Yazar: Altuğ Kanbakan, Akdeniz Tıp mezunu, Cerrahpaşa’ da acil tıp eğitimine devam etmekte. Delikasap Rock’n’Roll Kültürü Mecmuası’ nda yaklaşık on yıldır yazıp çizmekte. Acilde çalışırken ayyuka çıkan stresini Instagram’ daki EM Fun Facts hesabında kitleler ile paylaşarak üzerinden atmaktadır.
Tarihin tam olarak hangi noktasında mesleğimiz olan hekimlik başladı bilinmez ama ilk primitif hekimin de bir acilci gibi hayat kurtarmak için uğraştığı varsayımını çok seviyorum. Salt ‘acil tıp’ güzellemesi yapmak ya da yaptığımız işin daha ‘yüce’ bir anlam ifade etmesi için bir milat aradığımdan değil; aksine en doğal hekimlik işlevi olan hayat kurtarma çabasının bir parçası olmaktan duyduğum mutluluk nedeniyle bu varsayımı beğeniyorum.
Elbette bu yazının amacı, siz değerli okuyucuları benim neleri sevip sevmediğim konusunda sıkmak değil ancak bu hayat kurtarma çabasını farklı bir pencereden sizlere aktarmaya çalışmak; kabiliyetim dahilinde ise başka bir perspektif kazandırmak olacak.
1891 yılında, Alman cerrah Dr. Friedrich Maass’ın operasyona almayı planladığı dokuz yaşındaki bir hastasının kloroform inhalasyonu sonrasında meydana gelen pupiller dilatasyon ve siyanoz sonrası, ani bir refleks ile başladığı ‘ksifoid alandan’ ya da kendi deyişi ile kalp bölgesinden yaptığı; kompresyon ile siyanozun ortadan kalkıp pupiller dilatasyonun düzelmesi bir miladın başlangıcı olacaktı. Dr. Maass kompresyona, solunum hızında başlamayı düşünmüştü ancak yetersiz olduğunu görünce hızlanmıştı
O gün hastası ile ilgili olarak Maass şunları yazmıştı: “o anda hastanın öldüğünü düşünmeliydim. Buna rağmen, heyecanımın doruk noktasında, kalp bölgesine doğrudan kompresyona başladım. Hızlı ve güçlü bir şekilde çalıştım. Pupiller hızla konstrikte oldu ve büyük bir hızla devam ettiğimde hemen küçüldüler ve duraklamalar sırasında, yavaşladım, gasping tarzında solunma tekrar başladı”(1).
Bu insanlık için küçük adım, 1960’lara gelindiğinde American Heart Association (AHA) tarafından sistematik olarak ele alındı ve bugün kullanmakta olduğumuz algoritmaların atasını oluşturan ağızdan-ağıza solutma ve göğüs kompresyonunu teşvik eden yayınlara dönüştü. 1963 yılına geldiğimizde ise AHA, ilk KPR kılavuzunu, daha doğrusu ilkelerini yayınladı. Hekimlik pratiğimizin baş köşesinde duran ABC yaklaşımı da bununla başlamış oldu diyebiliriz.
Belki de Anglo-Amerikan tıbbi yaklaşımının da alameti farikası haline gelen bu kılavuzdan sonra elbette yıllar içinde büyük değişiklikler yaşandı. Kanıta dayalı tıp yaklaşımının objektif gücü ile şekillenen kılavuzlar aracılığı ile kompresyonun ne denli önemli olduğu bilgisi edinilmişti. İşte tam burada bizim hikayemiz başlıyor.
Hekimlik hayatımızdaki ‘hayata döndürme’ çabasının daha popüler bir konu haline gelmesi ile ilk müdahalenin yaygınlaşmasının önemi arttı. 1960’lı yılların başından itibaren kardiyopulmoner resüsitasyonun yapılması teşvik edilirken bir yandan da bilimsel gelişmeler ışığında tekrar güncellenmesi gündemdeydi. 1972’de ise Amerika’nın Seattle şehrinde ilk kez yapılan toplu KPR eğitimi sonrasında bu hayati müdahalenin toplum tarafından daha da bilinir hale gelmesi hedefler arasında yer aldı.
Bu yazının konusunu oluşturan asıl olay ise, 2005 yılında Hawaii Üniversitesi’nde pediatrik aciller konusunda uzmanlaşmış Dr. Alson Inaba’nın bir önerisi oldu. AHA’nın tanıklı kardiyak arrest olgularında erkenden müdahale için insanları bu konuda eğitme hedefi zaman içerisinde oluşmuştu. Dr. Inaba, tıp fakültesindeki bir KPR eğitimi için sıkıcı slaytlar yerine bir skeç hazırlarken, aklına dakikada 103 vuruş sayısına sahip ‘o’ şarkı gelmişti (2). Yaptığı etkili ve dikkat çekici eğitim sonrasında bunu AHA’ ya sundu ve önerisi kabul edildi. Böylelikle 2008 yılında, AHA’nın “Hands-Only CPR” sloganı ile Bee Gees’in popüler disko ritmi ‘Staying Alive’ hayatta kalmanın simgesi haline geldi.
Günümüz tıp eğitiminde de kendine büyük bir yer edinen resüsitasyon eğitiminin bir müzik parçası ile daha da göz önünde olması büyük bir gelişme kanımca. Zira insanlığın ilkel dönmelerinde sağlık kavramının bir parçası olan müzik, ritualistik uygulamalarda kendine yer edinmişti. Antik Yunan mitolojisinde sağlık tanrısı olan Asklepios’ a atfedilen özelliklerden biri de müzik (ya da doğa sesleri – eldeki verilerin yetersiz olması nedeniyle kesin bir yorumda bulunamıyoruz) aracılığı ile hastalıkları iyileştirdiği yönünde idi.
Müziğin toplumsal hayattaki yeri, şüphesiz salt mitler ya da günümüz eğlence sektöründen ibaret değil. Müzik aynı zamanda toplumsal değişimlerin bir parçası olarak karşımıza çıkmakta. Bu konuda en iddialı savlardan biri Fransız akademisyen ve ekonomist Jacques Attali’ye ait. Attali, 1977 yılında yayınladığı kitap (3) ile; Para, İktidar ve Müzik kavramları üzerinden insanlık tarihini yorumlamıştı.
Bu yorumlamada insanlık tarihindeki üretim-iktidar ilişkilerinin müzik değişimi ile ilişkili olduğunu; hatta müzik üretim biçimlerinin değişiminin iktidar-üretim ilişkilerini öngördüğünü savunmuştu. Detayları belki başka bir yazıya kalabilir ancak kitabın ilk bölümünü oluşturan “kurban edimi” kısmını bu yazı için dikkate değer buluyorum.
Kurban edimi, bir kefareti; ödenmesi gereken borcu ve sonrasında kavuşulan iyileşmeyi ya da katarsisi (arınmayı) ifade eder. İnsanlık tarihinin her basamağında bu kurban edimine rastlanır. Tanrıların hiddetinden kaçınmak için verilen kurban edilen bireyler; günümüzde ise bir açıdan pek çok sanat dalı ve kimi zaman spor, toplumsal ve iç şiddetin baskılanması için yapılan birer eğretilemedir. Attali’ nin gözünden de müzik bir eğretileme aracı olarak gösterilir. Müziği, gürültünün karşısına koyar ve bireysel-toplumsal ayaklanmanın, kuralsızlığın ehlileştirilmesi, bastırılması olarak kodlar. Aynı, rahip-doktorlar tarafından bedensel bozuklukların giderilmesi için harmoninin; müziğin kurban edilmesi gibi. Ya da Aristoteles’in Poetika’ sındaki “Tragedyalar katarsis sağlar” ve “müzik, eğitim ve arınma için kullanılabilir” düşüncelerinden hareket edelim. Kendi trajedilerinin baş aktörleri olan arrest vakalarımız için en büyük arınma hayata tekrar bağlanmak; biz hekimler de bunun için eğitilirken tüm bunların ortasında neden müzik yer almasın?
Bu düşünsel egzersiz bir yana, elbette ‘tedavi’ maksatlı müziğin yerini akıl yürütme; analitik düşünce ve modern tıbbın başlangıç noktası olan bilimsel yöntem aldı. Yine de yaşam ile ölümün bu denli yakın olduğu bir anın –kardiyak arrestin- yönetiminde de kendine yer edinmiş müziğin öyküsü gerçekten dikkat çekicidir. Yoksa sadece tuhaf bir tesadüf mü?
Kaynakça:
- Figl M, Pelinka LE, Mauritz W. Resuscitation great Franz Koenig and Friedrich Maass. Resuscitation. 2006;70:6–9.
- JABSOM News (7 Haziran 2012) FACULTY: UH Pediatrics Professor Alson Inaba Takes Center Stage at “Stayin’ Alive” National CPR Awareness Week Event [Web blog] Erişim Tarihi 14 Kasım 2018, http://jabsom.hawaii.edu/faculty-uh-pediatrics-professor-alson-inaba-takes-center-stage-at-stayin-alive-national-cpr-awareness-week-event/
- Attali, J. (2005). Gürültüden Müziğe: Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine. İstanbul: Ayrıntı Yayınları ISBN:975-539-445-1