Bir Emsal Dava; “Benim Param ile Maaş Alıyorsun”


Ali Kaan Ataman, Acil Tıp Uzmanı, Koyu Beşiktaşlı, Teknoloji tutkunu. Hayvansever, Sualtı sevdalısı… Adını bilmeyenlerin “o sakallı bey var ya” diye tanımladığı bu birey, aynı zamanda; idealisttir, her türlü bilgiye kafa göz dalar, yer-yutar. Dokuz Eylül Ün.’den mezun olup uzmanlığını da aynı hastaneden alan Kaan, Doktor Öğretim Üyesi olarak Okan Üniversitesinde çalışmaya devam etmektedir...

Gonca Karakaptan, Çok konuşuyorsun, “sen Avukat ol” lafına inanarak mesleğe adım atmıştır. Yapamazsın diyenlere aldırmadan genç yaşında emsal davaya imza atmıştır, sayesinde artık; kimse, kimsenin vergileriyle maaşını almamaktadır. Haksızlığa gelemez, kolay kolay pes etmez. Kedisinin anası, kendi bürosunun ve de TATD’ nin avukatıdır.

BÜLTEN: Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

2014 yılı Başkent Hukuk mezunuyum. Sağlık hukukuna olan ilgim sebebi ile bu alanda ilerlemenin gerekliliğine hep inanmıştım. Ne var ki, 2014’te Ankara’da Sağlık Hukuku eğitimi veren üniversite yoktu ve yine Türkiye’de sadece 3 üniversitede bu alan açılmıştı. Yeri gelmişken, maalesef 5 yıllık süreçte de hak ettiği düzeye ulaştığı söylenemez.

Sonuç olarak, 2014’te Sağlık Hukuku’nun peşine takılıp İzmir’e taşındım. İzmir Üniversitesi & Dokuz Eylül Üniversitesi iş birliğinde Sağlık Hukuku Yüksek lisans eğitimi aldım. Kendi büromu da burada açmamla birlikte İzmir’e yerleştim. 2018’den beridir de TATD ile hukuki iş birliği içindeyiz.

BÜLTEN: Sağlık hukukuna yönelmenizin sebebi ne idi?

Henüz fakültede öğrenciyken mezun olduğumda spesifik bir alanda uzmanlaşma hayalim vardı. Sağlık hukukuna ilişkin sempozyumlara denk geldiğimde alanın ilgimi çektiğini fark ettim, hekim olan ablamın da teşvikiyle bu alana yönelip birçok eğitim programına katıldım ve yüksek lisans eğitimi aldım.

Hakim, Savcılar ve meslektaşlarım dahil olmak üzere herkes hastaneye hasta olarak gittiği için, “olaya hasta gözüyle bakmak kolay, zor olan; hekimi anlamak”. İçerden görmeyenler, hekim akrabası olmayanlar, hekimlerin idealistliğini, ne denli zor ve yoğun şartlarda çalıştığını, nasıl bir muameleye maruz kaldığını görmüyor. Bu sebeple hekimlerle empati kurup mahkemede onları doğru biçimde yansıtabilmeye çaba gösteriyorum.

BÜLTEN: Bir Emsal davanız vardı… “Benim vergilerimle maaş alıyorsun” …  Bu dava sonucu ile hakikaten emsal olurken, büyük de ses getirmişti. “Benim vergilerimle maaş alıyorsun” sözü, kazandığınız davaya dek hukuken ne olarak tanımlanıyor idi?

Bence bu sözü söyleyen herkesin muhatabını aşağılama, alt konumda hissettirme amacı gütmesine rağmen; hukuken onur, şeref ve saygınlığı rencide edici boyutta olmadığı, ağır eleştiri niteliğinde olduğu kabul ediliyordu. Maalesef ki mahkemeler beraat veriyordu, mahkeme bir ihtimal ceza verdiğinde de Yargıtay bu cezayı bozuyordu ve yine sonuç alınamıyordu.

BÜLTEN: Bu söz, sizce neden bugüne kadar hakaret sayılmamıştı?

Meslektaşlarımın bir kısmı bu sözün hakaret olmadığı kanaatinde, bir kısmı ise hakaret olduğunu düşünse de yerleşik içtihatlara göre bu söz hakaret sayılmıyor diye baştan kaybedilmiş dava gözüyle bakıyor ve uğraşmıyordu.

Ben mesleğimde, öğrenilmiş çaresizliğe yer olmadığına inanıyorum. Her davada, bence %1 bile olsa; pozitif bir ihtimal, mümkündür. Size gelen müvekkile dürüstlük ve şeffaflık çerçevesinde, artı eksi ihtimalleri açıkladıktan sonra, müvekkil arzusuna göre o noktada %1’lik de olsa, olumlu ihtimalin peşine düşmek hukukta bazı dengeleri değiştirebilir.

BÜLTEN: Siz bu davayı üstlenirken bu sonucu bekliyor muydunuz?

Açıkçası, elimde destekleyici hiçbir örnek olmadığından ötürü, olumlu sonuç almayı çok küçük bir ihtimal olarak görüyordum; ama dediğim gibi bu sözün hakaret olduğuna inanıyor, bu rutinin değişmesini istiyor ve çıkan olumsuz kararlara hayret ediyordum.

Bir davada hakimin bakış açısı, avukatın olaya yaklaşımı ve savunma stratejisi, müvekkilin davaya ve avukatına inanması, tanık beyanları gibi birçok değişken vardır. Eğer ki bunların doğru şekilde birleşmesini sağlayabilirseniz baştan kaybedilmiş dava diye bir şey olduğuna inanmıyorum.

Hukuk da tıp gibi sürekli gelişen, değişen, geniş vizyon gerektiren bir alan. Bu sebeple Yargıtay ya da mahkeme kararları olumsuz yönde diye pes etmedim. Müvekkilim bana güvendi, sonuna kadar götürdük ve başardık.

 BÜLTEN: Peki, Mahkeme’yi hakaret olduğuna nasıl ikna ettiniz?

Söyleyemem, meslek sırrı (gülüşmeler). Şaka bir yana, kelimelerin alt metnine çok dikkat ederim ve bu sözün son derece aşağılayıcı olduğuna inanıyorum. Bir düşünce, barındırdığı niyete göre benzer ancak çok farklı şekillerde dile getirilebilir.

Örneğin, “ben vergilerini ödeyen bir vatandaşım, hizmet görmeyi hak ediyorum” cümlesi isyan ve sitem içeriyor iken, “benim paramla maaş alıyorsun, bana bakmak zorundasın” cümlesi açıkça küçümseme, aşağılama niyeti barındırıyor.

Ayrıca davalarda genellikle sadece ne söylendiğine dikkat edilse de; söylenen sözün barındırdığı niyet, söyleniş tarzı ve beden dilinden de kısmen yorumlanabilir. Hakimin sadece söze bakmaması, niyeti anlamak için etraflıca yorumlaması ve avukatın da bu detaylara özellikle dikkat çekmesi gerekir.

Sanığın bu sözü kötü niyetle sarf ettiğini, bu bakış açısıyla ve olay görüntülerindeki agresif beden dilini vurgulayarak savunduğumdan olacak sanıyorum ki, hakimi ikna etmem mümkün oldu.

BÜLTEN: Emsal davaya meslektaşlarınızın tepkisi ne oldu?

Bu cümleye maruz kalan insanlar bıkmışlar. Bu sebeple sadece tıp camiası değil, sağolsun her meslek grubundan tebrik ve destek aldım. Maalesef ki, meslektaşlarımın bir kısmından aynı olumlu tepkiyi göremedim. Yukarıda bahsettiğim üzere, ne yazık ki bazıları bu sözü kendi kafasında normalleştirmiş, mahkemenin şans eseri veya yanlışlıkla böyle bir karar verdiğine inandıklarına dair mesajlar attılar bana. Oysa ki avukatlık mesleği hiçbir şeyi kanıksamamayı, haksızlıklara baş kaldırmayı içerir. Hiçbir hakaret, hiçbir haksızlık normalleştirilmemeli diye düşünüyorum.

BÜLTEN: Emsal davadan itibaren bu söze ilişkin tüm davalar kabul görecek mi?

Maalesef ki her dava değil, ama biz bir kapı açmış olduk. Bugüne kadar bu söz kesinlikle hakaret olarak kabul edilmiyordu. Biz bu davayla bu durumu “hukuken tartışmalı” konuma getirmiş olduk. Bugüne kadar cevabı “kesinlikle hayır” olan bir duruma ilişkin “acaba” şüphesi yaratmış olduk, hukukçuları düşünmeye sevk ettik bu açıdan mutluyum. İsteyen herkes baro iletişim bilgilerimden bana ulaşıp kararın kopyasını alabilir, bu kararın tek bir emsal olarak kalmayıp yaygınlaşması beni mutlu eder.

BÜLTEN: Hakaret ve tehdit davaları, neye göre “kabul” neye göre “red” görüyor?

Aşağılama, rencide amacı gütmeyen sözler hakaret değildir. Bu sözler Yargıtay tarafından eleştiri sınırında kabul edilir. Ki bugüne kadar Yargıtay kararlarında “benim paramla maaş alıyorsun” sözü de eleştiri olarak kabul ediliyordu. Yine aynı şekilde beddualar da hakaret değildir.

Bir sözün tehdit olarak kabulü içinse mağdurun, gerçekleşme ihtimali olan bir zararla korkutulması gerekmektedir. Mesela bahsettiğimiz davada sanık “seni çok pis yaparım” demişti. Haberi okuyup bu sözden niye ceza almamış diye soranlar oldu. Seni çok pis yaparım sözü altı çok boş bir laftır. Ne yapmakla korkuttuğu belli değildir.

İlginizi çekecek bir örnek daha vereyim, “doktor, çocuğum o ameliyattan sağ çıkmazsa sana gününü gösteririm” sözü kulağa açık ve net bir tehdit gibi gelse de, her durumda tehdit olmayabilir. Örneğin, hekim bu sözü duyduğunda beyaz kod vermiştir, operasyon başarılı geçmiştir, şarta bağlı olan bu tehdidin unsurları oluşmadığı için bu söz artık somut ve gerçekleşmeye elverişli bir tehdit olarak kabul görmeyecektir.

Bahsettiğim gibi hukuk birçok farklı unsura, birçok değişkene bağlı olarak ilerler. Bu sebeple, “baştan kaybedilmiş dava” umutsuzluğu yanlış yaklaşım olduğu gibi, “havada karada kazanılır bu dava” rahatlığını göstermek de bence yanlıştır.

Paylaş Paylaş