Bizim gibi sürekli kaotik ortamda çalışan insanlar için bu huzur ne kadar değerlidir hepimiz biliriz zira… Sırtımdaki 17 kilogramlık çantamla yavaştan Reinebringen yoluna koyuldum. Köyden çıkan deniz kenarında ilerleyen patikadan yavaş yavaş yürüyüp, tırmanış merdivenlerini buldum ve usulca yürümeye başladım. Önce, merdivenler yavaş yavaş orman içinde yükselmeye başladı; ardından, ormanı terk etmeye başladık.
448 metre yüksekliğindeki Reinebringen’e yaklaşırken merdivenler kaybolmaya başlamıştı, son 50 metrelik tırmanışı çamurdan dolayı, neredeyse bir elimle yerden tutunarak tamamladım. 1 kilometre 448 metrelik tırmanışı tamamlamam sırtımdaki ağırlığın etkisiyle yaklaşık 1.5 saat kadar sürmüştü… Ancak sonunda gördüğüm manzara, paha biçilemezdi. Yıllardır hayalini kurduğum manzara tam da karşımdaydı artık. Bu çok özel Norveç fiyort manzarası, gözlerimi kamaştırıyordu… İşte benim için özgürlük, bu manzaraydı!
Seyre doyduktan sonra, yavaşça inmeye başladım tepeden, 45 dakika kadar sonra aşağıya, düzlüğe indim ve 4 km ötedeki Moskenes köyü’ne doğru yürümeye başladım. Moskenes de, ufacık bir köydü ve sadece feribot iskelesi mevcuttu. Bir süre bekledikten sonra gelen Moskenes-Bodo feribotuna biletini 227 Norveç kronu (yaklaşık 150 TL) para ödeyerek aldım. Yeri gelmişken, feribot biletleri yayalar için sadece ama sadece binişte satın alınabiliyor… Yaklaşık 3,5 saatlik feribot yolculuğundan sonra Bodo’ya vardım ve oradan uçakla Bergen’e – Norveç’in eski başkentine- şimdilerin ise Oslo’dan sonraki ikinci büyük şehrine vardım.
Eskiden trol’lerin yaşadığına inanıldığından mıdır bilmiyorum ama trol dili anlamına gelen Trolltunga son dönemde Norveç’in en popüler yerlerinden biri haline gelmiştir. Burası, uzun zamandır hayallerimin bir parçasıydı diyebilirim. Size tavsiyem, Bergen’den otobüsle Odda kasabasına ulaşıp oradan Tyssedal köyünü geçip Skjeggedal park alanına vararak tırmanışa başlamanız. Bu bölgede 3 adet araba park alanı mevcut, Park 1 Tyssedal köyünün hemen üzerinde. Büyük araçlar sadece bu bölgeye park edebiliyor. Park 2 yani Skjeggedal park alanıysa ana park yeri… Park 3 ise, dağın yamacında aşağıdaki düzlükteki ana park alanından 3 kilometre yükseklikte yer almakta. Eğer arabayı buraya park ederseniz, yolunuzu çok kolaylaştıran bir yer olduğunu söyleyebilirim. Yalnız, bu park alanına sadece önceden rezervasyon yapan 30 araba park edebiliyor ve günlük park ücreti 600 Norveç kronu, yaklaşık 380 Türk lirası.
Ne ise, ben bir öğlen hafif yağan yağmur altında Tyssedal köyüne vardım. Marketten yiyecek stoklarımı tamamladıktan sonra yola koyulmaya hazırdım. Tyssedal köyünden Skjeggedal’daki park 2 alanına yaklaşık 7 kilometrelik yol vardı önümde ve yolun başlangıcında bu kadar yürüyüp yorulmak istemiyordum. Tyssedal köyünden yavaşça yürümeye başlamışken gelen ilk araca otostop çekip park 2 alanına vardım. Park 2 alanında seçmem gereken iki yol mevcuttu; eğer ormanın içinden başlayan patikayı takip edersem, Trolltunga 11 km uzaklıktaydı; eğer Park 2 den Park 3 e kadar olan asfalt yolu takip ederek başlarsam Trolltunga 14 km uzaklıkta idi. Zor olan ancak daha güzel olduğunu düşündüğüm orman patikasını seçtim ve usulca yağmur altında patikada yükselmeye başladım. İlk 1 km’lik dik patikayı tırmanmam yaklaşık 1 saat sürdü ve belki de hayatımın en zor saatlerinden biriydi. İlk tepedeki düzlüğe ulaştığımda hissettiğim yorgunluk çok fazlaydı ama mutluluğumsa bir o kadar daha fazlaydı.
Düzlükte kamp tüpümle kendime sıcak bir kahve yaptım ve sabah erken saatlerde yürüyüşe başlayıp geri dönen insanlarla sohbet ettim. Önümde beni bekleyen yaklaşık 9 kilometrelik yol vardı. Yol dediğime bakmayın aslında düzgün bir patika yoktu. Etrafta sürekli kırmızı oklarla işaretlenmiş taşlar ve kırmızı renkli T harfi içeren kayalar olmasa yolu kaybetmek çok kolaydı. Sırtımdaki 17 kilogramlık yükten midir yoksa yorgunluktan mıdır bilemiyorum ancak kendimi kaplumbağa hızında ilerliyormuşum gibi hissediyordum. Patikada yol almaya çalışırken sırtında kocaman sırt çantası ve çadırıyla ilerlemeye çalışan Fas asıllı Fransız Soufiane’ye denk geldim ve birlikte yürüyüp kamp yapmaya karar verdik. Hedefimiz hava kararmadan Trolltunga’ya varıp ardından geri dönüp çadırlarımızı kurmaktı. Yürüyüşümüz sırasında o kadar güzel manzaralar eşlik ediyordu ki yürüyüşe sık sık ara verip uzun uzun manzaranın keyfini sürüyorduk. Ancak havanın gittikçe kararmaya başlaması ve kara bulutların üzerimize doğru çökmeye başlamışıyla Trolltunga’ya 2,5 km. kala düzlükte bir kayanın kenarına çadırlarımızı kurmaya karar verdik. Çadırlarımızı kurur kurmaz bastıran şiddetli sağanak yüzünden çadırlarımızdan bir daha çıkamadık ve yorgunluğun etkisiyle erkenden uyuduk.
Yaklaşık 1200 metre yükseklikte, evlerimizden çok uzaklarda, bir dağın başında yan yana 2 çadırda bir geceyi yağan sağanak yağmurda geçirdik. Sabah erken saatlerde kalkıp çadırlarımızı olduğu yerde bırakarak kalan 2,5 kilometreyi hızlıca yürüdük. Aslında o kadar yükseklikteki bir daha, o yağmurda kimsenin çıkacağını düşünmüyorduk ama yol boyu 3-4 tane daha çadır görünce ‘yalnız değilmişiz aslında’ dedik. Yaz günlerinde insanların tek başına fotoğraf çekilebilmek için sıra beklediği Trolltunga’da, dağ başında yapayalnızdık. Yağan yağmurun etkisiyle hızlıca fotoğraflarımızı çekip biraz da manzarayı izledikten sonra çadırlarımıza doğru geri yürümeye başladık. Trolltunga’nın manzarasından çok yol boyu gördüğümüz manzaraları tercih ederim aslında. Trolltunga çok ünlenmiş olabilir, çok güzel bir fotoğrafınız olabilir ama yol boyu gördüğümüz manzaralar çok daha özelleriydi.