Acil Tıp Asistanında Gece Nöbetinin Beş Evresi


Acil Tıp Asistanında Gece Nöbetinin Beş Evresi

Acil tıp asistanları olarak günde yüzlerce hasta ile muhatap olmak durumundayız. Belki de çalıştığımız hastanelerdeki poliklinik hizmetleri sunan pek çok birimden daha fazla hasta yüküne sahibiz. Elbette gelen hastalarımızın büyük bir çoğunluğu biz acilciler için ‘gerçek acil’ olarak tanımlanan durumlar nedeniyle başvurmamakta. Ancak en nihayetinde ayaktan gelen hasta yükünün fazla olduğu kliniklerde dahi hepimiz başvuran herkeste acil durumların tespiti ve tedavisi için uğraşıyoruz.

Kimi zaman bu durum biz asistanları zora sokmuyor da değil. En insani şekilde hazırlanan bir nöbet listesi bile kimi açılardan bizleri depresyona sokmaya yetiyor da artıyor bile. Elbette bu tükenmişlik hissi içerisinde bulunduğumuz anı ve durumu analiz edip kendimizi daha iyi hissetmeye odaklanamıyoruz. Her nöbetin ‘travma’ düzeyinde geçtiği kliniklerde ise bu durum daha da ayyuka çıkıyor. Her nöbet adeta bir yas havasında geçmeye başlıyor.

Eğer gece nöbetini bir travma olarak değerlendirirsek – ki tükenmişliğimizi oluşturan şey sadece yoğunluk değil, bakım veren kişinin diğer bireylere karşı duyarsızlaşması aynı zamanda – nöbetlerimizin de beş evresi bulunmakta.

Evre 1 – Yok ya ne yorulması

Bu evre aslında bir önceki nöbetin izlerinin silindiği, hayatlarımızın diğer sorumlulukları ile uğraştığımız günün erken saatlerinde başlamakta. Öğlen saatlerinde uyanıp ‘nezih bir brunch’ tadında olmayan kahvaltımızı mideye indirip işlerimizi hallediyoruz. Aslında pek de fena olmayan bu evrenin kırılma noktası zamanında işe yetişip nöbeti devralmak ile başlıyor. Başta kısmen sevimli(!) görünen devir sonrasında neler yaşanacağına dair bir fikrimizin olmaması da gerginliğe neden olmuyor değil.

Evre 2 – Böyle Saçma Şikayet mi Olur?

İkinci evre, arta kalan işler ve yatışlar ile devam eden nöbetin “Prime Time” zamanına yaklaştığımız anlarında ortaya çıkıyor. Bazen de, o kadar keskin olmayan sınırları nedeniyle Evre 1 ile girişkenlik gösterebiliyor. Yeşil Alan’ın ağzına kadar dolma zamanı geldiğinde karşınıza ilk çıkan “iki aydır nah böyle buramdan ağrı giriyor, şuralarımda dolanıp ha şuradan çıkıyor” şikâyetli hasta bünyelerimizde ‘ters mıknatıslanma’ yaratıyor. Zira hem acilci hem poliklinikçi olunmaz! Ya acilci olacaksın, ya poliklinikçi! İnceden balataları zorlamaya başladığımız anlarda gerginlik katsayımız giderek artan bir evre.

Evre 3 – Bir Yemek İçin Krallığımı Veririm!

Belki de en sağlıksız beslenen hekim gruplarından biriyiz. Bir hastayı muayene ederken diğer hastayı genel cerraha konsülte edip aynı anda adli rapor doldurabilen insanlarız acilciler olarak. Bu ‘multitasking’ yeteneği ne yazık ki çok enerji harcamamıza neden oluyor. Bir de bunun üzerine yoğunluk nedeniyle yemeğe dahi çıkamamak binince adeta Kral 3. Richard edası ile tüm krallığımızı bir yemek uğruna feda edecek noktaya geliyoruz. Diğer bölümlerin asistanlarının salınarak yemekhaneye süzüldüğü saatlerde bizler elimizde bir pizza dilimini nasıl daha hızlı yiyebiliriz diye düşünüyoruz. Sonra gelsin kendinden tiksinme duygusu, gelsin bulantı hissi. Elbette bu yemek de bizi doyurmayacak; gecenin daha sakin saatlerinde dahi bir şeyler yemek için fırsat peşinde koşacağız.

 

Evre 4 – Ayakta Uyumak: Kapsamlı Bir Çalışma Kılavuzu

Belki de pek sayın Tintinalli’nin tek unuttuğu bölüm bu. Genelde gecenin kör karanlığında yani saat 3 ile 5 arasında ortaya çıkan bu evre “vallahi taşa koysan uyurum” şeklinde vücut buluyor bünyelerde. Bol kafein yüklemesi sonrasında “hastaların bakımında bir eksik kaldı mı?” ve “Şu hastayı bir kez daha kontrol edeyim en iyisi” cümleleri ile savuşturulmaya çalışılan bu evrede bazen de ertesi günkü eğitimde anlatılacak slaytların gözden geçirilmesi yer alıyor. Kimi zaman tüm çabalar nafile kalıp oturduğun yerde sızıp tilki uykusuna dalmak da olası elbette. Bazen sızıp kalmasak da insanların sesini derinden ve boğuk bir şekilde duyduğumuz oluyor.

Evre 5 – Bitmeyen Nöbet Yoktur

Takriben sabahın beşinden nöbet devrine kadar geçen süredir bu evre. Hatta Einstein’ın “genel ve özel görelilik kuramı”nı bu saatler arasında çalışan acilcileri incelerken keşfettiği de söylenir. O denli uzun sürer ki bu iki üç saat, adeta bir ömür olur. Çoğu zaman tek düşündüğümüz “sabah olsun diyordun Abbas, işte oldu sabah” mırıltısıyla devir saatinin tez zamanda gelmesidir. Kimilerinde bu dönem nöbetin tüm yorgunluğunun tavan yaptığı saattir aynı zamanda. Bu kişileri “Allah’ını seven üzerime toprak atsın” derken duyabiliriz. Bu evre bir sonraki nöbete geçmeden önceki dinlenme zamanı ile sonlanır.

Bu evreler kimi bireylerde farklı tezahür etse de genel hatları ile tüm asistanların ortak gerçekliği olarak karşımıza çıkmakta. Bu durumun farkına varmak ve düşüncelerimize odaklanmak ise yaşadığımız güçlükleri bir nebze olsun kolaylaştırmak için kullanabileceğimiz bir basamak.

Somut gerçeklik olan iş yükü ve iş stresinin reddiyesi olmayan bu ‘odaklanma’ işi aslında kendimizi ve olayları nasıl algıladığımız ve bunlara ne tür duygusal tepkiler verdiğimizi ayırt etmeye zaman yaratmak ve farkındalığımızı bu yöne çevirmek için gösterdiğimiz bir çaba. Ancak bu şekilde ruhsal açıdan daha sağlıklı birer birey olma yoluna girebiliyoruz diye düşünüyorum.

En kötü geçen nöbetlerimizde dahi birbirimizden duyduğumuz “Bitmeyen Nöbet Yoktur” cümlesi ile aynı zamanda bir grup dinamiğini de temsil etmekte. Hepimiz, birbirimiz için oradayız ve yardıma daima hazırız!

 

Yazar: Altuğ Kanbakan

Galeri


Paylaş Paylaş