Geze Yaz’a Bi’ Dünya


Bu ilk yazımda da en az bizim kadar dinamik, neşe dolu, hayatı ve yaşamayı seven pek sevgili hocam Prof. Dr. Goncagül Haklar ile yeni kitabı “GEZE YAZA Bİ’ DÜNYA” hakkında konuştuk. Çok keyifli bir röportajdı, sizlerin de keyifle okumasını diliyorum. Hepimize sadece yeni rotalar için değil, aynı zamanda hayat enerjisi ile yol göstermesi dileklerimle…

K: Merhaba Hocam, öncelikle bize kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?

G: Ben 1966 doğumluyum yani şu anda 56 yaşındayım. İlkokul ,ortaokul ve lise yıllarım Ankara’da geçti. Ankara Koleji mezunuyum o yüzden zaten İngilizceye olan ilgi ile birlikte tıp fakültesini de Hacettepe İngilizce Tıpta okudum. 1989 Hacettepe Tıp Fakültesi mezuniyetim, ondan sonra eşim o sırada İstanbul’da ihtisasa başlamıştı ben de onun peşinden İstanbul’a geldim. 1994 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden klinik biyokimya uzmanlığımı aldım, ondan sonra da hep Marmara’da kariyerime devam ettim, doçentliğimi profesörlüğümü orada aldım, hala orada hem hastanenin biyokimya laboratuvarı sorumlusuyum hem anabilim dalı başkanıyım. Öğrencilerle birlikte olmaktan çok mutluyum, boş vakitlerde de işte böyle gezmeye çalışıyorum.

K: Biz sizi öncelikle blogunuzla tanıdık; GEZGİN-BİLGİN. Biraz da ondan bahsedelim mi? 

G: Gezi yazılarımı yani rota önerileri yayınladığım bir blogum var; www.gezginbilgin.net. Pandemi döneminde de bu gezi yazılarından aldığım ilhamla bu kitap ortaya çıktı, bugün buluşmamıza da vesile olan “GEZE YAZA Bİ’ DÜNYA. Aslında 2015 yılında blogumda yazılarımı yayımlamaya başladım, yaklaşık 50’ye yakın gezi yazısı var. Ama GEZGİNBİLGİN’dekiler birebir gittiğim yerin tarihini, coğrafyasını, sosyal ve kültürel özelliklerini, gün gün rotaları, konaklama ve yeme-içme önerilerini içeriyor. Yeme-içme önerileri demekle oradaki en pahalı restoranı kastetmiyorum; ben yerel lezzetler ve küçük aile işletmelerine düşkünüm, esnaf lokantaları gibi. Onları buluyorum, gidip deniyorum ve denedikten sonra da hangi fiyat aralığında neler yenebileceğini yazıyorum. Farklı bütçeler için önerilerde bulunuyorum.

Pandemi döneminde acil tıpla ilgilenenler en çok çalışanlar, en yoğun olanlar oldu. Hizmetlerinizden dolayı sizlere minnettarız. Sizler, enfeksiyon hastalıkları ve göğüs hastalıkları çalışanları, anestezistler, yoğun bakımcılar, hepiniz başımızın tacısınız. Ben de çok yoğun çalıştım hem laboratuvardaki işlerin organizasyonu ve oradaki çalışanlarım ile ailelerinin sağlığı hem de acilde hizmet vermenin sorumluluğu bir aradaydı. Bir taraftan akşamları eve geliyorum iki çocuğumuz New York’ta yaşıyor. New York’taki korkunç istatistikleri hatırlıyorsunuz. Zihnimi dinlendirmek için hiç alışık olmadığım bir şey yaparak beynimi şaşırtmaya karar verdim. Böylece edebi karakterli bir kitap yazma fikri ortaya çıktı. Bu kitapta rota önerisi yok. Aksine şehirlerin bana anlattıkları var, insan öyküleri var. Ama her bölümün sonuna da karekodlar koyduk, eğer rota önerilerine veya gideceğiniz yerler ile ilgili daha fazla bilgiye ihtiyaç duyarsanız bunlar sayesinde gezginbilgindeki gezi yazılarıma yönleniyorsunuz. Örneğin okuduğunuz bölüm sonrasında Salzburg’a gitmek istiyorsunuz, karekodu tarattığınız zaman orada nerede konaklarsınız, nereleri gezmeniz lazım gibi bilgilere ulaşıyorsunuz.

K: Biraz da annelik diyelim hocam. İki de evlat sahibisiniz, bana bunu çok soruyorlar, ben de bunu size sorayım. Hekimlik mi zor yoksa annelik mi?

G: Bence annelik. Yani hekimlik de çok zor, insan hayatı sizin elinizde. Ben bir klinisyen değilim ama sana hasta belki o anda arrest geliyor, resüsitasyonla sen onu hayata geri döndürüyorsun. Ben laboratuvarcı olduğum için birebir hasta ile ilişki içerisinde değilim, ama genel olarak baktığımda annelik ve babalık kesinlikle daha zor. Bir insan yetiştirmek bambaşka bir şey ve okulu yok ne yazık ki! Biz tıp fakültesinde eğitim alıyoruz,  büyüklerimizden, meslek erbaplarımızdan neyi nasıl yapmamız gerektiğini öğreniyoruz. Ama annelik babalık denince, bunun ne bir okulu var ne de bir sınavı…Çocuğumuz olduğu zaman iyi yetiştirmek de bizim elimizde kötü yetiştirmek de. Üstelik mükemmel ebeveynlik diye bir mertebe de yok.

K:Peki tüm bunların arasında gezginliğe nasıl vakit buluyorsunuz ?

G: Ben zamanımı iyi planlamaya çalışıyorum. Örneği televizyon çok fazla seyretmiyorum, dizileri asla takip etmiyorum. Sadece spor seyretmeye düşkünümdür. Çünkü sporu çalışırken, bir şeyler yazarken de seyredebilirim. Mesela Dünya Kupası. Bir maçı açıyorum ve sesini de kısıyorum. Ufak tefek bir şeyler yazarken, dersimi hazırlarken, makalemi yazarken takip ediyorum bir taraftan. Takip etmeyeyim mi yani şimdi, Ronaldo ve ya Messi gol attığında☺. Zamanı dolu dolu yaşamak çok önemli bence. Zamanı biriktiremeyeceğimiz ve erteleyemeyeceğimiz pandeminin bize öğrettiği en önemli şeylerden biri oldu sanırım. Çünkü bir gün önce konuştuğumuz kişinin bir gün sonra kaybını öğrendiğimiz günler yaşandı ve buna hiçbirimizin bir dönem bilmediği bir virüs neden oldu. Dolayısıyla hayatı biriktirmeyelim, hayatı ertelemeyelim. Ben sadece iyi planlamaya çalışıyorum. Eşimle birlikte zamanımızı çocuklarımızla, ailemizle, dostlarımızla geçirmeye çalışıyoruz. Bir fırsat yaratıyoruz yurtdışına gidiyoruz, farklı deneyimler elde ediyoruz. İyi planlama yapmak bence bunun en güzel çözümü.

K: Az önce beyni şaşırtmak dediniz, bunu biraz açar mısınız?

G: Beynimizi şaşırtmamız lazım çünkü dünyada bunama ile büyük bir mücadele var. Bunun için de alışılmadık şeyler yapmamız lazım. Bir müzik aleti çalmayı öğrenmek, bilmediğimiz bir sporu deneyimlemek, farklı kültürlerle tanışmak. Bence yazmak da öyle. Bilimsel anlamda çok şey yazıyorum ama edebi anlamda bir şey yazmamıştım. Pandemi yoğunluğundan da sıyrılmak için beynim şaşırırsın ve dinlensin istedim. Dolayısıyla 8-9 ay uğraşarak bu kitabı yazdım. Kitabım okuyucu ile buluşmadan önce deneyimli bir ekibin de desteğini aldım. Sevgili editörüm Elif Aydoğdu Oral’ın yönlendirmesi ile tasarım ve yayın ekibimiz harika bir iş ortaya koydu bence. 

K: Bir başka soru; aileniz de gezmeyi seviyor mu? Belki çocuklarınızın yurtdışında yaşıyor olması buna zaten bir işaret ama sizden mi geliyor bu gezme talebi yoksa herkes birer gezgin mi?

G: Aslında farklı farklı motifler var, benim gezme anlayışım biraz daha kültürel sanatsal, kızım da aslında öyle sanırım mimar olmasından kaynaklanıyor bu durum.  Oğlum ise heyecan, aksiyon, adrenalin ve sporla birleştirmeyi tercih ediyor. Örneğin Porto Riko gezimizde ‘zipline’ yapmamız veya Avrupa’da bir yere gidildiğinde ucuna bir maç eklemek gibi. Paris’e gittiğimizde Roland Garros Tenis Turnuvası’nın finaline gitmiştik. Eşimin çok aşırı yoğun çalışması nedeniyle gezme anlayışı bizim gibi değil. Gittiğimiz yerlerde bir kafede oturup etrafı seyrederek dinlenmeyi tercih ediyor. Biz yağmur ormanlarına gittiğimizde şelaleden atlamayı tercih ederken o şelaleyi seyretmeyi ve suyun içinde yürümeyi istiyor. Yoğun çalışmanın getirdiği stresin suyla beraber yıkanıp gitmesini arzuluyor. Dolayısıyla farklı motifler var benim kadar böyle tutkun bir şekilde gezmiyorlar ama gezi programını ben yaptığım zaman hevesle dahil oluyorlar. Ama ben de onların hepsinin hoşuna gidecek şeyleri gezi programımıza dahil ediyorum. Anladığım kadarıyla sen de benim gibisin gezilerinde hem adrenalin seviyorsun hem bol bol müze gezeyim sanat dolu olsun diyorsun?

K: Evet hocam, bizde de benzer durum söz konusu. Ali uyumayı tercih eder, ben su kuşuyum ☺. İstiyorum gibi dolu dolu tarih koksun, önemli eserlerin dışında kimsenin bilmediği köşelerini gezeyim müzelerin, ama iki çocuktan sonra biraz daha dinlenme ve tatil odaklı geziler yapıyoruz. Kitabın başında “KENDİNİ ARAYANDIR GEZGİN” diyorsunuz gezginin tanımını yapmışsınız bense tekrar sormak istiyorum kimdir gezgin?

G: Farklı tanımlamalar yapılabilir ama ben basitçe şunu söylüyorum: Gezgin görmek istediklerini gerçekleştirmek için gezer, turist ise gösterileni gören kişidir. Ben mesela Empresyonizm akımının hayranıyım, sen de benim gibi sanata tutkun birisin. Empresyonist ressamların resimlerini görmek için gittiğim yerlerdeki müzeleri incelerim, mutlaka o müzeleri ziyaret ederim. Rotamı görmek istediklerime göre belirlerim. Turistler ise rehberlerin belirlediği rotada onların gösterdiklerini görürler. 

K: Peki bu gezilerinizde iç dünyanızda, ruhsal manevi ilerleyişinizde sizi etkileyen bir şey oldu mu?

G: Elbette. GEZE YAZA Bİ’ DÜNYA da bunları keyifle paylaştım. Sahra Çölü bölümünde örneğin. Ben gün doğumlarını seyretmeye çok düşkünüm çünkü yeni doğan günün umudu vardır gün doğumunda. Bir de gerçekten görsel olarak muhteşemdir. Her gün doğumunda gökyüzünde bir renk cümbüşü yaşanır ve hiçbiri birbirine benzemez. Dünyanın her yerinde bunu yapabiliyorsunuz. İstanbul’da da seyredebilirsiniz Havana’da da. Bambaşka ama çok güzeller. Yine Sahra çölünde konakladığımız bir gece sabah gün doğumunu seyredeyim dedim, çünkü Sahra Çölü’nde her tarafınız kum “orası bir kum denizi “diyor Berberiler. Gün doğmaya başladığı zaman o her tarafı kum olan çölün içinde bir tek ben vardım sanki. Yani dünya için aslında ben o an o kum tanelerinden farklı değilim. Gezmek insanı alçak gönüllü yapıyor. Benim bu dünyaya katkım ise ne yapmak istediğimi bilmem. Ben hayatlara dokunmak istiyorum, özellikle gençlerin hayatlarına dokunmak istiyorum. O yüzden de zaten bu öğretim üyesi kimliğimde bu kadar mutluyum. Sadece ders anlatmak değil, ders arasında sohbet etmek, bir kitap veya bir film önermek. Onlarla hayata dair konuşmak. Bunlar benim dünya üzerindeki değerimi arttıran şeyler. Gezgin olduğunuz zaman etrafınızda bir çok hayat olduğunu görüyorsunuz; farklı yaşamlar, farklı sorunlar. Çoğu zaman halime şükrediyorum,  yani gezmek insana çok şey katıyor.

K: Beni kitapta bir Sahra çölündeki o gün doğumu, bir de Tulum’da yerel bir törene katılmıştınız; iki kısım çok çok etkiledi.

G: Evet bir Maya ayinine katılmıştım. Mesela Meksika’ya gitmek her zaman çok enteresan olmuştur benim için. Çünkü yok olmuş medeniyetlerin izini sürüyorsunuz. Maya Medeniyetinin MS 200 ila 900 yılları arasında çok parlak bir dönemleri var, bu insanlar Ayın Dünya etrafındaki dönüşünü, Dünyanın Güneşin etrafındaki dönüşlerini tama yakın hesaplamışlar. Deprem bölgesinde öyle inşaatlar yapmışlar ki yıkılmadan bugüne kadar gelmiş, yani inanılmaz bir medeniyet var ve o medeniyet bir gün bir anda ortadan kalkmış. Yok olma nedenlerine gelince ekolojik dengenin bozulması, kendilerini besleyememeleri, artan nüfusun yiyecek ihtiyacını karşılayamamak, iklim değişiklikleri vb. Bir de tabii ki İspanyol istilacıların gelmesi, getirdikleri hastalıklar derken bir medeniyet yok oluyor ve o sırada gelen İspanyollar bütün yazılı dokümanları imha ediyorlar. Bugün o yazılı dokümanlar üzerine ilerleseydi İspanyollar, belki çok farklı bir medeniyet düzeyinde olabilirdi Meksika.

Ayine gelince, bizim coğrafyada obruk dediğimiz yeraltı oluşumlarından binlerce var o bölgede. Oralarda ayinler yaparlarmış. Bende tesadüfen bir maya ayinine rast geldim, o soydan gelenlerin hala yaşadığına inanılıyor. Çok teatral bir törendi. Devasa sarkıtların arasında bir yeraltı havuzu düşünün, üzerinde doğal bir platform var. İşte o platformun üzerinde yerel kıyafetler giymiş, vücutlarını boyamış bir grup vardı.  Ateşler yakmışlar, dumanlar yükseliyor, tamtamlar çalıyorlar, dans edip şarkılar söylüyorlar. Çok inanılmaz bir törendi, yıllar öncesine gidiyorsunuz yani öyle bir canlandırma!

K: Peki ben sağlığa bağlayayım biraz mevzuyu; yani gittiğiniz yerlerde müzeler geziyorsunuz, eski medeniyetlerin kalıntılarına şahitlik ediyorsunuz ,biraz daha eskilerin hekimliği, eskilerin tababeti üzerine konuşsak. Hem tarihsel anlamda hem de günümüz tıp dünyasında aramızdaki farklardan bahseder misiniz?

G: Gittiğim yerlerde mesleki bir deformasyonla orada sağlıkta neler yapıldığına çok ilgi gösteriyorum. Örneğin Yunanistan’a gittiğimde Epidaurus’un Şifa Merkezi’ni ziyaret etmiştim. Müzesinde bütün cerrahi aletleri görebiliyorsunuz. Yani çağlar öncesi bir medeniyette yapılan medikal uygulamaları rahatlıkla inceleyebiliyorsunuz. Ya da Küba’ya gittiğimde, Küba biliyorsun devrimden sonra ambargo ile mücadele eden çok kısıtlı gelirleri olan bir ülke. Tüm gelirlerini sağlığa ve eğitime ayırıyorlar. Ben oradaki sağlık verilerini inceledim; çocuk ölüm oranının dünyada en düşük olduğu ülkelerden biri Küba, halk sağlığının en ileri düzeyde uygulama bulduğu, öğrencilerin ücretsiz olarak tıp eğitimi aldığı, yurtdışından gelen öğrencilerin de davet edildiği bir ülke. Bir tıp insanı olarak bunların peşinden koşmak da çok hoşuma gidiyor

K: İlla kitabı okuyanların merak ettiği bir şeydir sizin favori destinasyonuz?

G: Benim cevabım hep aynı; dünyanın en güzel şehri İstanbul’dur.  Bence bir yerin güzelliği bizim orada biriktirdiğimiz anılarla ortaya çıkıyor. Sen bir yere gidiyorsun orada ailenle birlikte birkaç gün geçiriyorsun ama geri dönüp geldiğinde yine evine geliyorsun. Benim İstanbul’da biriktirdiğim 30 küsur yıllık anım var, evim var yuvam var. Ama bunlardan da bağımsız olarak gerçekten iki kıtanın arasına konuşlanmış, boğazının güzelliği dillere destan, dört büyük imparatorluğa başkentlik etmiş ,sayısız efsaneleri olan, sayısız medeniyetlerin geçtiği bir şehir nasıl güzel olmasın? İstanbul’u bir kenara bırakalım ve dünyada nereye gitmek hoşuma gidiyor diye sorarsan Uzakdoğu destinasyonları çok ilgimi çekiyor. Uzakdoğu kültürü beni çok etkiliyor. Ama yine de en beğendiğim; henüz gitmediğim! O gitmek istediğim yerle alakalı çok büyük bir heyecan duyuyorum, oraya gidince o konudaki hevesimi alıyorum. Sonra yeni bir hedef belirliyorum. Bu arada farklı meraklarım da var, örneğin farklı ülkelerde gün doğumu seyretme merakı ya da farklı denizlerde denize girme merakı. Üç okyanus, Kuzey Denizi, Baltık denizi, Akdeniz, Karadeniz, Ege Denizi, Karayipler, Körfez Bölgesi buraların hepsinde denize girdim, dünyanın farklı yerlerinde aynı eylemleri yapmaya çalışıyorum.

K: Peki öncelik tatil mi gezi mi?

G: Ben tatili daha çok ailem için yapıyorum, yoksa kumsala gidip denizin karşısında oturmak yapabileceğim bir iş değil. Ama şöyle yapıyorum, hep birlikte bir yere gittiğimizde denize girmek isteyenleri orada bırakıyorum, kimseye bir zararım olmaz, ben kendi kendime gezerim. Örneğin Rodos’a gittik-kitapta da var-ailem denize girmek istedi, ben gittim Akropolis’i gezdim, fotoğraf çektim, şehir içinde gezdim. İnsanlar mutlu olduğu şeyleri yapmalı, ben kimseyi zorlamam. British Museum’ı ben üç gün gezdim, mesaiye gider gibi sabah 9 akşam 5. Herkes mutlu olduğu rotayı takip etmeli.

K:Şimdi kitaptaki her 16 ülke için sizden birer cümle rica etsek…

G: 

MADAGASKAR: Omuzlarınızda birkaç lemur ile yağmur ormanlarını gezmeden dönmeyin.

FAS: İlla ki bir Sahra Çölü deneyimi, yaşamadan dönmeyin.

KÜBA: Hayatın içine karışıp onlarla sokakta dans etmeden dönmeyin.

TULUM: Obruklarda yüzmeden geri gelmeyin.

HAWAII: Kraterlerde gündoğumu izleyin, bir yanardağ kraterinin kenarına oturup ayaklarınızı aşağı sallandırıp, bulutlar ayaklarınızın altındayken gün doğumunu izlemeden dönmeyin. 

CALIFORNIA: Batı kıyısını araba yolculuğu ile gezin. Gerçi ben araba kullanmayı hiç sevmem ama o kıvrımlı yollarda araba kullanmadan gelmeyin.

K: Kimsenin gözü korkmasın, biz büyük kızım 10 aylıkken yaptık onu hocam, bebekle bile yapılıyor yani ☺.

NEWYORK: New York’un sembol binalarını örneğin Empire State’i görmeden gelmeyin.

K: Peki hocam bir Central Park desem, Sheep Meadow’da günü bitirmek desem. Ya da benim için New York herkesin düşündüğünün aksine Manhattan değil, Brooklyn demek, sanat galerileri demek. Siz ne dersiniz?

G: Kesinlikle! Sanata ilginiz varsa muhakkak birkaç galeri görmenizi öneririm. Ayrıca haklısın, New York’un birbirinden güzel parkları var, o parklarda vakit geçirmeden gelmeyin.

K: Hocam şimdi de Fransa; Paris derken Cote d’azur ve aşağı Monako’ya inelim.

G: Eğer bir resim tutkunuysanız Musée d’Orsay ve Musée de I’Orangerıe’yi ziyaret etmeden, empresyonist şahaserleri görmeden gelmeyin.

K: Monaco?

G: Mutlaka Monaco Grand Prix, yerinde izlemeden dönmeyin.

K:Milano? Son akşam yemeği? 🙂

G: Da Vinci çok büyük bir ressam ve bilim insanı. Bir insan duyguları nasıl resmeder diye merak ederseniz ‘Son Akşam Yemeği’nde bunun cevabını bulabilirsiniz. Onu görmeden gelmeyin. Leonardo da Vinci hayatının son yıllarını Fransa’da Chateâu Du Clos Lucé’da geçirmiştir. Da Vinci ruhunu hissetmek için idealdir.

K: Viyana desem?

G: Herkesin rotasında yoktur belki ama Otto Wagner’in Ruh ve Sinir hastalıkları Hastanesi’ni gezmeden gelmeyin. Hastane şapeli her gün açık olmuyor, onu kontrol edip gitmek lazım. 

K: Edinburgh?

G: Edinburgh’ta gidenlerin bahtlarına bir gökkuşağı muhakkak düşsün isterim zaten yılın büyük çoğunluğu yağmurlu bir hava mevcut. Şatoların arasından görünen bir gökkuşağı inanılmaz oluyor. Böyle bir deneyim yaşamadan dönmeyin.

K: Rodos?

G: Rodos bana atalarımı hatırlatıyor, benim babam bir mübadil’dir. Rodos’ta hala çok fazla Türk yaşıyor ve pek çok ortak lezzetimiz var. Ortak lezzetleri tatmadan dönmeyin. Hem de aranızda Türkçe konuşun. Rodoslu Türkler sandalyelerini, yemeklerini alıp ve size katılacak ve sohbet etmeye başlayacaklar. 

K: Japonya? Benim için apayrı bir merak konusu.

G: Mutlaka Sakura mevsiminde gidin ve Şinto Tapınaklarını gezmeden dönmeyin. 

K: Vietnam?

G: Cu Chi tünelleri…. 20 yıl yaşamışlar ve direnmişler bu tünellerde. Yeraltında bir şehir kurmuşlar adeta, hastaneleri var, doğumhaneleri var. Onların direnişlerini anlamak için görmeden dönmeyin. Aynı zamanda Atatürk’ümüze olan hayranlıklarını da görmek lazım.

K: Son olarak bu röportajı okuyan, kitabını okuyan tıp öğrencileri için, meslektaşlarımız için tavsiyeniz ne olur? 

G: Öncelikle sağlık… Sağlığı önde tutalım, gideceğimiz destinasyondaki sağlık sistemi ile ilgili gitmeden bilgi sahibi olalım, yanımıza muhakkak ağrı kesici, ateş düşürücü vs ilk anda lazım olabilecek ilaçları alalım. Ama gezelim, mutlaka gezelim. DÜNYA BİR KİTAPTIR, GEZİP GÖRMEYENLER HEP AYNI SAYFAYI OKURLAR. Gezelim ama sağlığa da önem vererek gezelim… 

Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Şubat 2023 tarihli 13. sayısında yayımlanmıştır.

Galeri


Paylaş Paylaş