Yazar: Sevilay Karaduman,1990-1996 yıllarında DEÜTF de üniversite eğitimini tamamlayıp, arkasından aynı üniversitede Acil Tıp ihtisası yaptı. Halen İzmir Özel Kent Hastanesinde Acil Tıp uzmanı olarak çalışıyor. İş hayatı dışında farklı rotalara ve kültürlere seyahat, spiritüel eğitimler, spor, sağlıklı ve doğal ürünlerle beslenme ile mutfak atölyelerine vakit ayırıyor.
İtiraf etmeliyim ki, İzlanda hakkında yazı yazmak; daha doğrusu, gördüğüm olağanüstü manzaraları tasvir edecek doğru kelimeleri bulmak pek kolay olmadı. Bu küçük ada ülkesine boşu boşuna arzın merkezi dememişler. Sanki burası Dünya değil, başka bir gezegen. Lav tarlaları, simsiyah plajlar, buzullar, kraterler, her sene şekil değiştiren buz mağaraları, yerden fışkıran jeotermal sular, yere inen bulutlar, hiçbir yerde göremeyeceğiniz kadar güzel atlar ve tabi ki şelaleler… İnsan neredeyse yok bu gezegende. Bir başınıza kalmışlık hissi hep yanınızda. Öyle ki kasaba dedikleri yerler üç ev, bir kilise ve bir şelaleden oluşuyor. İnanın hiç abartmıyorum. Bu büyülü toprakları daha da özel yapan şey ise kış aylarındaki kuzey ışıkları (Aurora Borealis).
İzlanda’nın en popüler seyahat rotası ‘Ring Road’. Bu rotayı izleyerek tüm adayı bizim de yaptığımız gibi baştan sona gezebilirsiniz. Eğer Ring Road yapacaksanız havanın daha sıcak, karlardan yolların kapanmadığı, uzun yol yapabilmek için gündüzün daha uzun olduğu yaz mevsimini tercih etmeniz gerekli. Durum böyle olunca mayıs sonu dört arkadaş, Ring Road rotasına biraz ilave güzergahlar koyarak düştük yollara ve 2000 km ye yakın yol yaptık. Buralara yazın gelmek demek kuzey ışıklarından ve buz mağaralarından feragat etmek demek. Yani illaki tekrar geleceğim diyorum.
Gece saat 02.00 gibi Keflavik havaalanına ulaştık. Pasaport işlemlerinden sonra daha önce internetten ayarladığımız arabamızı teslim aldık. Havaalanı, İzlanda’nın başkenti Reykjavik’e araçla 25 dk mesafede ama İzlanda’nın olmazsa olmazı turkuaz jeotermal kaplıcası Blue Lagon’ a daha da yakın. Termal havuz için önceden rezervasyon yaptırmanız şart. Rezervasyonsuz maalesef giremiyorsunuz. Saat başı içeriye rezervasyona göre belirli sayıda kişi alıyorlar. Hem yolculuğun yorgunluğunu sıcak havuzda dinlenerek atabilmek hem de zamanı ekonomik kullanmak için Reykjavik’e uğramadan doğru Blue Lagon’a gittik. Sabah ilk saate rezervasyon yaptırmıştık. Çok erken bir saat olduğu için arabada uyuyarak kaplıcanın açılmasını bekledik. Bizim gibi 10-15 uyuyan araba daha vardı. İzlanda Kuzey Amerika ve Avrasya fay hatlarının tam üstünde olduğu için tektonik hareketlerin fazlaca yaşandığı aktif bir bölge. Bunun nimetlerinden biri de kaplıcalar ve jeotermal santraller. Ülkemizde pek çok kaplıca kapalı ortamda hizmet verdiği için kükürt kokusu biraz yorucu olabiliyor. Blue Lagon’ un açık havada olması, temiz hava, güneş ve dumanlar harika bir atmosfer yaratıyor. Dışarısı çok soğuk olsa da üşümüyorsunuz, bir taraftan da sıcaktan bunalma gibi bir durumda yok. Suyu cilt için oldukça yararlı olsa da, saçınız ve mayolarınız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Geri kalan tatilinizi keçe gibi saçlarla gezerek geçirmek istemiyorsanız havuza girmeden önce saçınıza saç kremini mutlaka boca edin ve bone takın derim. Burası için dört saat fazlası ile yeterli bir süre. İçeride restoran ve barda var ama oldukça tuzlu.
Adayı güneyden doğuya doğru ilerleyerek bir çember şeklinde gezmeyi planlıyoruz. Yolumuz üzerinde Hveragerdi kasabası var. Çiçek köyü diye geçen ufacık bir kasaba. Bolca sera var. Arkasından Selfoss kasabasına geliyoruz. Burasıda oldukça küçük. Kasabaya girmemizle, çıkmamız bir oluyor. Çok yorgun ve uykusuzuz diye mi, yoksa üç ev, bir kilise formatındaki kasabalara henüz alışamadığımız için mi kasabanın bittiğini pek anlayamıyoruz. Günü erken bitirip, Hella bölgesinde konaklayacağımız çiftlik evini bulmaya koyuluyoruz. Yakınında ev ya da tesis bulunmayan bu çiftlik evini özellikle seçmiştik. Issızlıkta olmak, klasik bir İzlanda çiftlik evinde kalmaktı amacımız. Ev sahibini hiç görmedik bile. Bizim için anahtarı posta kutusuna bırakmıştı. Muhteşem bir doğanın içinde, çok hoş bir evde kaldık ama evi buluncaya kadar bayağı bir sabır çektik. Ertesi günkü programımız çok yoğun olacağı için hafif bir şeyler atıştırıp, erkenden uyuduk.
Ring Road boyunca her gün farklı otellerde kalıp, uzun süre yol yapacağımız için arabadaki zamanımızı konforlu hale getirmeyi önceden planlamıştık. Her daim kahvemiz, çayımız, kurabiyemiz ve antioksidan kuruyemişlerimiz olsun demiştik. O yüzden french press, termos, matara bu tatilin olmazsa olmazları idi. Sabah yola çıkmadan kahvemizi, çayımızı hazırlayıp yola çıkıyorduk. Çoğu zaman kırsalda kahve alabileceğimiz mekan bulmakta zorlanacağımızı biliyorduk. Tabi ki tek sebep konfor değildi. İzlanda’nın çok pahalı bir ülke olduğunu bloklardan öğrenmiştik. Japonya’ya pahalı diyenler yanılıyor. Gelin bir de İzlanda’yı görün. Ben gittiğim zaman Euro bu kadar artmamıştı gene de fiyatlar pek abartılıydı. Bir kahveye 10-15 euro ödeyince hazırlıklı gelmekle ne iyi yaptığımızı gördük. Ülkedeki en ekonomik şey su idi. Buzullardan gelen mis gibi, tertemiz çeşme suyu. Avrupa’da suya para vermemek de çok güzel doğrusu.
İzlanda’da ki ikinci günümüz bence tatilin en güzel günüydü. Birbirinden özel, pek çok güzel yer gördük. Hava gece bire kadar aydınlık olduğu için bu günü çok yoğun planlamıştım. Gün uzun bundan faydalanalım demiştim ama bedenin yorulacağını hesaba katamamıştım. Klasik acilci mantığı ‘bana bir şey olmaz’… Ekipteki diğer üç kişi bayağı zorlandı. Ben şahsen beden yorgunluğu çok yaşamasam da buralarda daha uzun kalmak, mümkün mü bilmiyorum ama bu coğrafyaya doymak isterdim. Siz siz olun bu günü, iki güne yayın. Adanın güney kıyıları görülmesi gereken yerlerin bolluğu açısından, kısa İzlanda gezisinde yer alan Altın Çember ’den kalır yanı yok. Hatta bence çok daha özel yerler.
İzlanda’da olup da güne şelalesiz başlamak olmaz. İlk durak Seljalandsfoss… Bu şelale İzlanda’nın en popüler ve 61 metrelik yükseklikle en büyük şelalelerinden. Şahsen ben en güzel ve en fotojenik şelale olarak seçtim kendilerini. Islanmayı göze alıp şelalenin yanına kadar yaklaşın hatta üşenmeyip dar patika yolu takip ederek şelalenin arkasından dolaşıp diğer taraftan çıkın. Hem çok eğlenip, hem de çok güzel fotoğraflar çekeceğinize eminim. Biraz yürüyünce ileride çok büyük olmayan Gluggafoss’ u göreceksiniz. Burada çok vakit harcamanıza gerek yok. Kısa bir yürüme mesafesi olduğu için görmeniz uygun. Yaklaşık 1 saat burası için yeterli bir süre.
İzlanda rotamızı anlatmaya yarınki yazımızda devam edeceğiz… Takipte kalın…