklaşımımız, mantar zehirlenmesi yönetiminde zorluklarla yüzleşen klinisyenlerin bireysel deneyimleri ve yönetim stratejilerine rehberlik etmek için çerçeve tavsiyeler sağlamak amacıyla oluşturulmuştur.

Dolayısıyla yeni mantar zehirlenmesi sınıflamamız hasta bakımı kararlarına yardımcı olmak için organize strateji çabalarımızın sonucunda önerilmiştir. Yeni mantar zehirlenmesi türlerinin ortaya çıkabileceğini ve bunların sınıflandırma içine dahil edilmesinin, şemanın ve teşhis algoritmasının ileride değiştirilmesini gerektirebileceğini öngörüyoruz. Önerilen sistem için gerçek test klinik kullanımı olacaktır. Bu yeni teşhis yaklaşımlarını kullananlardan gelen geri bildirimler, fikirlerimizin daha ileriye gitmesini sağlayacak ve umarım zaman içinde algoritmada iyileşme olmasına olanak sağlayacaktır.

Meslektaşlarımızı önerilen klinik sınıflaması planına uymayan mantar zehirlemesi vakalarını bildirmeye davet ediyoruz. Bu tür raporlar mantar türünün ayrıntısını ve zehirlenmenin aşamalarının detaylı bilgisini içeren laboratuvar sonuçlarını en iyi şekilde raporlamalıdır. Kullanılan tedavilerin ayrıntıları ve bunların etkinliği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durum zehirlenen hastalar için sonuçların iyileştirilmesine yardımcı olabilir.

0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail