Konuşmak, ruhumuzu besleyen temiz bir pınar gibidir. Bu pınarın doğduğu kaynağın; yalnızca dil bilimi ya da dil öğrenilerek gerçekleşen bir eylem olduğunu sanıyorsak, büyük ihtimalle yanılıyoruz. Mesela, gökyüzünün şefkat dolu sesini, ya da denizin mavisinin sizinle olan sohbetini hiç duydunuz mu? Bir kez olsun dağlarla özgürce dertleştiniz mi? Bir çiçeğin size sunduğu kokuyu hissedip, kelebeğin söylediği şarkının müziğiyle kulaklarınızı şenlendirdiniz mi? Bir resimde kendinize ait bir şey bulup; bir filmde senaristin ya da yönetmenin, tam da sizin hislerinizi nasıl bilebildiğine şaştınız mı?
Doğanın ve sanatın, bildiğimiz dillerden farklı konuşma şekilleri var bizimle
Acil servislerde kalp krizi geçiren ya da resüsitasyon birimindeki bir hastanızın gözleriyle konuştunuz mu hiç? O gözlerin, sözlerle ifade edilemeyecek, kelimelerin yetersiz kalacağı derecede anlamlı şeyleri anlattığına şahit olmuşsunuzdur. Herhangi bir hastanıza, sağlığıyla ilgili ciddi hayati tehlike noktasında bir bilgi verdiğinizde gözlerindeki kaygıyı, ifade edilemeyen o duyguyu içinizde hissettiniz mi? Karşımızdaki kişi; nasıl olur da bir kelime bile etmeden bu kadar duyguyu bize yansıtabilir, hiç düşündünüz mü? O anın bir karesini, fotoğraf olarak çekip hafızanıza kaydettiğinizi düşünün. Bu duyguyla ilgili sayfalarca yazılsa, kitaplar basılsa yine de hep bir şeyler eksikmiş gibi gelir.
Bazen kelimeler aciz semboller haline gelebiliyor
Bizi farklı kılan, biz yapan şeylerin; yani duygularımızın, mutluluklarımızın, hüzünlerimizin, acılarımızın, gülüşlerimizin yazılmaktan, okunmaktan, konuşulmaktan daha üstün bir ifade biçimi olmalıydı. Bu ifade biçimini bulabilmek için fotoğraflarını çekiyorum hayatın; öncelikle hafızama, kalan küçük bir kısmını da makineme kaydediyorum.
Hayat filmini çeken makine gözlerimiz değil midir?
İnsan yaradılış olarak nasıl muazzam bir varlık. Ömür aslında bir film şeridi gibi derler ya, doğru aslında. Fotoğraf makineleri ile gözler arasındaki benzerliği düşündünüz mü? Göz Merceği ile Kamera Lensi, İris ile Diyafram, Retina ile Görüntü Sensörü ve Fotoğraf Filmleri, Işık Hassasiyeti Rodopsin ile ISO değeri gibi birçok benzerlik mevcuttur. Bu benzerlik, benim Acil Tıp seçmemin sebebi oldu. Bana yaradılıştan bahşedilmiş, muazzam bir kamera olan gözlerim vardı, kaydedebileceğim sonsuz bir hafızam vardı ve acının, sevincin, kaygının, kederin en üst düzeyde duyumsandığı bambaşka hayatlar sunan acil servis fotoğrafa olan tutkumu perçinliyordu. Bir hastanın ifade edebildiğinin ötesindeki duygularını hissetmek, kaygılarını paylaşmak, yakınlarına iyiliğini, kötülüğünü ya da ölüm haberini verdiğimizde kelimelerin ötesini; sözlerle ifade edilemeyeni anlamak, anlatmaktır gözler ve fotoğraflar.
Bakmak ile görmek arasındaki fark…
“Bu fotoğrafta ne görüyorsun?” diye sorarlar hep. Aslında herkes kendi ruhundakini görüyor. Bir dağ manzarasına bakıldığında, dağ başı yalnızlığından bir özgürlük havasına, sessizliğin huzurundan sevdiği ile bir bütün olmaya, mütevazi bir içsel sorgulamadan kâinatın yaradılışındaki olağanüstü sisteme kadar her bakanın farklı bir şey görmesini sağlıyor fotoğraflar.
“Fotoğraf bakan her kişi kendi hayatından bir yansımayı algılıyor”
Bir adet fotoğraf ve kainattaki insan sayısı kadar algı ve duygu vardır o ortamda. Şair diyor ya; aslında ben kendi hayatımı yazıyorum, sizler kendi hayatlarınız ile bütünleştiriyorsunuz diye. Aslında ben bir fotoğraf çekiyorum ve sizler kendi duygularınız, hayatlarınız ve yaşadıklarınızı o fotoğraf çerçevesinin içine ekliyorsunuz. Yani yalnızca bakmıyorsunuz, görebiliyorsunuz da.
Bir fotoğraf çektiğimde, yüzbinlerce insanla sohbet edebiliyorum. Kimisi bu fotoğrafı çektiğimde ne kadar da mutlu diye düşünürken, kimisi nasıl da bu ayrıntıyı görebildi diye düşünüyor. Gizemli bir iş fotoğrafçılık. Hayat filminin bir anını yakalayıp sunuyorsun ve kenara çekiliyorsun. Sonrasında mutluluk ve farkındalık tohumlarının filizlenmesini bekliyorsun; tıpkı acil servislerde, insanlara hayati müdahaleyi yapıp, sonrasında taburcu ederek mutlu bir hayat sunmak gibi. Onlardaki o mutluluğun, sevginin ve duanın en önemli kazanç olduğu meslektir doktorluk. Taburculuktan sonra hayat filminin başka bir boyutunun çekimi başlıyor; bizim göremediğimiz kısmı.
“Fotoğraf, dilimin ifade edemediği duyguların anlaşılma hissi gibidir”
Benim için fotoğraf, boyama defterine benzettiğim hayatın renkli kalemleri gibi. Unutulmaz anılara tekrar götüren bir yolcu treni. Sanki saatlerce derdimi anlattığım, mutluluğumu paylaştığım bir dost, ruhum için bir terapi eğitimi. Beni, bana tanıtan yaşanmış bir hayat hikayesinin filmi. Ruhum titrerken beni ayakta tutan iskelet sistemi gibi. Unutamadığım, unutmak da istemediğim acılara, mutluluklara, bin bir çeşit duyguya bir bakışımla beni ulaştıran bir araç. Fotoğraf, sadece duvarda asılı duran bir süs değil, çok daha öte bir iletişim ve etkileşim sağlayan sanat aslında.
Bu düşüncelerimi paylaşmak için, Doç. Dr. Salih Tiryaki hocamın öncülüğünde bir sergi planladık. Sergi için 14 Mart Tıp Bayramı’ndan daha özel bir gün olamazdı. Duygularımdan ve düşüncelerimden yansıyanları, meslektaşlarımla, hocalarımla paylaşmak istedim. Selçuk Üniversitesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde bir sergim gerçekleşti. Hayatımın en özel anılarından biriydi.
“Fotoğraf, bir çerçeve ile sınırlanmış bir obje gibi görünse de; binlerce kelimeyle ifade edilemeyenleri sunan bir araçtır”
Tıp ile sanat, et ile tırnak gibidir. Hekimlik de bir nevi sanatkârlıktır; çünkü yaptığımız mesleğin özü sanata dayanır. İnsanlarla iletişim kısmı ise başlı başına sanatçılık gerektirir. Mikroskobik cerrahilerden, majör cerrahilere kadar eline eldiveni giydiğin an göstermeye başlarsın sanatını, hatanın affı olmadığını bile bile. Buradan geliyor eski çağlarda, tıp ile sanatın aynı kişiler tarafından icra edilmesi. Fotoğrafları hayat serüveninin sanatı gibi görüyorum. En değerli eşyaları, kıymetli objeleri saklama arzusuna benzer şekilde; her anıyı, anları bir çerçeve içerisine alarak ölümsüzleştirmeyi ve onlarla sohbet etmeyi seviyorum. Hayatın anlık sunumlarını; güzellikleriyle ve çirkinlikleriyle ayırt etmeksizin algılayabilip, beynimize ve ruhumuza kaydedebiliyorsak, yani doğanın ve herhangi bir sanatın dilini anlayıp hayatımızla birleştirebiliyorsak çok şanslıyız.