Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Aidat Ödemesi Bağış
Acil Tıp Bülteni
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
  • Üye Girişi
Pazartesi, 2 Haziran, 2025
Son Yazılar
Sağlıkta Şiddet Yasası
Güzel Şehir Van
Ocak 2025 sayımız çıktı. İyi okumalar.
’Bilimin Işığında’ Projesi Devam Ediyor
Bol Sosyal Programlı Özlenen Kongre
Acil Tıp Bülteni
Acil Tıp Bülteni
Aidat Ödemesi
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
      • Önsöz
      • Yayın İlkeleri
    • Künye
      • Dergi Ekibi
    • İletişim
  • Gündem
  • Hobi
  • Röportaj
  • Seyahat
  • Sizden Gelenler
  • Sayılar
  • İletişim
Copyright 2024 - All Right Reserved
E-Dergi

Bülten, Sayı 1

by Mehmet Alp Akın 25 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın
1. Sayı için Tıklayınız....
25 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Haber ve Duyuru

“Zalim İstanbul” sahnesi şikayeti sonuçlandı.

by Mehmet Alp Akın 25 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın

Türkiye Acil Tıp Derneği tarafından, Kanal D isimli kanalda yayınlanan “Zalim İstanbul” isimli dizide geçen “hekime yönelik hakaret ve tehdit” içeren sahneye yapılan resmi şikayet sonuçlandı.

Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun derneğe gönderdiği yazıya göre, ilgili kuruluşun idari Para cezası ile cezalandırılmasına kara verildiğini bildirildi.

Dileriz bu karar, emsal teşkil eder ve bu sahneler artık son bulur. 

25 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
DünyaHaber ve DuyuruTanıtım

2ND SOUTHEAST EUROPEAN CONGRESS OF EMERGENCY AND DISASTER MEDİCİNE

by Mehmet Alp Akın 10 Nisan 2019
written by Mehmet Alp Akın

Tarih: 20.06.2019 – 22.06.2019

Yer: Deniz Müzesi-Beşiktaş, İstanbul

EUSEM desteği ve 11 Balkan ülkesinin ortak organizasyonu ile ilki geçen yıl Belgrad/SIRBISTAN’da düzenlenen Uluslararası Güneydoğu Avrupa Acil Tıp ve Afet Kongresi’nin 2.si TATD ve ATUDER işbirliği ile bu yıl ülkemizde 20-22 Haziran 2019 tarihlerinde Deniz Müzesi-Beşiktaş/İSTANBUL’da düzenlenecektir.

Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Yunanistan, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Romanya ve Türkiye gibi tarihsel ve kültürel ortak değerlere sahip Balkan ülkelerin Acil Tıp alanında da birlikteliklerinin ve geliştirecekleri işbirliklerinin önemli olduğu düşünüyoruz.

Kongre kayıt ücretleri ortak alınan kararlar gereği mümkün olan en düşük düzeyde tutulmuştur. (Erken kayıt Asistan:65 Euro Uzman:80 Euro) Kayıt ve bildiri sistemini de içeren kongre web sitesi de açıldı.

Detaylı bilgi için; www.seedmc2019.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

Erken Kayıt: 19 Nisan 2019

Bildiri Son Gönderme Tarihi:20 Mayıs 2019

Deniz Müzesinin tarihsel ortamında, Balkan ülkelerinden gelen meslektaşlarımızla birlikte acil tıbbı konuşmaya ve İstanbul’un güzelliklerini yaşamaya davet ediyoruz.

http://www.seedmc2019.org/

10 Nisan 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Seyahat

Yeryüzündeki Cennet: Sri Lanka

by Mehmet Alp Akın 21 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın

İlk kez adını ilkokul üçüncü sınıfta öğretmenimden duymuştum. Hemen eve gidip haritamda yerine bakmıştım. Hint okyanusunda küçücük bir gözyaşı damlası gibi görünen ülkenin ismi bana çok gizemli gelmişti. Epey hayal kurduğumu hatırlıyorum. Şimdi geriye dönüp baktığım zaman daha o yaşlarda evrenden hayallerimin gerçekleşmesini talep etmişim. Gel gör ki, 2018 in başında gitmek kısmet oldu. Acaba evren, benim isteklerime rötarlı mı cevap veriyor?  Şaka bir yana Sri Lanka’ yı daha çok çayından dolayı Seylan olarak biliyoruz.  Bu adayı Colomb ilk bulduğunda her tarafı su ile çevrili olduğu için Sea Land diye isimlendirilmiş. Zamanla değişerek Ceylon (ziilon diye telaffuz ediyorlar) olmuş. Adanın yerlileri ise bu isimden hiç haz etmemişler. Onlar memleketlerine benim de çocukken çok sihirli bulduğum Sri Lanka diyorlar. Sri Lanka’nın yüz ölçümü 65.000 km2, yani Türkiye’nin on ikide biri kadar. Nüfusu ise 20 milyon civarında, bizim dörtte birimiz.

Yola düşmeye karar verdiğim noktada her zamanki gibi başladım ülke ile ilgili bilgilere çalışmaya. Bu ön hazırlık dönemi; otelleri ayarlama, günlük programı belirleme benim için neredeyse gezi kadar keyifli, heyecanlı bir süreç. En büyük sorun trafiğin soldan akması oldu çünkü bu araba kiralayamayacağım anlamına geliyordu. Üstüne üstlük pek çok Uzakdoğu ülkesinde olduğu gibi yollar çok darmış. Tüm bloklarda 50 km lik bir yolu iki saatte aldık gibi yazılar okumaya başlayınca tutuştum tabi. Zamanlama açısından bu detaylar çok önemli olduğu için daha fazla çalışmak, araştırmak gerekti. Nihayetinde İngilizce bilen, şoförlü bir araba kiraladım. Anlatmaya başlayacağım bu bir haftalık seyahati üç yakın arkadaşımın eşliğinde unutulmaz anılar biriktirerek tamamladım.

İstanbul Sabiha Gökçen’den Doha’ya oradan da Colombo’ ya, Katar havayolları ile uçtuk. Sabah Colombo havaalanında bizi şoförümüz Dilan karşıladı. Gezinin ayrı bir rengi de Dilan oldu. Çok sempatik, çok bilgili, ne istersek yerine getirmeye çalışan, sürprizlerle dolu Dilan. Tüm gezi boyunca hem şoförümüz, hem de rehberimiz oldu. Tek kusuru, dört kişi için hayli büyük olan (yollarda çok vakit geçireceğimiz için konforlu olsun diye) van tipi Toyota’yı; daracık yollarda Ferrari gibi kullanarak adrenalin düzeyimizi sürekli yüksek tutması idi.

Havaalanından; hiç beklemeden Dambulla’ya doğru yola çıktık ki tüm blok yazarları az bile yazmış dedik. Yol iki şeritli, tek gidiş, tek geliş, her yer tuk tuk (bizim triportörün biraz ufağı) ve motosiklet, dolayısı ile kural diye bir şey yok.  İlk durak Pinnawala Fil Yetimhanesi; buraya 80 km yi 3.5 saatte kat ederek ulaşabildik. Neyse ki gördüğümüz filler ve seremoni (banyo yapmaları, yavru fillerin beslenmesi) buna değdi. Burada filleri, aramızda yalnızca doğal bariyerlerin ve bakıcılarının olduğu doğal ortamlarında gözleme şansımız oldu. Afrika filleri ‘XXL’ ise Asya filleri ‘L’ endamında ama yine de ufak tefek sanmayın. Burası yaralanmış ve yetim fillere bakmak için kurulmuş bir merkez, fakat zamanla üredikleri için fillerin sayıları epey bir artmış.

Dambulla’ya 100 km sonra ulaştık. Tahmin edebileceğiniz gibi yol bizi bitirdi. Herkes yavaş yavaş söylenmeye başlamıştı. Amaaaa, 2 gün kalacağımız oteli görünce ekip sustu ve yüzümüze kocaman bir gülümseme oturdu. Paradise otel hakikaten adı gibi bir doğa içinde huzurun resmi olabilecek bir yer. Tabi biz 2 gün burada kalsak bile yüklü programımızdan dolayı otelde yeteri kadar keyif yapamadık. İki gün boyunca ekibin tartışma konusu ‘madem yalnız yatmaya geleceğiz niye böyle bir otelde kalıyoruz. Daha ucuz bir yerde (temiz olmak kaydıyla) kalabilirdik’ ya da ‘akşamları çok yorgun dönüyoruz böyle keyifli bir yer enerjiyi şarj ediyor, iyi ki burada kalmışız’ vb. Aslında olay şu: Sri Lanka’da pansiyonlar ve küçük oteller ortalama bir gezginin (belirtmek isterim kırk yaş üstü diye) rahat edemeyeceği yerler. Aynı şekilde hijyenik ve lokal restoran bulmak Colombo ve adanın güneyi dışında pek mümkün değil. Oteller bu konuda en güvenilir yerler. 

Sri Lanka tipik bir tropik ülke, her yerden envai çeşit bitki fışkırıyor. Yemyeşil manzarada dev palmiyeler, Hindistan cevizi (king cocconut; bu adaya özgü oldukça büyük bir hindistan cevizi ama tadı küçükleri ile aynı), muz ağaçları ve bilmediğimiz çeşit çeşit yüksek bitkilerin yanı sıra hayvan çeşitliliği de muazzam. Burada insanlar adeta hayvanat bahçesinde yaşıyorlar; filler, maymunlar, sincaplar, iguana ve dev kertenkeleler, rengarenk kuşlar… Tam da çocukken hayalini kurduğum gibi.

İkinci gün sabah erkenden Dambulla’ya çok yakın, Sri Lanka’nın en etkileyici yeri, Unesco Dünya Miras listesinde yer alan Sigiriya Aslan Kalesine gidiyoruz. Sigiriya, Sri Lanka için olmazsa olmaz listesinde ilk sırada yer alıyor. Büyük bir düzlüğün ortasında 200 metre kadar yükselen masa şeklinde üzeri dümdüz yekpare bir kaya parçası. Yemyeşil düzlüğün içerisinde uzaktan görünümü müthiş etkileyici. Fotoğraf çekmeye doyamıyoruz. Dilan, 5.yy da geçen bir hikaye anlattı bize. Kralın iki oğlu varmış; biri resmi, diğeri gayri resmi. Gayri resmi olan çocuk büyüyünce kralı öldürüp, yerine geçmiş, kendini kral ilan etmiş, esas oğlan da Hindistan’a kaçmış. Esas oğlanın kendisini öldürteceğinden korkan gayri resmi kral Kasyapa, bu kayayı yeni başkent olarak seçmiş ve uzun yıllar korku içinde burada yaşamış. 17 yıl sonra Hindistan’daki oğlan gelip burayı yerle bir etmiş ve tahta geçmiş. 14.yy a kadar burada rahipler yaşamış ve kutsal sayılmış. Zorlu bir tırmanış ile yukarı çıkılıyor. Tırmanış sırasında kayalara yapılmış ve yüzlerce yıldır açıkta olduğu halde renkleri bozulmamış freskler gördük. Ana kayaya tırmanış, kayalara oyulmuş iki aslanpençesinin arasından başlayan merdivenlerle yapılıyor ve bu etkileyici manzaradan dolayı aslan kayası ismi verilmiş. Kayanın üzerinde eski yapılara ait temel kalıntıları ve bir adet havuz görülüyor. Yukarıdan manzara ise tam anlamı ile büyüleyici. Sigiriya’dan indikten sonra etrafındaki gölde sal ile gezdik ve yerel bir köyü ziyaret ettik. Köyde misafir olduğumuz evde yerel tatları denedik ve tuk tuk ile köyden bizi bekleyen ferrarimize ulaştık.

Öğleden sonra ikinci olmazsa olmazımızı gerçekleştirmek üzere, yakın bir mesafedeki Unesco Dünya Miras listesinde yer alan Polonnaruwa Antik Kentine yola çıktık. Dilan, burası beni aşar deyince yerel bir rehber ayarladık ve gezmeye başladık. Oldukça büyük bir kompleks, yağmurda hafif hafif başladığı için elimdeki listeye öncelik vererek Polonnaruwa gezisini planladık. Burası ikinci krallık döneminin başkenti, pek çok tapınak ve saray kompleksinden oluşuyor. Bana Angkor Wat’ı (Kamboçya) anımsattı biraz. Aslında buraya tam gün ayırıp bisikletle gezmeyi çok isterdim. Bir daha gelmek için sebeplerimizin olması bu anlamda beni yapamadığım şeyler için avutuyor.

Ertesi gün gene erken uyanarak Dambulla yakınındaki kayalara oyulmuş mağaralara gittik. Mağara içerisinde kayalardan oyularak yapılmış yüzlerce Buda heykeli vardı. Yerel halkın ibadet ettiği bir bölge burası ve herkes Buda’ya lotusdan oluşan hediyeler sunup dua ediyor. Lotusların cazibesine kapılıp ister istemez koklamaya kalkışınca sağlam bir fırça yedim bir teyzeden. Meğer Budalara sunulan lotusların koklanması saygısızlıkmış. Bu vesile ile bizde öğrenmiş olduk.

Üçüncü günümüzde Kandy’ye gidiyoruz ve uzun bir yol yapacağız. Yolda üzerinde devlet kontrolünde üretim yapan bir baharat çiftliğine uğradık. Fitoterapi uzmanı olarak kendini tanıtan bir arkadaş eşliğinde baharat çiftliğini gezip bilgi aldık. Çıkışta burada üretilen ürünlerden satın almak için markete girdiğimizde şok olduk. Sri Lanka çok ucuz bir ülke olmasına rağmen burada satılan ürünler çok pahalıydı. Ayrıca belirtmek isterim ki bu ürünleri ülkemizde beşte bir fiyatına alabiliyoruz. Taş yerinde ağırdır sözüne atıfta bulunarak ayrıldık.

Gene yol üzerinde bir çay fabrikasını gezdik. Asıl çay plantasyonu Nuwara Eliya da. Fakat dağların tepesinde, yolu oldukça kötü olduğu için biz buraya gitmedik. Sevimli bir Sri Lankalı kız bizi fabrikada gezdirdi ve bilgi verdi. Yeşil ve siyah çayın aynı bitkiden elde edildiğini, eğer fermantasyon olmadan çay elde edilirse yeşil, fermantasyon sonrası olursa siyah çay elde edildiğini öğrendik. Çay bitkisinin sadece ucundaki sürgünler 4-5 yaprak şeklinde elle kırılarak toplanıyor. En uçtaki en taze sürgün en değerlisi. Bu ayrıca hasat ediliyor ve bundan altın ve gümüş çay elde ediliyormuş.

Öğlen yemeğimizi yerel bir restoranda aldık. Burada şunu eklemem lazım; Sri Lanka’da aç kalınmaz. Çok zorlayıcı bir mutfak yok, yiyecekler lezzetli, belki biraz baharatı fazla. Ama asla Hindistan mutfağı kadar değil. Acı sevenler için ise bir cennet bu yemekler. Gene belirteyim; Meksika mutfağı kadar da acı değil. Burada çocuklara altı aylıkken acı vermeye başlıyorlarmış ve periyotlar halinde dozlarını arttırıyorlarmış. Acı yemek bir tür dayanıklılık testi gibi bir şey, bununla gurur duyuyorlar. Kandy’ ye giderken yolda büyük bir manavın önünde durup var olan tüm tropikal meyveleri tadıyoruz. Kimi çok leziz, kimi oldukça değişik. Facebook da benim sayfamda Dilan ve tropik meyve anlatımı ile ilgili hem detaylı hem de pek sevimli bir video var. İzlemenizi tavsiye ederim. Dilan beğenmediğimiz tüm meyvelere çok sağlıklı, şuna iyi geliyor, güzelleştiriyor, hücre yeniliyor falan diyor sürekli. Bizde yiyemediğimiz her şeyi ona zorla yediriyoruz. Doğal sonuç olarak Dilan yol boyunca hiç susmadan konuşuyor.

Kandy’ deki otelimizin adı Topaz; tepede nefis bir manzarası var. Kandy’yi genel olarak pek sevmedim. Çok karışık, trafik var, çok gürültü var. Bu kadar yeşilin ortasında bu keşmekeş pek ironik durmuş. Fakat sabah uyanıp da Royal Botanik bahçesini görünce birden bu şehir adı gibi şeker görünmeye başladı gözüme. Topraktan köklenip, gökyüzüne ulaşan yüzyıllık ağaçlar, renk renk çiçekleri ile çok özel bir bahçe. Buradayken saatin nasıl hızlı geçtiğini hiç birimiz fark edemedik tabi. Koştur koştur son kralın sarayını ve Buda’nın dişinin saklandığı tapınağı ziyaret ederek günü sonlandırmayı planlıyoruz. Neyse ki iki ziyaret noktası da aynı yerde. Özellikle Buda’nın dişini muhafaza ettiği için Kandy’deki bu tapınak kutsal sayılıyor ve ciddi bir ziyaretçi akımına uğruyor. Buralara kadar gelmişken görmeden olmaz yani. Benim için pek de heyecan verici değildi. Otele giderken bir mücevher mağazasına giriyoruz. Sri Lanka çayı kadar değerli taşları ile de ünlü. Özellikle safir ve topaz. Bizimkiler baya bir vakit geçiriyor burada ben ise sıkıntıdan kurdeşen dökmek üzereyim. Bir an önce otele gidip dinlenmek ve ertesi güne başlamak istiyorum. 

Bugün uzun yol yapacağız ve ülkenin güneyindeki sahil bölgesine gideceğiz. Galle kasabası. Burası fotoğrafçıların durak noktası. Çünkü sırıkta avlanan balıkçıların bulunduğu bölge. Dünyada bu şekilde balığın tutulduğu tek ülke ve tek kasaba. İşte bu yüzden Sri Lanka’da burası benim için olmazsa olmaz. Üzücü olan bu şekilde balık avlama burada da bitmek üzere. Artık turistler ve fotoğrafçılar için bir gösteriye dönüşmüş durumda. Balıkçıların bulunduğu bölgeye gelmeden önce Galle kasabasını gezip, surlarında dolaşıyoruz, sahilde güzel bir kafede soğuk biralarımızı içiyoruz. Tekrar aracımızla sahil boyunca ilerliyoruz. Ülkenin bu kesimi plajlar ve sayfiye yerleri ile dolu. Hoş manzaraları izlerken hiç hoş olmayan bir şey öğreniyoruz. Son tsunamide bu bölgede 35.000 insan ölmüş. Önce küçük bir dalga gelmiş, deniz kıyıya balık bırakıp oldukça geriye çekilmiş. Balıkları toplamaya gelenlerin üzerine on yedi metrelik dev dalga gelip hepsini yutmuş. Sonuç her yer enkaz ve ölü. Yolumuzun üzerindeki tsunami fotoğraf müzesi ve anıtını görüyoruz. Keyfimiz kaçıyor ister istemez. Sessiz bir şekilde sırık balıkçılarına ve gün batımına doğru yol alıyoruz. Balıkçıların çoğu betel çiğneyerek uyuşmuşlar, dişler sararmış, gözlerinin akı safran sarısı olmuş. Sağlam bir bedel ödeyerek keş balıkçıları sırıklara çıkarıp sözde balıklarını tutturuyoruz. Ben seri halde fotoğraf almaya başlıyorum tabi. İşimiz bitince biraz eğlenelim deyip sırıklara biz çıkıyoruz ve pek çok komik fotoğraf karesi çekiyoruz. Epey yorgun Galle’e dönüşe geçiyoruz. Dilan bize bir sürpriz hazırladığını söylüyor. Burada yaşayan bir arkadaşının evinde ufak bir yemek hazırlandığını bizi beklediklerini söylüyor. Halbuki hepimizin aklından geçen odaları kumsala açılan otelimize dönmek, güzel otel yemeklerini yemek, gece kumsalda uzanmak. Hepimiz biraz mızıldanıp çok yorgunuz desek te Dilan çok ısrarcı, biz de kıramıyoruz onu. Galle’de misafirliğe gidiyoruz. Aracımız öyle karanlık ve dar sokaklara giriyor ki biraz ürperdiğimi itiraf edeyim. Sonunda bir demir bahçe kapısı açılıyor ve evin avlusuna arabamızı park edip iniyoruz. Müthiş bir manzara bizi bekliyor. Nehrin denize açıldığı yerde iki katlı nefis bir ev. Miami havası veren bir atmosfer. Sri Lankalı olup da İsviçre’de yaşayan ev sahibimiz ve zarif Rus eşi harikulade bir sofra ile bizi karşılıyor; ahtapot, her boyundan karides ve bayıldığımız zencefil soslu kalamar (bir daha nerede yiyebilirim acaba böyle bir şey). Sohbet ile birlikte yemeklere gömülüyoruz, aradan bir saat kadar geçiyor ki bir konuk daha geliyor. Dilan’ın gözleri yuvalarından fırlıyor, çünkü gelen kişi Sri Lanka’nın Tarkan’ı denebilecek (ev sahibi Rus hanım söylüyor bunu) Amal Perera imiş. Dilan acayip öforik, yerinde duramıyor. Sanırım Tarkan’la aynı masada otursam ben de heyecanlanırdım. Sohbet muhabbet derken geç saatlere kalarak kumsala açılan odalarımıza gidiyoruz. Gözlerimizden uyku aksa da biraz da kumsalda takılıyoruz. Hızlı bir plan değişikliği yapıyoruz. Otel güzel, biraz keyif yapalım, yarın erken yola çıkmayalım diyoruz. Gene de ben saat 11.00 de teker döner deyip, 12.00 yi kabul etmiyorum. Zira yarın başkent Colombo var. 

Sabah geç uyanma, deniz, sahil yürüyüşü ve muhteşem bir kahvaltı sonrası teker Colombo için dönüyor. Colombo başkent ama çok da vakit ayırılacak bir yer değil bence. Daha doğrusu Sri Lanka gibi özel bir ülkede, çok özel durmuyor. Ufak bir şehir turundan sonra değişik mimarisi ile kırmızı camiyi, hindu tapınağı ve pitta sokağını geziyoruz. Bir Türk olarak gittiğim her ülkede yaptığım asli görevlerimden birini yerine getirmek istiyorum. Dilan’dan beni bir markete götürmesini rica ediyorum. Bakıyorum ekip benden meraklı, marketten çıkamıyoruz. Son yemeğimizi otelde güzel bir şarap ile kapatıp, uyuyoruz. Ertesi gün sabah erkenden dönüş yoluna düşeceğiz.

Gezginlerin klasik bir sorusu vardır. Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir? Cevap veriyorum: gezdiği yerleri gitmeden önce okuyup, sonra gezen bilir. Sevgili acilci arkadaşlarım bol okumalı, bol gezmeli ve sağlık içinde yıllar dilerim.

21 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Röportaj

Semih Korkut ile Yelkencilik ve Acil Tıp Üzerine

by Mehmet Alp Akın 21 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın

Son yıllarda Acil Tıp uzmanlarını sadece kendi klinik branşlarının gelişimine katkı ile kalmayıp, bürokrasi içindeki makam ve görevlerle ülkemiz sağlık sistemi içinde Acil Tıp bakış açısını başarı ile temsil ettiklerini görmekteyiz. Bu yazımızda, dünyanın sayılı mega-kentlerinden olan İstanbul’umuzun Acil Sağlık Hizmetleri başkanlığını başarı ile yürütürken Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde  eğitime katkı sunan ve şimdilerde Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü makamında görevlerini icra eden Doktor Öğretim Görevlisi değerli arkadaşımız Semih Korkut’ u konuk edeceğiz. “Yelkencilik” konusundaki tutkusunu yakından bilen biri olarak Kendisine yapmış olduğum röportaj teklifimi hiç düşünmeden kabul eden sevgili hocamıza yine kendisi ile röportajı yapan bir diğer arkadaşım Uzm. Dr. Öncü Sancak’ a teşekkür ediyorum…
İyi okumalar,
Doç. Dr. Serkan Emre Eroğlu

ÖNCÜ SANCAK – Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sebebi ziyaretimiz aşikar, lakin asıl sorulara başlamadan önce; bir röportaj klasiği olarak, sizden kendinizi tanıtmanızı isteyebilir miyiz?

SEMİH KORKUT –  Balıkesir, Altınoluk 1973 doğumluyum. İlkokul, Ortaokul ve Liseyi orada okudum, üniversite ise Trakya üniversitesi idi. Mesleğe başladığım ilk yıldan sonra, hep acil servislerde çalıştım ya da acil sağlık hizmetleri ilişkili idari görevleri yerine getirdim.

ÖNCÜ SANCAK – Direk konuya giriyorum o halde… Ülkemizde spor ve ya hobi denildiğinde ilk akla gelenler arasında yelkenciliğin olduğu söylenemez. Bu durum hakkında ayrıca fikrinizi almak istiyorum, lakin ondan önce; sizin yelkencilik maceranızın nasıl başladığını merak ediyorum. Cem Yılmaz’ın deyişi ile; “Neden yelkencilik?”

SEMİH KORKUT –  Her zaman deniz kenarında yaşadım yüzdüm, serbest dalış yaptım… Sörf yaptım… Sonraları, Düzce’de çalıştığım dönemde; Karadeniz’ in hırçın yapısından dolayı yukarıda saydığım sporları yapamaz olduğumda, ne yapabilirim? diye düşünmeye başladım. Madem ki denizin içine giremiyorum, üstünde yapılan bir spor arayışına girdim. Ve, İzmit yelken kulübünde üç yıl boyunca yelken eğitimi aldım.

ÖNCÜ SANCAK – Peki…  Benim gibi yelken ve yelkencilik konusunda görece cahil insanlara biraz yelkencilikten bahseder misiniz? Nasıl bir uğraştır? Başlamak için nelere sahip olmalıyız? Nerelerde icra edebiliriz? vs. vs.

SEMİH KORKUT – Dışarıdan bakıldığında oldukça pahalı bir spor gibi gözükebilir. Ama eğer, doğru yerde doğru kişilerle ve doğru bir eğitmenle başlanırsa hiç de öyle olmadığı görülür. Doğru bir kulüp bulunduktan sonra, oradan eğitime başlanabilir. Öyle ki, bir çok kulüp kıyafet ve diğer malzemeler konusunda yardımcı oluyor. Ben de, ilk başladığımda çok pahalı malzemeler alarak başlamıştım bu spora, zaman ilerledikçe; o kadar pahalı malzemeye gerek olmadığını gördüm. Netice de, eldivenin yüz dolara olanı da var, 10 dolara da….  Üstelik, aralarında da büyük bir fark olmadığını görürsünüz. Yine, bir çok yerde yelken kulubü mevcut… Özellikle de, Fenerbahçe’de, İstanbul’da çok kolay yelkene başlamak.

ÖNCÜ SANCAK – Bir yönetici olarak ciddi sorumluluklara sahipsiniz.  Mevcut koşullarınızda, yelken uğraşınıza mesleğinizin nasıl yansımaları oluyor?

SEMİH KORKUT –Bir süredir yelken yapamıyorum en azından istediğim gibi yapamıyorum. Daha önce haftada iki defa denize çıkarken, şimdi denize ayda bir çıkabiliyorum. Yelken “ani karar verdiren” bir takım sporu… Denize çıktığımda, tamamen yelkene odaklanıyorum, karaya çıktığımda; sanki uzun bir aradan sonra tekrar işe dönüyormuş gibi motive oluyorum.

ÖNCÜ SANCAK – Şimdi de tersinden soralım… “Yelken”, mesleğinizi nasıl etkiliyor?

SEMİH KORKUT – Her zaman olumlu etkiledi.

ÖNCÜ SANCAK – Bir hobinin doğası gereği eğlendirici veya rahatlatıcı olması beklenir. Ama bir çok uğraş gibi arka planda ciddi bir emek ve yaşanmışlık vardır. Nasıl zorluklar yaşadınız? Bu yazıyı okuyup yelkenciliğe merak salacak insanlara, kendilerini bekleyen süreçten biraz bahseder misiniz?

SEMİH KORKUT – Bugüne kadar iki üniversitede yelken kulubü kurulmasında çalıştım. Teklifleri ilettiğimde, ilginçtir aynı cevabı aldım. Birbirini tanımayan iki üniversitenin iki üst düzey yöneticisi, bana; “çocuklar boğulur olmaz” dedi. Ama… Her iki üniversitede de yelken kulübü kurduk.

ÖNCÜ SANCAK – İlkokuldan bu yana derslerde sürekli duyarız, “Türkiye 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir…” 3 tarafı denizlerle çevrili olsa da; yüzme, yelken ya da  herhangi bir su sporu konusunda ciddi bir uluslararası başarıya sahip değiliz. Aynı şekilde deniz taşımacılığı da kara ve hava yollarının yanında pek popüler bir ulaşım yolu değil. Denize bu kadar yakın olup aramızın bu kadar açık olmasının sebepleri sizce neler olabilir? 

SEMİH KORKUT – Bize hep deniz tehlikeli olarak anlatıldı. Deniz kenarında büyümeme rağmen, ailem hep beni uyarırdı… “denize girme boğulursun” diye etrafımdaki arkadaşlarım da hep aynı uyarıyı alırdı. Belki de ondandır.

ÖNCÜ SANCAK – Doktorların birçoğunun meslek harici hobileri veya profesyonel-yarı profesyonel uğraşları olduğu bilinir. “Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar.” sözü bu meselenin topluma nasıl yansıdığının ufak bir göstergesi aslında. Sizce doktorluk, doğası gereği mi? bizleri başka alanlara yönlendiriyor? Yoksa sadece doktorluk gibi bir meslekte, meslek dışı uğraşların popüler olması topluma garip mi geliyor? Doktorluk ve doktorların hobileri hakkındaki görüşlerinizi merak ediyorum.

SEMİH KORKUT –  Bir ara tekne yapmaya verdim, bir tekne planı aldım… Bu dönemde, birçok meslektaşım bana yardıma geldi. Hatta, bir hocamız vardı… teknede, benim zımpara yapmama yardımcı olurdu. İki saat boyunca tozun içerisinde çalışırdı, sonra son derece lüks olan aracına binip giderdi… üstü toz içerisinde… Bakıldığında profesör, bölüm başkanı… çok kazanan bir öğretim üyesi… konuştuğumda; “meditasyon” yaptığını söylerdi, “zımpara” yaparken.

ÖNCÜ SANCAK – Tekrar asıl konumuza dönüyorum. Yelken geçmişinizde, hiç başınızdan enteresan veya zorlayıcı bir olay geçti mi?

SEMİH KORKUT –  İki üç defa tekne batırdık, ama denize çıkarken bu tekne batabilir diye düşündüğümüz için her şeye hazırlıklıydık.Tekneler su alırsa batmasın diye, su geçirmez odalar yapmıştık. Sonuçta… tekneleri kaybetmedik.

ÖNCÜ SANCAK – Peki, yelkencilikte yaygın bir hastalık, sakatlık veya benzeri, bu spora özgü bir patoloji var mı? Ve de, bu açıdan doktor olmanın yelkencilik pratiğinde bir faydasını gördünüz mü?

SEMİH KORKUT –Malesef sık oluyor her yelkenci mutlaka ayak parmağını kırar bende kırdım bir haftalık yelken seyrinin ilk saatinde kimseye söyleyemedim beni tekneden gönderirler diye. Hekim olmak çok avantajlı… Herkes sizi kendi teknesine istiyor… 🙂

ÖNCÜ SANCAK – Son olarak bu röportajımızı okuyacak olan meslektaşlarınıza gerek yelkencilik gerekse mesleki anlamda neler söylemek istersiniz? Hangi tavsiyelerde bulunursunuz?

SEMİH KORKUT –Mesleki olarak siz hocalarım kadar tecrübeli değilim onunla ilğili söyleyecek bir sözüm yok. Yelkencilik için ise… Bir an önce başlamak lazım… ama iyi araştırmak gerekir, doğru eğitici çok önemli…

Bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

ÖNCÜ SANCAK – Değerli vaktinizi bize ayırdığınız için dergimiz adına çok teşekkür ederiz. Size meslek hayatınızda başarılar ve kolaylıklar dileriz…

21 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Mercek

Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında Acil Tıp Uzmanlığının Gelişimi

by Mehmet Alp Akın 21 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın
Özel Sağlık Kurumlarının Gelişimi

Sağlık Bakanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılışı ile birlikte 3 Mayıs 1920 tarihinde yürürlüğe giren 3 sayılı Kanun ile kurulmuştur. Belirlenen temel görev doğrultusunda, koruyucu sağlık hizmetlerinin yürütülmesi için hükümet tabipliği ve sağlık müdürlüğü kurulmuştur. Tedavi hizmetlerinin ise, belediyeler ve özel idareler tarafından yerine getirilmesi planlanmış olup, yoksul hastaların hükümet tabipleri ve diğer kuruluşlar tarafından ücretsiz olarak tedavi edilmesi öngörülmüştür. 224 sayılı Sağlık hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Kanunu’nun 1961 yılında kabul edilmesi ile birlikte sağlık hizmetlerinin, halkın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde sürekli, yaygın ve entegre olarak sunulması amaçlanmıştır. Sağlıkta sosyalizasyon 1980’lerde gelişmeye başlayan liberal akımlar karşısında zayışamaya başlamış, değişim göstermek durumunda kalmış ve özel sağlık kuruluşlarında ivmelenme başlamıştır (Resim 1). (1)

Resim 1. 1967-2000 Yılları İtibariyle Yataklı Sağlık Kurumları Sayısı (TÜİK; Aralık/2006-Mayıs/2007)

Özellikle 2002 yılı sonrasında, Türkiye’de bir yandan toplam sağlık harcamaları artarken diğer yandan da sosyal güvenlik kurumlarının özel sektörden sağlık hizmeti satın almasının yolu açılarak özel sağlık sektörü desteklenmiştir. “Sağlık Reformları” adıyla dile getirilen bu değişiklikler 2003 yılına gelindiğinde “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)’’ olarak değiştirilmiştir. SDP; sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi, sağlık hizmetlerinin finansmanı ve sağlık hizmetlerinin sunumu olarak üç temel alan kapsamında getirilen politikaları kapsamaktadır (Resim 2). (2)

Resim 2. Yıllara ve Sektörlere Göre Nitelikli Yatakların Toplam Yataklar İçerisindeki Oranı, (%), (Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2015 İstatistik Yıllığı)

Acil Tıbbın Gelişimi

Acil Tıp AD (İlk ve Acil Yardım AD) kurulmadan (1993 öncesi) önceki yıllarda acil servisler acil poliklinik hizmetleri adı altında mesai dışı her türlü hastane hizmetinin verildiği yerler olarak son derece kısıtlı ve yetersiz olanaklar altında çalışmak zorunda kalan pratisyen hekimler tarafından yürütülmüştür. (3) 1994 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde iki uzman doktor ve üç acil tıp asistanı ile başlamış, ardından program sayıları yıllar geçtikçe artmaya devam etmiştir. 1999 yılında 15 olan acil tıp anabilim dalı sayısı yaklaşık % 70 artarak 2004 yılı itibariyle toplam 26’ya ulaşılmıştır. Acil tıp uzmanlığı 10 yılın sonunda toplam 134 acil tıp uzmanı ve 225 acil tıp asistanı ile halen çok yeni olan bir uzmanlık dalı için geniş bir kadroya sahip olmuştur. (4) Ülkemizde 2015 itibariyle 42 tane Üniversite, 27 tane EAH, 8 tane EAH ile Afiliye Üniversite, 7 tane Özel Hastane ile Afiliye Vakıf Üniversitesi ve 2 tane EAH ile Afiliye Vakıf Üniversitesi olmak üzere toplam 86 klinik ve anabilim dalında Acil Tıp ihtisası verilmektedir. 2015 yılı itibariyle Acil Tıp Uzman sayısı 1000’e yaklaşmış, toplam eğitim gören asistan sayısı 1000’i geçmiştir. Acil Tıp Profesörü sayısı 50’ye Doçent sayısı 100’e ulaşmıştır. (3)

Özel Sağlık Kurumlarında Acil Tıp Uzmanlığının Gelişimi

1999 yılında Dr. Serpil Yaylacı Larkin İstanbul’da Acıbadem Hastanesi’nde ilk acil tıp uzmanı (ATU) olarak özel sektörde görev yapmaya başlamıştır. Sayıca az olması nedeniyle genelde hastanelerde tek başına görev yapmaya başlayan ATU’lar bir yandan hizmet verirken bir yandan da tanınma aşamasında olan uzmanlık dalının tanıtımına katkıda bulunmuşlardır.

2002 yılında Ankara Bayındır Hastanesi acil servisinde ilk defa 4 ATU grup olarak görev yapmıştır. Hizmet sunucusu özel sektörün payının özellikle 2000’li yılların ilk dekadında sağlıkta dönüşüm programı ile beraber artması özellikle özel sağlık sigortaları ve ardından sosyal güvenlik kurumunun (SGK) hizmet alıcı şeklinde geri ödemelerini cazip şekilde yapması özel sektöre yatırımları artırmıştır. Artan özel hastane sayısıyla beraber rekabetin de artması, acil servislerde hasta bakım kalitesi ve fiziki yapılarda iyileştirme önerileriyle ATU’lar göz önünde yer almaya başladılar. Geri ödeme kurumlarının ödemelerinde daha az sorun yaşanması, acil serviste hasta bakımında daha az hata yapılması ve hasta memnuniyetinin artması ATU’ların acil servislerde istihdamının önünü açmıştır.

2000’li yıllarda devlet ve özellikle üniversitelerde görev yapan ATU’lara kıyasla özel sektörde maaşların daha cazip olması ATU’lar için özel sektörü cazip hale getirmiştir. 2000’’nin ilk dekadının sonlarına doğru Sağlık Bakanlığı’nın acil servise başvurulardaki acil hasta tanımı ve SGK’nın ardı ardına yayınladığı sağlık uygulama tebliğleri (SUT) ile tam veya kısmı sözleşme imzalayarak hizmet veren sağlık hizmet sunucusu kurumlarının sözleşmelerinde acil servise başvuran hastalara yapılan ödemelerin sınırlarını çizmesi özel sağlık kurumu yöneticileri ve özel sektörde görev yapan ATU’lar için dönüm noktası olmuştur. Bu aşamada özellikle SGK ile sözleşme imzalayarak kısmi anlaşmalı olan ve sözleşme imzalamayarak anlaşma yoluna gitmeyen bazı özel sağlık kurumları acil servislerini küçültme ve sınırlandırma yoluna giderken, tam anlaşmalı kurumlar ise acil servislerinin kapasitelerini aynı tutmuş ya da genişletmiştir. Bu gelişmeler kapasite daraltan kurumlarda çalışan ATU’lar için hem olumsuz olurken, diğerleri için olumlu olmuş ve hatta kapasitesini aynı tutan ve genişleten kurumlar daha fazla ATU ile çalışma gereksinimi duymuştur.

ATU’nun Özel Sağlık Kurumlarında Kazancı ve Özlük Hakları

ATU’lar özel sağlık kurumlarında kıdemleri ve tecrübelerine göre ücretlendirilebilmektedir. Bu rakamlar şu anda çoğunlukla İstanbul’da kamu kurumlarında görev yapan ATU’ların gelirine (kamu kurumda görev yapan sözleşmeli ATU’dan aşağıda) yakın, ancak İstanbul dışında altında kalmaktadır.

Özel sağlık kurumlarında görev yapan ATU’lar için uygulanan 3 farklı gelir modeli bulunmaktadır. Bunlardan bordrolu ve serbest meslek erbabı olarak gelirini tahsil eden ATU’lar gelir vergisine tabi iken, fatura karşılığı gelirini tahsil edenler kurumlar vergisine tabi olmaktadır. Şu haliyle kurum yöneticileri ATU ile net veya brüt maaş ile  kontrat imzalayabilmektedirler. Özellikle İstanbul merkezli zincir sağlık grupları brüt gelir anlaşması önermektedirler. ATU bu noktada uyanık olmalı ve brüt rakamın cazibesine kapılıp hemen imza atmamalıdır. Serbest meslek erbabı (şahıs şirketi) ve tüzel bir kişilik (limited veya anonim şirket) olarak gelir tahsil edildiğinde brüt gelir önerilediğinin altını tekrar çizmek lazım. Bu durumda ATU’nun bu brüt rakamdan gelir gider dengesine uygun gelir/kurumlar vergisini ile KDV ile sosyal güvenlik kurumu (BAĞKUR veya SSK) primlerini kendisinin ödeme zorunlu bulunmaktadır. Ancak bütçe yapabilen ve gelir/gider dengesinin takibiyle, kısa vadeli yatırımlarını akılcı bir şekilde takibini yapabilen bir ATU için brüt ücret ile anlaşma yaparak belge karşılığı gelir tahsilatı mantıklı bir yol olabilir. Bordorlu gelir tahsilat modelinde ise yine gelir vergisine tabi olup kamu ve üniversitede görev yapan ATU’lar gibi tüm vergi ve prim kesintiler yapılarak net maaş verilmektedir.

İlgili aya tekabül eden gelir için de 3 farklı model bulunabilmektedir. Sürekli sabit bir rakam ile anlaşılabilirken, düşük bir sabit gelire ek hakedişe esas gelirlerden (hasta muayene, müdahale, gözlem vb) belli bir oranda paylaşım (kamudaki performans (döner sermaye) sistemine yakın) ya da tamamen daha yüksek oran da bir paylaşım modeli de bulunmaktadır. Bu noktada akıldan çıkarılmaması gereken nokta tam paylaşım modelinde sadece görev yapılması halinde kazancın olduğu, çalışmadığı durumlarda herhangi bir gelir oluşmadığının altını çizmek lazım. 

ATU’ nun Özel Sağlık Kurumlarındaki Geleceği

ATU’ lar görev yaptıkları özel sağlık kurumları eğer vakıf üniversitesi ile afiliye hastaneler ise hem hizmet hastanesinde görev yapan uzman, hem de vakıf üniversitesinde görev yapan akademisyen rolleri bulunabilmektedir. Çoğunlukla bu iki rol için ayrı ayrı ücretlendirilmemekte ve tek bir gelirin paylaşımı yapılmaktadır.2018 itibariyle özel sağlık kurumlarında 100’e yakın ATU görev yapmaktadır.

Diğer branşların acil tıp uzmanlığını daha yakından tanıması ve artık onlar için acil tıp pratiğinin ATU tarafından uygulanmasının, sorumluluk ve bazen yoğunluğunun azalmasının, ATU’ ların idari görevlerde yönetici olarak görevler alması özel sektörde ATU’ lar için olumlu, yol açıcı olmuştur ve olacaktır.

Doç. Dr. Serkan Şener
Acil Tıp Uzmanı
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD
Acıbadem Ankara Hastanesi
Başhekim Yardımcısı ve Acil Servis Sorumlu Hekimi
ssenermd@gmail.com
serkan.sener@acibadem.edu.tr

KAYNAKLAR

1- Çavmak, Ş , Çavmak, D . “TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI” Sağlık Yönetimi Dergisi 1 (2017): 48-57

2- Türkiye’de Sağlık Sektörüne Bakış, http://www.harmonigd.com.tr/tr/haber/turkiyede-saglik-sektorune-genel-bakis/ Ulaşım: 10.05.2018

3- Acil tıp nedir? https://www.acilci.net/acil-tip-nedir/ Ulaşım 10.05.2018

4- S. Şener, E. Aksay, M. Özsaraç, et al, Türkiye’de acil tıp asistanlık programları Dünü, bugünü ve yarını. Sendrom (2005):36-40

21 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Hobi

Zamandan Etkilenmeyen Bir Popüler Oyun: FIFA

by Mehmet Alp Akın 21 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın

Kanada merkezli oyun şirketi Electronic Arts (EA) ünlü futbol oyunu FIFA serisini ilk kez hayatımıza soktuğunda takvimler 1993’ü gösteriyordu. Günümüz şartlarında antika olarak gözüken ve bir floppy disk, yani kendi Türkçemize basitleştirirsek disket, içinde taşınabilen bu oyun 1993’te ilk çıktığında günümüz için ne kadar çağ dışı gözükse de döneminde, futbol oyunları arasında devrim ateşini ilk yakanlardan olmayı başarmıştı. 2019’ a yaklaşırken, EA’ nın ünlü futbol oyunu FIFA’nın 26. oyunu da yayımladı. İlk çıktığı yıllarda sadece ülke milli takımlarının olduğu ufak bir oyun, şu anda 30’un üzerinde oynanabilir lig, 700’ün üstünde oynanabilir lisanslı takım ile şu an için futbol oyunları sektöründe son 5 senedir yaptığı ataklar ile 1 numaraya yükselmeyi başardı. 2016 senesinde Türkiye Spor Toto Süper Lig’inin de geçen sancılı süreç sonrası lisansının alınıp oyuna eklenmesi, bu oyunu Türkiye’de de daha popüler hale getirdi. Türkiye’de de oyunculuk sektörünün gelişmesi, federasyon destekli e-spor kulüplerinin açılması sonrası geniş kitlelere bir “oyun” olarak ulaşan FIFA, çağımız gereği sosyal medya gücü, Youtube-Twitch gibi gameplay yayını yapan kişilerin buradan maddi anlamda ciddi gelir elde etmesiyle de birlikte oyun-hobi kavramının bir adım ötesine bile geçti. Mümkün olduğunca bu oyunun hobi kısmını tanıtmaya çalışacağım.

Bu sene kapağında Real Madrid oyuncusu Cristiano Ronaldo’yu barındıran oyun, bizi sade bir menü ile karşılıyor. Yanınızda bulunan bir arkadaşınızla bire bir maç yapabileceğiniz, bir kulüp seçip o kulüpte yöneticilik yapabileceğiniz, ya da sadece ben “kulüpten kendi belirlediğim bir oyuncu” olmak istiyorum deyip devam edebileceğiniz modları mevcut. Ancak futbol oyunlarının sıkıcılığı burada başlıyor. Yıllardır oyun oynayan bir kişi olarak kendi görüşümü söylersem, oyun ne kadar iyi bir yapay zekaya sahip olursa olsun, yapay zekaya karşı oynamak belli bir süre sonra sıradanlaşıyor, tek düzeleşiyor. İşte bu noktada FIFA serisinin diğer serilere üstünlüğü ortaya çıkıp oyunu sürekli oynanabilir hale getiriyor, bunu da online modları ile başarıyor.

İlk internet bağlantılarımızla 146 çevirmeli 56k modemlerle girdiğimiz, bir resim indirmek için saatlerce beklediğimiz internet bağlantıları artık evlerde 100 Mbit/sn hızlara kadar ulaştı ve oyun sektörü de bu işin kaymağını çok iyi yemekte. Artık oyuncuların online olarak, İzmir’deki evinde kanepesinde otururken, Colorado’ dan biriyle sanki evde yan yanaymış gibi hızlı ve akıcı oyun oynayabiliyor olması, insanları oyuna bağlı tutan en önemli unsur oldu. Tabi bunda EA’ ın altyapılarının da hakkını vermek lazım, oyun içi takılmalar ve hatalar yok denecek kadar azaldı.

Oyun içi bahsedeceğim ilk mod pro club modu. Online olarak oynanabilen bu modda, sıfırdan kurulan gerçek hayatta olmayan bir kulübün seçtiğiniz mevkisinde oynayan bir oyuncu olarak liglerde yarışabilirsiniz. Örnek verecek olursak, Real Mardin isimli bir kulüp kurup, formasını armasını ayarlayıp, stadını seçip, bu takımda 10 numaralı formasıyla oyun kurucu olarak oynayabilirsiniz. Bu modda herkes sadece 1 oyuncuyu kontrol edebilmekte, eğer olursa da aynı anda 11’e 11’den 22 kullanıcının aynı anda maç yapabilmesini sağlayacak altyapı hizmetini vermekte. Soğuk kış günlerinde halı sahaya gitmeye erinen kişiler için, herkesin kendi evinden bu sanal sahaya geçerek başka ülkelerden kişilerle rekabet etmesi olayı gayet zevkli kılıyor. Playstation platformunda canlı mikrofon desteği ile de konuşmalarınız birbirinize kulaklık vasıtasıyla ilerletebiliyor. Yani “Allah’ ını seven defansa gelsin” dediğinizi tüm arkadaşlarınız duyabilir, gerçek hayatta ürettiğimiz “ben koşamıyorum kondisyonum olsa Real Madrid’de oynardım” teorilerinizi en azından sanal ortamda gerçekleştirebilirsiniz. Takım olarak aldığınız galibiyetlerle hem oyuncunuzu geliştirip hem de mevcut haliyle 10. ligde başlayan takımınızı üst liglere taşıyarak başarıdan başarıya koşturtabilirsiniz. Çalıştığım hastane olan Ege Üniversitesi Acil Servis’ i olarak şu an için 5 üyesi bulunan “Ege Acil” kulübü 4. ligde hayatına devam etmekte, ilgilenenler iletişime geçebilir boş mevkilerimiz mevcuttur.

Diğer bir online mod olan FIFA Ultimate Team modu, yani kısaca FUT, oyunun en çok tercih edilen modu. Burada sıfırdan yaratılan kendi kulübünüzün, örneğin Vefaspor, renklerini amblemini stadını seçiyor, istediğiniz formayı verip oyuncu alımına başlıyorsunuz. Yani işleri biraz düzgün başarırsanız, Vefaspor forması altında Lionel Messi’nin asist yapıp İbrahimovic’in gol attığını görebilirsiniz. Hatta son 3 senedir “ICON” özelliği ile takımınıza Maradona, Pele, Hagi gibi efsane statüsü kazanmış emekli futbolcularının gençlik halleriniz ekleyebilir, onlarla başarıdan başarıya koşabilirsiniz. Maalesef bir maçtan kazandığınız ortalama 500 coin iken, bu tarz ikon oyuncuların fiyatları 500.000 coinin üstünde olup, bunları başarmak için oyunda zaman geçirmek gerekmekte.

Fiziksel yorgunluğu olan futbol aşıklarına, sürekli aynı evde buluşma imkanı olmayan arkadaşlıklara FIFA 19 bu sene de ilaç gibi gelmekte, bir oyun için insanı yeterince eğlendirmeye devam etmekte.

Her türlü soru için www.twitter.com/mulizm

21 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Mercek

Tükenmişlik Sendromu Korunma Yolları

by Mehmet Alp Akın 21 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın

Acil sağlık hizmetlerinin verildiği kurumlar tasarımları gereği stres kaynaklarının yoğun olduğu çevrelerdir. Sağlık hizmeti verenler ölüme sebep olmuş sarhoş sürücüler, yakınlarının hakaret ettiği ağır hastalar, ölüme yaklaşmış kanser hastaları, birçok benzeri hastayla muhatap olurlar. Bunlar sadece istatistikler gibi görünebilir ancak sağlık çalışanları için gerçekçi ve rutindir.

Acil tıpta stres vardır. Acil servislerde her yıl ülke nüfusundan daha fazla başvuruya cevap vermeye çalışıyoruz. Her an beklenmedik hastaların başvurusuna, kaotik bir ortamda maruz kalıyoruz. Stres acil tıpçıların günlük rutinidir. Uzun çalışma saatleri, hasta hakkında kısıtlı bilgi ile hızlı ve doğru karar verme baskısı, enfeksiyonlara maruziyet riski, diğer branşlara göre daha yoğun güvenlik sorunu, şiddet, tanı atlamama çabası ve mükemmel olma baskısına ek olarak medikolegal sorumluluk acil tıp doktorunun sağlık ve yaşam kalitesini etkiler. Bu stresörlerin posttravmatik stres sendromu, akut stres, kümülatif stres ve depresyona yol açması sürpriz değildir. Dahası bu mental durum, kazalar ve kritik karar hataları ve konsantrasyon bozuklukları yanında kişinin intihar girişiminde bulunması gibi riskleri de beraberinde getirir.  

Stres günlük yaşantının olağan bir parçasıdır. Aslında orta düzeyde stres pozitif ve motive edici bir faktör olabilir ve sıklıkla işimizin esasıdır. Hedeflerimizi başarmamıza ve daha iyi performans göstermemize yardımcı olur. Ancak stresin giderek yükselmesi, dozunun artması ve uzun soluklu maruz kalınması beraberinde tükenmişliği (burn-out) getirir.

Tükenmişlik terimi ilk olarak 1974 yılında Herbert Freudenberger tarafından kullanılmıştır. Cristina Maslach (Stanford Üniversitesi) ise 1981’de tükenmişliği duygusal tükenme, kişisel yetersizlik ve kendine yabancılaşma olarak tanımlamıştır. Biz acil tıpçılar aslında tükenmişlikten konuşmaktan bıkmış durumdayız. Her gün onunla flört eder ve uçlarda geziniriz. Tükenmişliğe karşı koyarak direnç yaratırız.

“Acil tıbbın stresi çoktur ve kümülatiftir. Bunlar iş memnuniyetsizliği, hastalık ve tükenmeye yol açar. Kişisel ve profesyonel yaşantınız arasındaki denge tükenmeyi önleyen anahtardır. 1 den 10 a kadar bir skala yapın. İşinizi 1’e özel yaşantınızı 10’a koyun. Dengeniz nerede? Çoğu acil tıp hekimi 3 diye belirtir. Yani çok ağır çalışıyorum ifadesidir bu”.  Jay A. Kaplan.

Sağlıklı yaşam nedir ve neden önemsiyoruz?

Sağlıklı yaşam aslında çoğumuz özellikle de acil tıpçılar için basmakalıp bir tanımlama gibidir. Bu nedenle sağlıklı yaşam hakkında yazmak zordur. Çünkü çoğumuz bir dereceye kadar bunun gerekli olduğunu biliriz. Hepimiz sağlıklı olmayı umarız, ama sağlıklı olmak sadece hastalık olmaması durumu değildir. Acil hekiminin iş yerindeki stres kaynağını tespit etmesi, stresin etkilerini tanıması ve tükenmişliğe karşı strateji geliştirmesi çok önemlidir. Burada amacımız acil doktorlarına sağlıklı yaşamın ne kadar önemli olduğunu göstermektir. Sağlıklı yaşamın elementleri birbirine bağlıdır ve nasıl yaşadığımıza katkıda bulunmaktadır, ancak her acil doktoru bu elementleri farklı öncelikle seçebilir. Sağlıklı yaşam bir çark gibidir. Her element çarkın dönmesi için kritik öneme sahiptir ve sağlıklı yaşam incelendiğinde bu elementlerin birbirine nasıl bağlı olduğu görülebilir ve yaşantımıza katkıda bulunuruz.

Sağlıklı yaşam çarkının 7 elementi vardır.

1. Mesleki

İşinize giderken mutlu musunuz? Acil serviste çalışırken sizi tatmin eden şey nedir? Acil doktoru için mutluluk nedir? Koopere hasta? İlginç vakalar? Etkin destek personeli? Daha fazlası? Acil tıp asistanlığına başladığımızda muhtemelen bir cahil mutluluğu durumundayız. Ancak günler içinde artan iş yükü, çalışma saatlerinin yoğunluğunun eklenmesi ile zihin ve vücudun yorgun olduğu saatler beraberinde gelir. Bölümsel sorunları düzeltme ihtiyacı her zaman olacaktır, kilit nokta bu sorunları işinizin tatmin edici yanları ile dengelemenizdir. Pozitif noktaları bulmak zorundasınız, çünkü insan doğası doğru olanı değil öncelikle yanlış olanı bulmaya ve kavramaya ayarlanmıştır. Bu nedenle tüm negatif düşünceleri bir kenara bırakıp işinizle ilgili pozitif noktaları bulun.

2. Duygusal

Acil tıp hızlıdır ve streslidir. Kaçımız yaşadığımız ve hissettiğimiz şeyi anlamak için zaman ayırıyor? Mönitörlü gözlemdeki hastaya neden kızdığımız veya telefonda konuştuğumuz konsultandan neden rahatsız olduğumuzu düşünmek için çok az zamanımız var. Acil hekimleri olarak duygularımızı inkar etmek yerine ne hissettiğimizi kabul etmek zorundayız. Karşıt konsultanlar veya zor hastalarla rahatsız olabiliriz ancak bu hisleri nasıl yöneteceğimizi seçme gücüne sahibiz. İyimserlik ve başkaları ile tatmin edici ilişkiler kurmak sağlıklı yaşamın anahtarıdır.  

3. Fiziksel

Yeterince egzersiz yapmak, iyi yemek yemek, yeterli uyku çekmek ve hastalık belirtilerine dikkat etmek ve gerektiğinde tedavi olmak fiziksel olarak çok önemlidir. İyi fiziksel görünüme sahip acil hekimleri, öz saygı ve benlik kontrolünün psikolojik yararlarını göreceklerdir.

4. Ekonomik

Ekonomik olarak güvende olmak acil doktoru olarak etkinliğinizin önemli bir bileşenidir. Mali sağlıklı yaşamın parçası ailenin geçiminin sağlanması, aylık faturaların ödenmesi, çocuğunuzun eğitiminin planlanması ve rahat bir emeklilik için hedefler belirlenmesini içerir. Kendinize ekonomik hedefler belirleyip, planlar yapın.

5. Ruhsal

Acil tıbbın anlamı ve amacı nedir? Yardım ve şifa dağıtma sanatı mı? Hayal kırıklığı, şüphe ve korku dolu zamanların huzurlu uyum zamanları ile harmanlanmasını her gün acil serviste tecrübe etmekteyiz ve bu da varlığımızı anlamlandırmamıza neden oluyor.

6. Sosyal

Acil serviste diğer çalışanlarla ilişkileriniz nasıl? Dışarda yaşamınız nasıl? Özel hayatınızı acil servisin dışında, acil servisi özel hayatınızın dışında tutun. İş arkadaşlarınız, dış arkadaşlarınız ve ailenizle etkin ilişkiler geliştirmeniz sosyal sağlığınızın göstergesidir.

7. Entelektüel

Uzmanlığınız sürekli değiştikçe ve geliştikçe açık fikirli olmak kritik öneme sahiptir. Bilgilerinizi acil serviste çalışma arkadaşlarınızla paylaşmak canlandırıcı olabilir ve kendinize meydan okumanın bir yolu olarak hizmet eder.   

Acil hekimlerinin yaşamında mutluluk ve dayanıklılık

Gerçek mutluluk 3 bölümden oluşur: zevk, katılım ve anlam. Bir an için iyi duygulara veya zevklere sahip olabiliriz; ancak katılım ve anlam mutlu bir yaşam sürdürmek için en büyük katkı sağlayıcılardır. Bu nedenle her birey mutluluğun büyük bir bölümünü kontrol eder. Anlamlı etkinliklere katılım aslında mutluluğun başlıca nedeni olarak görünüyor. Günlük hayatımızdaki anlamı bulmalıyız. Kişinin mutlu olması için bir nedeni olmalıdır. Yaşantımızda en anlamlı olanı seçmek zorundayız. İşte bunun için geliştirilmiş bazı stratejileri takip etmekte fayda var.

  • Travmatik deneyimleri renkli anlatılara dönüştürmek, onları potansiyel zararlı duygusal anılardan arındırır. İlham almak için hastalarınızı not edin. Günlük tutmak, makale yazmak olumsuz bir tecrübeyi olumlu bir tecrübe haline getirir. Yıllar içinde biriken, mizah duygusu ile harmanladığınız tecrübelerinizi diğer meslektaşlarınızla paylaşarak onların yararına sunabilirsiniz.
  • Meditasyon iç sakinliği bulmak ve duygusal durumlara tepki vermeyi sınırlamak için mükemmel bir yöntemdir. Tükenmişlik oranlarını önemli azaltır. Günlük rutininizde hasta yanına giderken derin bir nefes alıp, yavaşça bırakın ve bunu ömrünüz boyunca yapın.
  • Akran danışmanlığından faydalanın. Stresli olayları empatik bir meslektaşınızla tartışmak sahip olduğunuz en iyi tıptır ve mizah bu noktada en iyi başa çıkma stratejisidir.
  • Kendinize yeni açılımlar yaratın. Yerel veya ulusal çapta derneklere gönüllü çalışmak, diğer faaliyetleri keşfetmek (resim, fotoğrafçılık, rehberlik, yazarlık, eğitim vermek, vb) bunlardan sadece bazıları. Kendisine yeni kanallar açan hekimlerin daha düşük tükenmişlik oranlarına, daha uzun meslek yaşantısına ve daha fazla kariyer doyumuna sahip olduğu ortaya konmuştur.
  • Doktorluk öğretmek anlamındaki latince kökenli bir kelimeden gelmektedir. Asistanlarınızı, hemşirelerinizi, teknik personelinizi, hatta hastalarınızı eğitebilirsiniz ve sizin tecrübelerinizden faydalanabilirler.
  • Bir misyon ve kariyer planı geliştirin ve hedeflerinize ulaşmanızı kolaylaştıracak kişisel koçluk gibi bazı eğitimleri alın.
  • Empati duyarsızlaşmanın en iyi tedavi yöntemidir.
  • Kendi ihtiyaçlarınıza dikkat edin. Tüm gece uyumak ve uygun beslenme ile direnmek daha kolaydır. Vücudunuzu hareket ettirmeyi unutmayın. Spor depresyondan uzak tutar. Zevk aldığınız şeylere zaman ayırmayı unutmayın. Takviminize koyun ve vardiyanızmış gibi davranın.
  • Stres sürelerinizi kısıtlayın. Limitlerinizi bilin ve yüksek stresli faaliyetlerinizi düşük stresli etkinliklerle dengeleyin. Korku filmleri ile gevşediğinizde veya tatillerinizde ölüme meydan okuyan maceralar yaşamaya başladığınızda duygularınızdan ayrı kalırsınız ve kalıcı bir adrenerjik uyarı ile yaşamaya başlarsınız ve durum daha da kötüleşir.

Esneklik ve dayanıklılık doğuştan değildir ancak geliştirilebilir bir yetenektir. Kendimizi ne kadar çok anlarsak acil tıbbın içinde yıpranma pratiğine o kadar donanımlı oluruz.

Son söz:

  • Mükemmel olmak öncelik değildir.
  • Önceliklerinizi belirleyin.
  • Yeni bir hobi bulun.
  • Sevdiğiniz hobilerinize zaman ayırın.
  • Kim olduğunuzu kabul edin.
  • Fit kalın.
  • Sağlıklı beslenin.
  • Küçük şeylerden mutlu olun.
  • Duygularınız hakkında konuşun.
  • Vücudunuzu dinleyin.
  • Aşırı yüklenmekten kaçının.
  • Düzenli aralıklarla izin alın.
  • Ailenize ve arkadaşlarınıza zaman ayırın, onlarla temasta kalın. 

Kaynaklar

  1. Being well in Emergency Medicine: ACEP’s Guide to Investing in Yourself. https://www.acep.org/content.aspx?id=32184#sm.0000rgupvz9mbdx2t4s1qrnx252ns. Erişim Şubat 26, 2018.  
  2. Mental Health and Stress in Emergency Medical services. https://www.nemsma.org/images/pdfs/Mental_Health_and_Stress_final.pdf. Erişim Şubat 26, 2018
  3.   Avoid Burnout by Managing Your Stress. https://www.acep.org/content.aspx?id=22722#sm.001mcz4ia198bde610ja2x5tr4a0j. Erişim Şubat 22, 2018
  4. A. Weber, A. Jaekel-Reinhard. Burnout syndrome: a disease of modern societies? Occup Med 2000; 50(7):512-7.
21 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Mercek

Acil Tıp Hekimi Nasıl Yaşamalı?

by Mehmet Alp Akın 20 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın

Yazıma başlarken öncelikle sizinle “Medscape Emergency Medicine Physician Lifestyle Report 2018” raporuna ait bazı verileri paylaşmak istiyorum. Bu raporun sonuçlarına göre; Acil Tıp hekimlerinin yarısından fazlası (%58) iş hayatı dışındaki yaşamlarında mutluyken, sadece %26’sı  iş hayatlarında mutlular. Yine neredeyse yarısına yakın bir bölümü (%48) tükenmişlik, depresyon yada her ikisinden birden muzdaripler ve bu oran kadın Acil Tıp hekimlerinde (%54) erkeklere  göre daha fazla. Peki bu durumla nasıl başa çıkıyorlar dersiniz? Yarıdan fazlası (%54) egzersiz yaparken, nerdeyse üçte biri (%35) alkol ile bu durumla başa çıkmaya çalışıyor. Neyse ki sigara (%4) ve diğer uyuşturucuların (%1) kullanım oranı çok daha az. Yine bu rapora göre; Acil Tıp hekimlerinin büyük bir kısmı evli ve ilginç olarak eşlerin çoğu sağlık alanı dışında çalışıyor. Yıllık izin alma durumlarına baktığımızda ise, yarısından azı (%45) yılda 3-4 hafta izne ayrılıyor.  İlginç olan bir başka durum ise yarısına yakını (%48) kilo vermek istiyor; ancak sadece %26’sı haftada 4-5 gün egzersiz yaparken, %9’u hiç egzersiz yapmıyor. %26’sı haftada 5 yada daha fazla kez alkol alıyor. Tabi tüm bu veriler bize ait değil ve Türkiye Acil Tıp hekimlerine bunu uyarlamak ne kadar gerçekçi tartışmalı olsa da bize yol gösterebileceğini düşünüyorum.

Çalışma şartlarımız ve saatlerimiz normal bir yaşam sürdürmeye pek te uygun değil bildiğiniz gibi.  Akşam saatlerinde, hafta sonu ve resmi tatil demeden 7/24 çalışıyoruz. Özellikle benim gibi yaş aldıkça, böyle düzensiz bir şekilde ve geç saatlerde çalışmak zor olabiliyor. Ayrıca, genç meslektaşlarımızda hafta sonları ve tatil günlerinde görevli olduklarından, aile hayatlarını ve sosyal faaliyetleri sıklıkla kaçırıyorlar.

Peki tüm bu olumsuz çalışma koşullarına rağmen, sağlıklı yaşamak mümkün değil mi? Bir Acil Tıp hekiminin sağlıklı yaşaması için geliştirebileceği bazı stratejiler var kuşkusuz.  Gelin isterseniz şimdi bunlardan bahsedelim:

  • Ne istediğinizi bilin.

İsteklerinizi öncelik sırasına göre listeleyin ve gerçekten isteyip-istemediğinize karar verin.

  • Bir gruba katılın.

Kendinizi iyi hissedeceğiniz, hoşça vakit geçireceğiniz, takdir edileceğiniz ve en önemlisi de yeteneklerinizi geliştirebileceğiniz bir gruba katılın.

  • Düzenli olarak egzersiz yapın, doğru beslenin ve daha çok uyuyun.

Haftada 3-5 kez en az 45 dakika boyunca egzersiz yapın. Herkes için geçerli tek bir diyet yoktur; kendinize uygun olanı keşfedin, kahvaltının önemli bir öğün olduğunu unutmayın. Karbonhidrattan fakir, proteinden zengin beslenmeye çalışın. Su tüketiminizi artırın. Özellikle gece uykusu önemlidir, nöbetçi olmadığınız zamanlarda en az 6 saat uyumaya özen gösterin. Sadece uyanmak için değil, yatmak için  de saatinizin alarmını kurun.

  • Teknolojiden uzak durun.

Özellikle tatil günlerinizde elektronik cihazlarla bağlantınızı mümkün olduğunca azaltın. Zamanınızı kendinize, ailenize, arkadaşlarınıza ve  sevdiklerinize ayırın.

  • Doğada vakit geçirin.

Fırsat buldukça  doğada vakit geçirmeye çalışın; güneşi, yağmuru, rüzgarı hissedin.

  • Her gün gülün.

Kahkaha iyi bir ilaçtır. Sizi gülümsetecek, eğlendirecek bir kitap okuyun yada film izleyin.

  • Kucaklayın ve dokunun.

Dokunmak insan sağlığı için önemlidir. Ailenize, arkadaşlarınıza, çocuklarınıza sarılın ve onları sık sık kucaklayın.

  • Başarısız olmayı kabullenin.

Hepimiz bazen başarısız olabiliriz. Bu olguyu kabullenip günlük hayatımıza dahil etmeyi öğrenmek, başkalarına daha etkili biçimde öğretmemize ve hastalarımıza daha iyi bakmamıza olanak sağlayacaktır.

Başarısız olmayı kabullenmeyle ilgili geliştirilebilecek stratejiler:

  • Başarısız bir arkadaş bulun.
  • Bir iş arkadaşınıza iyi bir başarısızlık dostu olun.
  • Hatalarınızdan ders alın.
  • Profesyonel yardım isteyin, bundan çekinmeyin.
  • İş hayatınızdaki planlamayı iyi yapın.

Mümkün olduğunca planınızda açık olmaya çalışın ve planınıza sadık kalın.

  • Bir takım oyuncusu gibi çalışın.

Meslektaşlarınızı destekleyin ki, onlarda sizi desteklesinler. Çalışanlarınıza destek olun, onlara küçük jestler yapın.

  • Kendinize iyi bakın.

İş dışında bir şeyler yapmak için kendinize zaman ayırın. Bunun için geliştirilebileceğiniz stratejiler:

  • Yapmaktan hoşlandığınız aktiviteler planlayın. Doğada yürüyüş yapın, müzik dinleyin, yoga yada benzeri egzersizler yapın,  sinemaya gidin.
  • Başkalarına “hayır” demeyi öğrenin.  Biraz bencil olun ve kendinize zaman ayırın.
  • Sosyal hayatla olan bağlantınızı  kesmeyin, ama günün belli saatleriyle sınırlandırın.
  • Kendinize karşı merhamet edin ve dikkatli biri olun.

Kendinize karşı acımasız olmayın, başkalarına yaptığınız gibi kendinize de merhamet edin. Bir başarısızlıktan sonra en iyi arkadaşınızla konuşur gibi kendinizle konuşun. İç sesinize kulak verin. Yargılayıcı veya eleştirel olmak yerine kendinize karşı nazik davranarak basit hatalarınızı düzeltin. Hata yapan tek kişi siz değilsiniz, unutmayın. Hatalarınızı abartmayın, sadece daha dikkatli olun.

  • Dayanıklılığınızı artırın.

Kendinizi geliştirin, risk alın, öğrenin. Karşılaştığınız her durum gelişmenize olanak verir. Başarısızlıklarla yüzleşin. Gerilemenize neden olsa bile zorlukları kabullenin. Kendinizi geliştirmek ve öğrenmek  için çaba gereklidir. Eleştiriye açık olun. Başkalarının başarısı ilham, öğrenme ve  bilgi kaynağıdır. Daha başarılı olmak için potansiyelinizi zorlayın.

  • Ruhsal sağlığınıza dikkat edin.

Küçük şeyleri dert etmeyin. Her şeyi değiştiremezsiniz, sadece değiştirebileceklerinize odaklanın. Küçük şeylerden zevk alın. Her zaman pozitif düşünün.

Sonuç olarak  bir Acil Tıp hekimi için sağlıklı yaşamın anahtar noktalarını; yorgunluğun nedeninin tanımlanması ve azaltılması, zaman yönetimi, iş hayatı-özel yaşam dengesinin kurulması, tükenmişliğin farkına varılması, stres yönetimi, esneklik, takım oluşturma ve liderlik, zor durumlarla başa çıkma olarak özetleyebiliriz.

Hepinize sağlıklı, huzurlu, stresten uzak ve olabildiğince mutlu yaşamlar diliyorum. Sevgiyle kalın…

Kaynaklar

  1. Rosen’s Emergency Medicine 9th Edition, Chapter e13, Wellness, Stress, and Impaired Physician. P: e145-e148.
  2. The College of Emergency Medicine, Maintaining wellbeing in Emergency Medicine, 2013.
  3. http://www.annemergmed.com/article/S0196-0644(14)00756-2/abstract
  4. https://emergencymedicinecases.com/preventing-burnout-promoting-wellness-emergency-medicine/
  5. https://www.medscape.com/slideshow/2018-lifestyle-emergency-medicine-6009223
  6. https://www.medscape.com/viewarticle/750482
20 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Mercek

Wellness Nedir? Neden Önemlidir?

by Mehmet Alp Akın 20 Mart 2019
written by Mehmet Alp Akın

Sağlıklı bir hayat sürmek, dünya üzerinde yaşayan tüm insanların en büyük dileği. Yaşam bizlere verilen en güzel armağan ve vücudumuz, bu armağanı muhafaza ettiğimiz mabedimiz. Dolayısı ile bedenimize çok iyi bakmalıyız. Maalesef sağlık çalışanları olarak bizler bile sağlığımızın önemini hasta olana kadar pek de kavrayamıyoruz. Aslında birçok kişi kırklı yaşlarda bunu fark ediyor ama harekete geçmek pek kolay olmuyor. Görmezden gelmek, rutini devam ettirmek daha kolay… Farkına varmanın ise sorumluluğu var. İyi beslenmek, spor yapmak, alkol ve sigara tüketmemek, eski alışkanlıkların yerine ne koyacağını öğrenmek ve bunu günlük hayatın rutinine yerleştirmek gerekiyor.

Özellikle son yıllarda sağlıklı yaşam dediğimizde beraberinde gelen yeni bir kavram var: Wellness. Sağlık çalışanları olarak çoğumuzun az çok bu konuda bir fikri var. Fakat tam olarak wellness felsefesini biliyor muyuz? Wellness en basit tanımıyla, “iyi olma durumu” olarak ifade ediliyor. Wellness’i hasta ve güçsüz olmama, sağlıklı beslenmek veya düzenli spor yapmak olarak tanımlamak son derece yanlış olur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), wellness’ı, “Sadece hastalıklardan ve mikroplardan korunma değil, bir bütün olarak kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyi olma hali” olarak tanımlamıştır.

Wellness, sağlıklı ve tatmin edici bir yaşamın farkında olmaya ve böyle bir yaşam için tercihlerde bulunmaya yönelik dinamik bir değişim ve son noktası olmayan bir gelişim sürecidir. Wellness yaşam için bir yoldur, en yüksek potansiyelimizi elde etmek için tasarladığımız bir yaşam biçimidir. Wellness bir seçimdir, optimal sağlığa doğru hareket etmek için verdiğiniz bir karardır, farkındalığın aktif sürecidir, bütün benliğin bilinçli gelişimidir. Wellness yolculuğu, kişisel tekamül yolunuzda ruhen, bedenen ve zihnen size ivme kazandıracak bir felsefedir. Beden, beyin ve ruhun entegrasyonu; yaşamımızın kıymetini bilmemizi, yaptığınız her şeyde değer artışı algılamamızı sağlar. Yani optimal wellness yaşamın amaçlarını ve anlamını bulmamıza zemin hazırlar.

Wellness’ı daha iyi anlamak için, bileşenlerine bakmamız gerekir. Bu felsefeyi yedi alt başlıkta boyutlandırabiliriz. Wellness’ın birbiri ile ilişkili olan, fiziksel, duygusal (zihinsel), entelektüel (düşünsel ve yaratıcı), ruhsal (spiritüel), sosyal, çevresel ve mesleki wellness gibi boyutları vardır. Fiziksel boyut; dengeli ve sağlıklı beslenme, düzenli spor, ideal kiloyu koruma, yeterli ve kaliteli uyku, güvenli cinsel hayat, alkol ve sigara gibi toksinlerden uzak kalmayı gerektirir. Sağlık çalışanları olarak belki de en hakim olduğumuz ama maalesef en az uygulayabildiğimiz boyut. Yeterince su içiyor musun? Ne yazık ki çok az insan yeterli su içiyor. Sonra beslenme… Piyasada çok fazla işlenmiş gıda, ilaçlanmış ve mevsim dışı satışa sunulmuş meyve-sebze var. Tahıl tüketimine çok ağırlık verilmiş durumda. İnsanlık, tarih boyunca hiç bu kadar işlenmiş tahıl tüketmedi. Bu nedenle herkesin bağırsaklarında ciddi sorunlar var. Birçok kişi kabızlık çekiyor, vitamin ve mineral emilimi bağırsaklarda yeterince olmuyor. Gıdaların çoğu çok şekerli ve kimyasal içerikli olduğu için vücutta enflamasyon ortaya çıkıyor. Bu enflamasyonlar kemik ve eklem ağrılarına neden oluyor. Vücut sürekli bu enflamasyonu tamir etmeye çalışıyor, bağışıklık sistemimiz ise alarm halinde.

Duygusal (zihinsel) boyut; kendi duygularımızı takip edebilmemizi, alışılmış, ya da öğretilmiş hatta belki de şartlandırılmış duygulanımlardan kurtulup özümüze dokunmamızı sağlar. Yaramaz bir çocuk gibi hiç susmadan konuşan, sürekli isyan halindeki zihnimize dinginliğin, huzurun yolunu açar, spritüal olarak bizi besler. Zihninizi eğitin; olumlu düşünmek zihin için önemlidir. Ama şu da var; zihin ‘olumlu düşün’ deyince düşünebilen bir yapı değil. Eğitim ve toplumsal faktörler de zihnin negatif düşünmesi için zihni eğitiyor. Pozitif düşünebilmek için kişinin kendini güçlendirmesi gerekiyor. Bunun için günde hiç olmazsa üç dakika hayatınızda iyi giden şeyleri düşünebilirsiniz ve zamanla bu süreyi arttırabilirsiniz. Zihninizin imkanlarını keşfedin, sahip olduğunuz en güçlü silah beyninizdir ve onu lehinize nasıl kullanabileceğinizi, insan zihninin sonsuz değişim ve dönüşüm gücünü fark etmeye zaman ayırın. Duygusal yönden iyi olan bir kişi, kendisinin farkındadır ve bu kişi bireysel olarak sürekli gelişmeye devam eder.

Entelektüel (düşünsel ve yaratıcı) boyut; yeni fikirler, özgünlük ve yeniliğin kapılarını aralarız bu boyutta. Bize olaylara karşı eleştirel düşünebilme yetisini kazandırır. Yaptığımız seyahatler, gördüğümüz kültürler, tanıştığımız yeni insanlarla, yeni fikirleri tartışarak ve deneyimlerimizi yaşamın her karesinde paylaşarak ilerlememize yardımcı olur.

Ruhsal (spiritüel) boyut; kendimizi anlamayı, sevmeyi, hayatı sorgulamayı ve içsel bir arınmayı derinlemesine hissetmemizi sağlar. Yaşam anlamlı ve amacı olan bir duygudur. Yaşam büyük bir sevgidir. En önemli sevgi kendini sevmektir, kendini sevmeden başkasını tam olarak sevemezsin. Dünya hayatı ile birlikte iç dünyaya ait ihtiyaçları dengelemek için bu boyuta ihtiyaç duyarız.

Sosyal boyut; çevremiz ile kurduğumuz iletişimi tanımlar. Başkalarına karşı sempatik, dost ve sıcakkanlı olmak için bize huzur ve güven verir. Kendimizi insanlar karşısında doğru tanıtabilme imkanı yakalarız.

Çevresel boyut; kendi dünyamızdan çıkıp dışarıda neler oluyor sorusuna verdiğimiz cevap bizi çevresel boyuta götürür. Kendi dünyamız dışında yaşanan toplumsal olayları, çevremizde olup bitenleri farklı bir bakış açısıyla değerlendirmemize yardımcı olur. Sağlık için zararlı olmayan temiz ve güvenli bir çevrede yaşama yeteneğidir.

Mesleki boyut; iş yaşamında sağlıklı çalışma performansı, keyif, mutluluk ve başarıyı bir arada yürütme yeteneğidir. Birey bu dengeyi sadece kendisi için değil iş ortamındaki diğer bireylerle birlikte yürütme ve sürekli daha iyisini elde etme üzerine odaklanır.

Wellness tüm bileşenleri ile sayfalarca yazılacak, tartışılacak muazzam derin bir konu. Kendimizin ve sevdiklerimizin hayatını anlamlı kılmak en büyük gayemiz. Zaman da bu konuda en büyük düşmanımız. Zamanın hızla akıp gittiği, yaşam mücadelesinin zor olduğunun öğretildiği hayatımızı; evimizde, işyerimizde, sosyal çevremizde tadına varmadan, sevdiklerimizle kaliteli zamanlar geçirmeden, başkalarının isteklerini yerine getirme görev bilinciyle koşuşturma içinde geçiriyoruz. Gün bittiğinde ise yetiştiremediğimiz işlerden dolayı suçluluk duygusu ile mutsuz ve yorgun yataklarımıza giriyoruz. Peki, bu duygu ile günler nasıl geçer? Hayat nasıl devam eder? Kendimizi yalnızca mesleki kimliğimizle ya da anne, baba, eş olarak tanımladığımız sürece mutlu olabilir miyiz? Tamda bu noktada karar verin. İstediğiniz hayatı mı, yoksa razı olduğunuz hayata mı devam etmek istiyorsunuz? Sürekli yüksek sesle konuşan, hatta bağıran, konudan konuya atlayan, sizi sürekli yetersiz bulan, eleştiren, suçlayan zihninizi susturun. Sizin iyiliğinizi isteyen, sizi anlayan o derinlerden gelen, kendini duyurmaya çalışan kısık sese, kalbinizin sesine artık kulak verin.

Hayat zor değil… Hayatı zor kılan bizleriz. Hayatı kolaylaştıracak da bizleriz. Wellness kavramının temelinde her yönüyle daha sağlıklı ve daha uzun bir yaşam sürebilmek amacı yattığına göre; uzatın elinizi, kendi elinizi tutun ve kaldırın.  

20 Mart 2019 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Newer Posts
Older Posts

Hakkımızda

  • Üyelik Başvuru Formu
  • Kurumsal Kimliğimiz
  • Gizlilik Politikası

Bize Ulaşın

  • Mustafa Kemal Mahallesi Dumlupınar Blv. No:274 Mahall E Blok Daire:18 Ankara
  • Telefon: (0312) 438 12 66
  • Email: bilgi@tatd.org.tr
@2024 – All Right Reserved. Designed and Developed by Themis
Facebook Twitter Instagram Linkedin Youtube Email
Acil Tıp Bülteni
  • Home
Giriş

Çıkış yapana kadar oturumumu açık tut

Şifrenizi mi unuttunuz?

Password Recovery

A new password will be emailed to you.

Have received a new password? Login here