Ne güzel demiş Sezai Karakoç;
“Baharı yaz uğruna tükettik, aşkı naz uğruna
Ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna…
Derken ömrü tükettik bir hiç uğruna.”
“Benim için tam bir dönüm noktasıdır”
Çocuk sahibi olduktan sonra gittikçe artan eşyalar ile pekişen, cinnete meyilli, düşük bütçeli acil asistanı olarak sürdürdüğüm hayatımın; furosemid gören akciğer ödemi gibi rahatlama hikayesidir birazdan anlatacaklarım. Benim için tam olarak bir dönüm noktasıdır minimalizm.
“Mutlu olmak için eşyalara ihtiyacımız YOK”
Minimalizm kelime olarak birçok şekilde açıklanıyor. Benim en sevdiğim haliyle, mutlu olmak için eşyalara ihtiyacımız olmadığını savunan bir düşünce şekli. Hatta fazla eşyanın bizi birçok konuda engellediğini ortaya koyar. Çünkü eşyalar sadece eşya değildir. Oldukları yerde durmazlar. Onlara bakım yapmak ve zaman ayırmamız gerekir. Kıyafetlerin temizlenmesi-ütülenmesi, elektronik aletlerin tamir edilmesi ve hepsinin belirli bir standartta saklanmaları lazımdır. Eşyaların düşünülmesi gerekir.
“Günlerimiz asla yeterince uzun değilse belki de bunun suçlusu eşyalarımızdır” der minimalizm. ‘Be more with less’ ve ‘Less is more’ gibi mottoların ana fikri budur. Ne kadar az eşyan olursa o kadar rahat ve esnek olursun. Daha önemli şeylere zaman ayırırsın. Daha önemli şeylerden kastım; bildiğimiz gerçekten yaşamak. Macera, deneyim, insan ilişkileri…
“Sahip olabileceğimiz eşyaların düşüncesidir bizi cezbeden”
Peki eşyaları neden isteriz? Bir eşyayı istemenin en masum açıklaması şudur: Sahip olabileceğimiz birçok şeyi düşünmek güzeldir. Böyle hayaller dopamini artırır. Bu arzuyu gerçekleştirdiğimiz zaman mutlu ve tatmin hissederiz ama sonra, yine başa döneriz ve başka bir şey alma arayışına gireriz. Bir de ‘moda’ var, ‘indirim’ var. Nedense bir şeyi mağazada çok beğendik diye evimize koymak zorunda olduğumuzu düşünürüz. Hiçbir şey, başkasında çok ‘tarz’ durduğu için bizim tarzımızın bir parçası olmak zorunda değildir. Ayrıca biliyorsunuz, “bunu şimdi indirimdeyken alayım kilo verince giyerim”cilerle, “dolapta dursun mutlaka lazım olur”cuların çarpışması sonucu; hep “bir dolap dolusu kıyafetim var ama giyecek bir şeyim yok”cular ürüyor. Kısır döngü devam ediyor.
“Reklamlar algımızın zayıf noktalarını kullanarak bizi daha çok satın almaya iter”
Eşya satın alma isteğinin masum olmayan yüzü de algı yönetimini çok iyi kullanan reklamlardır. Sahip olduğumuz arabanın sosyal statü göstergesi olduğuna inanıp gösterilen kozmetik ürünü kullandığımızda o manken kadar güzel olacağımızı düşünürüz. Hatta daha kötüsü, o ürünü kullanmadan asla o kadar iyi/güzel/şık/mutlu olamayacağımıza karar veririz. Hep bir şeylere “ihtiyacımız olduğuna” inanırız. Bir filmde vardı şu sahne: “Kaleme ihtiyacı olmayan birisine bu kalemi nasıl satarsın? Ona bir kağıt verip bir şeyler yazmasını istersin. O zaman bir kaleme ihtiyacı olur.” Bu algı yönetiminin farkında olmak gereklidir.
“Neden sürekli bir şeyler alıyoruz?”
Bir ürünü alırken neden diye sormak önemlidir, cevabı daha da önemlidir. “Alıyorum çünkü yakıştı/güzel görünüyorum” ya da “E bu ürün hayatımı kolaylaştıracak” diyebilirsiniz -ki bunlar muhtemelen daha önceden bilinçaltınıza işlenmiş cümlelerdir- gerçekten bu açıklamalara ikna oluyor musunuz?
Çin’in Wuhan kentinde başlayan öngörülemeyen pandemiden alakasız, kişisel hayatımdaki öngörülemeyen bazı olaylar neticesinde son zamanlarda çok üzerine düşmediysemde; benim şöyle bir tekniğim var: “Bunu neden almamalıyım?” diye soruyorum, tek bir cevap bile ikna edici oluyor.
-“Bu saati neden almalıyım?”
-Çünkü bu model/renk bir saatin yok. Çünkü bu bir akıllı saat. Çünkü bu X marka, havalı duracak. Çünkü bileğine yakıştı. Çünkü zamanı “bu” saatten öğrenmek istiyorsun.
-“Peki neden almamalıyım?”
-Çünkü, saat takmayı zaten sevmiyorsun. Bunu da hevesin geçince takmayı bırakacaksın, diğer 5 saatin gibi…
“Sahip olma çabası ihtiyaçtan çok daha fazlasıdır”
Burada gerçekten Steve Jobs veya Mark Zuckerberg’in neden hep aynı tip kıyafetler giydiklerinden bahsetmeyeceğim. Ama hepimiz biliyoruz ki, özellikle bazı kişilerin/toplumların maddi durumlarını zorlayacak ölçüde her şeye sahip olma çabası; ihtiyaçtan çok daha fazlasıyla ilgilidir. Evlenme döneminin asla kullanmayacağınız zevksizlikteki eşya alışverişi haline gelmesinin, doğumların ve yaş günü kutlamalarının popülarite yarışına evrilmesinin temelinde de aynı neden yatar. Ve maalesef, ilişkilerimizde ya mutluyuzdur ya değilizdir; pahalı hediyeler, unutulan veya hatırlanan yıldönümleri ilişkileri mahvetmez ya da iyileştirmez.
“Peki sahip olmanın duygusal boyutu var mıdır?”
Eşyalara sahip olmanın duygusal boyutu vardır bir de. Bir eşya bir kere evinize girmiştir artık ve çıkarmayı aklınızdan bile geçiremezsiniz. Zevkinize uymayan ve işinize yaramayan eşyalarınız vardır, ama arkadaşınız hediye ettiği için onu atma riskine giremezsiniz. O şeye bakıp mutsuz olma riskine girebilirsiniz ama! Düğünde hediye gelen fincan takımını başkasına verirseniz bu 7 büyük günahtan biriymiş gibi davranılır.
“Az dolap yoktur, çok eşya vardır.”
Eğer eşyalarınızı düzenlemek için yeni bir eşyaya (kutu, dolap, düzenleme ünitesi gibi) ihtiyaç duyuyorsanız zaten çok eşyanız var demektir. Yeni depolama alanları kurmak yerine, dönüştürmeyi – bağışlamayı ya da satmayı deneyebilirsiniz. Duygusallığı bırakıp atmak da iyi bir çözümdür bazen. Unutmamalı ki, evlerimiz, hatta hayatımız, depolama alanı değil, yaşam alanıdır.
“Dolabımızda sonuca bağlanmayacak hayallerimizi kaldırırsak olasılıklara yer açabiliriz”
Henüz burada, minimalizmin sadece ‘az eşyaya sahip olma’ durumu olmadığını açıklayabilmiş olmayı umuyorum. Minimalizm; reklamlar ile dikte edilenin aksine, bizi biz yapanlar sahip olduklarımız değil, yaptığımız şeylerdir diyor. Bir hobiyi, yapabiliyor olmak önemlidir. Oysa biz, hiç yapmadığımız ve muhtemelen yapmayacağımız bir hobinin malzemelerini depomuzda biriktirmeye devam ediyoruz. Eğer bu, sonuca ulaşmayan çabalarla ve gerçekleşmeyen hayallerimizle vedalaşabilirsek yeni olasılıklara yer açabiliriz.
“Minimalizm kaliteli, bilinçli, kararında ve özenli bir tüketimi savunur”
Dahası, bu sadece bizimle ilgili bir durum olmamalı. İhtiyaçtan fazla kullandığımız her şeyin, ucuz olması adına, uzaklarda bir insanın adaletsiz ve insanlık dışı koşullarda çalıştığını ve havanın-suyun da kirletildiğini hatırlamalıyız. Bu nedenle bölgesel üretimleri kullanmayı önenir minimalizm, çünkü bir ürün ne kadar yakınınızda üretiliyorsa o kadar insani çalışma koşullarında üretiliyordur. “Kaliteli al, etiketi okuyarak al, üç tane alma bir tane al ama özenle kullan, uzun süre kullan” diyor minimalizm.
Eşyalar konusundaki tüm bu düşünceleri enerjinizi çalan insanlar, vaktinizi çalan telefon bildirimleri, kafanızı yoran işler vb. alanlara genişletmek çok mümkün. E tabi, gıdalara da… Nasıl ki her eşyayı kafamıza estiği gibi evimize koymamamız gerekiyorsa ve mağazada her denediğimiz ürünü almıyorsak; önümüze gelen her şeyi de yememek gerekiyor.
“Minimalizmin 333 iddiası”
Ben minimalizmi keşfettikten sonra dekoratif eşyalar, kıyafet dolabı, kullanılmayan porselen takımlarla başladığım sadeleşme serüvenime kitaplar, telefon ve bilgisayar uygulamaları, sosyal medyadaki ‘arkadaş’ çevresi ile devam ettim. 333 iddiası vardı o zamanlar; bütün kıyafetlerimi ayırarak, 3 ay boyunca giymek için 33 parça kıyafet koydum dolabıma. İddiamız kimse kimsenin ne giydiğine dikkat etmiyor şeklindeydi. Hava soğukken kalın, sıcakken ince giyinmek: tüm mesele bu aslında. Siz gerçekten kaç insanın o gün ne giydiğini hatırlıyorsunuz? Ben genellikle sıfırdır. Buna dikkat edilse de, kimse bu kazağı bu hafta neden 2 defa giydin diye sormayacaktır. Sizi gerçekten önemseyen birinin dolabınızı merak etmediğine eminim.
“Aynı elbiseyi 7 sene sonra da giymek, yeni bir kıyafet almaktan daha çok keyif veriyor şimdi bana”
Benim için klasikleşen belli kitaplar dışında diğer hepsini dağıttım. Ders kitaplarımı online olarak depoluyorum. Kitaplığımın tamamen dolu olmasından değil, yarısının boş olmasından; evdeki boş yüzeylere, alanlara bakmaktan mutlu oluyorum. Yazıyı kalemle yazmayı seven biri olarak, defter ve kalemlerimden vazgeçmedim, ama ağırlık hissetmiyorum bu konuda, çok keyif alıyorum her birinden. Bir de aksiyon kameralarım minimalize etmek istemediklerimden ama tüm parçaların evde bir çekmecede kalması önemli bir kural. Çocuğumun odasına dokunmuyorum, oyuncaklarını istediği gibi sıralıyor. Elbette ki sadece bir kutu eşya ile yaşamayı gerektirmiyor minimalist olmak. İsteyen herkes istediği alanlarda istediği şekilde sadeleşebilir.
“Sadelik ile birlikte gelen esneklik benim için önemli”
Zamanı ve enerjiyi; eşyalar yerine daha fazla aktivite, macera ve hatıraya ayırmaktır minimalizm. Bugün ne giysem derdine düşmemektir. Çocuğum koltuğu batırdığı zaman, “aman ne olacak eşya sonuçta” deme rahatlığıdır ve bir şey döktüğü için çocuğun kendisini kötü hissetmemesini sağlamaktır. “Ama tekrar tekrar koltuk alamayız, biz hep dikkat edelim temiz dursun” öğretisidir diğer yandan. Baharı yaz uğruna ve aşkı naz uğruna tüketmeme serüvenimdir.
“Acilde kaos içindeyken, evde dingin ve sade yaşama keyfidir”
Kimseye hiçbir konuda “böyle yapmalısın” denilemez elbette, sadece minimalizm de böyle bir şey işte. Birkaç kişi faydalanırsa ne mutlu bana. Sadeleşme süreçleri, çöpümüzü azaltma, kapsül dolap hazırlama üzerine internette çok sayıda kaynak mevcut. Denemesi bedava… benim önerilerim aşağıda;
1. Minimalism: A Documentary About the Important Things
2. Azla Mutlu Olmak, Francine Jay
3. turkisiminimalizm.com
Bu yazı Acil Tıp Bülteni’nin Haziran 2021 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.