Antalya’ da tatlı tatlı yaşamıma devam ederken çok sıcak bir ağustos günü artık asistanlık sürecimin sonuna geldiğimin kanıtı olarak ismim atanacak uzmanlar arasına alındı, tercih edeceğim yerler açıklandı ve ben de kötünün iyisi olarak o zaman düşündüğüm Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni (VEAH) tercih ettim. Çok geçmeden bir ay sonra pılımı pırtımı toplayıp Van’a geldim.
“Van mecburi için neden tercih edilir”
Van EAH büyük bir hastane ve bu nedenle oldukça yoğun bir hasta sirkülasyonu var. Dolayısıyla acil servisi hasta sayısı da oldukça fazla, bunun yanında bölge hastanesi olarak geçtiği için çevre illerdeki unstabil, çözülemeyen hastalarında son durağı. Acil servis şartları benim ve muhtemelen birçok kişinin asistanlık yaptığı yerlere göre kötü ama mecburi hizmet yapılan bir acil servis için oldukça iyi denilebilir. Triajı olan, yeşil-sarı-kırmızı alanlarında ayrı doktorların ve hemşirelerin görev yaptığı bir düzeni var. Tüm hekimler primer olarak kendi hastalarından sorumlu olmak ile beraber, uzmanların her yerde olduğu gibi bir görevi de pratisyen doktor arkadaşlara yardımcı olmak.
“Van’ın felaketler yılına denk geldim”
Benim mecburideki bir senem nasıl geçti derseniz, tabi o kadar mükemmel değildi. 2020 Ocaktan itibaren tüm dünyada olduğu gibi Van’da da hayat zordu. İlk olarak çığ felaketi yaşadık ve bir hafta içinde aynı felaket tekrar etti. Bu olaydan kısa bir süre geçmeden merkez üssü İran olan ve sınır komşumuz Başkale’de deprem oldu. Ve mart itibariyle COVİD-19 pandemisi başladı. Tüm hastane personeli, umke, jandarma, polis işbirliği içerisinde bu afetlerin üstesinden geldik. Pandemi ise çok ayrı bir öneme sahip tüm hastaneler için. Son 3 aya kadar düzenli bir alanımız ve bizi koruyan çalışma şartlarımız yoktu. Ama eylülden itibaren düzenli bir alana ve iyi çalışma şartlarına kavuştuk. Çok fazla aksaklık, zorluk olmasına rağmen birçok mecburi bölgesindeki hastaneleri düşündüğümüzde şartlarımız onlara göre iyi denilebilir.
Peki Van nasıl bir yer? En büyük güzellik pek tabi Van gölü. Bu çevrenin deyişiyle Van denizi. Gerçekten deniz hissi yaratacak kadar büyük olan Van gölünde özellikle yaz aylarında içeceğinizi alıp göl kenarında keyif yapmaya kalktığınızda manzarasında ufuk çizgisi olduğunu göreceksiniz, bu olay bir göl için gerçekten şaşırtıcı bir durum. Aynı zamanda içinde en bilineni Akdamar adası olan birkaç tane ada barındıran Van denizinin suyu sodalıdır. Göle girdiğinizde ağzına acı bir tat gelir ve gölden çıktığınızda ince bir tabakanın vücudunuzu sardığını fark edeceksiniz.
“Van’daki önemli olaylardan biri meşhur Van kahvaltısı ve otlu peynir”
Van kahvaltısından otlu peynir ile birlikte birçok peynir ve reçel çeşitlerinin yanında, bu yöreye özel murtağa ve kavutu denemenizi mutlaka öneririm. Sabah ilk iş cumhuriyet caddesinin ara sokaklarından biri olan kahvaltıcılar sokağına gidebilirsiniz. Benim favori kahvaltıcım ise Kocaali Parkı göl kenarındaki sosyal tesislerdir. Yöresel tatlar sadece kahvaltıyla kalmıyor. Van pastası, kelodoş gibi yöresel lezzetleri de mutlaka denemelisiniz. Van’ın yöresel lezzetlerini tatmak için firavun ev yemekleri restoranını tercih edebilirsiniz.
Biz Van’daki günlerimi güzel geçirmek adına 3 günlük Van ilindeki ve Van gölü çevresindeki görülmesi değer yerler için bir tur yaptık. İlk olarak Van merkezde olan Van kalesiyle başladık. Urartular döneminde Tuşba olarak bilinen bu bölgeye düşmanlarından korunmak için oldukça büyük bir kale yapılmış. Kalenin her yerini bir kez dolanmak yaklaşık 1 saatinizi alacak ama bundan daha güzel bir olay ise kaleden dönerken hemen alt yolda bulunan Van müzesi. İnanılmaz muhteşem ve büyük olan Van müzesinde kategorize ederek bu bölgede yaşamış uygarlıkları geniş bilgiler ve bu bölgeden çıkan tarihi eserlerle sergilenmiş.
Özellikle Urartu ve Pars medeniyetleri hakkında çok fazla bilgiye sahip olacağınız bir deneyim olacaktır. Benim en çok ilgimi çeken ilk defa bu müzede bilgi sahibi olmamdan kaynaklı savat işçiliğiydi. Urartu döneminde yapılmaya başlamış savat gümüş üzerine çizilmiş bir desenin oyulduktan sonra savat denilen eriyiğin oyuklara doldurulmasıyla elde edilen nesnelerdir. Tabi bunu öğrendikten sonra müzenin merkeze bağlanan kalenin arka sokaklarından birinde savat işçiliği yapan bir yer bularak hemen bilekliklerimizi aldık.
İkinci gün uğrak yerimiz Doğubayazıt. Erciş’ten sonra Ermenistan sınırına görerek, muhteşem dağ manzaraları arasında Doğubayazıt’a, daha doğrusu direk İshak Paşa sarayına ulaştık. İshak Paşa sarayı mükemmel bir mimarisi olan 2 avlu, bir sürü yatak, hizmetçi odası, misafir ağırlama alanları vb. olan bir tarihi yapı. Bu saray dağların arasında çok güzel manzaraları olan bir alanda. Ama çevre bölgelerin her yerinde gözüken ağrı dağı bu saraydan gözükmüyor. Ağrı dağı efsanesine göre sarayda yaşayan Bayazıt valisinin kızı bir çobana aşık olmuş. Çoban tüm gün ağrı dağında koyunlarını otlatırmış. Sürekli onu izleyen kızı Gülbahar’a sinirlenen Mahmut Paşa, Ağrı dağını görmeyen bir saray yaptırmış.
Bir sonraki durağımız Adilcevaz sınırları içindeki Aygır gölü. Bu gölde Van gölü gibi bir volkanik set gölüdür. Göl kıyısının Bitlis sınırları içerisinde olan kısma geçtiğimizi manzaralardan da anladık. Artık sürekli yeşil, sürekli mera alanları arasında yolculuk yapıyorduk. Aygır gölü manzaramız sonbaharda gitmemizden de kaynaklı yeşil alanların arasında tatlı küçük bir maviliktir. Şirinler kasabasına gitmiş gibi hissederek çevresini dolaşmaya başladık. Tüm o yoğun şehir gürültüsünden kurtulmak için aygır gölünün kenarında bungalovlar ve çadır kurma alanları var. Gerçekten sadece doğanın sesiyle beraber kalacağınız, güzel bir hafta sonu için burayı tercih edebilirsiniz.
Aygır gölünden ayrıldıktan sonra Adilcevaz çarşısına uğrayıp, el cevaz reçel dükkanından ceviz reçeli almadan geçmeyin. Sonra yolumuza Ahlat’taki Selçuklu Mezarlığı ile devam ettik. Selçuklu Mezarlığı dünyanın en büyük Türk mezarlığı aynı zamanda UNESCO’ nun dünya mirası asil listesinde bulunmaktadır. Çok büyük bir açık hava müzesi burası. Gezmesi uzun ve çok zevkli kesinlikle. Mezar taşlarında yazan hikayeler, şiirler, kimin olduğuna dair bilgileride yanlarına günümüz Türkçesiyle yazılmış. Ama tam olarak bütün mezar taşların yazıları çevrilmemiş, kim bilir daha ne hikayeler çıkacak o yazıtlardan.
“Bir nevi göller yöresi”
Bitlis’in diğer güzel gölü ise Nemrut Krater Gölü. Kötü bir yolu aştıktan sonra yine muhteşem bir yere ulaştık. Ne kadar çok gölden bahsettin diyeceksiniz ama hepsinin ayrı bir güzelliği, hepsinin ayrı bir havası var. Çevresinde daha küçük 4 göl ile birlikte Nemrut Kalderası’nda bulunmaktadır. Gölün suyu berrak, tatlı, normal içme suyu kıvamındadır. Aynı zamanda sıcak sular, kaplıcalar, volkanik hareketler bazı bölgelerinde devam etmektedir.
Biz buraya akşam güneş batışında geldik. Güneş batışının tadını Nemrut Gölü’nde çıkarmanızı kesinlikle öneririm.
Nemrut Kalderası’nda herhangi bir işletme yok. Tam doğanın içinde hissedilecek bir kamp alanı sunuyor size, ancak kamp yapanlardan duyduğum kadarıyla geceleri ayılar yemeklerinize ortak olmak istiyorlarmış. Biz de güneşin batışına dalmışken bir tilki gördük.
“Hoşap Kalesi’nin kocaman kapısından girdikten sonra kendinizi Game of Thrones setinde buluyorsunuz”
Son olarak da Van’ın en meşhur yerlerinden biri gölün ortasındaki Akdamar Adası’na gittik. İçerisinde aynı ismi taşıyan bir Ermeni kilisesi bulunduran küçük bir adadır. Bu adaya Van’ın Gevaş ilçesinden sürekli hizmet veren motorlarla geçebilirsiniz. Kilise dış duvarına oyulmuş küçük heykelleri ve isminin geldiği “Ah Tamara” efsanesi için mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer.
“Mecburi hizmet için tavsiye edebileceğim bir bölge”
Son söz olarak,
Van mecburi zamanınızı güzel geçirebileceğiniz, diğer şehirlerin mecburi bölge şartlarına göre gayet rahat çalışacağınız bir il. Hatta mecburi yılları için gelip burayı çok sevip yıllarca burada kalan doktorlardan olabilirsiniz.